Budapeşte’de çocukların gözünden 23 Nisan
23 Nisan Çocuk Bayramı`nı Türkiye Şenliği’nde neşeli bir şekilde kutladık. Bu ayki şöyleşimizin konukları da Budapeşte`de uzun yıllar yaşayan Ela Eszter Demirkan, Fatoş Neşet ve Alp Keskin. Eszter, Fatoş ve Alp Türkiye Şenliği’ nde biraraya geldiler ve beraber seramik ve Türk desenleri boyayarak ve ebru yaparak hoşça vakit geçirdiler.
23 Nisan Çocuk Bayramı hakkında neler biliyorsun? 23 Nisan Çocuk Bayramını Türkiye`de hiç kutladın mı?
Eszter : Türkiye’de Meclis kurulmuş ve o gün çocuk bayramı ilan edilmiş. Bu kadar bilgim var. Bu sene ilk kez kutladım. Çünkü okulumuzdan 10 çocuk ve iki öğretmen İstanbul’a gittik. Bir okul bizi davet etti. Burada bir dans öğrenmiştik. Ve “Üsküdar’a gider iken” şarkısını Türkiye’deki okulda Türkçe söyledik. Ayrıca bir Macar şarkısı da söyledik. Herkesin çok hoşuna gitti.
Fatoş: Var olduğunu biliyorum, Atatürk’ten çocuklara verdiği gün olarak tanıyorum. Türkiye`de maalesef hiç kutlamadım.
Alp: Atatürk 23 Nisan`ı çocuklara hediye etmis, çocuklar da bu günde Türkiye`de kutlamalar yapıyorlar. Bir keresinde 23 Nisan`da İstanbul’daydık, kuzenlerimle kutlamalara gitmek istedik ama yağmurlu bir gündü, gösteriye gidemedik. Televizyonda dünya çocuklarının dans gösterilerini seyrettim. Her yerde Türk bayrakları vardı.
Bildiğim kadarıyla Macaristan`da da çocuk bayramı var, okulunuzda çocuk bayramında neler yapıyorsunuz?
Eszter: Burada çocuk gününde okullarda program yapılmıyor. Ama büyük parklarda panayır yerleri kuruluyor. Oralara gidiyoruz.
Fatoş: Macaristanda çocuklar günü Mayıs’ın son pazar günü. Pazar olduğu için okulumda kutlama yok, ailece geçiriyoruz.
Alp: Okulumda kutlamadık.
Türkiye Şenliği 2010 etkinliklerinde en çok hangi bölüm hoşuna gitti ?
Eszter: Özellikle yemekler çok iyiydi. Ama elbette çocuklar için etkinlikler de çok hoşuma gitti. Müzik ve dans da iyiydi.
Fatoş: Ebru yapmak ve Bea Palya konseri.
Alp: Türk motiflerini boyamayı ve folklor dansını sevdim. Türklerin bu kadar dansı sevdiğini bilmezdim.
Budapeşte`de çocuklar icin ceşitli programlar yer alıyor, bunlara katılıyor musun ? En çok hangisi hoşuna gitti?
Eszter: Küçükken sık sık gittiğimiz bir konser vardı: “ Kakao Konseri”ydi adı. Çocuklara klasik müzik dinletisi. Artık yaz kamplarına gidiyorum. Hayvanat bahçesini de seviyorum.
Fatoş: MÜPA da klasik müzik konserler, hayvanat bahçesi, Veresegyháza’da Ayı Evi, Tropicárium. En sevdiği ise hayvanat bahçesi.
Alp: Müpa ve Millenaris`deki programlara çok gittim. Bir keresinde müzik aletleri yapmıştık çok sevmiştim.
Macaristan Çocuk Kukla tiyatroları konusunda zengin bir yer, en çok beğendiğin oyun hangisi? Biraz oyundan bahsedebilir misin?
Eszter: Kukla tiyatrosuna çok küçükken gitmiştim, annemle babamla, ama artık hiç bir oyunu hatırlamıyorum. Şimdi tiyatrolara da gidiyorum. Geçenlerde “Orman Kitabı” diye bir oyun seyrettim. Çok güzeldi.
Fatoş: Ben Kukla tiyatrosunu o kadar sevmem, ben gerçek tiyatroyu severim. Operaház’da Fındıkkıran balesi ve Operettház’da “The Beauty and the Beast” (Güzel ve Çirkin) müzikalini çok beğendim.
Alp: Kukla tiyatrosuna çok kez gittim. En sevdiklerim Gulliver ve Mazsola. Dans tiyatrosundan “Orman Kitabı”nı ben de seyrettim ve çok beğendim.
Macarca çocuk şarkılarını bildiğine eminim, en sevdiğin şarkı hangisi?
Eszter: Şöyle bir halk şarkısı var: “Megyen már a hajnalcsillág lefele”. Bu şarkıyı seviyorum. Sabahyıldızını anlatıyor.
Fatoş : Ben Macar halk şarkılarını çok severim, çok da biliyorum. En sevdiğim yok ama çabuk, ritmik parçaları çok seviyorum.
