2024. Kasım 25.
Türkinfo Blog Oldal 597

Attila József: Benim için hava hoş…

József_Attila_magyar_költőBENİM İÇİN HAVA HOŞ…

Benim için hava hoş, tanrı var ya da yok
Tanrı inandırsın ki inanırdım ona,
Ama o denli boş vaktim de yok.

Eğer yardımcı oluyorsa, yalnızca onun için daha iyi
Eğer yardımcı olmuyorsa daha kötü de olmayacak.
Eğer varsa, daha ne olsun ki şimdikinden
Nasıl olsa daha kötü olamaz,
Eğer varsa. Köpek kadar tenezül etmiyorlar,
Eğer yoksa. Köpek kadar tenezzül etmiyorlar,
Daha iyi de değil, daha kötü de.

Ergeç yoksulun
Yine de delirmesi gerek,
Veya astırması herhangi bir dala,
Eğer aklını başına almazsa
Çünki yoksul burada tanrı,
Dünyayı-yaratan tanrı,
Zengin yalnızca melek
Vah çekişlerimiz vermekte kanat
Ve kıvranan yaradılışta
Neye lazım melek

Sonbahar 1924

Çeviri: Salih Çardak

Peter Nadas: Bir Aile Romanının Sonu

nadas_gunPéter Nádas’tan sıra dışı bir aile destanı, masallar ve efsanelerle örülü olağanüstü bir kurgu. 1950’lerin Macaristan’ında annesi ölmüş, babası vatana ihanetle suçlanan, büyükannesi ile büyükbabası tarafından yetiştirilen bir çocuk: Simon. Bu iki koruyucusunun da ölümünün ardından bir gün yetkililer tarafından belirsiz bir kuruma bırakılan Simon, “aile romanı”nın içinde kayboluyor. Büyükannesiyle ilişkisi ile komşu çocuklarla oynadığı oyunlar, babasının gece yarıları yaptığı gizli ziyaretler ile büyükbabasının aile geçmişiyle ilgili anlattığı hikâyeler… Buhranlı zihninin ağlarından süzülürken birbirine karışan anıları, etrafını saran yabancılaşma ve ihanet döngüsüne dair karanlık bir tanıklık niteliği taşıyor.

Bir Aile Romanının Sonu, bir ailenin, hatta bir toplumun duygusal gerilimleri ile güvensizliklerini okura aktarmaktan çekinmeyen, cesur bir hikâye. Nádas’ın bu çarpıcı ilk romanı, şimdi Gün Benderli’nin bir o kadar çarpıcı çevirisiyle Türkçede.

Can Yayınları
Çeviren: Gün Benderli

2014-11-28

Ormanın Küçük Efsanesi, Vuk – István Fekete

vukDünyaca ünlü bir çizgi filme de konu olan Vuk, minik bir tilki yavrusunun, kendisinden başka bir şey düşünmeyen “Çıplak Derili”ye yani insana verdiği vefa ve vicdan dersinin öyküsü…

Bütün ailesini kaybeden ve kocaman ormanda tek başına kalan küçük Vuk, yaşlı ve deneyimli arkadaşı Karak’ın yardımıyla hem kayıp kardeşi İny’ye kavuşacak hem avcıyı alt edecek hem de zekâsı ve yetenekleriyle ormanın yeni efsanesi olacaktır.

István Fekete (1900-1970) Gençlik ve çocuk romanlarıyla tanınan yazarın doğa öyküleri de ünlüdür. Kitapları 12 ülkede okunan ve romanlarından pek çoğu beyaz perdeye uyarlanan Macar yazar, insanları yaşadıkları ortamla, doğayla birlikte ve gerçekçi bir şekilde tasvir eder.

Yapı Kredi Yayınları / DOĞAN KARDEŞ / 2014
Çocuk Kitapları 9-12 Yaş
Çeviri : Tarık Demirkan
Resimleyen : Serdar Günbilen

2014-10-31

Dezső Kosztalányi – “Bölcsőtől a Koporsóig” (Beşikten Tabut’a kadar)

kosztolanyiT Ü R K

Abdulrahim –

(Salondan küçük bir kız göründü, sanki Binbirgece’den çıkıp gelmişti. İsli gözleri var, isli saçları ve zambak beyazı bir yüzü. Adı Fikriye. Beni babasına götürüyor. Abdulrahim Bey – Otuz yaşlarında genç bir adam – dirseklerini masaya dayamış, kulağını tutuyor ve karıştırıyor. Bizim üniversitemizde okuyor. Sınava hazırlanıyor. Önünde macarca bir ders kitabı duruyor. Benim parmağımda ise bir Türk yüzüğü var, Buda’da kazılar esnasında buldukları bir yeniçerinin iskelet parmağından çıkartmışlar. Birbirimize bakıyoruz. Her ikimizde bir diğerinin ataları tarafından ne kadar cok atalarımızın öldüğünü düşünebiliriz. Fakat halklarımızın ölümcül sarılışı – geçen bunca zamandan sonra – şimdi bizi birbirimize daha çok yakınlaştırmakta. Bunu kendisine de söyledim. O şöyle yanıtladı):

− Macarları bizde seviyoruz. Eski düşman, yeni dost.

− Biz macarlar hakkında ilk ne zaman bilginiz oldu?

