Macaristan, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının gölgesinde seçime gidiyor. Gazeteci Tarık Demirkan, Macaristan’daki atmosferi anlattı, seçimlerin Türkiye’deki seçimi etkileyeceğini söyledi.
ANKARA- Macaristan, yanı başında Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri operasyonunun gölgesinde seçime hazırlanıyor. Ülkede altı muhalefet partisi 3 Nisan’da yapılacak seçimlerde “popülist” olarak nitelenen, açıklamaları ve politikalarıyla tepki toplayan Başbakan Victor Orban’a karşı birleşti. Ön seçimlerle belirlenen, küçük bir kasabının belediye başkanı olan Peter Marki-Zay’in, Orban’ın karşısında nasıl bir sonuç alacağı merak konusu.
Uzun yıllardır Macaristan’da yaşayan gazeteci, yazar ve çevirmen Tarık Demirkan ile konuştuk. Macaristan’da muhalefetin ittifak kurarak aday belirleme sürecini, Orban yönetiminin yıllar içerisindeki dönüşümünü, Macaristan’daki siyasi iklimi ve seçmenin beklentisini, iktidar değişiminin Türkiye’ye olası etkilerini anlatan Demirkan’a göre Macaristan seçimlerinden hem AK Parti iktidarı hem de muhalefet partileri dersler çıkaracak.
MACARİSTAN’DA 6 MUHALEFET PARTİSİ ORTAK ADAYDA UZLAŞTI
Tarık Demirkan, Macaristan’daki siyasi atmosferi, adaylıklar sürecinde tarafların hamlelerini ve seçimin gelecekteki etkilerini kapsamlı bir şekilde anlattı…
Macaristan’da 6 muhalefet partisi, Demokratik Koalisyon (DK), Jobbik-Daha İyi Bir Macaristan Hareketi, Yeşiller Partisi (LMP), Momentum Hareketi, Macaristan Sosyalist Partisi (MSZP) ve Macaristan için Diyalog (PM), 3 Nisan’da yapılacak genel seçimler için ortak adayda uzlaştı. Macaristan’da en uzun süre Başbakanlık görevini yürüten Viktor Orban’ın karşısına muhalefet Peter Marki-Zay’ı aday gösterdi. Muhalefetin aday belirleme süreci nasıl gelişti?
Macaristan’da iktidar partisi Fidesz’in, Hristiyan Demokratlarla birlikte oluşturduğu bir seçim ittifakı mevcut. Hristiyan Demokratlar ayrı bir parti olarak değil, Fidesz’in kontenjanından parlamentoya giriyorlardı. Bu ittifak parlamentoda üçte iki çoğunluğa sahipti. İkincisi, bu iktidarın toplumda yarattığı yeni modelin, ki buna ‘Ulusal İşbirliği Sistemi’ adını verdiler, amacı ‘milli güçler’in yaratılmasıydı. Yani hedef Avrupa Birliği fonlarının desteğiyle yeni bir üretici, sermayedar kesiminin yaratılmasıydı. Gelen fonlarla iktidar kendi çevresinde, kendi uygun bulduğu kesimleri destekleyerek ciddi bir sermayedar kesim yarattı. Meclis’te 3’te 2 çoğunluğun verdiği imkanla, yasal ve anayasal değişikliklerle toplumun yapısını değiştirme yoluna gittiler. Üçüncüsü, basın ve medya üzerinde belli bir denetleme yaratarak toplumun yeni modelinin inşasını 10-12 senedir sürdürüyorlardı. Dördüncüsü, bir zamanların güçlü muhalefet partisi olan sosyalist parti kendi perspektifsizliği içinde dağıldı, küçük ve yeni partiler oluştu.
‘MUHALEFET PARTİLERİNİN TOPLUMSAL DİNAMİZM YARATABİLME GÜCÜ KALMAMIŞTI’
Dolayısıyla muhalefet partilerinin tek başlarına hareket imkânı ve toplumsal dinamizm yaratabilme gücü kalmamıştı. Bu gerçek en son yerel seçimlerde yadsınamaz bir şekilde kendini dayattı. Yerel seçimlerde birkaç partinin bir araya gelmesiyle oluşan ittifak, bazı şehirlerde, öncelikle Budapeşte’de seçimi kazanma imkânı yaratınca başka bir yol olmadığı kanısına vardılar. Bu altı parti güçlerini birleştirmek zorunda olduklarını hissetti. Aslında ilginç olan bu altı siyasi partinin yukarıdan değil tabandan gelen baskıyla birleşmeye adım atmalarıydı. Yani asla bir araya gelmesi mümkün görünmeyen, en sağdan milliyetçi ortamdan en sola kadar farklı ideolojilerdeki partiler aynı platformda buluştular.
‘PARTİLERİN ORTAK ÖZELLİĞİ ORBAN REJİMİNE KARŞI OLMALARIYDI’
Siyasi partilerin tabanlarından nasıl bir talep geldi?
