20. yüzyılın en önemli olaylarından biri şüphesiz 1917 yılında Rusya’da gerçekleşen Bolşevik Devrimi’dir. Birinci Dünya Savaşı’nın en hiddetli yıllarında gerçekleşen devrim hem savaşın kaderine hatırı sayılır bir etkide bulundu hem de 20. yüzyılın kalanında dünyanın üçte birine hakim olacak olan sosyalizm ateşinin kıvılcımını yaktı.
Devrimin ve Bolşevik Partisi’nin önderi Vladimir Lenin, yaşadığı süreçte kimi kesimlerce “Rusya’nın ekonomik gelişimini kavrama noktasında eksik olmakla itham edilse de (Lukâcs, [1924] 1998:7) devrimin başarıyla sonuçlanması onun teorilerinin haklılığını ispatladı. Lenin; Marx ve Engels’in o zamana kadar yaptığı çalışmaları derinden inceledi ve temel teorik tezlerini sadece Rusya koşullarına uyarlamakla kalmadı, aynı zamanda Marksizme önemli teorik katkılarda bulundu. İşçi sınıfının, sınıf bilinci aracılığıyla diğer sınıflardan ayrı bir sınıf olarak var olduğunun farkına varmasına özel bir önem atfetti ve Marks’ın yolundan giderek işçilerin kurtuluşu için tek yolun kapitalist sınıfa karşı mücadeleden geçtiğini savundu (Uslu, 2017: 64). Bunun yanında işçi sınıfına “bilincin ancak dışarıdan verilebileceğini” söyleyerek (Lenin, [1902] 1990: 38), bu bilincin de işçi sınıfına siyasi önderlik yapacak olan “profesyonel devrimciler örgütü” aracılığıyla taşınacağı (Lenin, [1902] 1990: 120) tespitini yaptı ve nesnel koşulların yanına iradeyi de koyarak, günümüzde halen önem arz eden Marksist-Leninist parti modelini tanımladı.
Lenin, Macar düşünür George Lukâcs’ın ifadesiyle “devrimci işçi sınıfı hareketinin Marx’tan sonra yarattığı en büyük düşünürdü” (Lukâcs[1924] 1998:7). Lukâcs bu sözleri Lenin’in ölümünün hemen ardından 1924 yılında yayımladığı ve Lenin’in teori ve pratiği arasındaki ilişkiyi (Lukâcs, [1924] 1998:7) onun temel teorik tezlerini ele alarak açıkladığı “Lenin’in Düşüncesi-Devrimin Güncelliği” adlı eserinde sarf etti.
Geörgy Lukâcs 1885 yılında Budapeşte’de doğdu. Bu dönemde Macaristan’da hem sosyal demokratlar hem de burjuva radikalleri, geniş bir siyasi etki alanına sahip olmasalar bile kendilerini gösteriyorlardı (Uslu, 2005:155). Avusturya-Macaristan finans burjuvazisinin önde gelen ailelerinden birinin çocuğu olarak iyi bir eğitim almış ve yirminci yüzyılın önemli entelektüel çevrelerine dahil olmuş olan Lukâcs’ın Nietzsche, Simmel ve yeni Kantçılık, daha sonra da Hegel uğraklarından geçen yolu (Uslu, 2018) I. Dünya Savaşı sonrasında, savaş yıllarında yeniden incelemeye koyulduğu, Marksizme varmıştı (Lukâcs, [1923] 1998: 8). Lukâcs 1918 yılında Macar Komünist Partisi’ne katılarak teorik çalışmalarını pratik alana taşıdı ve ilerleyen süreçte Konseyler Cumhuriyeti’nin içinde yer aldı. Bu deneyimin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından sürgüne gönderildi ve “Lenin’in Düşüncesi-Devrimin Güncelliği” eserini de Macar Marksizminin gelişimine önemli katkılar sağlayacağı bu sürgün yıllarında yazdı(Uslu, 2005:158).
