2025. Ekim 26.
Türkinfo Blog Oldal 611

Macaristan’ın geleneksel Tokaj şarabına ileri teknoloji desteği

Zarar görmemesi için tek tek toplanan kurutulmuş tatlı beyaz şaraplık Macar üzümünün bu toplama geleneği yüzyıllar öncesine dayanmaktadır , ancak bağcılar gelişen yeni teknolojinin en çürük meyveleri dahi hasat etmelerine yardım edeceğini ümit etmektedirler.

(Çevirmen notu : ’’Fransa da grains nobles olarak da bilinen ve botrytis cinerea mantarı yüzünden suyunu kaybedip çok yüksek bir şeker ve tat konsantrasyonuna ulasan, özellikle de yemeğin sonunda meyve ve tatlılarla tüketilen tatlı şarabı üretmek bir çeşit kumar gibidir. Zira bu üzümler bağbozumu sırasında toplanmaz ve bu bir mantarın hücumuna uğraması beklenir. Ancak bu dönemde yağacak bir eylül yağmuru, hasadın çöpe gitmesine yol açabilir. Bu üzümler salkımla değil elle ve tane tane toplanırlar ve bu nedenle de bu şekilde üretilen şaraplar çok pahalıdır.’’)

Tokaj Aszu Şarabının İngiltere’de perakende satış fiyatı – Şişesi yaklaşık 20 pound ( $32 ) dır. ’’Botrytis’’ mantarı tarafından etkilenen üzümler kuruyup büzüşerek içerdiği şekerini daha da yoğunlaştırmaktadır.

Büyük ’Tokaj’ bağlarından birisinde nemi ölçmek için sensörler kullanılmaktadır, asma yaprağı üzerinde kalan yağış ve nem , veriler , hava tahmin raporu ile birlikte olası bir üzüm hastalığının engellenmesine yardım eder ve en iyi zamanlamayı yaparak asmaları ilaçlar.

Fransa’nın ’’Michel Reybier’’ üzüm bağlarına ait Hetszolo şaraphanesinde şarap yapımcısı olan Gergely Makai : ”Bilindiği üzere Botrytis mantarı bir enfeksiyondur , microklimatik durum sayesinde biz bunu avantajımıza çevirebiliyoruz.’’dedi.

Macaristan’da geliştirilen ’’SmartVineyard’’ sistemine bilgisayarların yanı sıra akıllı telefonlarla da erişim sağlanabilmektedir.

Çağın izleri

UNESCO Dünya Mirası alanlarından olan Macaristan’ın Kuzey-Doğu bölgesinde olan Tokaj de yapılan şaraplar sıkıca geleneklere bağlı bir şekilde üretilmesine rağmen Tokaj’e bu teknoloji yavaşça,izinsizce bir şekilde getiriliyor.

70’ine girecek olan ve onlarca yıldır üzüm bağlarında çalışan Ilona Takacs ; ”bu Aszuyu ( buruşuk üzümleri ) deneyenler, bu tadı her zaman ağızlarında duyacaktır’’ diyor.

Bu yıl yağmurlu bir sezondan sonra gelen sıcak yaz ve güneş bağcılara iyi bir hasat vaat etti

Aszu üzümleri tek tek geleneksel yöntemler ile toplandı ve aszu macununun içine preslendi, sonrasında da birkaç yıl meşe fıçılarında fermantasyona tabı tutuldu.

Efsaneye göre ilk Aszu geleneği 17. Yüzyılda oluştu. O dönemde Macaristan’ın Osmanlı işgali sırasında hasat üzümler büzüşünceye kadar ertelenmek zorunda kalmıştı ve bu sırada mantarlar üzümlere bulaştı.

İklim koşulları hayati öneme sahiptir ve aynı derecede öneme sahip olan bir diğer şey ise bu şişelerin nasıl saklandığıdır. Bu şişeler yerin altında Tonozlu (Tuğla ve harçla örülmüş) mahzenlerde muhafaza edilir. Bazı şişeler için bu 100 yıldan daha aşkın bir süredir.

Tolcsva ilinin köyünde devlete ait olan bir mahzende hali hazırda 280.000 şişe şarap olduğu bilinmektedir. En eski Şarap 1895 yılına aittir. Özel olarak sera etkisi yaratılmış mahzenlerde sıcaklık 10-11 santigrat derece ve %90’ın üzerinde nem oranı ile saklanması bu şarapların korunmasına yardımcı olmaktadır.

Üzüm müzesi yetkilisi olan Laszlo Gardosi’nin dediğine göre kendisinin tadına baktığı en eski şarap 1906 yılına aitti ve hatıralarında ’’O yüzünde yılların izlerini taşıyan fakat hala gençliğindeki güzelliği koruyan bir yaşlı adamdı.

Röportaj : Kristina Than ve Kristina Fenyo ,
Düzenleyen : Michael Roddy ve Robin Pomeroy

Çeviren: Ufuk Özdil

2013-11-06

Macaristan: Kanuni Sultan Süleyman’ın kalbini aramak

Bir grup Macar araştırmacı, bu ay içinde Osmanlı İmparatorluğu’nun en meşhur padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın kalbinin nerede olduğuna dair bir rapor yayımlayacak.

Fransız devlet adamı Kardinal Richeliu, 447 yıl önce Macar kalesi Zigetvar etrafındaki savaşı ’medeniyeti kurtaran savaş’ diye tanımlamıştı.

Osmanlı Ordusu, Eylül 1566’da nihayet kaleyi ele geçirdi. Ama Sultan Süleyman’ın kendisi de dahil, o kadar büyük kayıplar verdiler ki, Viyana’yı 120 yıl daha böyle tehdit edemediler.

Şimdi de araştırmacılar, Sultan Süleyman’ın kalbini bulmak için toprağı ve arşivleri eşeliyor.

Pecs Üniversitesi’nden Coğrafya Profesörü Norbert Pap ile restorasyondan geçirilmiş surların etrafında gezinirken, ”Macarlar Zigetvar kalesinde yürüdüklerinde bir Macar kalesinde olduklarını düşünüyorlar, ama tabi bu doğru değil’ diyor.

Gülümsüyor ve ’Bu aslında bir Türk kalesi. Macar kalesi 1566 kuşatmasında yok edildi’ diye ekliyor.