Partilerin yönetim kademesindeki insanlar birbirlerine hep mesafeliydiler. Böyle bir birlikteliğin sonuç vereceğini ummuyorlardı. Öte yandan “Küçük olsun benim olsun” hesapları vardı. Parti yöneticilerini bir araya gelmeye zorlayan etmenler ortada yoktu. Görüşmeler oluyordu belki ama hep aralarındaki farklılıkları öne çıkarıyorlardı. Partilerin tabanının ortak özelliği ise Orban rejimine karşı olmalarıydı. Sonuçta tabanın “yeter” demesinin ulaştığı bir kolektif moment geldi.
‘MUHALEFETİN BİR ARAYA GELMESİNDE TABANIN ZORLAYICI ETKİSİ ÇOK BELİRGİNDİ’
Tabanın “birleşin” talebi nasıl kendini gösteriyordu?
Partiler tek tek toplantı, protesto, gösteri yaptıkları zaman çok az insan bir araya gelirken, partiler tarafından organize edilmeyen ama Orban rejimine karşı bir gösteriye on binlerce insan katılıyordu. Birbirleriyle anlaşamayan ama ortak noktaları Başbakan Orban’ın yarattığı yeni rejime karşı olmak olan muhalefet partilerinin tabanı bu platformlarda bir araya geliyordu. Aslında bakılırsa bu birlikteliklerde sivil hareketlerin girişimlerinin rolü bence önemliydi. Çünkü son birkaç yılda protestolar hep sivil hareketlerin öncülüğünde oldu. Bir öğrenci hareketi, bir memur hareketi, bir sağlık emekçileri hareketi tarafından organize edilen mitinge tüm partilerin tabanından katılım oldu. Kamuoyu yoklamaları da bu dönemde muhalif seçmenin üçte ikisinin partilerinin seçim işbirliğine gitmesini istediğini gösteriyordu. Dolayısıyla, muhalefetin bir araya gelmesinde tabanın zorlayıcı etkisi çok belirgindi.
‘HER TIKANMADA TABANIN BASKISI GELDİ’
Muhalefet partilerinin yan yana gelmesi nasıl bir süreçti? Ne gibi zorluklar yaşandı?
Ortaklığın inşası zor bir süreçti. Ama her tıkanmada tekrar tabanın baskısı geldi. Şöyle bir ikilemle karşı karşıya geldiler benim hissettiğim. Taban dedi ki, “Siz tek tek bu rejimi değiştiremezsiniz. Birleşmek zorundasınız. Aranızdaki sorunları halledip bir araya gelmek zorundasınız. Ya birleşirsiniz ya da biz yeni oluşan başka bir girişime destek veririz. Bizim için önemli olan var olan yapının değişmesi ya da kabul edilebilir hale getirilmesi.” Tabanın siyasi parti yöneticilerine karşı derleyici, toparlayıcı ve yönlendirici baskısı oldu.
MUHALEFET ADAYI ÖN SEÇİMLE BELİRLEDİ
Muhalefetin Orban karşısında ortak adayı Marki Zay oldu. Zay ön seçimle belirlendi. Bu süreç nasıl gelişti?
Muhalefeti oluşturan siyasi partiler “Bir seçim bölgesinde kaç milletvekili varsa biz sadece o kadar aday gösterelim, adaylarımızı seçimde kendi aralarında yarıştırmayalım” dediler. Dolayısıyla muhalefet partileri seçimde tek tek aday göstermeyerek, güçlerini bölmeme yolunu seçti. Burada sorun ortak adayın nasıl saptanacağıydı? Bunu da bir ön seçimle formüle ettiler. “Bölgelerde hangi parti güçlüyse onun adayını destekleyelim” dediler. Ön seçim fikri böyle doğdu. Ancak ön seçim sadece parti üyelerinin ya da parti delegelerinin katılımıyla gerçekleşmedi.
Nasıl bir yol izlediler?
Şehirlerde meydanlara sandık koydular. Muhalefetin koordine ettiği kadroların, yani her partiden görevlendirilen delegelerin denetiminde, isteyen herkesin oy kullanmasına imkân verdiler. Tek kural ön seçime katılmak isteyen kişinin o bölgede oturduğunu, yani genel seçimlerde de orada oy kullanacağını kanıtlamasıydı. Ön seçime katılmak isteyenler kimlik ve adres kartıyla oy kullandılar.
BEŞ MUHALEFET PARTİSİNİN BAŞBAKAN ADAY ADAYI İLK TURDA YARIŞTI
Peki seçmen muhalefet seçmeni değilse ne oldu? Orban’ı destekleyenler de oy kullanabildiler mi? Orban destekçileri Orban’ın karşısına daha “zayıf” gördükleri birini aday göstermek için oy kullanabilirler. Belki de kullandılar.
Evet bu olabilirdi. Böyle bir endişenin mevcut olduğunu muhalefet de dile getirdi. Ama, “Herkese açık bir seçim yapacağız ve böyle bir riski göze almak durumundayız” dediler. İki kademeli bir seçim yapıldı. İlk kademede partilerin bölgedeki milletvekili adayları belirlendi. En çok oyu alan o seçim bölgesinde muhalefetin ortak adayı oldu. Diğer listede ise “Başbakan adayı kim olacak” sorusu vardı. Beş parti Başbakan adayı çıkardı. İlk turdan sonra en çok oy alan üç aday arasında seçim yapılacaktı. Yani beş adaydan önce üçe indirilecek ve üç isim arasından muhalefetin başbakan adayı belirlenecekti.