− Daha çok küçükken, çocukluk çağımda. Konstantinapol’da bir sokak var: Macar
Kardeş Sokağı.
− Budapeşte’ye geldiğinizde yolunuz ilk nereye düştü?
− Gül Baba evine.

− Burada ne kadar Türk yaşıyor?

− Elli-Yetmiş. Çoğunlukla öğrenciler.

− Ünivetsite’de yabancı dil sizin için güç olmuyor mu?

− Lütfen, yabancı değil. Öğrendiğimin bile farkına varmadım.

− Söylermisiniz, Buda Kalesi’nde dolaştığınız sırada gurur duyuyor musunuz?
Nihayetinde atalarınız birbuçuk asır orada hükümranlık sürdüler.
− Bilakis hüzünlenmekteyim.
− Niçin?

− Çünki geçmişi şimdiki zamanla kıyaslamaktayım.

− Bizim en karanlık yılımız: 1526 Mohaç Yenilgisi. Türkler bunun hakkında okulda
neler öğreniyorlar?
− Mohaç’ı biz çok az anımsıyoruz. Daha çok Buda Kalasi’nin alınışını.
− Bu odada Türk olan ne var?

− Ben. Kahve makinası. Nargile. Ve bir de bu sigara. Eşim Türk değil, o Macar.

− Nasıl buldunuz birbirinizi?

− Burada, Budapeşte’de. Nüfus Müdürü birden fazla kadını eş almaya hakkımın
olduğunu beyan ettikten sonra kendisine bunu kabul edip etmediğini sordu.
− Kabul etti mi?
− Evet, kabul etti. Bunun üzerine bizi evlendirdi. Fakat çok eşlilik hakkım artık sona
erdi. Bizde de yasal olarak kaldırdılar.
− Üzülmediniz mi?
− Bu hakkı önceden de yalnızca zengin insanlar kendileri için hak olarak
görmekteydi. Oldukça ağır şartlara bağlıydı. Kocanın önceden eşine bakmaya muktedir olduğunu göstermesi gerekiyordu, ayrıca diğer kadınlarının da buna rıza göstermeleri veya eşinin hasta olması halinde diğer bir kadını eş olarak alabilirdi.
− Eski Türk kıyafetlerinin, eski Türk yazısının geri getirilmesini istemezmiydiniz?
− Hiçbiri de Türk değildi. Fes yunan, yazı ise Araptı.Yalnızca batılılar üzülüyor.
Romansallık. Gösteriş. Türk ruhu daha derinde. Bizim içimizde. Bak, küçük kızım henüz hiç Türkiye’ye gitmedi. Buna rağmen sıkça ayaklarıyla bağdaş kurarken yakalıyorum, yere çömeliyor ve Türk gibi oturuyor. Oysa bunu benden hiç görmedi.

(Fikriye buharı tüten siyahla* iki fincan getiriyor ve masamıza koyuyor. Bugünlerde her yerde “Türk” siyahı içiyoruz. Bunun ne denli Türk olduğunu şimdi algılıyorum, onu burada, kaynağında tatmaktayım. Bu arada sigara içmekte görgüsüzlük değil. Mavi duman izleri kaplıyor bizleri. Pencereden hilal gözükmekte – onların sembolü, sonsuza dek ve türke özgü gökyüzünde dolaşıyor – ve evlerin üzerinde dolaşmakta. Sanırım taşradayım. Sanırım onaltıncı yüzyıldayım. Yavaş sohbet ediyoruz. Ev sahibimiz sürekli siyah dolduruyor, sürekli yeni sigara ikram ediyor ve sürekli kalmak için teşvik ediyor. Türk yakaladım, fakat bırakmıyor.)

*Kahve (Macarca: Kávé) sözcüğü macarca’ya türkçe’den geçmiştir. İlk zamanlarda macarlar kavheyi “ Török fekete leves” (Türk siyah çorbası) olarak adlandırmışlardır, bu nedenle kahve çoğu yerde, günümüzde dahi taşra pressolarında “fekete” (siyah) olarak adlandırılmaktadır. ÇN.

Yapıtın özgün adı: Dezső Kosztalányi –

“Bölcsőtől a Koporsóig” (Beşikten Tabut’a kadar)

1937- Révai Kiadás

Çeviren: Salih ÇARDAK – Budapeşte, Mart 2014

Türkçe’de Macar Edebiyatı

petofi (1)24-27 Nisan 2014 tarihlerinde gerçekleştirilen 21. Budapeşte Uluslararası Kitap Festivali’nin onur konuğu Türkiye’ydi. Onur Konukluğu programı kapsamında gerçekleştirilen panellerden birinin konusu da “Türkçede Macarca’dan Çeviri Kitaplar”dı. Bu vesile ile Türkçe’de yayımlanan Macar Edebiyatı’ndan kitapları araştırmaya çalıştım. Çalıştım diyorum, çünkü bu konuda bilgi bulmak pek kolay değil. Macar Edebiyatından çevrilmiş ve halen satışta olan kitapların bile tam bir listesine ulaşmak olanaksız. Milli Kütüphane’nin internet sitesindeki katalog böyle bir bilgiye ulaşmamızı sağlamıyor. En verimli kaynak idefiks.com’un konu başlıklarına göre yaptığı ayrımda “Doğu Avrupa” bölümü ama o listede de önemli eksikler var. Tam değil.