Zselic bölgesinin etrafı saran tepeleri gibi, bu kuşatma ve ardından yaşananların tarihine dair anlatımlar, bir diğerini gizliyor gibi görünüyor. Olayların her bir versiyonu, diğerinin yerine geçiyor.

Yüzeysel bakıldığında, efsaneyi anlamak ve takip etmek kolay.

Muhteşem Süleyman sayıları 100 bini bulan en iyi askerleriyle 1566 Ağustos’unun başlarında buraya geldi.

Kale Viyana yolu üzerindeydi. Viyana’yı fethedeceğinden emindi. Böylece Batı Avrupa’nın büyük kısımlarını imparatorluğuna katacak yolu açacaktı.

Güzel Edirne şehrinde, bugün dahi hala yapılan büyük savaş davullarının sesleriyle yer gök titriyordu. (Daha önce bu davullardan birini oğluma hediye almıştım.)

Ama kalenin kumandanı Miklos Zrinyi ve sadece 2300 adamı, o kadar cesur bir mücadele ortaya koydu ki, Türkleri durdurdu.

Zrinyi, son saldırıda yanan kalede öldü.

Süleyman da çadırında öldü. Bazı kaynaklar zaferden duyduğu heyecan nedeniyle öldüğünü söylüyor. 72 yaşındaydı ve 40 yıldır Macarlarla savaşıyordu.

Naaşı İstanbul’a geri götürüldü, ama kalbi buraya, daha sonra Meryem Ana’ya adanmış bir Katolik kilisesine dönüşen türbeye gömüldü. En azından, kentin doğusunda bulunan Turbeki kilisesindeki kitabede böyle söylüyor.

Siyasi türbe

Ancak Prof Pap’a göre bu bir peri masalı. Kitabenin 1916’da siyasi nedenlerle kilisenin papazı tarafından konulduğunu anlatıyor.

O yıllarda Macaristan, ya da dönemin Avusturya Macaristan İmpatorluğu Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’yla müttefikti ve savaşın çamuru ve kanı arasında kaybolacak iki eski imparatorluğun ölümsüz dostluklarını doğrulayacak sembollere ihtiyacı vardı.

Şimdi Profesör Pap, yine siyasi nedenlerle Kanuni Sultan Süleyman’ın kalbinin gömüldüğü yeri bulmakla görevlendirildi.

Macaristan Türkiye ilişkilerinde büyük bir gelişme yaşanıyor.

”Burada mesele sadece Süleyman’ın kalbi değil. Son 400 yılın tarihinin her bir katmanının yeniden yazılması sözkonusu. Daha şimdiden çok şey bulduk”

Profesör Pap

İki ülkenin başbakanı iyi anlaşıyor. Macaristan’ı ziyaret eden Türk turistlerin sayısı geçen yıl yüzde 45 arttı.

Ancak bir zamanlar onbinlerce kişinin bülbül sesleri eşliğinde çadırlarda uyuyup savaşa hazırlandığı bu sakin kasabadaki yatak kapasitesi sadece 500.

Kente bir ya da iki beş yıldızlı yeni otel yapılması ve kalenin yanı sıra, diğer Osmanlı eserlerinin yeniden restorasyondan geçirilmesi söz konusu.

Ama herşey, Süleyman’ın muhteşem kalbinin son istirahatgahının bulunmasına bağlı.

Kalbin gömüldüğü yere dair bir kaç harita var.

1689 tarihli bir haritada kalbin gömüldüğü yer işaretlenmiş. Viyana’daki savaş arşivlerinde 1680’lerde kenti geri alan Habsburg hanedanına bağlı askerler için hazırlanmış başka haritalar da var.

Vatikan, Venedik, Budapeşte ve İstanbul’daki arşivlerde başka bilgiler de var.

Profesör Pap ve ekibi bütün bu arşivlerde araştırmalar yaptı. Araştırmanın sonuçları 20 Eylül’de kamuoyuna açıklanacak.

Pröfesör Pap’ın beni götürmediği bir başka alanda da kazı için izin alındı.

Profesör, ”Burada mesele sadece Süleyman’ın kalbi değil. Son 400 yılın tarihinin her bir katmanının yeniden yazılması sözkonusu. Daha şimdiden çok şey bulduk” diyor.

Haritalar yanıltıcı

Ama haritalar yanıltıcı. Habsburglar 1689’da kaleyi ele geçirdiğinde, Sırp milisler geride kalan Müslümanları sürmüştü.

Daha sonra, 18’inci yüzyılda buraya Alman Katolikler yerleştirildi.

Hatta, bölgenin coğrafi yapısı bile değişti. Prof Pap, Osmanlı döneminde bölgede mini bir buzul çağı yaşandığını belirtiyor.

Şimdiki küçük Almasi çayı, o zaman azgın bir suydu. Zigetvar’ın ’Ziget’i Macarca ’ada’ anlamına geliyor. Bu adayla kastedilen su taşkınlarıyla nehrin etrafında oluşan adalar.

Hemen yakındaki, Türk-Macar dostluk parkı, Süleyman’ın ordusunun çadırlarını kurduğu alan.

Burada da bir Süleyman türbesi var. Profesör Pap, yeni konulmuş çiçeklerle süslü türbenin ’tamamen sembolik’ olduğunu anlatıyor. Bronz çağından kalma bir höyük de kuşaklar boyunca bölge halkı tarafından yanlış bir şekilde ’Türk mezarı’ diye adlandırıldı.

Belediye Başkanı Janos Kolovics, gururla ailesinin kökenlerini Bosna’daki Türk dönemine dayandırıyor. Dizüstü bilgisayarını açıp, kentteki caminin hemen yanına yapılması planlanan ziyaretçi merkezinin tasarımlarını gösteriyor.

Belediye Başkanı üzüntülü bir şekilde, ’Bu bir Macar tasarımı, Türkler hiç sevmedi’ diyor.

2013-09-02
Nick Thorpe BBC, Zigetvar

Biz Avrupalı değil, Türk’üz!