BUDAPEŞTE BELEDİYE BAŞKANI KARACSONY GERİ ÇEKİLDİ
Burada ilk kamuoyu yoklamalarına göre sağ milliyetçi parti Jobbik’in lideri Peter Jakab’ın, sol sosyal demokrat yapıdaki Demokratik Koalisyon’un adayı Klara Dobrev’in ve Budapeşte Belediye Başkanı liberal-yeşil siyasetçi Gergely Karacsony’un en çok oy alabileceği düşünülüyordu. İlk tur seçimin ardından Demokratik Koalisyon partisinin adayı Klara Dobrev birinci oldu. Gergely Karacsony ikinci, Peter Marki-Zay da sürpriz bir şekilde yüksek oy alarak üçüncü sırada yer aldı. İlk turun ardından Budapeşte Belediye Başkanı Karacsony ve Marki Zay arasında bir ittifak doğdu. Sanırım bu ittifakın amacı Dobrev’in seçilmesini engellemekti. Karacsony Marki Zay’a göre daha fazla oy almasına rağmen bu süreci iyi yönetemedi geri çekildi.
‘MUHALEFETİN ADAYI ZAY SÖZÜNÜ ESİRGEMEYEN BİRİ’
Üçüncülüğe sürpriz bir şekilde yükselen ve şimdi muhalefetin ortak Başbakan adayı olan Marki Zay, ön seçim kampanyasını iyi organize etti. Bu kampanyada halkın beklenenden daha çok ilgi gösterdiği biri oldu. Yeni muhafazakâr bir yapıya sahipti. Uzun yıllar yurt dışında yaşamış, Kanada vatandaşı aynı zamanda. Siyasete girişi de son dönemde oldu. Bir ara seçimde taşrada küçük bir şehrin belediye başkanı seçildi. Ancak seçildiği yer Orban’ın partisi Fidesz’in kalesi olan bir şehir. Ve belediye seçimlerini, çok farklı kesimleri bir araya getirerek kazanmıştı. Sözünü esirgemeyen, siyasi anlamda çok pot kırmakla birlikte, insanların “Bizden biri” dediği, yedi çocuğu olan ilginç biri. Ön seçimlerde özellikle gençlerin çok tercih ettiği bir isim oldu. Sanırım seçiminde en önemli faktör bu kişinin parlamentonun dışından, birbiriyle yıllardır didişen siyasi partilerin, kurumsal anlamda siyaset yapısının dışından gelmesiydi. Geçmişteki günahların sahibi asla olamayacak bir insan. Dış kulvardan gelip en önlerde koşmaya başladı.
BUDABEŞTE BELEDİYE BAŞKANININ ÇEKİLMESİ ŞAŞKINLIK YARATTI
Budapeşte Belediye Başkanı Karacsony’nin kamuoyu yoklamalarında önde olmasına rağmen Marki Zay lehine çekilmesi nasıl karşılandı?
Şaşkınlık yarattı. Konumu itibariyle Budapeşte Belediye Başkanı kentlerde çok güçlü ve sempatik bir isim. Liberal bir özgürlükçü. Ve çevre hareketine son derece önem veren bir insan. Genç ve sevilen, popüler bir tip. Otomobil kullanmıyor, hatta ehliyeti bile yok. Her tarafa bisikletle gidiyor. Budapeşte belediye başkanı seçilmesinin ardından şehrin yollarını bisiklet şeritleriyle donattı. Gençlerin bizden biri dediği biri. Aday olsaydı eğer, ben Karacsony’un Başbakan seçilebileceğini tahmin ediyordum. Geri çekilmesine kimse bir anlam veremedi. Bu siyasi anlamda kendisini yıpratabilecek bir didişmeye girmek istememesiyle de bağlantılı olabilir. Budapeşte gibi çok önemli bir merkezin yönetimini elden bırakmak istememesiyle de ilgili olabilir.
V4 ÜLKELERİNDE MUHALEFET ETKİSİ
Burada bir parantez açalım. Karacsony’nun Budapeşte Belediye Başkanı seçilmesi aslında Avrupa’da önemli bir sürecin parçası olarak düşünülmeli. Son yıllarda Varşova’da da, Prag’da da, Bratislava’da da muhalif belediye başkanları yönetimleri devraldılar. V4 ülkelerinde iktidarda olan Orban gibi isimlerin muhalifleri bu ülkelerde başkentlerde belediye yönetimlerini ele geçirdiler. Bu belediye başkanları Avrupa’da ‘Özgür Şehirler Hareketi’ diye bir hareket başlattılar. Merkezi hükümetlerin popülist, otoriter, özgürlükleri kısıtlayıcı politikalarına karşı yerel yönetimler son dönemde bir araya gelip Avrupa Birliği’yle görüşmelere başladılar. Karacsony’nin adaylıktan çekilme kararında bunu sürdürmek kaygısı da olabilir.
‘MUHAFAZAKÂR’ OLARAK TANIMLANAN ZAY’İN ADAYLIĞINI SOL NASIL KARŞILADI?