“Türkçede Macarca’dan Çeviri Kitaplar” ilgili olarak ulaşabildiğim en önemli kaynak “Türk Dili Dergisi Çeviri Sorunları Özel Sayısı”nda yer alan Behçet Necatigil’in “Balkan Ülkeleri Edebiyatlarından Türkçeye Çeviriler” başlıklı bibliyografik içerikli çalışmasındaki “Macar Edebiyatı” bölümü. O da Temmuz 1978 tarihli.

Macaristan’da Türkoloji bölümü 1800’lerin sonunda Türkiye’de Hungaroloji bölümü 1938’de kurulmuş. Behçet Necatigil’in belirttiğine göre Macar Edebiyatından ilk çeviri kitap 1940’da yayımlanan İ. Lazar’ın “Vesta Rahibesi” (çev. Necmi Seren) adlı romanı. 1940 -48 yılları arasında Macar Edebiyatı’ndan 31 eser yayımlanmış. Dönemin koşullarına, yayıncılığımızın boyutlarına bakarsak önemli bir sayı.

Hasan Âli Yücel’in öncülüğünde başlatılan Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) “Dünya Edebiyatından Tercümeler” dizisinde 5- 10 kitap yayınlandığını tahmin ediyor Necatigil. Mustafa Armağan’ın bir yazısındaki bilgiye göre bu sayı 1970’de 19’a ulaşmış (Zaman Gazetesi, 7.9.2010).

MEB’in yayınları dışında bu dönem en çok ilgi gören Macar yazarı Jolan Földes olmuş. Földes’in 4 eseri Türkçede yayımlanmış. Földes’in kitaplarından birini dönemin popüler yazarlarından Muazzez Tahsin Berkant çevirmiş. Berkant’ın Macarca bildiğine dair bir bilgiye ulaşamadım. Sanırım ikinci bir dilden çeviri yapmış. MEB “Tercüme” dergisinde Macar Edebiyatı da dahil Balkan ülkeleri edebiyatlarından hiç çeviri yer almadığını belirtiyor Necatigil. Diğer edebiyat dergilerinde de durum pek farklı değil.

MEB Klasiklerini bir yana koyarsak Macarca’dan pek çeviri yok. 1960’lı yıllardan başlayarak Sami N. Özerdim’in ve Yaşar Nabi Nayır’ın öykü antolojileri, Mor Jokai, Tibor Dery, Gyula Hernadi gibi yazarlardan öykü ve roman çevirileri yayımlanmış. Necatigil 1963 – 1974 arasında Macarca’dan 9 kitap tespit etmiş. Macar Edebiyatından çevirilerin çoğunlukla ikinci dilden, Almanca, İngilizce ve Fransızca’dan yapıldığı anlaşılıyor. Adalet Cimcoz, Ülkü Tamer, Zeyyat Selimoğlu, Cemal Süreya ve Barış Pirhasan’ın çevirilerine rastlıyoruz.

Marksist kuramcı ve edebiyat eleştirmeni Georg Lukacs’ın başta “Estetik” (Payel yay.) ve “Roman Kuramı” (Metis yay.) olmak üzere ise neredeyse tüm eserleri Türkçeye çevrilmiş.

70’li yıllarda Macar Edebiyatı’ndan en çok okunan kitabın Lazos Zlahy’nin “İki Esir”i olduğunu yazıyor Necatigil. Çağdaş Macar Edebiyatının önemli isimlerinden kabul edilen Zlahy’nin “İki Esir”inde “I. Dünya Savaşı’nda Budapeşte’de geçen ve savaşın yaşamlarını paramparça ettiği iki insanın tutkulu aşk öyküsü” anlatılıyormuş. Roman birçok dile çevrilip Dünya çapında ilgi görmüş. “İki Esir”in T,ürkçede son baskısını 2004’de Altın Kitaplar yapmış.

Türkçede en çok okunan Macar çocuk ve ilk gençlik edebiyatı eseri ise Ferenc Molnar’ın “Pal Sokağı Çocukları”. İlk çevirisi 1944’de yayımlanan “Pal Sokağı Çocukları”nı günümüze dek onlarca yayınevi 80 – 220 sayfa arasında değişen kalınlıklarda yayımlamış. Halen listelerde 21 çeşit Pal Sokağı çevirisi bulunuyor (bkz. kitapyurdu.com). Telif hakkını alarak yayımlayan tek yayınevi Yapı Kredi Yayınları, diğer yayınevleri bu kitabı telif hakkını almadan nasıl yayınlamış ve tabii bandrol alabilmiş anlamak kolay değil.

Anladığım kadarıyla özgün dilden, Macarca’dan hiç çeviri yapılmamış. Macarca’dan çeviri için kitabın ilk baskısının 100. yıl dönümünü, 2007’yi beklememiz gerekmiş. Tarık Demirkan’ın yaptığı tam çeviri 232 sayfa. Kitap 7 yılda 21 baskı yapmış.