Macaristanlı Antropolog András Zsolt Bíró, yaptıkları gen ve kültür araştırmaları sonucu Macarların keskinlikle Avrupalı olmadığını, Macarların soyunun Kafkasya ve Orta Asya’ya dayandığı söyledi. SAÜ Kültür ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen konferansa konuşan András Zsolt Bíró Macar halkının tarihinin hem Avrupalı hem de Macar araştırmacılar tarafından ilgiyle takip edildiğini belirtti.
András Zsolt Bíró, yaptıkları araştırmalarda Avrupa topluluklarıyla akrabalıkları olmadığını, buldukları kromozom yapılarının Batı Türkleri ve Kazaklarla daha çok benzerlik gösterdiklerini ifade etti. Kültürel çalışmalarda da aynı bulgulara ulaştıklarını ifade eden Zsolt, Macarların Orta Asya ve Kafkas haklarıyla güçlü bir akrabalık ilişkileri olduğunun altını çizdi.

András Zsolt Bíró, “Macar halkının tarihini yüzyıllardır araştırıyorlar. Bunun sebebi Macar halkının tarihi Avrupa’daki hiçbir ırkın tarihine benzemez. Büyük bir tartışma ve aynı zamanda büyük bir gizemdir ve Macarca da Avrupa’da hiçbir dile benzemez.” dedi.

Milattan sonra 1000’li yılların başında bugünkü Macaristan topraklarına ulaşan Macarların, bu bölgenin verimli otlakları nedeniyle buraya yerleştiklerini söyleyen Zsolt,”Etrafı dağlarla çevrili olduğu için de iyi bir savunma bölgesi olarak işlev görmüş.”diye konuştu.

Macarların savaşçı bir halk olduğunun altını çizen András Zsolt Bíró, Macarlar Hristiyan olmadan önce, tıpkı Müslümanlara karşı yapıldığı gibi Avrupalılar tarafından Macarlara karşı büyük bir ordu meydana getirildiğini ancak Macarların bu savaşta galip geldiğini kaydetti. Macarların aynı zamanda o zamana kadar Avrupa’ya akın eden Moğolları da durduğunu belirten András Zsolt Bíró, yenilen Moğolların Avrupa içlerine daha fazla ilerleyemediklerini belirtti. Bu örneklerin Macarların savaşçı özelliklerini gösterdiğini dile getirdi. Macarların savaşlarda bu kadar başarılı olmalarının altında yatan tek sebebin onların savaşçı kimlikleri olmadığını belirten Zsolt, o dönemde çok iyi bir savaş teknolojisine sahip olduklarını belirti.

András Zsolt Bíró ” “Avrupalılar, Macarlarla ilk karşılattıklarında şaşırmışlar, çünkü savaşlarda Macarların okları, kalkanları delip, vücuda saplanıyormuş.” dedi. András Zsolt Bíró, Macarların o dönemde sahip olduğu silah teknolojisine bugün bile ulaşılamadığını iddia etti. Macar dilinin nereden geldiğini anlatan András Zsolt Bíró, Avrupalı araştırmacıların hiçbir Avrupa diline benzemediği için Macarcayı Fin-Ugor dil ailesi içinde değerlendirdiklerini söyledi. “Bu kategoriye yerleştirilmelerinde hiç de masum bir neden yoktu” diye konuşan András Zsolt Bíró, kendilerinin yaptığı araştırmalarda Macarcanın Altay dil ailesi içindeki dillere daha çok benzediğini ortaya çıkardıklarını anlatı. Macarların, Hristiyan olmadan önce ölü gömme adetlerinin da Orta Asya halklarınınkine benzediğini söyleyen András Zsolt Bíró, şöyle konuştu: “Macarlar da ata binen ve bozkırda yaşayan bir halktı. Bu nedenle bir savaşçı öldüğünde onu atı ve silahlarıyla birlikte gömerlerdi. Savaşçı öldüğünde atını keser ve etini fakirlere verirler, kemikleri ve başını savaşçıyla birlikte gömerlerdi. Kadınlar ise değerli eşyalarıyla birlikte gömülürdü.” SAÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hacı Musa Taşdelen ise Macarlarla kardeşlik ötesi bir ilişkilerinin olduğunu dile getirdi. Konferansın sonunda SAÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim üyesi Doç. Dr. İsmail Hira tarafından Bíró András Zsolt’a plaket ve çiçek takdim edildi.

2013-07-21

Cem Özdemir: Türkiye ikinci bir Macaristan olabilir

Erdoğan zaten AB’ye tam üye olmak istemiyor. İktidara gelmek için AB’ye ve demokratikleşmeye ihtiyacı vardı. Bu ihtiyaç ortadan kalkınca tavrı değişti

Berlin – Alman Yeşiller Partisi’ne yakınlığıyla tanınan Heinrich Böll Vakfı’nın dün Berlin’de düzenlediği bir panelde partinin eş başkanlarından Cem Özdemir, Türkiye ile AB arasında devam eden tam üyelik müzakereleri hakkında konuşurken, “AB içinde ikinci bir Macaristan olmasını istemiyorum” ifadesini kullandı. Bu şekilde Yeşil politikacı, Türkiye’yi, aceleyle ve tüm kriterler yerine gelmeden AB üyesi yapılan Doğu Avrupa ülkelerinden, tam üye olduktan sonra aşırı sağa meyilli bir hükümete sahip olan Macaristan ile kıyasladı.

CHP İstanbul milletvekili Binnaz Toprak, vakfın Türkiye Şubesi Müdürü Ulrike Duffner ve Berlin’deki Maxim Gorki Tiyatrosu Sanat Yönetmeni Shermin Langhoff’un da katıldığı toplantıda, Gezi Parkı direnişi değerlendirildi. Ankara ile Berlin ve Brüksel arasındaki ilişkiler de masaya yatırıldı.

Cem Özdemir, “AB’nin Türkiye’ye diğer adaylardan farklı muamele yapmasına karşıyım, ancak adaylar da kurallara uymak zorunda” dedi. Türk kökenli Alman politikacı, yıllardan beri Türkiye Başbakanı Erdoğan ile Almanya Başbakanı Merkel’in karşılıklı bir oyun oynadığını öne sürdü. Özdemir, “Erdoğan AB’ye girmek istiyormuş, Merkel de Türkiye’nin gerçek bir şansı varmış gibi yapıyor” dedi.