Muhalefetin ortak adayı Marki Zay’ın muhafazakâr yapıda olduğunu ifade ettiniz. Ülkedeki sol siyasi yapılar Zay’ın adaylığını nasıl karşıladılar?
Bu önemli bir soru. Çünkü seçim ittifakında bir araya gelen kuruluşlar dışında muhalefet cephesinde başka bir kurum ya da parti kalmadı. Herkes bir şekliyle muhalif cephenin şurasına ya da burasına eklenmiş durumda. Yani sol da bu ittifakın bir parçası. Karşı çıkabilirlerdi. Çıkmadılar. Pek çok noktada seçim ittifakında yer alan partilerin politikalarında çelişkiler var. Önemli konularda hangi yolu izleyeceklerini hala netleştirmediler. “Seçilirsek ortak program uygulayacağız” diyorlar, ama bu program hala tam belli değil. Aslında kasıtlı bir belirsizlikle tartışmaların önünü almayı planlıyorlar. Seçim ittifakı içindeki sol kesim, “Herkes gücü oranında parlamentoda temsil edilecek. Muhalefet kazanırsa, hükümette de partilerin oy oranını yansıtan bir tablo ortaya çıkacak, dolayısıyla biz irademizi hayata geçirebiliriz” diye düşünüyor. Ancak bu belirsizlik ileride muhalefet seçimi kazansa bile kendi içinde ciddi tartışmaların yaşanabileceğinin işareti.
‘ORBAN’IN PARTİSİ ZAMAN İÇERİSİNDE DEĞİŞTİ’
Muhalefetin adayı Marki Zay bir açıklamasında, “Ben muhalefetin adayıyım, bir kez bile televizyona konuşmaya davet edilmedim. Macaristan’da kesinlikle medya özgürlüğü, basın özgürlüğü yok, buna vergi mükelleflerimizin parasıyla finanse ettiğimiz kamu medyası da dahil” ifadelerini kullanıyor. Macaristan medyası iktidar destekli mi? Muhalif sesleri görünür kılmıyor mu?
Bunu irdelemek için geriye gitmek gerekiyor. Macaristan’da sosyalist dönemin ardından yeni oluşan partilerin medyada ağırlıkları yoktu. Orantısız bir şekilde yoktu. Berlin Duvarı’nın çöküşü ve buradaki rejim değişikliğinin ardından medya eski yapının kontrolünde, denetiminde kaldı. Yeni siyasi partilere çok olumlu yaklaşmıyordu. İlk seçimde iktidarı alan dönemin en güçlü merkez sağ partisi (Ulusal Demokratik Forum-MDF) bu yapıyı değiştirmeye çalıştı. Bunlar yaşanırken Fidesz’in lideri Orban çok genç, liberal çizgide bir siyasetçiydi. Macaristan’ın kaderine etki yapabilecek bir “siyaset dehası” olduğu yönünde tahminler de yapılıyordu. Orban şöyle bir teklifle gelmişti. “Biz Macaristan’da görüşlerimizi kimseye duyuramıyoruz.” İki televizyon kanalı vardı. “Her tarafta iktidarın söylemleri yayınlanıyor. Biz cevap hakkına sahip değiliz, ikinci kanalı bize verin” dedi. O yıllarda Fidesz çok sesliliği savunan, liberal özellikler gösteren bir siyasi yapıydı. Orban’ın partisi zaman içerisinde değişti. MDF’nin sevilen liderinin zamansız ölümüyle o partinin tabanına oturmaya başladı. Liberal bir parti olmak yerine ulusal ve dini değerleri ön plana çıkaran muhafazakâr bir parti olmayı hedefledi. Adım adım, kısa bir süre içerisinde siyasi yapı ve ilkelerini oradan alıp buraya yerleştirdi. Merkez sağın seçmen tabanını arkasına aldı. Ve merkez sağda bulunan tüm partileri bünyesinde eritti.
‘İKTİDARA GELEN ORBAN MEDYANIN YAPISINI DEĞİŞTİRDİ’
İktidara gelmesinin arkasından Orban çok ciddi bir şekilde medyanın yapısını değiştirdi. Özgürlükçü Orban gitmiş, medyada “tek sesi” yaşama geçirmeyi hedefleyen bir Orban gelmişti. İlk etapta devlet medyasında kendine engel olabileceğini düşündüğü gazetecileri, yorumcuları işten çıkarmaya başladı. Medyada ciddi bir temizlik hareketi yaşandı. Devlet televizyonu iktidarın söylediklerini yayınlayan “Sözcü” bir kurum haline geldi. Gazeteler ve diğer medya yayın organları arasında muhalefetin sesini duyurabileceği yayın organları vardı. Süreç içerisinde bu kurumlar da tasfiye edildi. Bir kısmı mali olarak zor durumda bırakıldı. Önemli kurumlar bir gece içerisinde bir takım medya grupları tarafından satın alındı. Sonra anlaşıldı ki bu gruplar Orban’ın partisi Fidesz yanlısı gruplar. Gazete ve dergilerin tasfiyesinin ardından internet sitelerine de aynı yöntem uygulandı. Tek muhalif radyo olan Clubradio da seçim öncesinde frekans izni verilmeyerek tasfiye edildi. Basın üzerinde benim hissettiğim çok ciddi bir hükümet etkisi var. Ama bu etki kaba yasaklarla sağlanmıyor. Bunu Türkiye gibi algılamamak lazım. Sosyal medya üzerinden hükümeti eleştiren, Orban’ı eleştiren kişilere davalar açılmıyor. Bu açık, kaba, çiğ bir baskı değil. Etrafı çok iyi çizilen, kurnazca düşünülüp planlanmış, adım adım sınırlandırılan, sermayenin gücü kullanılarak oluşturulan bir yapı var.