“Pal Sokağı Çocukları” tüm Dünyada okunan bir kitap. Beş kez sinemaya uyarlanmış, tiyatroda sahnelenmiş, çizgi film haline getirilmiş. Yoksul çocukların oyun sahası yaptıkları arsayı zengin çocuklara karşı korumak için kum torbalarıyla verdikleri savaşı anlatıyor Molnar. Romanın unutulmaz kahramanı yoksul çocukların en küçüğü ve en çelimsizi, rütbesiz tek savaşçı er Nemecsek zatüreeden ölme pahasına verdiği mücadele ile belleklerimize kazılı. Romanın tüm Dünya’da sevilmesi de insanı insan yapan değerleri işlemesinden kaynaklanıyor. İyilik ve dürüstlüğün er geç kazanacağını vurguluyor.

YKY’nin 9 – 14 yaş grubuna önerdiği kitap bence daha olgun kişilerin de okuyabileceği dil ve anlatım gücüne sahip. Hele ilk cümleler edebi nitelikleri ve uzunlukları ile her yaştaki okuru ürkütebilir. Ama sayfalar ilerledikçe konu ve anlatım insanı kitaba öyle bir bağlıyor ki ilerleyen yaşlarda da merak ve keyifle bir çok kez daha okumamak elde değil.

Macarca’dan Türkçeye çevirilerde şiirin pek talihli olmadığını söylemek gerek. Macaristan’ın milli şairi Sandor Petöfi’nin şiirlerini kitap halinde iyi bir çeviri ile görmek için şairin 150. doğum gününü beklemişiz. 1823 doğumlu Petöfi’den çevirilerinin yayın tarihi 1973; “Şiirler” (çev. Tahsin Saraç, Cem yay.). Bu kitap bir daha baskı şansına ulaşamamış. Çağdaş Macar Şiiri’nin kurucusu sayılan Endre Ady’nin şiirlerini ise ancak 1992’de kitap halinde okuyabilmişiz; “Kan ve Altın” (çev. Tahsin Saraç, Adam yay.). Onun da yeni baskısı yok. İki kitap da Fransızcadan çevrilmiş. Necatigil, Macar şiirinden çevirilere dergilerde olduğu gibi antolojilerde de pek yer verilmediğini söylüyor. Tüm Dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok tanınıp sevilen toplumcu şair Attila Josef’den de “Temiz Yürekle” (1986, çev: Kemal Özer ve Edit Tasnadi, Broy yay.) adlı sadece bir derleme var.

2002’de Vural Yıldırım’ın derleyip çevirdiği “Macar Sevi ve Doğa Şiirleri” (Kültür Bakanlığı yay.), 2007’de Kemal Özer ve Edit Tasnadi’nin Macar Kadın şairlerden derlediği “Yüzünün Arkasında Mayıs” (Artshop yay.) yayınlanmış. Edit Tasnadi ve Dursun Ayan’ın derleyip çevirdiği “Macar Şiiri’nden Bir Seçki”de ise (2013, Bileşik yay.) Macar şiirinin kurucu şairi Balint Balassi’den başlayıp 1951 doğumlu Endre Kukorelly’e dek şairlerden örnekler verilirken Macar Şiiri’nin tarihi anlatılıp, şairlerin kısa biyografileri de anlatılıyor. Macar şiiri ile tanışmak için önemli bir kaynak olan bu kitaba kitapçılardan ya da internet üzerinden ulaşmak ise pek mümkün görünmüyor.

Son yıllarda Macarcadan Türkçeye roman ve öykü kitabı çevirileri Gün Benderli, Edit Tasnadi ve Tarık Demirkan’ın emekleri ile bir nebze hızlandı. Sanıyorum bunda İmre Kertesz’in 2002 Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasının da etkisi var. Kertesz’in neredeyse tüm eserleri Can Yayınları’nca Türkçede yayımlandı. Sandor Marai, László Krasznahorkai, Peter Nadas, Magda Szabó, İstvan Örkeny, Krisztian Grecso, Peter Esterhazy, Gyula Krudy ve László Darvasi’nin eserlerine kitapçılarda ulaşmak mümkün. ,

Macar Edebiyatı’ndan son çeviri László Krasznahorkai’nin “Savaş ve Savaş”ı (2014, çev. Gün Benderli, Can yay.). Roman, “Hissedip de bir türlü adlandıramadığımız, yakınımızdayken bile algılayamadığımız anlamların peşindeki bir adamı, hayattaki amacını gerçekleştirebilmek için tüm imkânsızlıkların üstesinden gelen bir adamı anlatıyor” diye tanıtılıyor. “Savaş ve Savaş” konusu kadar kurgusu ve anlatımıyla da ilginç bir roman.
Macaristan, bu yıl Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu olacak. Bu güçlü ve ilginç kültürü, aramızdaki bağları da düşünerek okumak ve anlamak için iyi bir fırsat. Umuyorum Budapeşte ve İstanbul’daki onur konuklukları ile iki ülke edebiyatları arasındaki bağı daha da güçlendirecek.

2014-05-13

Metin Celal – Cumhuriyet

Evrenle yarışan şair: Attila József

jattilafiatalSanırım onu ilk kez şu şiiriyle tanımıştım.

TEMİZ YÜREKLE (TISZTA SZÍVVEL)

Ne anam var ne babam,
ne tanrım ne memleketim,
ne beşiğim ne kefenim,
ne aşkım ve ne de sevgilim.

Üç gündür bir şey yemedim,
ne az ne de çok dedim,
yirmi yaşım her şeyim,
yirmi yaşımı, veririm!