Erdoğan’a sürpriz

Cem Özdemir partisinin Türkiye ile AB arasında müzakerelerin kesilmemesinden yana olduğunu belirtti ve şöyle konuştu:

“AB Erdoğan’a bir sürpriz yapmalı ve müzakerelere devam etmeli. Çünkü Erdoğan zaten AB’ye tam üye olmak istemiyor. İktidara gelmek için AB’ye ve demokratikleşmeye ihtiyacı vardı. Bu ihtiyaç ortadan kalkınca tavrı değişti.”

Türkiye’de artık hukuk devleti olmadığını öne süren Özdemir, müzakerelerin kesilmesinin sadece göstericileri cezalandırmak anlamına geleceğini kaydederek, AB’nin bu alanda Türkiye’yi zorlayabileceğini anlattı. Türk hükümetini, polisin çalışma koşullarını bilinçli olarak kötü tutarak, daha sonra hınçlarını göstericilerden almalarını sağlamaya çalışmakla suçlayan Özdemir, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusu olması nedeniyle, bu tür müdahelelerin iç işlerine karışmak olmadığını bildirdi.

AB fırsatı kaçırıldı

CHP milletvekili Binnaz Toprak da Türkiye’de hukukun üstünlüğünden söz edilemeyeceğini vurguladı. Toprak TBMM’nin de artık meclis işlevini kaybettiğini anlattı ve “muhalefet ne derse desin, artık AKP her yasayı sadece kendi istediği gibi çıkarıyor” şeklinde konuştu.

Toprak, AB ile ilişkilerde Cem Özdemir’in söylediklerine büyük ölçüde katıldı. Ancak Avrupa’ya yönelik eleştirilerde de bulundu:

“AB fırsatı kaçırıldı. Fakat bunda AB’deki politikacılar da suçlu. Özellikle Merkel ve Sarkozy.”

Siyasi katılımın önündeki engeller kalkmalı

Toplantıya katılanlar, Gezi Parkı’nda başlayıp, hızla tüm ülkeye yayılan direnişin bundan sonra sönmeye mahkûm olduğu üzerinde birleşti. Ancak bu olayların Türkiye’de siyaset kültürünü de kalıcı olarak değiştireceğini savundular.

Katılımcılar, Türkiye’de hiçbir siyasi partinin bu hareketten doğrudan bir destek çıkaramayacağını ifade etti. Direniş hareketinin bundan sonra sadece Gezi parkı ve gösterilerde işlenen polis suçlarının araştırılıp cezalandırılmasına değil, ülkede demokratik temsili genişletmek amacıyla, yüzde 10 seçim barajının ve Türkiye’de siyasi partilerin seçimlere katılmasının önündeki ağır engellerin kaldırılmasına yöneleceğini tahmin ettiklerini de sözlerine eklediler.

2013-06-25
http://t24.com.tr/

Ünlü Macar ressamlar: Tivadar Kosztka Csontváry

En tanınmış Macar ressamlarından biri olan Csontváry, 1853 yılında Kisszeben’de doğdu ve 1919’da Budapeşte’de öldü. Hayatı yolculuklarla geçti ve “usta” olarak gördüğü ressamların atölyelerinde çalıştı. Yüz kadar bilinen resmi vardır. 1907 yılında Paris’te açılan sergisiyle dünya ressamları arasında yer almıştır.

En ünlü eserlerinden biri olan „yaşlı balıkçı” 1902 tarihli yağlıboya bir resimdir. Bu resim iyiyi ve kötüyü çok ilginç bir şekilde simgeler. Uzmanlar, resmin tam ortasına bir ayna yerleştirilip sol tarafa simetrik olarak çoğaltıldığında ellerini dua etmek için birleştiren yaşlı bir balıkçının belirdiğini söylerler. Geri planda sakin bir deniz ve Vezüv yanardağı vardır. Aynı işlemi portredeki yüzün sağ tarafı için yaptığımızda ise şeytan görünür ve geri planda ise fırtınalı bir deniz ve aktif bir yanardağ belirir.

2013-06-19
Turkinfo-Budapeşte

Sele karşı gönüllü dayanışma başarılı oldu

Nereden başlasam anlatmaya?

İlk sel hazırlığımız olan, 6 haziran ile başlamayacağım. Bu yazıyı yazmamı sağlayan 15 Mart’a geri döneceğim.

Bence herkes geçtiğimiz kış, her yeri kalın karla kaplayan günü hatırlıyordur. O felaket gününde bazıları vicdanlarını dinleyerek kimin neye ihtiyacı olduğuna bakmak için yola cıktılar. Bu insanlar Kahramanlar meydanında bir otobüste karsılaşıp kopmayan bir dostluk kurdular. Böyle tanışmalar ve arkadaşlıklar kısa sürer diye düşünülür, fakat bizim için bu pek geçerli olmadı ve PÖKE, yani Peşte Gönüllü Felaket Yardım Derneği böyle kuruldu.

Bu olanların öncesinde, sel geliyor haberlerinin facebook’ta ve medyada yayılmasıyla birlikte bizim harekete geçeceğimiz artık kesindi. Tek problemimiz nereye gideceğimizdi..

İlk hedef yerimiz Dunakeszi oldu, 2 no’lu yolu kum torbalarıyla taşkına karşı korumamız gerekiyordu. Daha burada gönüllü olarak yardımın ne kadar gerekli olduğunu anladık, insanlar uzun saatler boyunca çalışıyorlardı, ve çalışmalar geceye sarkıyordu.

Bir sonraki gün Szentendreye yol aldık. Setlerle şehri korumakta burada başarılı olmuşlardı ,ama alçak kısımlara uzanan yerler risk altındaydı. Su kenarındaki evleri kurtaramamışlardı, su anayola kadar çıkmıştı.

Tahitóköyüne gittik, orda set yapımında yardımlaştık. Çok kötü bir durum söz konusuydu. İlk yapılan set yıkıldı ve taşkın köyün bir kısmını ele geçirdi. Birçok aileyi evlerinden çıkarıp başka yerlere sevk ettiler, fakat bazı evlerde hala insanlar içeride kalmıştı. Bir sürü bina yarı yarıya, bazıları ise tümüyle su altındaydı.

Aksam Dagály’a geçtik,70 kişilik itfaiye ekibi ve sayamayacağım kadar çok insan yardim etti, tek baslarına o suyla başa çıkamazlardı.