Alp : (Gryllus Vilmos`un) Maszkabal şarkılarını severdim yuvadayken. En sevdiğim “Fekete Sarga…” şarkısı. Yuvada çok Macarca şarkısı öğrendim ama çoğunu hatırlamıyorum.
En çok sevdiğin Macarca ve Türkçe çocuk kitabı nedir ?
Eszter: En çok sevdiğim Macar kitabı “Pal Sokağı çocukları”. Bunun Türkçesi de var, onu da çok seviyorum.
Fatoş : Macarca Benedek Elek’in masalları, Türkçe maalesef okumuyorum, ama annem bazen aksam Türkçe masalları okur bana.
Elif Zerenman
Emre Yapanar, Turkish Expat’ın kurucusu
Bu ayki soylesimizi Turkish Expat topluluğunun kurucularından Emre Yapanar ile gerceklestirdik. “Macaristan’ı daha çok pastel renklerin hakim olduğu antik bir yağlı boya tablosu gibi canlandırıyorum.”
Turkish Expat topluluğunun kurucularından olarak Macaristan`da yaşamak konusunda izlenimleriniz nelerdir?
Macaristan’da yaşam benim için genelde sade, ama sürprizlerle dolu bir renkliliği de var bu sadeliğin. Kafamda Macaristan’ı daha çok pastel renklerin hakim olduğu antik bir yağlı boya tablosu gibi canlandırıyorum.
Yalın bir manzara tablosu, yeşilin hakim olduğu, ama capcanlı renkleriyle manzaranın içindeki o rengarenk çiçekleri ara ara görmek mümkün her an. Turkish Expat topluluğu hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Bu grup Macaristan’da çalışan Türk profesyonellerin sosyal birliktelik ve deneyim paylaşımı amacıyla bir araya geleceği ortamı yaratmak için kuruldu. Başlangıç olarak herhangi siyasi ve dini bir amaç gütmeden Türkleri ve Türkiye’yi en doğru şekilde tanıtmak hedef olarak belirlendi. Bunun için ilk adımın Türk kültürünü, Türkçe’yi ve Türkiye’yi doğru tanıtmaya yönelik uygun görülen ilgili faaliyetlere destek vermek olduğunu düşündük. Bu doğrultuda amaçlarımızdan bazılarını aramızdaki sosyal dayanışmayı, bağları ve iletişimi güçlendirmek olarak belirledik. Birbirini yeren, çekiştiren ve eleştiren bireylerin barınamayacağı, yaşadığımız topluma faydalı, başarılı bireylerin oluşturduğu, birbirine destek olan ve yücelten bir grup olmayı temenni ediyoruz. Grubumuzun aynı zamanda yeni gelen Türklere sosyal destek olmasını amaçlıyoruz. Ayrıca Macaristan’dan ayrılanların her zaman iletişimde kalabilecekleri ve geri döndüklerinde çevrelerini aynı yerde bulacakları bir grup olmayı hedefliyoruz. Yanlız şunu da hemen belirteyim bu aşamada grubumuz herkese açık değil ve devamlılığı olacak bir çekirdek grubun, sağlam bir grup yapısının oluştuğunu görmeden de bu kuralımızı değiştirmeyi düşünmüyoruz. Yukarıdaki tanımlara göre bir çizgi belirledik ve o çizgide olan ve profesyonel olarak çalışan türkleri biz zaten buluyoruz. Tabii bizlerle tanışmak, fikir alışverişinde bulunmak ve Macarca/Türkçelerini geliştirmek isteyen Türk ve Macar arkadaşlarımızı da düşündük ve Türk-Macar Sohbet ve Tartışma Kulübü’nü kurduk.
Etkinlikler için neler planlıyorsunuz?
Önümüzdeki etkinlikleri üyelerimizden gelen istekler sonucunda aşağıdaki gibi belirledik: Budapeşte gezileri, Tuna gezisi, şehir gezileri, kamp gezisi, günübirlik tracking, konser, opera, sinema, şarap tadımı için mahzen ziyareti var. Şimdiye kadar gerçekleştirilen çalısmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Geçtiğimiz aylarda üyelerimizle Türk Film Klubü’nün haftalık Türkçe film gösterimlerine katıldık. Bunun yanında 29 Ekim’de resepsiyona katılım yaptık ve ardından bu önemli günü aramızda kutladık. Tarık Demirkan’ın organize ettiği Csarnok’taki Türk Günlerine topluca katılım organize ettik. Bir türk üyemizin ortak olduğu Sit’n Eat adlı restorana topluca akşam yemeğine gittik. Beraber buz pateni kaymaya giderek daha çok düşerek bu spor dalındaki marifetlerimizi sergiledik. Peter Frankl’ın – “Brahms Quartetleri” dinletisine ve Offenbach’ın “Hoffman’in Masalları” operalarını beraber seyrettik. Tabii Müpa’daki Fazıl Say konserini de kaçırmadık.
Macaristan`a -Budapeşte`ye gelme sebebiniz ne idi?
Yurtdışında kariyerim için gerekli, aradığım özelliklerde bir iş fırsatı kolluyordum hep. Aradığım fırsatı Budapeşte’de buldum ve buraya gelme kararı aldım.
Budapeşte`de yaşamın size göre en iyi tarafı nedir? Burada yaşamak sizde bir değişiklik yarattı mı?
