Kontrast Renkler Budapeşte’ye (Kırmızı Yeşil/Sarı Mor/Mavi Turuncu)

hosoktereTurumuzun Macar kaptanlı özel otobüsüyle, masallar diyarı Prag’ı arkamızda bırakarak ilginç manzaraları, farklı yerleşimleri geçerek Budapeşte’ye varıyoruz. Budapeşte; Macaristan’ın başkenti. Tuna nehrinin iki yakasındaki Budin (Buda) ve Peşte’nin 1873 yılında birleşmesiyle oluşmuş bir şehir. Berlin’den sonra Orta Avrupa’nın en büyük ikinci şehri. Kanuni Sultan Süleyman tarafından ilk olarak 1526’da fethedilen Buda ve Peşte, yüz elli yıllık bir Türk hâkimiyetinde yaşamış. İkinci Dünya Savaşında büyük bir hasar gören Budapeşte’nin yeniden inşası yılları almış. Bu şehri gerçekten merak ediyorum! Önce otobüsle bir şehir turu yapıyoruz. “Tepe görüyorsan Buda yoksa Peşte şehri olduğunu anlıyoruz. Eğlence ve gece hayatı, elitlerin yaşadığı nehrin batı
yakası Buda olduğunu söylüyor rehberimiz. Bu iki yakayı sırasıyla merkezdeki; Arpad, Margit, Zincirli, Erzebet, Özgürlük, Petofi, Rakozci köprüleri birbirine bağlıyor. Başka köprülerde var, ancak merkezdeki kadar ilginç ve özellikli değiller. Otobüsle Budapeşte’ye girerken ve büyük şehir turumuzda, şehirle ilgili ipuçlarını da alıyoruz. Eskinin Avrupa’nın kalbi, kültürel bakımdan Paris’e rakip şehri Budapeşte! Şimdilerde ekonomik krizle başı dertte olduğunu öğreniyoruz! Bakımsız ve dökülmüş sıvalı eski, tarihi binalar. Komünizm döneminin sosyal konutları! Binaların kasvetini azaltmak, biraz daha şirin göstermek için farklı renklere boyanmış. Upuzun, çok katlı binalar! Upuzun, çok katlı binalar! Prag’da ve Budapeşte’de de rastladığımız evsizler, acaba
komünizm döneminde; “sıcak, tek odalı sosyal konutlarında mı oturuyorlardı? Şimdikinden daha mı mutlulardı?” diye sorgulamadan edemiyorum.

Rehberimiz Serhat Ertem bey, göreceğimiz yerleri sıralıyor: Gellert tepesi, Balıkçılar burcu, St. Matthias katedrali, Zincirli Köprü, Parlemento Binası, Kraliyet Sarayı, Macar Ulusal Galerisi, Kahramanlar Meydanı.
Buda tarafından başlıyoruz gezimize. Gellert tepesine çıkıyoruz. Budapeştenin yüksek ve yeşili bol tepesi. Tepenin en zirve noktasında, Budapeşte’nin 1945’te Rus ordusu tarafından kurtarılışının anısına dikilmiş, Tuna boyunca hemen her yerden görülen, şehri ayaklar altında bırakan devasa Özgürlük Anıtını uzaktan görüyoruz? Bu heykel kominizmden önce yapılmış, bir depoda kaderine terk edilmiş. Sonrasında kominizm zamanında bulunup bugünkü yerine yerleştirilmiş. Tepeden Budapeşte’yi ve Tuna’yı görüyoruz. Manzara büyüleyici! Manzara Unesco tarafından koruma altına alınmış. Bence korumayı hakeden panoramik bir manzara. Bu
manzarayı gece de görmek isterdim, ancak mümkün olmadı! Bu güzelliği belgeliyoruz fotoğraf karelerinde. Havanın puslu olması, ışığın yetersiz olması dahi manzaranın sihrini bozamıyor. Tepedeki Gellert Oteli termal
sularıyla hayat bulan bir kaplıca merkezi durumunda. Otelin kompleksinde yer alan termal sularla oluşturulan açık, kapalı havuzlar, dinlenmek şifa bulmak isteyen turistlerin favori mekânı hâline gelmiş.
Gellert tepesinden aşağıya indiğimizde; tamamlandığında, dünyanın en uzun asma köprüsü olan, adını; Macaristan’ın kraliçesi Elizabeth’den alan Eszebet köprüsünü görüyoruz. II. Dünya Savaşında, diğer köprüler
gibi yıkılmış ve 1964 yılında yeniden inşa edilmiş Budapeşte’nin en yeni ve en zarif köprüsü olarak öne çıkıyormuş. Tuna nehrinin en dar kısmında yapılmış. Uzunluğu, 290 metre. Bu köprünün özel aydınlatması;
ünlü Japon aydınlatma tasarımcısı Motoko İshii tarafından yapılmış, maliyetler ise Japonya tarafından karşılanmış.