Fakat asıl sorunla pazar günü Horány’da karsılaştık. Burada ne yazık ki sel önlemelerine geç başlanmış bu yüzden 162 insani evlerinden tahliye etmek gerekiyordu, evler bahçeler hayvanlar risk altındaydılar. Son saniyede başlamışlardı set yapımına, ilk kum torbası sırası Tuna suyuna koyuldu. Eli ayağı tutan herkes bir şeyler yapmak için çırpınıp duruyordu, askerler, itfaiye, profesyoneller, NAV,TEK’ kurumu elemanları, orda yasayanlar, gönüllüler. Herkes. Ne yazık ki set pek güçlü sayılmazdı ve birçok yerden su sızıyordu, yüzlerce yeni kum torbaları gerekiyordu. İnsanlar yorgunluktan yerde yatıyorlardı.

Muhteşem bir dayanışma vardı insanlar arasında. Dayanabilen kum aktarıyor, kum torbası taşıyordu. Kürek getiriyordu, yardım topluyordu. Kahve, poğaça, krep, meyve ve su getirenler oluyordu. Böylelikle çalışanlara yardim ediyorlardı

Bu yazdıklarımın olanların sadece bir kısmı olduğunu unutmamak gerek. Daha bitmedi, sel güneye doğru gidiyor ve orda yasayanlara sorun çıkaracak, selden sonra temizlik ve sterilize etmek gerekecek. Yani daha çok işimiz var.

2013-06-13
Katalin Szabó – Turkinfo (Çeviri: Ezgisu Dağdelen)

Macaristan, Türkiye’de Enstitü Kuracak

Türk-Macar Sanayi Odası Başkanı ve Macaristan Fahri Konsolosu Alpaslan Kaya, 10 kişilik Macar heyeti ile İstanbul’un Şişli ve Beyoğlu bölgelerinde enstitü kurmak için gayrimenkul aramaya başladıklarını belirtti.

Türk-Macar Sanayi Odası Başkanı ve Macaristan Fahri Konsolosu Alpaslan Kaya, 10 kişilik Macar heyeti ile İstanbul’un Şişli ve Beyoğlu bölgelerinde enstitü kurmak için gayrimenkul aramaya başladıklarını belirtti.

Türk-Macar Sanayi Odası Başkanı Alpaslan Kaya, yaptığı açıklamada, Macaristan devleti tarafından görevlendirilen Balassi Balint Macar Enstitüsü’nden gelen yetkililer ve Başkonsolos Gabor Kiss ile Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ü ziyaret ettiklerini ve enstitü kurulması için projelerini sunduklarını kaydetti.

Projeye Şişli Belediye Başkanı Sarıgül’ün de en az kendileri kadar ilgi gösterdiğini ifade eden Kaya, “Başkan ve ortaklaşa çalışılabilecek üniversite yetkilileri ile bir araya geldik. Macar Hükümeti Türkiye’yi çok önemsiyor. İki ülkenin yakınlaşması için somut adımlar atmaya kararlılar. Enstitü için uygun olacak bir bina bulunmasından sonraki 1 yıl içinde açılısını yapmayı planlıyoruz” bilgisini verdi.

Türk-Macar ilişkilerinin hız kazanması için Macaristan Başkonsolosu Gabor Kiss ile gece gündüz çalıştıklarını vurgulayan Kaya, “Ticari iş birliklerinde belirli bir büyüklüğe ulaştık, şimdi kültürel konularda da atak yapma zamanı” değerlendirmesini yaptı.

Kaya, mart 2013’de İş Sanat’ta düzenledikleri “Macar Kurtuluş Günü” gecesinde dünyaca ünlü Macar Experi Dance Grubunun sunduğu gösterinin misafirler tarafından ilgiyle izlendiğini aktardı.

Yoğun ilgi nedeniyle 3 gösteri daha yapmaya karar verdiklerini dile getiren Kaya, şunları kaydetti:

“Bu gösterilerin birincisi Kocaeli’de yapıldı. Daha sonra sırasıyla Kütahya ve Tekirdağ’da yapmayı planladık. Bu üç şehir Macarlar için çok önemli. İzmit’te 1701 yılında yaşamış olan Macar Kralı Tökeli Imre, Kütahya’da 1849 yıllarında yaşamış olan Macar Kralı Naibi Lajos Kossuth ve Tekirdağ’da yasamış olan Kral 2. Feren Rakoczi, Macarlar için çok önemli kahramanlar. Her birinin yaşadığı yerlerde bugün anıt mezarları ve anı evleri bulunuyor. Bu dönemde bizler de bu anı evlerinin bulunduğu şehirlerde Macar günleri yapmayı planlıyoruz.”

2013-05-20
http://www.sondakika.com

Avrupa Birliği’nin Macaristan sınavı

AB, yarım asırlık tarihinin en büyük demokrasi kriziyle karşı karşıya. Bunun bir ayağında, Avro bölgesindeki ekonomik krizin güney ülkelerde yol açtığı toplumsal ve siyasi sonuçlar var.
Her iki gençten birinin işsiz olduğu İspanya gibi ülkelerde insanlar, AB’nin ülkelerinin seçilmiş temsilcilerine ‘dayattığı’ tasarruf politikalarının demokratik meşruiyetini sorguluyor. Bu, vardığı nokta demokratik yönetim sisteminin işlemezliği olabilse de, çıkış noktasını temsili demokrasi ilkesine dayandıran ve AB’nin aşina olduğu bir itiraz. Zira, atanmış bürokratların karar alma süreçlerinde seçilmiş milletvekillerinden güçlü olduğu AB’deki demokrasi açığı uzun zamandır dillendirilen bir görüş.

Demokrasi endişesi
Demokrasi krizinin diğer ayağında ise, birliğin yeni üyelerinden Macaristan’daki gelişmeler yer alıyor. Bu, başlangıcı avro krizinin öncesine giden, kökeninde komunizm sonrası demokrasiye geçişin tortuları olan, AB’nin aşina olmadığı yeni bir kriz.
Zira söz konusu olan, seçimle iktidara gelmiş olan bir hükümetin, meclisteki çoğunluğunu kullanarak demokrasiyi hedef alan anayasal değişiklikler yapıyor olması. Üstelik kimilerine 1930’ların Almanya’sını çağrıştıran bu gelişmelerin, bir AB üyesinde meydana geliyor olması. 2010’daki seçimlerde oyların yüzde 53’ünü alan Genç Demokratlar Partisi (Fidesz), seçim sistemindeki çarpıklık sayesinde meclisteki sandalyelerin yüzde 68’ine sahip.
Fidesz, üçte iki çoğunluğundan doğan yetkisine dayanarak yaptığı bir dizi anayasa değişikliğinin ardından, Ocak 2012’de yürürlüğe giren yeni bir anayasa hazırlamıştı. Hükümet, sivil topluma danışmaksızın ve muhalefetin katkısı olmaksızın hazırladığı yeni anayasayla her türlü demokratik denge ve denetim mekanizmasını ortadan kaldırmayı amaçlamıştı.