Sadece Budapeşte’de değil ama ülke dışında herhangi bir yerde çalışmanın bende çok büyük değişiklikler yarattığını söyleyebilirim ve bence yine Budapeşte’de yaşamanın en iyi tarafı bu. Zaten amaç günlük hayatta toplumun ve onu yönlendirenlerin empoze ettiği kalıpların dışına çıkarak gerçeklere dışarıdan bakabilmek. Insanın sosyal bir canlı olduğu düşünülünce, etkileşimler de dikkate alındığında bunu yurtiçinde tam anlamıyla yapabilmek pek mümkün olmuyor.
Budapeşte`yi birkaç kelime ile tanımlayabilir misiniz?
Klasik Tuna, klasik müzik ama modern yaşam, Avrupa’dan Balkanlar’a geçişin izleri heryerde, insanlarda.
Macar`ca konuşuyor musunuz ya da öğreniyor musunuz? Sevdiğiniz kulağınıza hoş gelen macarca bir kelime var mı?
Macarca’yı henüz malesef sadece başlangıç seviyesinde kullanıyorum. Hala haftada 1.5 saat ders alıyorum ama vakitsizlikten dolayı istediğim gibi geliştiremedim. Macarca kelime olarak favori cümlem “Örülök megismertem”.
Söyleşi: Elif Zerenman
Kolu ve bacağı protezli Şafak BM’nin sözcüsü
33 yaşında önemli bir koltuğa oturan Şafak, 8 ülkedeki evsizler, işsizler, engelliler ve göçmenler dahil olmak üzere yolu BM’den geçen herkesin derdine koşuyor.
“Ben acayip iradeli ve mücadeleci biriyim” diyen bir insan bile 19 yaşında İsviçre’de geçirdiği tren kazasında bir bacağını ve kolunu kaybeden Şafak Pavey’le tanışınca hayretler içinde kalıyor. Bugün, 1996’da yaşadığı o korkunç kazayı olduğu yerde bırakıp, önüne bakan ve protez bacak ve koluyla yaşama sıkı sıkı tutunarak, “İşte azim! İşte yaşama sevinci…” dedirten Pavey’le yaptığım söyleşiyi keyifle okuyacaksınız.
İran, Yemen, Suriye, Mısır, Cezayir, Irak, Afganistan, Afrika, İsviçre şimdi de Macaristan! Ne çok geziyorsun Şafak?
Evet benim için dostlar, “Şafak leyleği hep havada görür” derler. Şaka bir yana. Tabii ki bu gezmelerim benim Birleşmiş Milletler’deki görevlerimle alakalı. BM’de de işler tıpkı bizim Dışişleri Bakanlığı’ndaki gibi yürür. Belli bir süreden sonra tayinler çıkar, yeni görev alanları ve yeni rütbeler kaçınılmaz olur!
Macaristan’a hangi rütbeyle tayin edildin?
Orta Avrupa’nın Dışişleri’nden Sorumlu Sözcüsü sıfatıyla. nVaav… BM adına konuşabilirsin yani artık!
Evet.
Çok önemli bir görev bu. Dünyada kaç kişi bu title’a sahip BM bünyesinde?
Çok değil. Kurumumda 10 kişi. Diğerleri 50’li yaşlarda. Ben henüz 33 yaşındayım ve çok erken oturdum bu çaptaki kariyere.
Kaç ülke olacak senin sorumluğunda?
Macaristan merkez olmak üzere 8 ülkeden sorumlu olacağım artık. Herhalde önümüzdeki 3 yıl trenlerin, uçakların, otobüslerin içinde geçecek hayatım. Macaristan’dan sürekli olarak Bulgaristan, Romanya, Polonya, Avusturya, Hırvatistan, Slovenya, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti’ne ring yapacağım!
Sorumluluk alanın ne?
Çok büyük ve ağır! Düşünsene 8 ülke, milyonlarca insan. Evsizler, göçmenler, işsizler, engelliler. Anlayacağınız yolu BM’nin yoluna düşen herkes. İnsan hakları problemleri olsun, sınır geçişleri, Türkiye ile de çok ilgili olan göç geçiş durumları filan. Bu ülkelerde çok büyük bir Roman problemi var. Çingeneler vatansız insanlar. Anlayacağın bayağı yorulacağım ben bu görevde. Ama buna rağmen çok mutlu ve gururluyum.
Türkiye’den kaç kişi var BM bünyesinde?
BM bünyesinde 13 ajans var. Bazılarında hiç yokuz. Zannediyorum benim ajansımda 10 kişi var uluslararası çalışan. Diğer ajanslardaki tam rakamı bilemiyorum. Ama tüm dünyada bu rakamı geçmez. Mesela İnsan Hakları Komisyonu’nda hiç yokuz! UNICEF’te belki 5 ya da 10 adamımız var.
BM’de çalışan Türkleri düşünürsek, senin geldiğin mertebe en yüksek mertebe mi?
Olur mu hiç? Hatta çok daha yeni emekli ettiğimiz Ekber Menemencioğlu en yüksek büro şefi, direktördü. Onun yolunu izleyeceğim. Benim için çok parlak bir örnekti.