İktidardaki Viktor Orban ve partisi Fidesz’in iktidar sürecinde merkez sağdan aşırı sağa yöneldiği değerlendirmeleri yapılıyor. Bu süreç nasıl gelişti? Bir gecede dönüşmedi değil mi?
Orban partisini radikal, aşırı sağın pozisyonlarına yerleştirmedi. Victor Orban’ın politikası popülist bir politika. Bir dönem Macaristan’da radikal sağın asıl sahibi Jobbik hareketi çok güçlenme eğilimi göstermişti. 2010 seçimlerinde yüzde 17’lere ulaşmıştı. Orban halkın eğilimini iyi okuyan bir siyasetçi. Böyle durumlarda Orban, mesela Jobbik’in (aşırı sağ partinin) sloganlarını alıp Fidesz’in sloganları haline getirmekten çekinmedi. Partisinin ideolojik temelini kaydırmayı göze aldı. Yani partiyi alıp geçici olarak biraz daha sağa taşıdı. Jobbik’in taleplerini kendi talepleri haline getirdi. Amacı Jobbik’in yelkenlerini dolduran seçmen desteğini kesmekti. Ama bunu başarınca yine partisinin tabanını alıp tekrar merkeze kaydırdı. Yani çok keskin bir çerçevesi olan o çerçevenin dışına çıkmak istemeyen ideolojik bir yapı değil Orban’ın yapısı.
‘ORBAN HALKI BÖLMEKTEN ÇEKİNMİYOR’
Orban “Biz bu halkın içinde bulunduğu değer ve düşünce sistemi içinde öne çıkardığı değerleri kendi değerlerimiz haline getirmeliyiz ve kendi politik kriterlerimizi de o değerlerin arasına sıkıştırmalıyız” siyasetini izliyor. Bunu yaparken de halkı bölmekten çekinmiyor. Halkın korkularını, tedirginliklerini provoke etmekten imtina etmiyor. Bazen sahte hasımlar da yaratıyor. Mesela bir dönem Avrupa Birliği, Brüksel çok ciddi bir hasım oldu onun açısından. Bir dönem Soros, bir dönem mülteciler. Ve en son da LGBT.
‘ORBAN DIŞ POLİTİKADA ‘TARAFSIZ’ BİR YOL İZLEMEYE ÇALIŞTI’
Macaristan seçimleri Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik operasyonlarının gölgesinde gerçekleşecek. Çatışma süreci, seçimleri nasıl etkiledi?
Bu konuda henüz elde net veriler yok. Şunu bilmek lazım. Orban iktidarda olduğu süre içinde aslında “tarafsız” bir dış politika izlemeye çalıştı. Yani, Batı yanlısı bir NATO müttefiki ve Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen Doğu ile olan ilişkilerini ciddi bir şekilde geliştirmeyi amaçladı. “Gelecek Doğu’dadır” sloganıyla bunu yaptı. Rusya, Çin ve Türkiye ile olan ilişkiler ve Orta Asya’ya yönelik Türk Konseyi ile olan ilişkiler hep bu amaçlaydı. Orban hükümetinin dış politikası tamamen çıkar üzerine yükseliyordu. Ve Doğuya açılım politikasında seve seve ilişki kurduğu ülkelerin tümü de otoriter yönetimlere sahip ülkelerdi. Muhalefet bunu hep eleştirdi. Orban’ın işbirliği kurduğu ülkelerin popülist diktatörler tarafından yönetildiğini vurguladılar hep. Ancak Orban dünyada kalkınma modellerinin ille de batı türü liberal demokrasi yoluyla olmak zorunda olmadığı savını ileri sürüyordu. Ona göre illiberal kalkınma modeli de mümkündü. Mesela Çin ya da Türkiye bu tür ülkelerdi.
‘NASIL BİR ETKİ YARATACAĞI BİLİNMİYOR’
Bu bağlamda Rusya ile çok sıkı ilişkiler geliştirildi. Nükleer santral inşası için Rusya ile kredi anlaşması imzalandı. Doğal gaz ve petrol anlaşmaları imzalandı. Macaristan’da Rus bankası kuruldu vb. Bunlar hep muhalefet tarafından eleştirildi, ancak Orban hükümeti bu eleştirilere kulaklarını tıkadı. İşte Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması bu politikanın açıkça savunulamaz hale geldiğinin kanıtı oldu. Orban açısından iktidardaki 12. yılında savaş yaratan ve Ukrayna’ya saldıran bir Putin saldırganlığı ortaya çıktığı zaman, bunu kendi tabanına daha önce yarattığı Putin imajıyla uyuşmadığını bir şekilde izah etmesi lazım. Niye uyuşmuyor? Kolay değil. Bu Fidesz tabanında da çok kabul edilebilir bir şey değil. Bunun nasıl bir etki yaratacağı bilinmiyor. Çok yeni.
