Sabahları gönül rahatlığıyla aynaya bakabilmek

sabahlariBinlerce kişiden oluşan uzun bir kuyruk. Kamera yavaş hareketlerle kuyruğun sonunu bulmaya çalışıyor, ama boşuna.

Uzadıkça uzayan, ana caddeden yan sokağa kıvrılan bu kuyruktakiler, Noel nedeniyle dağıtılan üç kap bedava yemeği alabilmek için saatlerdir bekliyorlar.

İlk bakışta yaşlılardan, kimsesizlerden, evsizlerden oluşan bir kuyruk sanıyor insan, ama öyle değil. Gençler, çocuklar ve aslında evi, yeri yurdu olan aileler de var bu kuyrukta.

Onları bir araya getiren ortak özellikleri, yoksul olmaları.

Bu bayram gününde sıcak bir kap yemeğe ulaşabilmek için saatlerdir sırada beklemeyi göze almalarının nedeni bu kahreden yokluk ve muhtaçlık.

Ellerinde hediye paketleriyle bir an önce ailelerine, sıcak evlerine, yuvalarına ulaşabilmek için yanlarından aceleyle geçen “şanslı” insanların bakışlarına bu nedenle tahammül edebiliyorlar.

Uzatılan mikrofona konuşan kadın orta yaşlı. Yanında da 8-10 yaşlarında kızı duruyor. Annenin boynu bükük ve yüzünde buruk bir gülümseme:

“Ne yapalım, bu Noel bizim istediğimiz gibi olmadı. Ama benim en büyük hediyem kızım! Onun benimle olması, yanımda olması. Birbirimizden güç alıyoruz. Ona bu Noel’de hediye alamadım. Ama para biriktiriyorum, okullar kapanırken çok sevdiği grubun konserine götüreceğim”.

‘Kimsem yok ama kimseye ihtiyacım da yok’

Bir başkasına yaklaşıyoruz. O artık yemeğini almış, buharı tüten çorbasını kaşıklıyor:

“İşsizim, daha doğrusu belediyenin sokak temizliği işinde günlük ücretle çalışıyorum. İş bugün var yarın yok! Zaten aldığımız ne ki? Asgari ücretin de üçte biri. Normal bir işim olsa bugün burada olmam.”

Bir sonraki adam uzun zamandır sokakta yaşıyor, yüzündeki kırışıklıklardan belli. O da yemeğini almış karnını doyuruyor.

“Kimsem yok benim bu dünyada” diyor bir taraftan kaşıktakileri iştahla ağzına atarken, “ama kimseye ihtiyacım da yok! Minnet etmem!”

24 Aralıkta, Noel’de, yani İsa peygamberin doğuşunu simgeleyen, “Sevgi Bayramı’nda” Budapeşte sokaklarındaki manzara bu.

Çelişkileri bu kadar keskin yapan, tam da bayram olması zaten.

İnsanların yüreklerini ısıtan bu bayram duygusuyla, yakındaki sevdiklerine yönelirken, uzaktaki çaresiz ve yoksulların unutulması.

Kamera yemek dağıtılması işinde gönüllü çalışan genç bir kadına yöneliyor.

“Neden?” diye soruyor gazeteci, “bugün herkes sevdikleriyle sıcak evinde yuvasında otururken siz neden bu işi yapıyorsunuz?”

“Bu benim sadece insan olduğum için hissettiğim bir yükümlülük” diyor kadın. “Onlara acıdığımdan değil. Evet, bir tür merhamet de var elbette, ama asıl sorun, kendime olan saygım. Bu insanlar bu haldeyken ben sadece ailemi düşünürsem kendime olan saygımı yitiririm.”

Evet, bir kısmımız “onları düşünmek, kayırmak devletin işi olmalı”, diyecek hemen ki, bir açıdan haklılar da. Çünkü taşıma suyla değirmenin dönmeyeceğini iyi biliyoruz.

Ancak topluma ve devlete tek tek insanların düşünceleri, kaygıları, duyguları yön veriyor. Merhamet ve adalet duygusu çoğunluğa ulaşmalı. Herkesin, başkasının bir şey yapmasını beklemeden kendi vicdanıyla, kendince doğru bildiğini uygulaması hayatın genel akışını değiştirebiliyor.

Davranış modelleri yaygınlaşıyor

Bir zamanlar Londra’da yaşarken, bir dostumun oğlunun gizemli bir iş yaptığını keşfetmiştik. Akşamüzerleri kimseye bir şey söylemeden ortadan kayboluyor ve birkaç saat sonra da yüzünde cin bir gülümsemeyle yeniden ortaya çıkıyordu.

Bu esrarengiz işin ne olduğu bir süre sonra anlaşıldı. Delikanlı akşamları mahallede tek tek marketleri dolaşıyor, orada kullanım tarihi o güne kadar olan, biraz sonra çöpe atılacak olan sandviçleri topluyordu. Dükkân sahipleriyle anlaşmıştı. Yasaya göre artık satılamayacak olan sandviçleri alıyor, onları kendi sokağında yaşayan kimsesizlere ve yoksullara dağıtıyordu.

“Bunu neden yapıyorsun?” diye sorduğumuzda “sabahları aynaya bakabilmek için” demişti.

Daha sonraları başkalarının da, Londra’nın başka bölgelerinde aynı yolu izlediğini duymuştum.

Londra’da sandviç dağıtan delikanlı gibi, Budapeşte’de elinde kepçesiyle sıcak yemeği karavana taslarına doldurup uzatan kadının varlığı da içimi ısıtıyor.

Evet, belki yoksulluk ve düşkünlük uzun süre ortadan kalkmayacak bu mavi küreden, ancak başkalarının içine düştüğü kahredici sefaleti sindiremeyen birileri de hep var olacak.

İnsanların açlık, yoksulluk ve düşkünlük içinde yaşamaması aynalarla çok yakın ilişki içinde olmalı diye düşünüyorum bir yandan kuyruğa bakarken.

Gülümsüyorum, ben iyimserim.

İnsanoğlu bir gün aynalara gönül rahatlığıyla bakacak.

2014-12-26
Tarık Demirkan/BBC