BM adına söz söylemek, yetkili olmak da büyük bir yük değil mi?
Ahhh… Evet! Az insana veriliyor bu görev. Çünkü konuşma yetkisi sizde! Yani BM adına konuşmak için kimseden izin almanıza, birilerine danışmanıza gerek yok! Buradan bakarsan ne kadar hassas bir görev olduğunu anlarsın sözcülüğün. Düşünsene… Olmayacak bir laf edip, dünya çapında bir krize de neden olabilirsin.
AKIL VE RUH
Yeri geldi sorayım o halde? Vücudunun yarısıyla yakaladığın başarılardaki sırrın ne?
Hayatta bir şey yapmak tamamen değer yargıların ve dünyaya bakışınla ilgilidir. Kimisi kesesini, kimisi kalbini doldurmak ister. Ben kafamı doldurdum. Şimdi bu biriktirdiğimi başkalarıyla paylaşıp, başkalarının da hayatlarının dolmasına bir katkıda bulunuyorum. Kendi hedeflerimi koyarken oturup nelerim eksik diye düşünmüyorum ki… Bu dünya için hangi katkıları yapabilirim, kendimi nasıl donatabilirim ve işin neresinden tutabilirim diye düşünüyorum. Vücudunu çok geliştirmiş birisinin ruhu gelişmemiş olabilir. Ben akıl ve ruh el ele verdiğinde ciddi yollar alınabileceğine inananlardanım. Tecrübelerimizi ve elimizdekileri birbirimizle paylaşmazsak, geleceğe sahip olamayacağımızı düşünüyorum. Oysa hepimiz gelecekten sorumlu değil miyiz?
HERKESE ÖRNEK OLDU
Şafak Pavey, o korkunç kazayı geçirdiğinde daha 19 yaşındaydı. Yurtdışında eğitim görüyordu. Ama o kolu ve bacağını yitirdikten sonra yılmadı. Protezleriyle hedefine doğru yılmadan yürüyor.
Necla Aksop: “Budapeşte sessiz, mahzun, hüzünlü ama mağrur bir şehir.”
Macaristan Türk-Macar Kadınlar Derneği başkanısınız. Dernek hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Amacınız, faaliyetleriniz nelerdir?
– Derneğimiz 1999 yılında kuruldu. Kuruluş amacı kısaca, Macar ve Türkler arasında dostluğun korunmasına yardımcı olmak, yardımlaşmayı geliştirmek, kültürel, eğitim ve turistik ilişkilerin geliştirilmesini sağlamak, anma günleri, tanıtıcı konferanslar düzenlemek, Macaristan ve Türkiye’ deki sosyal kuruluş ve özellikle kadın kuruluşları ile işbirliği yapmak gibi konuları amaçlamaktadır.
Faaliyetlerimizi de doğal olarak bu çerçeve içinde gerçekleştiriyoruz. Bugün için üyelerimizi Macarlar, Türkler ve Azerbaycanlı Hanımlar oluşturuyor. Şimdiye kadar gerçekleştirilen çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
– Derneğimizin kısıtlı imkânlarına rağmen gerçekten başarılı işler yaptığını söyleyebilirim. Ancak kuruluşundan bugüne kadarki en büyük gelirin elde edildiği faaliyetimiz, Türkiye’deki depremden sonra, Sakarya’da bir anaokulu yapımına katkıda bulunmak için düzenlediğimiz bir gecede bütün masraflar çıktıktan sonra elde edilen net bir milyon forint gelirdi. Bütün bu yıllar içinde Eger’de iki çocuk köyüne, Gaziantep Engelliler Okulu’na, Mehmetçik Vakfına, Budapeşte Astımlı Çocuklar Hastanesi’ne, Endonezya’daki depremzedelere, Baba Beni Okula Gönder Kampanyasına, Kardelenler projesine, Elte Üniversitesi Türkoloji bölümüne, gerek parasal gerekse ihtiyaçları çerçevesinde istedikleri alınarak çeşitli yardımlarda bulunuldu. Türkiye’den gelen lösemili çocuklara katkıda bulunuldu. Türkiye ile ilgili yarışmalarda kazananlara ödüller verildi. Türk Macar gençleri arasında spor yarışmaları düzenleyerek, Türk Macar Dostluk Derneği ile birlikte düzenlenen gezilere Dernek olarak katılarak her iki dernek üyeleri arasında arkadaşlık ve dostluğun gelişmesine katkıda bulunulmaya çalışıldı. Bir yıl Mariott Otel’de Türkiye’yi tanıtım günü düzenlendi. Dernek üyelerimizin uygun gördüğü Türk Günlerine iştirak edildi.
Geleneksel olarak her yıl İlköğretim okullarındaki Türk günlerine, uluslararası okulların düzenledikleri festivallere ve Uluslararası Çocuk festivallerine katılmaktayız. Özellikle çocuk festivallerinde, Macarca olarak hazırlanan Atatürk’ün Türk Çocuklarına armağan ettiği 23 Nisan Çocuk Bayramımızdan bahseden broşürlerimizi dağıtıyoruz. Her yıl 10 Kasım ve 23 Nisan’da Türk Macar Kadınlar Derneği olarak Naphegy Park’ındaki Atatürk büstü önünde anma programları yapılmasını gelenek haline getirdik. Umarım daha sonra arkadaşlarım buna devam edeceklerdir. Bütün bu çalışmalarımızda üye arkadaşlarımızın harcadıkları emek, gösterdikleri çaba gerçekten övülmeye değer. Hepsine buradan ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Gelecekteki etkinlikler için neler planlıyorsunuz?