ORBAN İÇERİDE RUSYA’YA YÖNELİK YAPTIRIMLARI YUMUŞATMAYA ÇALIŞIYOR
Kendi tabanına henüz izah edemedi mi?
Henüz izah yok. Sadece “Stratejik olarak sakin olmak durumundayız” diyor. Ama geri adım da atmış değil. Mesela “Macaristan üzerinden Ukrayna’ya askeri yardım yaptırmayacağız” dedi. Bu önemli. İkincisi “Paks reaktörünü iptal etmeyeceğiz” dedi. Üç, Macaristan’da var olan bir Rus bankası var. “Onu da kapatmayacağız” dedi. Aslında AB, ABD ve NATO diğer yaptırımlarına net “hayır” demese de, içeride adım adım bu yaptırımları yumuşatmaya çalışıyor. “Savaştan sonra da Rusya var olmaya devam edecek. Ve biz şimdi çok sakin olmak zorundayız. Yapmak zorunda olduğumuz şey, Macaristan’ı savaşın dışında tutmak” diyor.
‘HANGİ HÜKÜMET GELİRSE GELSİN, İŞİ KOLAY DEĞİL’
Ukrayna ile Macaristan komşu. Çatışma ortamının seçmende bir korku hali yarattığı da aşikardır. Bu korku hali sizce sandığa nasıl yansıyacak?
Onunla ilgili henüz elimizde bir veri yok. Kamuoyu yoklamalarının ilk günlerdeki sonuçları durumun değişmediğini gösteriyor. İki taraf da aslında kendi kamplarını, kendi desteklerini koruyorlar diyelim. Seçime üç hafta var. Her gün yeni bir gelişme oluyor. Mesela dün Macaristan’da Macar Forinti bir gün içinde yüzde 10 değer kaybetti. Diğer Doğu Avrupa ülkelerinde de bir düşüş var ulusal para biriminde ama Macar Forinti hepsinden daha ciddi bir oranda düştü. Enflasyon yükseldi, yükselmeye devam ediyor. Hükümet bir “seçim bütçesi” uyguluyor. Emeklilere artı bir aylık maaşları kadar prim ödendi. Gelir vergileri bazı kesimler için indirildi. Temel gıda maddeleri ve benzin istasyonlarında akaryakıt fiyatları sabitlendi. Dış borçlar arttı. Elbette bunların devlete bir faturası var. Bol keseden bir seçim dönemi harcama programı izleniyor. Seçimlere daha üç hafta var. Bunun getireceği olumsuzlukları insanların hissedeceğini düşünüyorum. Şu da önemli, 3 Nisan seçimlerinden sonra Macaristan’da çok ciddi bir ekonomik sorunlar yumağı ortaya çıkacak. Bu son altı ayın seçim harcamaları nedeniyle olacak. Hangi hükümet gelirse gelsin işi kolay değil.
Kamuoyu anketleri bize ne gösteriyor? İki aday arasında kim önde görünüyor?
En son anketler Fidesz’in Vıktor Orban’ın partisinin birkaç puan önde olduğunu gösteriyor.
ADAYLARIN VAATLERİ NELER?
Kampanya sürecinde Orban’ın devlet bütçesiyle seçim için attığı adımları aktardınız. Peki iki liderin vaatleri nasıl şekilleniyor? Örneğin Zay daha Batı yanlısı bir perspektif mi çiziyor?
Marki Zay, tamamen Batı yanlısı bir perspektif çiziyor. Yani, “Biz ülkemizi Avrupa Birliği içinde gerekli olan yere konumlandıracağız ve Avrupa Birliği’nin güvendiği bir ülke haline geleceğiz. Geleceğimizi burada arayacağız” diyor. Bir diğer önemli vaat Orban’ın çevresindeki sermayedar gruptan hesap sorulacağı yönünde. “Mahkemeler işletilecek” diyor. “Yolsuzlukların üzerine gidilecek” diyor. “Kullanılan Avrupa fonlarının nerelere harcandığı araştırılacak” diyor. Orban ise, “Aynı şekilde devam edeceğiz. Macaristan bizimdir. Macaristan Macarlarındır. Biz ulusal egemenliğimizi kimseye kaptırmayacağız, Doğuyla da Batıyla da iş yapmaya devam edeceğiz, ama elbette Avrupa Birliği’nin de üyesi olacağız” diyor.
‘YURTDIŞI SEÇMENLER MESELESİ İLGİNÇ’
Avrupa’da sandığa gitme oranları genelde düşük. Bu seçimlerde bu kutuplaşma ya da iki tarafın rekabeti sandığa gitme oranını artırır mı?
Ben bu seçimlere katılımın yüksek olacağını düşünüyorum. Her iki tarafın da bütün kapasitesini ortaya koyarak, seçmenlerini harekete geçireceğini düşünüyorum. Mesela yurtdışı seçmenler meselesi de ilginç.
Neden ilginç?