Anayasa değişikliği krizi
İlk aşamada, uluslararası toplumun tepkileri sonuç vermiş, Başbakan Viktor Orban geri adım atmıştı. Ayrıca, kararlarıyla 1989 tarihli geçiş anayasasındaki hak ve özgürlüklerin kapsamını genişletmiş olan Macaristan Anayasa Mahkemesi, kritik önemdeki birçok yasayı ve anayasal değişikliği iptal ederek hükümeti dizginlemişti.
Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Kim Lane Scheppele’ye göre, Anayasa Mahkemesi’ne karşı koymayan ve uluslararası toplum ile işbirliği yapan Orban hükümeti bu süreçte ortalığın yatışmasını bekledi. Macaristan’da işlerin yoluna girdiğini düşünen AB’nin dikkatini avro krizine yoğunlaştırması üzerine ise, Mart 2013’te 22 maddelik yeni bir anayasa değişikliği paketi hazırlayarak “intikamını aldı” (İki yıl önceki değişiklikleri ve fazlasını içeren paketi haftaya ele alacağız).
Macaristan’da suların durulmadığını gören AB ve Avrupa Konseyi, bir dizi siyasi tedbire başvurdu. Avrupa Komisyonu Başkanı ile Avrupa Konseyi Genel Sekreteri 11 Mart’ta ortak bir bildiriyle Macaristan’ın dördüncü anayasa paketine ilişkin endişelerini dile getirdi. Daha önce Macaristan’daki yeni basın kanunu ve yeni anayasa hakkında iki karar alan Avrupa Parlamentosu, 17 Nisan’da yaptığı özel oturumda milletvekili Rui Tavares’i bir rapor hazırlamakla görevlendirdi.

Nihai karar rapordan sonra
Parlamento’nun temmuzda oylayacağı raporun 2 Mayıs’ta açıklanan taslağı, paketin AB standartları ile uyumlu olmadığına hüküm getiriyor ve Fidesz hükümetinin raporda önerilen değişiklikleri yapmaması halinde Macaristan’ın Avrupa Konseyi’ndeki oy hakkının iptal edilmesini öneriyor.
Venedik Komisyonu’nun raporunun da önümüzdeki ay açıklanması bekleniyor. Avrupa Komisyonu nihai kararını almadan önce bu iki raporun açıklanmasını bekliyor.
Macaristan’a olası bir yaptırımın tek yasal dayanağı, kabul edildiği 2000’den bu yana hiç kullanılmamış olan AB Antlaşması’nın 7. Maddesi. Birlik’in ortak değerlerinin bir üye tarafından ciddi biçimde ihlaline yönelik açık bir risk bulunması halinde, bu üyenin Konsey’deki oy hakkı dahil AB Antlaşması’ndan doğan hakları askıya alınabilir.
Ancak, bunun için 27 üye ülkenin oybirliğinin gereği, Macaristan’a yaptırım kararı çıkmasını çok güç kılıyor. Zira hiçbir üye, gelecekte kendilerine karşı da kullanılabilecek bir yaptırım kararı alarak içtihat yaratmak istemiyor. Bunu bilen Orban, AB’yi sınamaya devam ediyor.