Kimse almazsa eğer
şeytanın olsun bu değer!
Temiz vicdanla çalarım!
Gerekirse cana kıyarım!

Yakalar ve asarlar.
Kutsal toprağa koyarlar.
Ölüm getiren ot biter,
bu tertemiz yüreğimde!

21 yaşındaydım. Kısa hayatıma sığıveren onca tufanın ardından, sakin bir liman gibi sığındığım Budapeşte’de, Macarca öğrenirken keşfettiğim, yüreğimde esen fırtınaları bu kadar iyi dile getiren bu mısralar kor gibi benliğime işlemişti.

Benim yaşımdaki “bu genç”, her kimse, benim ruhuma sesleniyordu.

Söyledikleri, benim, hangi dilde olursa olsun anlayabileceğim türden şeylerdi.

Genç yıllarımın, kimliğimi ararken bastığım toprağımın hırsını haykırıyordu!

Ama şairle tanıştıkça, çığlığının gerisinde keşfettiğim çılgın çaresizlik ve bazı şiirlerindeki tarifsiz umutsuzluk da çok tanıdıktı.

ACIM TARİFSİZ (NAGYON FÁJ)

Çepeçevre kuşatılmışken
ölüm pusuya yatmışken
(kaçıp deliğe sığınmış fare gibi çaresiz)

alevlendikçe ruhun
bir kadında çare arayacaksın,
onun eline, dizine kucağına sığınacaksın.

Sadece sımsıcak kucak değil seni çağıran,
ürperten tutku değil,
çaresizliğin de ona iter seni.

İşte bu yüzdendir ki,
ölümün soluk yüzü çıkıp gelene kadar
sarılır kadınına onu bulabilen talihli.

Çifte yük ve
çifte hazine çünkü bu,
ama âşıksan, ve aşkında bile yalnızsan

Kuytularda çişini yapan
vahşi bir hayvan kadar
acınası ve muhtaç olacaksın.

Sığınacak liman yok başka.
Bıçağını ananın gırtlağına daya,
o kadar cesursan eğer.

Bak işte, çığlığını
anlayan kadın da çıkar karşına.
Ama yine de iter seni, ıssızlığa.

İnsanlar arasında
böyle yaşayamam ben
Acıların doruğunda.

Elindeki çıngırağını
sallayan terk edilmiş bir çocuk gibi
yapayalnız bir başına.

Onunla ya da onsuz
ne yapmam gerek?
Bulmalıyım bunu utanılacak da olsa

nasıl olsa dışlıyor bu dünya,
ışıkta kamaşan gözlerde
düşlerden duyulan dehşetli korkuyla..

Kültür mü?
Aşıkların sevişirken çıkardıkları elbiseler gibi
dökülüyor üzerimden hızla.

Peki ama o nerede?
Ölümün üzerime sıçrattıklarıyla
boğuşmamı nasıl seyredebiliyor hala?

Kadın doğururken,
bebek de acı duyar, ama,
çifte acıyı alçak gönüllülük dindirir, unutma.

Bana para kazandırıyor
acı dolu türküm, ama neye yarar.
Gölge gibi katlanıyorum utancıma.

Yardım edin bana!
Siz çocuklar, gözleriniz
önünüze aksın onu gördüğünüzde!

Siz masumlar!
Zalim çizmelerin altında çığlık çığlığa,
feryat edin; acım tarifsiz!

Siz sadık köpekler!
Ezilin tekerleklerin altında
inleyin; acım tarifsiz!

Siz gebe kadınlar!
Düşürün bebeklerinizi kanlı gözyaşıyla
hıçkıra hıçkıra; acım tarifsiz!

Siz insanlar!
Düşün, kırılsın kolunuz beliniz
sızıldanın; acım tarifsiz!

Siz erkekler!
kan dökün kadın uğruna
ve haykırın; acım tarifsiz!

Atlar, boğalar!
Yük taşımak için erliği burulanlar
böğürün: acım tarifsiz!

Dilsiz balıklar!
Buzun altında oltaya takılanlar!
Sessiz çığlığınızla; acım tarifsiz.

Siz canlılar!
Acıyla kıvranan canlar!
Alevlerle kavrulsun eviniz!

Küller içinde
Cansız yatarken bedeniniz
mırıldanın son bir gayretle; acım tarifsiz!

Son nefesine kadar duyacaksın!
Uzatmadığın elin neye yarar artık
Zalim nazınla bir başına kalacaksın

Çepeçevre kuşatılmışken
hayat pusuya yatmışken
Sığınabileceğim son limanı da yaktın.

Kimdi bu adam?

Macar şairi Attila József’le işte böyle tanıştım.

1905’de doğmuş, 1937’de de intihar ederek ölmüştü.

Budapeşte’nin yoksul bir işçi semtinde, Avrupa’nın devrimlerini, krizlerini, XX. Yüzyılın kanlı gelgitlerini yaşayarak büyümüştü.

Yetimliği, hiç unutamadığı anne sevgisi, bilincine vardığı dehasının ağırlığı ve bitmek tükenmek bilmeyen yalnızlığından daha önemli tek bir şey vardı hayatında;

Çaresizliğine rağmen hayatla pazarlık etmeme direnci!