Macaristan, çevre ülkelerde yaşayan etnik Macarlara vatandaşlık verdi. Mesela Romanya’da yüz binlerce Macar yaşıyor. Bunların önemli bir kısmı Macar vatandaşı. Dolayısıyla oy kullanabilecekler. Komşu ülkelerde yaşayan etnik Macarlar arasında Orban’a destek oranı yüksek. Öte yandan Batı’da, Avusturya, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde de çok sayıda Macar var. Onlar son yıllarda ekonomik sıkıntılar ve politik baskılar nedeniyle ülkeyi terk eden Macarlar. Dolayısıyla Batı’da yaşayanlar arasında da muhalefeti destekleyenlerin oranı yüksek. Ve seçim sistemi bu kesimlere farklı yaklaşıyor: Komşu ülkelerde yaşayan etnik Macarlara, mektupla oy kullanma hakkı verilirken, Batı’da, Avrupa Birliği içinde yaşayan Macarlara bu hak tanınmıyor. Onlar için gidin büyükelçiliklerde oy kullanın ya da ülkeye gelin orada oy kullanın diyorlar. Dolayısıyla batıda yaşayanlar arasında oy kullanma oranı düşük olacak.
Muhalefet bu duruma tepki gösterdi mi?
Elbette tepki gösterdiler ama yapılabilecek bir şey yok. Mesela seçim günü Avrupa’dan uçak seferleri var. İnsanlar Macaristan’a oy kullanmaya gelecekler. Seçimlerde oy kullanma oranının rekor kıracağını düşünüyorum.
‘AB ZORLAYACAK’
Bu seçimlerin Avrupa’ya yansıması nasıl olacak? Orban, popülist bir yönetim devam edecek ya da daha Batı yanlısı bir yönetim gelecek. Seçim sonucu popülist liderlere ya da Avrupa Birliği’ne bir mesaj olacak mı?
Ben Macaristan’daki seçimlerin Macaristan’a karşı olan tavır açısından belirleyici olacağını düşünüyorum. Şöyle ki, şimdiye kadar Orban rejimine karşı Avrupa Birliği içinden birtakım sesler çıksa da çok ciddi adımlar atılmadı. Macaristan’da ya da Polonya’da ulusal egemenliğe atıf yapılarak Avrupa Birliği’nin birtakım uygulamaları engellenmeye çalışıldı. Mesela Avrupa Savcılığı uygulamasına izin verilmedi. Yolsuzlukların üzerine gidilmesine müsaade edilmedi vs vs. Avrupa Birliği de bu konuda çok adım atamadı. Ama şimdi, Rusya -Ukrayna savaşının arkasından AB çok ciddi bir toparlanma sürecine girdi. Kendi istediği modelin bütün ülkelerde hayata geçirilmesini isteyecek ve bunu zorlayacak.
‘ORBAN YÖNETİMİ İKTİDARDA KALIRSA AB YAPTIRIMLARLA YANIT VERİR’
Eğer Macaristan’da Orban yönetimi iktidarda kalırsa, Macaristan’ın AB içerisinde çok önemli bir sorun yaratacağını ve AB’nin buna çok ciddi yaptırımlarla yanıt vereceğini düşünüyorum. Her türlü mekanizmayı kullanarak, Macaristan’da AB ortak iradesini engelleyen süreci durduracak. Yani Macaristan açısından kesinlikle sorunlu bir dönem yaşanacak. Mali anlamda da öyle. Eğer muhalefet kazanırsa, o zaman Macaristan’ın AB’deki yeni entegrasyon sürecinde hızlı adım atabileceğini düşünüyorum.
‘TÜRKİYE İLE MACARİSTAN SEÇMENİ ARASINDAKİ ORTAKLIK, İTTİFAKLARA OLAN RAĞBET’
Türkiye seçmeniyle Macaristan seçmeni arasında siz bir ortaklık saptıyor musunuz?
Ortak yan bence, ittifaklara olan büyük rağbet. Türkiye’de ve diğer popülist rejimlerin olduğu ülkelerde liderler benzer uygulamalarla toplumu bölüyorlar. Çatışmacı bir zihniyet gündeme getiriyorlar. Bu çatışmacı zihniyetin temel özelliği toplumu kamplara bölmek. Türkiye’de de Macaristan’da da bu böyle. Böl yönet zihniyeti. Totaliter ya da otoriter yönetimlerin ellerinde bu yapıyı hayata geçirmek için birtakım araçlar da var. Dolayısıyla Macaristan’da da Türkiye’de de seçmen otoriter yönetime karşı muhalefetin birliğini arzu ediyor.
TÜRKİYE’DEKİ MUHALEFETİN MACARİSTAN’DAN ÇIKARACAĞI DERSLER VAR
Türkiye’de bu dönemde altı siyasi parti bir araya gelerek, parlamenter sisteme ilişkin liderler düzeyinde bir protokole imza attılar. Aday konusunda henüz net bir mutabakat yok. Siz biraz önce Macaristan’da muhalefetin adımlarını aktardınız. Bunlardan Türkiye’deki muhalefet partilerinin çıkaracağı dersler var mı?
