“Bayrağının üzerine “Cum Deo pro patria et libertate” (Tanrı ile Vatan ve Özgürlük için) yazdıran Rakoczi…”

Budapeşte’nin Budin tarafındaki Hakkı Bey’in butik oteli Hotel Budin’den Hakkı Bey ile beraberce Buda ile Peşte’yi birbirine bağlayan Duna (Tuna Nehri) köprülerinden Erjebet (Elizabet) Köprüsü üzerinden Peşte’ye doğru geçerken dedi ki: “Bu köprünün bir ismi de Beyaz Köprü’dür.

Budapeşte’nin Peşte tarafında hemen köprü bitiminde kiliseden dönme bir câmi vardı. (Bana camiyi gösterdi. Tabii şimdi artık cami değil. Mihrabının yeri dışarıdan bile belli olduğu için görülüyordu. A.A.) Bu câminin mihrabında bulunan âyetler yakın zamana kadar duruyordu ama öğrendiğimize göre yeni silinmiş… 1686’da Budapeşte’ye gelen Elsner Deszö isimli İtalyan gezginin yaptığı bir gravürde (Bu gravürü daha sonra ben de gördüm. A.A.) pek çok câmi görülüyor. Ama artık hiçbiri yok. Bunları yok edenler Macarlar değil… Macaristan’a hâkim oldukları zaman Avusturyalılar, bütün câmi ve mescitleri tahrip edip yıktılar. Macarlar Mohaç’ı hiç unutmamışlardır ama Mohaç’ta bir müze vardır ve Szigetvar’da (Zigetvar) ise Kanunî Sultan Süleyman’ın büyük bir heykelini yapmışlardır. Bu hoşgörüyü Avusturyalılarda bulamazsınız. Hatta Macarların havaalanlarında şöyle bir reklamla karşılaşabilirsiniz: ‘Romalılar 400 yıl. Osmanlılar 150 yıl. Sovyetler 45 yıl. Herkes planladığından fazla kalıyor. Siz de Budapeşte’de bir gece daha kalmak istemez misiniz’ (Osmanlı atalarımız aslında bu ülkeyi çok sevmiş ve Budin’e ‘Nazlı Budin’ ismini vermişlerdir. A.A.) Nazlı Budin’den mecburen ayrılırken, Temeşvarlı Gazi Aşık Hasan, Nazlı Budin’i şöyle konuşturmuştur: ‘Olmuş idim bir zaman ben sedd-i İslâm’a kilid / Nice canlar din yolunda, uğruma oldu şehid / Tâ kıyamet haşrolunca kesmezem Hak’dan ümid / Bir gün açıla baht-ı siyâhım, der Budin.’ Tuna Nehri doğu ile batı arasında bir sınır olmuş atalarımız için. Akıncılar birbirlerine “Tuna’yı kaç defa geçtin ki?’ diyerek lâf atarlar ve ‘Ben senden daha fazla Tuna’yı geçtim!.’ diye iftihar ederlermiş. Bu akıncı ruhlar çil çil altınlar gibi pek çok eseri de arkalarında bırakmışlar…”

Daha sonraki dönemlerde, Avusturya’ya karşı özgürlük hareketleri sırasında ülkemize sığınan bütün Macar ileri gelenlerini her zaman himaye etmişizdir. Bunlardan birisi İmre Thököly’dir. (Türk aşığı Macar Kralı’nın mühründe şu ifade yer alırmış: Muhib-i Ali Osmanım, itaat üzreyim emre. Kral-ı Orta Macarım ki namım Thököly İmre.) Avusturya İmparatorluğu tarafından başında bulunduğu krallık yok edilince, İstanbul’a iltica etti. 23 Eylül 1701’de İzmit’e yerleşti. 13 Eylül 1705’te vefat etti.

Daha sonra İmre Thököly’nin üvey oğlu olan ve onun mücadelesini Habsburglara karşı devam ettiren II. Ferenc Rakoczi de yetmiş bin kişiye ulaşan ordusuyla sürdürdü. Bayrağının üzerine “Cum Deo pro patria et libertate” (Tanrı ile Vatan ve Özgürlük için) yazdıran Rakoczi, nihayet III. Ahmed’in daveti üzerine 1717 yılında Edirne’ye gelmiştir. Pasarofça anlaşmasında Avusturyalılar Rakoczi’yi istemişlerdir. Sadrazam Damat İbrahim Paşa bu isteği sert bir dille reddetmiştir. Padişah ile görüşen Rakoczi şöyle demiştir: “Sultan ve Sadrazam, Hıristiyan beylere kıyasla daha centilmen davranmışlardır.”

Türkiye’ye sığınanlardan birisi de Lajos Kossuth’dur. 1.120 kişilik kafilesiyle beraber Lajos, Sultan Abdülmecid tarafından kabul edilmiş ve Kütahya’ya yerleştirilmiştir. Lajos, “Bugünkü hayatım ve hürriyetime sahipliğim, Avusturya ve Rusya’nın tehditlerine, baskılarına rağmen, beni ve arkadaşlarımı muhafaza eden Türkler sayesindedir.” demiştir. Sultan Abdülmecid ise, bütün tehdit ve baskılara şöyle cevap vermiştir: “Ecdadımın 600 seneden beri bunca fedâkârlıkla muhafaza ettiği himaye hakkım ortadan kaldırılmak isteniyor. Bir Macar’ı 50 bin Osmanlı kanı dökerek yine muhafaza ederim!.”

Bu fedâkârlığı bütün dünyanın bilmesi gerekir ki, dünyadaki yeni fedâkârlıklar ve yüz akımız eğitime adanmış gönüllülerimizin gayretleri anlaşılabilsin…

Abdullah Aymaz – Zaman