Bize benzeyen, hırsları ve tutkularıyla içten içe tutuşan, ancak bunu bize benzemeyen bir şekilde hep bastıran Macar insanına ayna tutmuştu.

İsyancı oldu;

Radikal oldu;

Komünist oldu;

Hümanist oldu;

Ama sonuna kadar aslında kendisi, neyse o kaldı!

Yüreğinin ona fısıldadığını, o herkese haykırdı!

Macardı, ama aynı zamanda evrenseldi; Kırılganlığına rağmen, salt insan olmanın yüceliğini hissederek, bir şiirinde “yıldızlarla ölç kendini” dizesiyle insana evrenle yarışmasını öğütlüyordu.

Ve 32 yaşında hayata “elveda” dediğinde, Macar dilinin ve Macar şiirinin en ustaları arasındaydı.

Ve bu gerçek, dünya görüşü, hayat tarzı vb anlamında onu sevmeyenlerin de tartışmasız kabul ettiği bir vakaydı.

Macar ulusu, ona olan saygısını, doğum günü olan bugünü, yani 11 Nisan’ı “Macar Şiir Günü” olarak ilan ederek gösterdi.

Ve insan kaderlerinin nasıl kesiştiği üzerine ilginç bir ayrıntı daha: ben bugün Budapeşte’nin Ferencváros semtinde oturuyorum, yani yüzyılı aşkın bir süre önce, o zamanlar yoksul bir işçi semti olan ve Attila József’in doğduğu büyüdüğü semtte.

O dönem bir iki katlı barakalardan oluşan mahalle, daha sonra çok katlı modern evlerle şehrin önemli bir semtine dönüşmüş.

Ve tarihin garip bir oyunu, bugün oturduğum binanın duvarında şöyle bir levha duruyor: “Ünlü Macar şairi Attila József bu binanın yerinde olan eski bir evde yaşamıştı”

Yüzyılı aşkın bir süre içinde mekânlar değişse de, hayatımın en önemli şairlerinden birinin çocukluğunun geçtiği alanlarda soluk alarak; O’nu var eden Budapeşte’nin solgun, ama tutkulu sokaklarında dolaşarak şimdi onu daha iyi anlıyorum.

Ve “temiz yürekle” çıktığı bu yolda şairin asla yalnız kalmayacağını da artık çok iyi biliyorum.

Tarık Demirkan

11 Nisan 2014
Ferencváros – Budapeşte

Pal Sokağı Çocukları

palsokKitabın Adı: Pal Sokağı Çocukları
Yazarı: Ferenc Molnar
Çevirmen: Tarık Demirkan
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Yaş Grubu: 9 yaş ve üzeri
Anahtar Kavramlar: Arkadaşlık, dostluk, fedakarlık, diğergamlık.

Ana Tema: En değerli varlığımız dostlarımız, en değerli duygumuz fedakarlığımızdır.

Volkan Tekdemir

Ferenc Molnár

(12 Ocak 1878, Budapeşte – 1 Nisan 1952, New York). İlk öyküleri 19 yaşındayken yayımlanan Macar oyun yazarı ve öykücü Molnár, 1907’de Az ördög (Şeytan) adlı oyunuyla tanındı. Hukuk öğrenimi gördü ama gazeteciliğe geçerek Birinci Dünya Savaşı’nda savaş muhabirliği yaptı. Pek çok oyunu Avusturya, Almanya, ABD gibi yabancı ülkelerde oynanıp sevilen Molnár, yoksulların sorunlarını duygusal bir tonda işlediği, her biri başyapıt niteliğinde öyküler de yazdı. Öte yandan, çok sayıda romanı olmasına karşın sadece başyapıtı sayılan A Pál utcai fíuk (1907; Pal Sokağı Çocukları) başarılı oldu ve Molnár bütün dünyada bu romanla tanındı.

Pal Sokağı Çocukları

1907 yılında Macaristan’da bir grup çocuğun bir dönemini anlatır romanımız. Ancak okuyanların belki de tamamı onda unuttukları çocukluklarını bulur. Kitabın çocuklar kadar yetişkinler tarafından da sevilmesinin, çocuklukta okunmuş romanın defalarca tekrar edilmesinin nedeni budur belki de. Yazarının, vatan sevgisi, dostluk, fedakarlık, cesaret ve hatta şehitlik gibi kavramları çocuğun dünyasından aktarabilme gücü eserini dünya klasikleri arasına sokmuştur. Eser Macar edebiyatının gurur kaynağı olmuş, yazılışının 100. Yılında Pal Sokağı’nda heykeli dikilmiştir.

Roman kendilerine Pal Sokağı çocukları adını veren bir grup çocuğun ve oyunlarını oynadıkları “arsa”nın etrafında döner. Bu sokağın çocukları farklı birer dünya, farklı birer renktir. Boka liderdir, yaşının üzerinde bir olgunluğu vardır. Gereb, arkadaşlarına ihaneti göze alabilecek hırslara sahiptir. Csele titiz ve kibardır. Csanakos, trenden daha gürültülü ıslıklarıyla nam salmış neşeli bir çocuktur. Barabas ve Kolnay Macun Toplama Derneği liderliği için birbirlerini yer durur. Ve romanımızın gizli kahramanı Nemecsek. Grubun en zayıf, en küçük çocuğu. Asker oyununun tek rütbesiz eridir.