– Yukarıda da bahsettiğim gibi, rutin katılımlarımız devam edecek. Yine düzenlenmesi düşünülen Türk Gününe, Uluslararası Kadın Derneklerinin düzenlediği Alman, Ingiliz ve Amerikan Okullarındaki yiyecek Festivaline, Çocuk festivaline bu dönemde de katılacağız. Yine kücük gezilerimiz olacak. Eğer başarabilirsek, Türkler için önemli olan Macarların yaşadığı binalara birer plaket koydurmak istiyoruz. Bu konuda araştırmalarımız devam ediyor. Hayallerimiz çok ama imkânlarımız kısıtlı. Uluslararası kadın kuruluşları ile ilişkileriniz nasıl? – International Women Club Association’un faaliyetlerine ilişkin teklifler alıyoruz. Bunları toplantılarımızda gözden geçirerek bir karara bağlıyoruz. Uzun bir süredir Budapeşte `de yaşıyorsunuz. Buraya gelme sebebiniz ne idi? – Uluslararası Halk Bankaları olarak Macaristan’da bir banka kurulmasına ilişkin ilk düşüncelerin yeşerdiği 1989 dan beri Macaristan benim ilgi alanım. Macarlarla ilk temasım sanırım 1991 de Macaristan Bankalar Birliği’nden bir heyetin Türkiye’yi ziyareti ve toplantılarına katılmam ile başladı. Sokakta dolaşırken duydukları Türkçe kelimelerin kendilerine ne kadar yakın geldiğinden, Türklerin kendilerine ilgisinden bahsederek,ağlayanlar olmuştu. Türkiye sevgileri görülmeye değerdi. Türkiye Halk Bankası olarak kurulacak bankaya iştirak etmemiz kararı verildikten sonra kuruluş çalışmalarına katıldım ve Macaristan Halk Bankası’nın kuruluşunda da çalışan biri olarak, burada görevli Türk arkadaşın Türkiye’ye dönmesinden sonra beni bir yıl için Macaristan Halk Bankası’na gönderdiler. Gelişimin hikâyesi işte bu. Budapeşte`de yaşamak konusunda izlenimleriniz nelerdir? Budapeşte`de yaşamın size göre en iyi tarafı nedir? – Sessiz sakin, yaşaması da kolay bir şehir. Macarlar da eşsiz ve saygılı insanlar. Bu hem benim izlenimim hem de burada yaşamanın en iyi tarafı.
Budapeşte`yi birkaç kelime ile tanımlayabilir misiniz?
– O yeşilliğine, Tuna nehrine, ışıklarına ve gerçekten sevmeme rağmen, sokaklarında yürürken bazen siyah beyaz bir film izliyormuşum gibi geliyor. Bence sessiz, mahzun, hüzünlü ama mağrur bir şehir.
Macar`ca konuşuyor musunuz ya da öğreniyor musunuz? Sevdiğiniz kulağınıza hoş gelen macarca bir kelime var mı?
– Bunca yıl burada yaşayan biri olarak biraz ayıp olacak ama konuşuyorum değil, konuşmaya çalışıyorum diyelim. Kulağıma hoş gelen kelimeler, ilk geldiğimde duyduğum kelimeler. Szia, Jó reggelt kívánok, Segíthetek?
Elıf Zerenman
Macar fizikçi Leo Szilard (1898-1964)
Esin Kaynağı Bir Kitap H . G. Wells, 1913 yılında The World Set Free: A Story of Mankind adlı kurgu bilim romanını yayınlamıştı. Wells,fen eğitimi almış olmasının getirdiği teknik bilgisini hayal gücüne ekleyerek bilim kurgu klasikleri arasına giren kitaplar yazmıştı. Bu romanda bazı tahminler de yer alıyordu. Örneğin 1933’te yapay radyoaktif maddelerin bulunacağını ve 1956 yılında atom bombasının kullanılacağı hayali savaşları anlatmıştır. O günlerde bunlar neredeyse akıl dışı şeylerdi. Yapay radyoaktiflik yazarın öngördüğü tarihten bir yıl önce keşfedildi, ama savaşa neden olmadı. Atom savaşı yani atom bombasının kullanılması ise yazarın öngördüğünden on bir yıl önce gerçekleşti Macar doğumlu, Musevi asıllı fizikçi Leo Szilard(1898-1964) 1932 yılında Berlin’ de çalışırken nasılsa bu romanı okuyor. Çok etkileniyor. Ertesi yıl göçe zorlanıyor ve İngiltere’ ye gidiyor. Romandan aldığı esinle “zincir tepkimelerine dayalı kanunun patenti” ni 1934 yılında İngiliz Amirallik Dairesi’ne onaylatıyor. Szilard: Gölgedeki Deha Leo Szilard, “gülmeceye düşkün, keyifli bir adamdı”.“Bart Hastanesi’ndeki görevine yürüyerek giderdi.