2013-05-19
Dilek Kurban – Milliyet

Lukács sızısı

Çocukluğu köyde geçmiş, ortaokul yıllarında gazetenin eki olarak verilen Milliyet Sanat Dergisi ile karşılaştığından beri yeni çıkan her edebiyat dergisine hevesle yaklaşmış, onca yıl geçmesine rağmen Zoltan Fabri’nin “Macarlar” filminin her karesini hatırlayan birisi olarak kaç gündür içimde Lukács sızısı ile dolanıyorum. Derdimi önce “sulara söyledim”, arkadaşlarıma anlattım, çocuklarımla paylaştım; Ahmet Cemal, Murat Belge bir şey yazar mı diye gazetelere bakındım ve sonunda içimdeki sızı dayanılmaz hale gelince “haddim” olmadığını bilsem de yazmaya karar verdim.
Sabaha iyi başlamış, tatil sonrası onlarca bebeği özlemle muayene etmiş, onlardan yansıyan ışıkla içim dolu eve gelmiştim. Her şey yeni çıkan bir edebiyat dergisinin Eylül sayısını biraz meraktan (merakımın “kışkırtılmış”
olduğunu itiraf ediyorum), biraz da o sayısında romanlarını okuduğum ve kendimce bir gizem atfettiğim bir yazarla (Hamdi Koç) röportaj olduğu için almamla başladı. Sonra o röportajı okumaya başladım; yazarın ileride Henry James olmak istediğini, Joyce sevdiğini (röportajı süsleyen resimlerden birinde yazar Ulysses’in İngilizcesini kütüphanesinden çekerken görüntüleniyor), Türk yazarlara pek yüz vermese de Yusuf Atılgan ve Tanpınar’ı beğendiğini, “toplumcu gerçekçiliğin” onu rahatsız ettiğini öğrendim. Okuduğum her satırın beni mutsuz etmeye başladığını hissetmiştim ki söz “Yaşasın Apolitik Türk Yazarları” konusuna geldi ve “… Toplumcu gerçekçilik dedikleri bir şey vardı ve o yıllarda yaşamasına izin verilen tek gerçekçilikti. Ne işler ya! Nelerle uğraştık’ Lukács diye bir Macar köylüsünü getirip burnumuzun dibine dayadılar, estet diye” cümlelerini okuyunca elimdeki dergiyi yüzüm kızararak yere bıraktım. Uzunca bir süre sakinleşmek için bekledim ve önce kitaplıkta Estetik I, II ve III’ün kapaklarına dokunarak Lukács’dan özür diledim; sonra Hamdi Koç acaba ne demek istemiş (Lukács gerçekten köylü müymüş!?, öyle dar kafalı, dogmatik,
“Jdanovcu” biri miymiş!?) diye ansiklopedilere, sanat tarihi kitaplarına baktım. AnaBritannica’ya göre György Lukács (bu arada röportajda Lukacs isminin yanlış yazıldığını belirtelim) varlıklı bir Yahudi ailesinin oğlu olarak Budapeşte’de doğmuş, Budapeşte Üniversitesi’nde hukuk ve felsefe okuduktan sonra Almanya’da Berlin ve Heildelberg’de yeni – Kantçı felsefecilerle çalışmış, 1918’de Macaristan Komünist Partisi’ne girmiş, 1945’de Budapeşte Üniversitesi’nde estetik ve kültür felsefesi profesörü, 1956’da Imre Nagy hükümetinde kültür bakanı olmuş; Macar ayaklanmasından sonra Romanya’ya sürülmüş, daha sonra bütün zamanını felsefe ve eleştiri alanındaki çalışmalarına ayırmış. Aynı ansiklopedi Lukács’dan
“Sanatçıların siyasal denetim altına alınmasına karşı çıkarak hümanizme dayalı bir Marksist estetik kuramı geliştirmiş ve Marx’ın sanayi toplumundaki yabancılaşmayla ilgili kuramına katkıda bulunmuştur” cümleleriyle bahsediyor. Lukács’ın anıtsal yapıtı Estetik’in üç cildini Türkçeye çeviren kültür emekçisi Ahmet Cemal ise Lukács’ın “Aristoteles’ten
Lenin’e, insanlık tarihinin birçok büyük düşünürünün yapıtlarını özümlediğini, kendi düşünce yapısında yoğurduğunu” belirterek “Böyle bir kafanın, Hegel’e ve onun kökenlerine gereğince inilmeksizin Marx’ın anlaşılabileceğine inananların bulunduğu bir ülkeye öyle sanıyoruz ki verebileceği epey ders vardır” diyor (Aktaran Ahmet Oktay, Defter, sayı 10). Ben de sıradan bir edebiyat okuru olarak Fatsa’da doğan, bir süre ODTÜ’de okuyan, Shakespeare, Faulkner, Beckett ve Joyce’dan çeviriler yapan, şu sıralar çok okunan bir yazarın nasıl Lukács’ı aşağılayacak denli kibirli olabildiğini, ne hakla bu arada Macarları ve köylüleri de aşağılayan özensiz bir dil kullandığını; bu sözlerin yeni çıkan bir edebiyat dergisinde yer bulmasının “kültür dünyamız” için ne anlama geldiğini herkese sormak isterim.

2013-04-11
ŞÜKRÜ HATUN – Radikal

(Szülejman) Hürrem Sultan’ın Hayatı

hurremBildiğiniz gibi dünyanın birçok ülkesinde izlenen Muhteşem Yüzyıl dizisi Macaristan’da da yayınlanmaya başlamıştır. Osmanlı tarihini bilmeyen veya dizinin belgesel olduğunu düşünen insanlar Muhteşem Yüzyıl dizisini kınasa da ki buna Başbakan da dahil, ben aksine bu dizinin çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Dizide birbirinden değerli oyuncular yer alıyor. Bunlardan başlıcaları: Tuncel Kurtiz, , Nebahat Çehre, Okan Yalabık, Halit Ergenç, Meryem Üzerli ve daha birçoğu.. Öncelikle şunu söylemek isterim ki ; bu dizi kesinlikle bir belgesel değildir. Dizinin jenerik öncesi de belirtildiği gibi tarihten ilham alınarak kurgulanmıştır. Dizinin senaristi Meral Okay’ın ölümünden sonraki yeni senarist dizide reyting uğruna binbir türlü yola sokup bizi şaşırtsa da ben hala bu dizinin başarılı olduğunu düşünüyorum. Haseki Hürrem Sultanı diziden tanıyanlar için bir yazı paylaşmak istiyorum. O dizide farklı gösterilse de gerçekte Osmanlının gelmiş geçmiş en güçlü kadınıdır benim gözümde. Bunu okuduğum kitaplara dayanarak söylüyorum. 5 vakit namazında, çok bilgili, çok okuyan, yetenekli, hırslı , cesur, Kanuniye ölümüne bir aşkla bağlı, çocukları için savaş vermiş zeki ve güçlü bir kadın..

Muhteşem dönemde aşk için her şeye göğüs germiş,cadı atıflarına maruz kalmış,ölümle burun buruna gelmiş,maruz bırakıldığı atıflara rağmen kalıcı sevaplarda bulunmuş,oğulları için yaşamış bir kadın.Hayır büyücü değil aşık, onların aşkı dönemin en derini ve hala yankılarını sürdüren bir aşk.Onlar aşk-ı derun(içten aşk).
1500 tarihinde dünyaya bazılarımızın deyimiyle ‘Osmanlı cadısı’ bazılarımız deyimiyle ‘Aşkla doldurulmuş anne’ geldi. Daha 20 yaşında annelikle tanışmış, suikasta maruz kalmış bir kadındı.Kimi rivayetlerde ilk adı Nastasya kimi rivayetlerde Alexandra ama Ukrayna’da Roxalana(dikenli gül) diye biliniyor.Osmanlı ise onu yüzümüzü güldüren Hürrem diye tanıdı.
O muhteşem dönemin aşkı,karısı,sultanı ve Kanuni’nin sebebi varlığıydı. Tatarlar tarafından Osmanlıya satılan bu kadın belkide intikam ateşiyle yanıyor ve yakıyordu. Taa ki sultanını,hükümdarını görene kadar.Evet Sultan Süleyman Haz Hazretlerinden kimi zamanda Muhibbi den bahsediyorum. Bu kadını diğer cariyelerden ayıran neydi? Peki ya Gülbahar dan? Çok mu güzeldi?Yoksa halkın bulunduğu atıflardaki gibi büyücü müydü? Çekici,gücü kuvveti yerinde,genç,becerikli,tutkulu ve en az bir fiil(hayvanların en zekisi) kadar zekiydi.Belkide bu özellikler cihan devletinin 10.hükümdarının yanına yakışan en mübarek kadın yapıyordu Hürrem’i.
1 yıl içinde Kanuni Sultan Süleyman’a gençlik aşkı Gülbahar’ı unutturmuş, üst üste şehzadeler doğurmuş, hür kadın yapılmış, nikah kıydırmış, Osmanlının kan kokusuna bürünmüş cennetinde saf ve masumca aşık olmuş bir kadındı. Kanuni aşkından Muhibbi olmuştu.Bu hatunu farklı kılanlardan biride korkusuzdu(ölümden korkan ölümle daha çabuk tanışırmış) öğrenme merakı ve her açıdan hükümdara hissettirdiği duyguydu.