Pal Sokağı Çocukları, üzerinde top oynayabilecekleri, asker oyunlarında kaleler kurabilecekleri eşsiz bir arsaya sahiptirler. Bu bakımdan Budapeşte’nin bu yoksul mahallesinin çocukları aslında Budapeşte’nin en şanslı çocuklarıdırlar. Arsanın Pal Sokağı Çocuklarından başka da talipleri vardır. Bunların başında Kızıl Gömlekliler Çetesi gelir. Bu çete güçlü kuvvetli çocuklarıyla bilinmektedir. Kitabın başından itibaren Kızıl Gömleklilerle Pal Sokağı Çocukları arasında geçen mücadelenin sebebi arsaya sahip olma mücadelesidir. Pal Sokağı çocuklarının gözünden bakıldığında güçlü, zalim ve yırtıcı görünen bu çocuklara yazar kendi gözüyle baktığında arsayı ele geçirmek için amaçlarındaki çocukça masumiyeti gösterir bize: “çünkü top oynayacak başka yerimiz yok”.

Çocukların gözünden anlatılan bu mücadele her ne kadar gerçek savaşları aratmayacak bir ciddiyete sahipse de çocukluğun masumiyetini de yansıtır. Büyüklerin savaşlarından çok daha adil, çok daha merhametli ve çok daha saygılı bir savaştır aslında bu. Bu noktadan bakıldığında Pal Sokağı Çocukları hayat oyununun nasıl oynanacağı konusunda büyüklere verilmiş birer örnektir aslında.

Roman bu savaş oyunu çevresinde dönse de arada bir önemli ayrıntılara da dikkatimizi çeker. Bunlardan biri macun toplama derneğidir. Kitabı çocuk yaşlarda okuyan çoğu kişinin hayatında unutulması zor anılar da bırakan macun toplama derneği, çocuklar için hayatın ne kadar ciddiye alındığının, bize dışarıdan oyun gibi görünen şeylerin bile onların dünyasında ne kadar da çok gerçeğe tekabül ettiğinin bir göstergesi olsa gerek. Öyle ki ölüm döşeğindeki Nemecsek’in bile aklına hala bu dernekte kendisi hakkında alınan haksız ve küçük düşürücü karar gelmektedir.

Roman, Frenc Molnar’ın çocuk edebiyatındaki zekasına ve çocuk romanlarında son zamanlarda görmeyi özlediğimiz gerçekçiliğe bizi hayran bırakıyor. Önce kızıl gömleklilerle yapılan mücadele sırasında birkaç kez soğuk suya girmek zorunda kalan ve bundan dolayı ağır bir şekilde rahatsızlanan Nemecsek’in ölümü ile sona yaklaşıyor. Ardından kızıl gömleklilere karşı Boka’nın bir savaş dehası olarak planladığı ve korkusuz bir lider olarak ordusunun başında giriştiği savaşta “Arsa”nın yani Pal Sokağı Çocukları’nın Vatanı’nın bir müteahhit’in eline geçmesiyle sona eriyor. Yani kitabın sonunda sizi ablak bir gülümsemeyle kitaptaki gerçekçiliğe ve duygu yüküne yakışmayan bir mutlu son beklemiyor. Kitap gerçek hayattaki bir çok hikayede olduğu gibi “acı” bir şekilde son buluyor.

Bu gerçekçi tarz aslında çocuklarımız açısından artık unutmaya başladığımız bir gerçeği de vurguluyor bize. Çocuklar hep gülerek yetişmez. Hayatta lezzet olarak sadece tatlılar yoktur. Acı da bir lezzettir ve hüzün bir çocuğu olgunlaştıran, kalbinin incelikler kazanmasını sağlayan bir duygudur. Acıların en büyüğü olarak görülebilecek ölüm bile aslında o kadar uzağımızda değildir. Romanın en sevimli kahramanı Nemecsek’i kaybettiğinizde bunu çok iyi anlıyorsunuz.

Pal Sokağı Çocukları kitabının sonuna geldiğinizde bu kitabın neden çocuk edebiyatının bir klasiği haline geldiğini ve yüz yılı aşkın bir zamandır hala neden en çok okunan ve aranan çocuk kitapları listesinin başlarında yer aldığını anlıyorsunuz. Pal Sokağı Çocukları hem çocukların gerçek hayattan bir kesitle eğitilebileceklerini, ağlamaktan mutluluk duyarken, gülerken içlerinde bir sızı hissedebilecekleri bir roman hem de yetişkinler için çocuğun dünyasını onun gözüyle yansıtabilme konusunda başarısını kanıtlamış bir belgesel. Çevirideki ustalık da kitabı Ferenc Molnar’ın kendisinden dinliyormuşsunuz izlenimi veriyor. Bundan dolayı bu romanı dokuz yaş ve üzerindeki çocuklarınıza ve anne babalar olarak sizlere şiddetle tavsiye ediyoruz.

Eleştirel Düşünme:

Kitabın içerisinde geçen Macun Toplama Derneği hakkında konuşarak neden böyle bir dernek kurulduğunu, çocukların niçin bilye toplama derneği değil de macun toplama derneği gibi bir dernek kurmak istediklerini çocuğunuza sorun. Acaba bugün kendi arkadaşları arasında böyle bir dernek kurmak ister mi? Kursa bu derneğin ismi ve görevi ne olurdu? Sorularının üzerinden çocuğunuzla bu konuşmayı sürdürün, farklı fikirlerini mutlaka not edin.