Birgün tam Southampton Caddesine geldiği vakit kırmızı ışığa rastladı ve durdu (Bu öykünün inanamadığım tek yönü burasıdır, Szilard’ın kırmızı ışığı görünce durduğu görülmemiştir.) Neyse kırmızı ışık yeşile dönmeden şu düşüne varmıştı: bir atomu bir nötronla vurursanız atom kırılır ve iki parçaya ayrılırsa,bunu zincileme tepkime izler.1934 yılında bir patent başvurusu için yazdığı sözleşmede “zincirleme tepki” deyimini kullanmıştır. Bu patenti savaş bitene dek yayınlanmaması isteğiyle İngiltere Deniz Kuvvetlerine verdi. Amacı, bilimin yanlış yolda kullanımını engellemekti. Bu arada savaş gitgide büyüyordu.1939 başlarında Szilard,bir mektup yazıp Joliot Curie’ye bir yayınının yasaklanmasının olanak dışı olup olmadığını sordu. Fermi’nin buluşunun yayınlanmasını önlemeye çalışıyordu. Sonunda Ağustos 1939’da bir mektup yazdı,bu mektubu Einstein imzaladı ve Başkan Roosevelt’e gönderdi. Mektupta özetle şöyle deniyordu: Nükleer enerji bulunmuştur. Savaş önlenemeyecektir Bilim adamlarının bu konuda ne yapacağı kararı Başkan’a kalmıştır. Ama Szilard durmadı. J .Bronowski dostu Szilard’la ilgili şunları yazar:” 1945 yılında Avrupa Savaşı kazanılınca,bombanın yapılıp Japonlara karşı kullanılacağını anlamıştı. Erişebileceği her yere protesto çağrısında bulundu. Bildiri üstüne bildiri yazdı. Başkan Roosevelt’e yazdığı bir bildiri yararsız kaldı,çünkü tam verdiği günlerde Roosevelt öldü. Szilard hep,bombanın Japonların katılacağı uluslararası bir seyirci kitlesi önünde denenmesini istiyordu;böylece Japonlar bombanın gücünü anlayacak,kimse ölmeden teslim olacaklardı. Bildiğiniz gibi Szilard yenildi,onunla birlikte bilginler toplumu da yenilgiye uğramış oldu. Dürüst ve sağlam bir kişilikte bir adam ne yapmalıysa onu yapmıştı. Fizikten caydı,biyolojiye yöneldi-Salk
Enstitüsüne gelişi de bu yüzdendi- başkalarını da getirdi. Fizik son elli yılın tutkusu,bu bilginlerin en büyük yapıtı olmuştu. Ama artık anlamıştık,fiziksel dünyayı anlamak uğruna anladığımız düşün birliğini,yaşamı anlamak yolunda adamanın zamanı gelmişti.” İlk atom bombası 6 Ağustos 1945 günü sabah 8.15’te Japonya’nın Hiroşima kentine atıldı. Szilard bunu yalnız bilim adamları için değil insanlık için bir trajedi olarak nitelemiştir. “Fen çok insancıl bir bilgi türüdür. Bizler hep bilinenin sınırındayız,umulana doğru,ileriye yönelik atılımdayız. Bilimde her yargı,yanılgıdan kıl payı ayrılır ve kişiseldir. Bilim,yanılabilmemize karşın bilebildiklerimize bir saygınlıktır. Bu anlam, Oliver Cromwell’in sözlerinde özetlenmiştir: ‘Tanrı aşkına,yalvarırım,ne olur,yanılabileceğinizi bir kez olsun düşünün.’ Dostum Leo Szilard’ın anısına,Auschwitz’de ölen yakınlarımın anısına,bir ansan olarak,canını kurtarabilmiş bir kişi,bir tanık olarak,burada,bu havuzun başında,saygıyla duruyorum. Kendimizi,mutlak bilgi ve güç hastalığından kurtarmalıyız. Makineleşmiş insanlıkla gerçek insanlık arasındaki yolu kapamalıyız. Kanıyla,canıyla,insanlara dokunabilmeli,insanlara erişebilmeliyiz” (İnsanın Yücelişi)
Macar topraklarından güzel bir grup: Balazs Elemer Grup
Macar topraklarından güzel bir grup
Balazs Elemer Grup 2000 yılında kurulmuş Macar jazz grubudur.Bu topraklar gerçekten jazz konusunda oldukça güzel müzisyenleri yaratabiliyor.
Sanırım bunda etken olan şeylerin başında halk müziklerindeki çeşitlilik geliyor.Yurt içinde bir çok ödül alan grup yurt dışında da çeşitli jazz festivallerinde göz dolduran gruplardan bir tanesidir.
Son derece farklı ritimsel özellikleri ve etnik yapıyı da içeren müzikleriyle başarılarının devamlı olacağı konusunda şüpheye yer bırakmıyorlar.