Elbette var. En önemli ders tabanın sesine kulak vermek. Türkiye’deki partilerin, iktidar olsun, muhalefet olsun temel özellikleri iç işleyişlerinde demokratik olmamaları. Partiler, kendi tabanlarının sesine bile yeteri kadar kulak vermiyor. Kaldı ki bütün ülkenin sesine kulak versinler. Daha demokratik bir yapı oluşturmaları lazım. Halkın ve seçmenlerin taleplerine daha iyi kulak verebilecek mekanizmaları yaratmaları lazım. Delege sistemini bir tarafa bırakarak. Doğrudan katılım modellerini, Türkiye’ye özgü modelleri yaratmaları lazım.
MACARİSTAN’IN GÜNDEMİ DE EKONOMİ
Türkiye’de seçimin 2023 yılında yapılması planlanıyor. Muhalefetin iktidara yönelik eleştirileri, iktidarın aslında bu alana dönük adımları, Türkiye’deki seçimlerin ana gündeminin ekonomi çerçevesinde şekillendiğini görüyoruz. Bu Macaristan’da da aynı mı? Ya da Macaristan’daki ana gündem ne?
Macaristan’daki ana gündem de Türkiye’den çok farklı değil. Ekonomik sıkıntılar. Yüzde 10’lara yaklaşıyor enflasyon. Macar Forinti’nde değer kaybı var. Macaristan’daki insanlar da öncelikle geçim derdinde. Ekonomi burada da belirleyici. Rusya savaşı bile o kadar ön planda değil. “Özgürlükler vs. vs. bunlar toplumun görece küçük kesimlerinin ilgilendiği alanlar. Öncelikle ekonomi diyor” insanlar. Ekonomiyi düzeltebilecek olanlar, refahı sağlayanlar burada da iktidarı alır ve sürdürür. Yani anahtar ekonomide.
‘MACARİSTAN’DA MUHALEFET KAZANIRSA TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERDE DEĞİŞİKLİKLER YAŞANIR’
Türkiye ile Macaristan arasında son dönemde Erdoğan hükümetiyle Orban Hükümetinin yakın ilişkileri var. Siz de ifade ettiniz, Afrika’daki yatırımlar, ikili görüşmeler… Bu 3 Nisan’daki seçimin sonuçları, Türkiye ile ilişkiler nasıl etkiler?
Eğer Macaristan’da muhalefet seçimleri kazanırsa, Türkiye ile olan ilişkilerde önemli değişiklikler yaşanacağına inanıyorum. Çünkü, Doğu’ya yönelme politikasına yeni hükümet son verecektir. Macaristan ve Türkiye arasında, şu an itibariyle Orban ve Erdoğan rejimlerinin benzerlikleri nedeniyle stratejik düzeyde yürüyen bir ortaklık var. Düzenli zirvelerle, daimi görüş alışverişini mümkün kılan kurumlarla, iki ülke arasındaki sosyal, siyasal, ekonomik, askeri ilişkiler geliştiriliyor. Bunlar muhalefetin hoşgörü ile baktığı şeyler değil. Sadece Türkiye olması açısından söylemiyorum. Macaristan’ın Türkiye ile, Rusya ile, Çin ile, Orta Asya ülkeleriyle olan ilişkileri hep bir olumsuzluk olarak gündeme geliyor. Çünkü iki tarafta da demokratik bir kurumsal kontrol şansı yok. Olup bitenler hakkında bilgi alabilmek mümkün değil. İnsanlar biraz korku ile yaklaşıyor. “Ne oluyor bu toplantılarda? Neler konuşuluyor? Ülkemiz ile ilgili ne kararlar alınıyor?”. Korkunun nedeni de şeffaflık olmaması. Türkiye Macaristan ilişkilerinin geleceğinin elbette Türkiye’deki seçimlere bağlı bir perspektifi de var Seçimlerin ardından iki ülkedeki değişimle ilişkilerin daha demokratik, açık ve AB çizgisine taşınması lazım.
‘MACARİSTAN SEÇİMLERİ TÜRKİYE’DEKİ SEÇİMLERİ BİREBİR ETKİLEYECEK’
2019’daki İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçiminin ardından Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karácsony, İmamoğlu’na “Sizin kampanyanızdan feyz aldık” demişti. Şimdi Macaristan’da genel seçim olacak, sonrasında da Türkiye’de seçim olacak. Sizce Macaristan seçimleri, Türkiye seçimlerini nasıl etkiler?
Bence birebir etkileyecek. İki taraf da benzer modellerle seçime giriyorlar. Seçim iktidar ve muhalefet arasında yaşanıyor. İktidarın ve muhalefetin seçim politikasını nasıl sürdüreceği, bu seçimlerin nasıl sonuçlanacağı karşılıklı dersler almaya fevkalade uygun. Mesela sandık güvenliği konusu: Seçimlerde yolsuzluk olabileceği iddiaları üzerine AB’den çok sayıda gözlemci olacak Macaristan’daki seçimlerde. Seçim güvenliğinin nasıl sağlanacağı, sandıkların nasıl korunacağı konuları Türkiye’den izlenecektir. Türkiye’de hem iktidar hem de muhalefet Macaristan seçimlerinden dersler çıkaracaktır diye düşünüyorum.
gazeteduvar.com.tr