Yakınında Margit köprüsü ve Margit adası! Civarında ise Türk stili hamamlarla karşılaşıyoruz. Bunlardan ilki 1550 yılında Osmanlılar tarafından inşa edilen Rudas Hamamları.10 metre yarıçapındaki kubbesi ve sekizgen
havuzuyla dikkat çekmekte. Zaten geçmişteki Osmanlı egemenliğinin en büyük kanıtlarından olan hamamları ile bu geleneği günümüzde de sürdüren Budapeştenin, karşılığını fazlasıyla aldığını öğreniyoruz rehberimizden. Kale bölgesindeki Matthias kilisesi! Krallarin taç giydiği yer. St Stephen’in ilk kez taç giydiği yer olan Bazilika’nın bahçesinde bu anı sembolleştiren bir heykel de var. 1541 yılında Buda’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmesinin ardından kilise Fetiye camisine çevrilmiş. Kanuni’nin Buda’ya giriş yaptığı gün ilk kez cami olarak kullanılmış ve Kanuni Buda’nın alınmasından dolayı “şükür
namazı”nı burada kılmış. Aynı bölgede yapılmış, Buda Hilton; 1.derece sit alanı olan bu kalede yer aldığı için Hilton otellerinin en değerlisiymiş. Böylesi özellikli ve görülmesi gereken, tarih ve sanat kokan bu yerde, Hilton oteline nasıl izin çıktığına şaşıyorum! Demekki sit alanlarının sorumsuzca kullanımı sadece ülkemizde olmuyormuş! Bir yakınımın otelin en alt katındaki, müzeyi görmelisin tavsiyesini, görgüsüzce inşa edilmiş koca Hilton yapısına kızdığım için görmek istemiyorum! Buradan inerken sürpriz bir şekilde parkın içindeki yürüyüş
yolunun başında büyükçe bir “Kemal Atatürk Yolu” levhasını görüyoruz ve mutlu oluyoruz!

Rehberimiz; şair Josef Atilla’nın Macarların Nazım Hikmet’i olduğunu, Atilla isminin burada çok yaygın olduğunu, Tony Curtis, Sarkosy, Zza Zza Gabor’unda Macar asıllı olduğunu söylüyor. Hatta burada yaşayan Türk
gençlerinin arasında Atatürk’ün Zza Zza Gaborla ilişkisine gönderme yaparak, “Atam izindeyiz” esprisinin yapıldığı anlatıyor. Rehberimiz Serhat Bey, Andrassi caddesinde gençlerin buluştukları yeri gösteriyor.
Tüm meşhur markaların bu görkemli caddede dizildiklerini görüyorum. Budapeşte de fazlaca gördüğüm ekonomik gücü olmayan insanların yaşadığı, bakımsız, pejmürde yerler düşüyor belleğime! Bu çelişkiler
içimi daraltıyor! Hissettiğim kadarıyla kapitalist sisteme de adapte olamamışlar.

Büyükelçiliklerin önünden geçerek, kutlamaların ve törenlerin yapıldığı Peşte tarafındaki Kahramanlar Meydanındayız (Hösök tere). Çok kalabalık. Turistler ve turist arabaları doldurmuş meydanı. Özellikle akşam ışıklandırmalı görünümünü kaçırmayın. Zaten Budapeşte en güzel aydınlatılan şehirlerden biriymiş. Meydana adını veren, 36 metrelik sütun, efsaneye göre Aziz denilen Kral İstvan’a rüyasında görünüp, Macar tahtını sunan Başmelek Cebrail’i simgeliyor. Sütunun üzerinde ve çevresinde Prens Arpad ve Macar kabile şefleri at üzerinde tasvir edilirken, önlerinde de Meçhul Asker Lahdi bulunuyor. İlerideki kalabalığa doğru ilerliyorum.
Askerlerin gösterisini izliyor, bandonun müziğini dinliyorum. Yaşlı ve genç insanlar hüzünlü bir törende buluşmuşlar. 1956daki Macar isyanının Sovyetler tarafından sert bir şekilde bastırılmasında ölenlerin anısına
yapılan bir tören olduğunu öğreniyorum. Törenin hüznü banada yansıyor. Zaten 1944de 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlar’ın işgal etmesiyle, çok acı çeken Macarlar, 1945de Sovyetlerin Almanları yenmesiyle Sovyet
yönetimine girmiş. 1956daki Macar isyanı Sovyetler tarafından bastırılmış ve halk 1988e kadar özgürlüğe olan tutkusunu yitirmemiş. Sovyet lideri Gorbaçov, Macaristan’ın içişlerine karışmayacaklarını açıklayınca, 1989da Macaristan’da yeni bir dönem başlamış. 1991de son Sovyet askeri de ülkeden ayrıldıktan sonra 1999da Macaristan Nato’ya katılıp, 1 Mayıs 2004te tam AB üyesi olmuş.

Detaylar: >>>