Dünyanın hemen yer yerine konser vermeye giden grup gittikleri ülkenin etnik özelliklerini de müziklerine taşıyorlar.Popüler kültürün dışında etnik özellikleri kullandıkları gibi Rönesans ve Barok dönemlere ait özellikleri de müziklerine katıyorlar. Doğal olarak ortaya dinlemesi son derece keyifli bir grup çıkıyor.
Bana soracak olursanız en kısa zamanda grubun albümlerine ulaşıp bu keyfi sizde yaşamalısınız.Sizler için bazı şarkılarını video olarak eklememe rağmen albümlerinde öyle parçalar var ki defalarca dinleme ihtiyacı hissediyorsunuz, gerçekten son derece başarılı bir jazz grubu…
Grup üyeleri
Klara Hajdu – vokal
Winand Gábor – vokal
Andras Des – perküsyon
David Lamm – gitar
Marton Soos- bas
József Balázs – klavye
Elemér Balázs – davul
Grubun çıkardığı albümler
Early Music 2007
Best& Live 2001-2006 Consert in Budapest 2007
Magyar Nepdalok 2005
Refracting Sounds 2004
Our World Beyond 2003
Around The World 2002
Sanem Uçar – www.dolandagel.com.tr
Yaşama ait gizler
Aile fertlerine ait öyküleri dinlemeyi severmisiniz?
Sanırım benim en çok sevdiğim şeylerin başında bu geliyor. Geçmişe ait gizemlerle dolu bu öyküler çocukluğumun büyülü dünyasında öylesine büyür, öylesine güzel serüvenlere dönüşürdü ki , kurduğum kurgularla zaman zaman ağlar, zaman zaman da heyanlanırdım.
Yaşım biraz daha büyüdükçe, duyduğum öykülerde, neden, niçin ve nasıllara daha çok kafa yormaya başlamıştım. Ama verilecek yanıtlar yoktu. Çoğu aramızda değildi bu kahramanların ve işte o zaman “ Ah keşke, bu öyküleri duyduğumda daha büyük yaşta olsaydım da soracağım soruları sorabilseydim “ diye iç geçirirdim.Verirlermiydi acaba yanıtları?….
Büyükbaban asla ama asla çok iyi bildiği Almanca yı bir daha konuşmadı.
Bu cümle uzun yıllar nedenini aradı durdu……
Büyükbabamın ağabeyi Türkiye ‘ nin ilk pilotlarından ama büyükbabam biraz serseri ruhluymuş. Kafasına aktör olmayı koymuş. Gerçekten o zaman diliminde olup büyükbabamın “ ben aktör olacağım “ diretmelerinde yaşadıkları o aile bunalımını görebilmeyi çok isterdim. Daha Türkiye Cumhuriyeti kurulmamış, I. Dünya Savaşındayız ve büyükbabam nereden aklına koydu acaba aktör olmayı?
Bazı şeyler değişmiyor gençliğe dair.Ya da insana dair diyelim. Aklımıza koyduğumuz şeyi eninde sonunda yapmak gibi bir arzumuz ve gücümüz varsa yaşanılması olası şeyler yaşanılıyor. Büyükbabamda ne yapıp edip Amerika yolcusu olmuş o zamanlar.
Yine sorular sorular…..
Acaba nasıl gitti Amerika ya, hangi koşullarda ve neler yaşadı yolculuğunda ve orada kaldığı süre boyunca neler yaptı?
İşte bunların cevaplarını asla büyükbabamdan dinleyemedim.
Amerika’ da tutunamayınca soluğu ülkesinde alması gerekirken hangi koşul onu Macaristan ‘ a yöneltti? Macaristan ‘ da ne zaman mors alfabesini öğrendi de telgrafhanede çalışmaya başladı? Bu soruların yanıtlarını da bilemeyeceğim hiçbir zaman. Ama bildiklerim var ve öykü şimdi başlıyor;
Güzel bir Macar kızına aşık olur büyükbabam ve onunla evlenir. Hatta bir kızları olur. Çocukluk düşlerimde yaşatırdım bu Macar kadını ama şu zaman dilimiyle kesin ölmüştür. Ama onun çocukları olduysa eğer onlar yaşıyorlardır kuşkusuz ve benim bilmediğim neler biliyorlardır acaba?
Soruları şimdilik bir kenara koyayım da öyküyü anlatmaya başlayayım.
Bir gün iş dönüşü Budapeşte de bir kahveye uğruyor büyükbabam. Birinci dünya savaşı dönemleri ve ortalık asker kaynıyor. İçeriye bir Alman generali giriyor arkadaşlarıyla beraber yada askerleriyle….Yüksek sesle konuşuyorlar ve çok iyi Almanca bilen büyükbabam konuşmaları anlıyor kuşkusuz. Alman general bir şekilde Türklere küfrediyor. Gülüyor yanındakilerde ve hakaretler devam ediyor Türklere….. Canı sıkılan büyükbabam eve gitmeyi düşünürken bir şekilde gitmiyor ve genaralle arkadaşlarını izliyor. Genaralin kaldığı yeri öğreniyor. Ve uzun zaman genaralin giriş çıkışını, yaşamını kontrol ediyor. Ve bir gün;
Ve birgün, demek ki uygun zaman oluşmuş, genarali bir hançerle öldürüyor. Eve geldiği zaman durumu eşine anlatıyor ve buralarda kalamayacağını kaçması gerektiğini söylüyor. Ne zor olmuştur ayrılmaları diye düşünmeden edemiyorum. Ama olay büyük bir olay öyle küçük bir şey değil. Her şey bitince Macaristan daki eşini ve kızını alacağını söz vererek kaçmayı başarıyor ülkesine.