Kitabın sonlarına doğru Erno Nemecsek’in ölümü üzerine konuşun. Onun ölümünü arkadaşlarının ve ailesinin nasıl karşıladığı konusunda sohbet edin. Nemecsek’in ölümünün sıradan bir ölümden farkı var mıdır? Acaba Nemecsek’in ölüm sebeplerinin Nemecsek’in saygı ile anılmasına etkisi var mıdır? Sorularıyla konuşmanıza devam edin. Çocuğunuzun farklı fikirlerini mutlaka kaydedin.

Kitabın alternatif sonu konusunda çocuğunuzla konuşun. Kitabın sonucunu beğendi mi? Beğenmediyse kendisi nasıl bir alternatif son yazmak isterdi? Onun alternatif sonuç fikrini de alın. Onun yazmak istediği sonucun acaba eleştirilebilecek yönleri var mı? Onunla bu konuda konuşmanızı bu yönde geliştirebilirsiniz.

www.aileakademisi.org

2014-01-27

Attila Jozsef: Flora

jozsef_attila_3FLORA

Şimdi iki milyarlar zincirlemek için beni

Benden bir çoban köpeği yapmak niçin kendilerine

Fakat iyilik, şefkat ve nicelik duyguları

Göç ettiler onların dünyasından Güney’e.

Artık ışık içinde göremiyorum bu dünyayı

Göremiyorum , deney tüpüne bakan bir doktor rahatlığıyla

Diz çöküyorum, haykırıyorum yenilgimi

Sevgilim, bir an önce gelmezsen yardımıma

Köylü nasıl toprağa muhtaçsa

Yağmura, güneşe nasıl muhtaçsa, muhtacım sana

Bitki nasıl ışığa muhtaçsa

Ve klorofile, fışkırmak için topraktan,

Muhtacım sana, çalışan kalabalık

Nasıl işe, ekmeğe, özgürlüğe muhtaçsa

Ve nasıl avuntuya muhtaçlarsa kuşatıldıklarında

Çünkü gelecek doğmadı daha acılarından.

Bir köye nasıl okul, elektrik

Su, taştan evler gerekliyse

Çocuk nasıl gereksenirse oyuncaklara

Isıtan bir sevgiye;

İşçi için bilincin

Ve gözüpekliğin anlamı neyse

Yoksul için onurun;

Ve bulanık çocuklarına bu toplumun

Bir hayat çizgisi nasıl gerekliyse

Ve nasıl gerekliyse hepimize

Akıl, uyanıklık, yol gösteren bir ışık

Flora! Yüreğimde yerin işte öyle.

 

Çeviren: Ataol Behramoğlu

2014-01-18

Miklós Radnóti : Kollarında (Két karodban)

radnoti_miklosMiklós Radnóti : KOLLARINDA (KÉT KARODBAN)

Kollarında sallanıyorum
sessizce.
Kollarımda sallanıyorsun
sessizce.
Kollarında çocuğum ben
suskunum.
Kollarımda çocuksun sen
coşkunum.
Kollarınla kucaklarsın
korkarsam.
Kollarımla kucaklarım
ve artık korkmam.
Kollarında ürkütmez
ölümün korkunç sessizliği bile.
Kollarında ölüm
sanki bir uyku
dalarım içine

20 Nisan 1941

(Çeviri: Tarik Demirkan)

Macar şairi Géza Képes’dan bir şiir: Sonsuz Evren Türküleri

kepesMacar şairi Géza Képes 1909 yılında doğdu. Alman dili ve edebiyatı eğitimi gören Géza Képes daha sonra dil öğrenmeye olan eğilimiyle İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Fince, Türkçe, Moğolca, Yunanca, Bulgarca, Arapça, Japonca öğrendi, bu dillerden şiirler çevirdi.

Daha sonra Macar radyosunda programlar da yapan Géza Képes pek çok edebiyat ödülü aldı.

1989’da ölen şairin Sonsuz Evren türküleri adlı destanından bir şiirini tanıtıyoruz.

Sonsuz Evren Türküleri (1946-1957)

72.

Ve işte insan eli uranyumu eriterek

Azad etti cevherinin bağrından

Ve artık radyum kuyularının

Çağıltılarıdır derinliklerde yankılanan ki

ışınının okları ölümcüldür ölümlüye!

Ve ”bölünmez” denilenin çekirdeğini

Parçalara ayırdı nötron ve proton.

Acaba ıslah olacak mı bu korkunç

ve obur güç! Bu betonu eriten yeni ateş?

Ademoğlu, yol ayrımındasın!

Mucizende kullandığın su bile

Lağımlarda sefil etti kurbağaları,

dört başlılar ve bedenleri, yara bere içinde!

Ademoğlu, geleceğin tehlikede!

Hangi deliğe sığınacaksın şimdi?

İnsan olmanın canavarlığını unutabileceğin hangi ine?

(çeviri: Tarık Demirkan)

2013-10-15
Turkinfo-Budapeşte

16,474FansLike
639FollowersFollow