Devlet işlerinden,savaşlardan,ölümlerden ve sarayın gürültüsünden bunalmış Kanuni mutluluğu Hürrem ile arıyordu.Aşkları Osmanlı’nın karanlık gecelerinde dahi mum ışığı gibi parıldıyordu.
1521 tarihinde adının manasını Fatih Sultan Mehmed den alan bir şehzade doğurdu Hürrem Sultan. Sadece 1 yıl sonra 1522′de aşklarının ‘ay parçası Mihrimah’ dünyaya geldi. Hürrem ve Kanuni’nin dostu İbrahim birbirlerini sevmiyorlardı çünkü paylaşamadıkları bir hükümdar vardı.
Hürrem Sultan kadın olduğu kadar zekiydi de bu bir avantaj ve aslında dezavantajdı. 1524′de şehzade Selim’i de doğurdu Hürrem Sultan.Üst üste şehzadeler verdiği gibi Kanuniyle aşkları ilk günkü gibi diri ve tutkuluydu. 1525′de Beyazıt ve 1531′de acılı evlat Cihangir doğdu. Bir rivayete göre Hürrem Sultan, Cihangir’e gebeyken, çabuk pes edip 11 yıl sonra aşkını hatırlayan Gülbahar’ın ve İbrahim’in hamamda yılanlı suikastine maruz kalmıştı.Bundan ötürü mü bilinmez ama Cihangir kamburdu.Anne Hürrem Haseki ve babası Kanuni Sultan Süleyman onu şefkatle büyütüyorlardı.

1534′de Kırımlı, Hürrem Sultan’ı saraya ilk geldiğinde seven güçlendikçe elini altından çeken Hafsa Valide Sultan ölmüş haremin yeni hükümdarı Hürrem Haseki haline gelmişti. 1536′da kimi tarih yazarları ölüm sebebini Hürrem Sultandan ötürü görse de Kanuni’nin Beyhan Sultan aksine öz kardeşi Hatice Sultanı aldatma ve kendini güçlendikçe hünkarın yerine koyduğu için infaz edildi İbrahim.Eğer ortada bir oyun varsaydı bu saray oyununu her açıdan Hürrem Sultan kazanmıştı. 1543′de yıkıldı bu güç. Veliaht gördüğü oğlu Mehmed amansız bir hastalıktan eceliyle ölmüştü.
İşte burada ve sessizce başladığı biliniyor Hürrem Sultan’ın ölüm sebebi.Oğullarını korumaktı tek amacı.Osmanlının çöküşüyle suçlanan kadın en başta bir anneydi.Oğulları ve Mihrimah’ı kucağına aldığında annelikle yıkanmış, intikam ateşi sonsuza dek sönmüştü. Mehmed’in ölümünden sonra sıra hangi evladının tahta çıkacağındaydı.Babasına benzeyen Beyazıt’ı veliaht olarak görüyordu Haseki.Bir rivayette bilinir ki Hürrem Sultan ve Beyazıt arasındaki konuşma:
“Selim veliaht, Beyazıt’ım fakat yiyor ve içiyor sadece.Tahta geçerse iyi olmaz.” demiş ve rivayette Haseki’nin sözleriyle Beyazıt’ın arkasında olduğu belirtilmişti.Hırsla büyümüş Mustafa ise saatler boyunca kılıç çalışarak tahtı garantilediğini sanıyordu tabii ki tehlikenin farkındaydı da. 1553 yılında Mustafa öldürüldü.Üvey kardeşi olsa da Cihangir’e büyük ilgi gösteriyordu bu durum Cihangir’in aynı yılındaki ölüm sebebine bağlandı.
Evlatlarını üst üste kaybeden acılı anneyi ayakta tutan aşktı sadece.Kanuni aşkının son nefesine kadar elini tutmuş.Hastalığında Hürrem Sultan Hamamını yaptırmıştı.Hürrem sağlığında da Haseki Külliyesi,Haseki Hastahanesi ve binlerce sevap kazanacağı iyilikler yapmıştı.Haseki’nin ölümünden sonra halk aç ve acılı kalmış,hünkar hayata küsmüştü.Çok acı çekmişti Sultan.Osmanlının çöküşü olarak suçlanmasının sebeplerinden biri ise görünüş ve davranış olarak 1566′da tahta oğlu Selim’in çıkmasıydı. Beyazıt’a ne oldu diyecek olursanız.? Babası ve ağabeyi tarafından kaçtığı İran’da 1561′de oğullarıyla birlikte feci bir şekilde öldürüldü.
Büyük bir tarih olayının yanı sıra cariyelikten hasekiliğe yükselen Hürrem Sultan’ın hayatı büyük bir derste aslında: ‘Hayatı yaşanır kılan;amacına ulaşmak olduğu kadar bu amaç için verilen mücadeledir de.Hatta hayatın amacı, bu mücadeledeki mutluluk anlarının toplamıdır.’ Tarih açısından bakarsak da Hürrem Haseki’nin hayatı aşk ve büyük tutkunun yanı sıra belkide başarı veya boşuna gayretti…
Onların aşkı mektuplarda,şiirlerde bile görkemini korumakta.Ukrayna’da, Osmanlı sırasında söylenilen atıflardan yaptığı sevaplar sayesinde kurtulan bu görkemli kadının bir anıtı dahi bulunmakta.
Bu tutkulu aşkların türbelerine gidip dua okumak veya ölü bedenlerinin bile aşkla yattığı atmosferi yaşamak istiyorsanız Mimar Sinan’a yaptırılan Süleymaniye Camiisinde bulunan Hürrem Haseki Sultan’ın ve Kanuni Sultan Süleyman Han Hazretlerinin Türbelerini ziyaret etmelisiniz.

PINAR G.

16,474FansLike
639FollowersFollow