Bu kaçışın nasıl olduğu, neler çektiği konusunda bir şey anlatmadığından bilgi yok elimde. Ama eve gelince ailesinin mutluluğuna dair bir çok öykü var. Öyle ya evin serseri ruhlu, asi küçük oğlu geri dönmüştür.Günlerce hasta yatıyor büyükbabam ve öleceğinden korkuyorlar. Almanca bir şeyler sayıkladığına dair öykülerde var ama ne olduğunu şimdiye kadar kimse açıklayamadı. Ve bu da zaten konuştuğu son Almanca oluyor büyükbabamın. Ondan sonra üç yabancı dil bilmesine rağmen büyükbabamın Almancasına tanık olan hiç kimse yok.
Şöyle dışardan bakınca katil bir büyükbabam var benim değil mi? Neyin nasıl ve niçin oluştuğunu bilmeden tanımlamak çok kolay.
O benim sadece sevgili büyükbabam…
Benim için dünyanın en romantik, en vatansever, biricik adamı.
Macaristan a asla dönemedi ve babannemle evlendi. O da ayrı bir öyküdür ya.Babannemin sözleriyle zaman zaman bazı geceler kimseye belli etmeden ağladığını çok dinlemişimdir. Ve benim sevgili babannem nasıl kıskanırdı Macaristan da hiç görmediği ve tanımadığı o kadını.
Ben ise hep Macaristan daki kadını düşünmüşümdür. Nasıl bir acı yüklenmiştir omuzlarına kızıyla beraber. Hep döneceğini umutla beklediği büyükbabamdan umudu kesmeden nelerle çarpmıştır yüreği acaba?.. İhanete uğradığını, ve aldatıldığını düşündüğü de olmuştur ama ne bilsin Türkiye cephesini…
Öyküde Macaristan da bırakılan bir kadın ve kızının görüntüleri çarpıyor gözümüze. Ama bu gözümüze çarpanlar öykünün derinliğinde saklı farklı bir gerçeği ortaya koyabiliyor mu acaba?
Ah hayat !!!! hiçbir şey aslını yaşamıyor. Kendi pencerelerimizden bakışlarımızla darattığımız minicik dünyalarımız var sadece….
sanem uçar
Romanya’yı değiştiren isyanın 20. yılı
Romanya’da bugün, komünist rejimin son bulmasına yol açan ayaklanmanın başlangıcının 20. yıldönümü anılıyor.
Nikolay Çavuşesku, kendisiyle kurşuna dizilecek eşiyle
Nikolay Çavuşesku, 25 Aralık 1989’da eşiyle birlikte kurşuna dizilmişti
Doğu Avrupa’nın en acımasız diktatörü olarak görülen Nikolay Çavuşesku’nun yönetimini sona erdiren ayaklanmanın başlangıç noktası, Temeşvar kentiydi.
16 Aralık 1989’da, polisin muhalif bir rahip olan Laszlo Tokes’i gözaltına almaya çalışması üzerine Temeşvarlılar hükümet karşıtı bir gösteri düzenlemişler, Romanya ordusu Çavuşesku’nun emri üzerine göstericilere ateş açmıştı.
Temeşvar’da başlayan isyan dalgası tüm ülkeye yayılmış, Romanya 10 gün içinde bambaşka bir ülkeye dönüşmüştü.
Kentte bugün düzenlenen etkinliklerde, 20 yıl önce yaşamlarını yitenler anıldı.
Temeşvar Belediye Başkanı Gheorghe Ciuhandru, kent halkının ülkede isyanı başlatmaktan gurur duymaları gerektiğini söyledi.
Gheorghe Ciuhandru, “Özgür doğanlara şunu söylemek isterim: Her şey bu devrimle değişti. Artık ifade, seyahat ve mal-mülk edinme özgürlüğümüz var” dedi.
Romanya’da isyan dalgasının yayılmasına neden olan Avrupa Parlamentosu üyelerinden Laszlo Tokes ise BBC’nin, kilisenin ülkede yaşananlarla ilişkin rolüyle ilgili bir sorusuna, “Sosyal ya da siyasi konularda tarafsız olamazsınız. Pozisyon almalı ve harekete geçmelisiniz” yanıtını verdi.
Bir günde 72 ölü
Temeşvar’daki isyanın sadece 16 Aralık 1989’daki bilançosu, 72 ölüydü.
40’dan fazla kişinin cesetleri ise başkent Bükreş’e götürülüp, yakılmıştı.
Amaç, ölümlerle ilgili kanıtları ortadan kaldırmaktı.
Ancak Romanya’da 118’i Temeşvar’da olmak üzere en az 1100 kişi ölmüş, kısa süre içinde Çavuşesku rejimi son bulmuş, devrik lider eşiyle birlikte kurşuna dizilmişti.
BBC