Lenin’in teorik ve pratik faaliyetleri arasındaki ilişkinin, dönemin komünistleri tarafından anlaşılmadığı kaygısıyla yazılan eser bu ilişkiyi detaylandırmaktan ziyade anlaşılır kılma amacını taşımaktadır. Lukâcs, Lenin’e yönelen oportünist eleştirilere karşı onun, nesnel durumları tarihsel maddecilik ışığında değerlendirerek Marksizme dair o güne kadar yapılan anakronik ve dogmatik yanlışları nasıl bertaraf ettiğini ve devrimin güncelliği konusundaki düşünceleri ve katkılarıyla Marksizmin özüne nasıl vardığını açıklamaktadır. 1923 yılında yayımlanan “Tarih ve Sınıf” Bilinci kitabında da değindiği üzere, Lukacs’a göre olguların tek tek değerlendirilmesinden ziyade bütünlüklü bir biçimde ele alınması “sürecin gerçekliğidir”. Yani bir anlamda gerçekler üzerinden harekete geçebilme kabileytinin kendisidir. Bu bağlamda,gerçeğin kavranışı ise diyalektik için tek başına yeterli değildir ve onu ancak “içinde bulunduğu tarihsel bütünlük ve diğer momentler arasındaki ilişki” çerçevesinde değerlendirdiğimizde gerçek olarak kavrayabiliriz. Dolayısıyla bu momentler arasında kurulan bağ Marx ve Engels’in tarihsel koşullara ilişkin şu önermesinin güncelliğine de ışık tutmaktadır. “Tarihimizi biz kendimiz yaparız, ama her şeyden önce çok belirlenmiş öncüllerle ve koşullar içinde. Bunlar arasında en sonunda belirleyici olanlar ekonomik koşullardır. Ama siyasal olanlar vb. ve hatta insanların beynine musallat olan gelenekler bile, kesin belirleyici olmasalar da, bir rol oynarlar”. (Bkz. Karl Marks-Friedrich Engels Seçme Yazışmalar II, S.236 Sol Yayınları)
Lukacs’a göre, Lenin de kapitalizmin Rusya’da gelişim aşamalarını bu yönde ele aldı ve dönemdaşlarının düştüğü yanlışa düşmedi. Kapitalizmin gelişme zorunluluğunu kabul ederek sosyalizme giden yolun tekelci kapitalizmden geçtiğini savundu (Lukâcs, [1924] 1998:18).
Halk: Tek bir sınıf mı, ittifak mı?
Lukacs, Lenin’in partisini Narodniklerin gerçek mirasçısı olarak niteliyordu (Lukâcs, [1924] 1998:23). Narodniklerin proletarya ve köylülüğü aynı potada eriterek devrim mücadelesinin merkezine koyduğu soyut “halk” kavramını Lenin, farklı çıkarlara sahip olan bu iki sınıfın (ve tüm ezilen sınıfların) ittifakı şeklinde güncelleyerek somutlaştırmış ve “Narodniklerin eski düşüncelerini” diyalektik olarak dönüştürmüştü (Lukâcs, [1924] 1998:23). Lenin bu dönüşümü yaparken ittifakın yönetici konumuna ise sınıf bilincine sahip olması sebebiyle proletaryayı getirmişti.
Sınıf bilinci kavramı, Lukacs’ın yine “Tarih ve Sınıf Bilinci” kitabında önem atfettiği bir kavram. Sınıf bilincini kapitalizm öncesi ve kapitalizm döneminde birbirinden ayıran Lukacs (Lukâcs [1923] 1998:127) o zamana kadar bulanık halde olan sınıfların kapitalizmle beraber berraklaştığını ve burjuvazi ile proletaryanın “yaşam olgusu ve gelişimlerini sürdürmesi yalnızca modern üretimin gelişime dayanan” iki sınıf olarak ortaya çıktığını söylüyor.(Lukâcs, [1923] 1998:128). Küçük burjuvalar ve köylülerin yaşam olguları ise kapitalist üretim sürecindeki konumlarına dayanmıyor ve bu nedenle onların “sınıf çıkarları” toplumsal yapılanmanın tamamına değil “parça parça olaylarına hitap ediyordu” (Lukâcs, [1924] 1998:129). Lukacs, Tarih ve Sınıf Bilinci’nde detaylı olarak ele aldığı bu konuyu “Lenin’in Düşüncesi”nde de benzer bir bakış açısıyla inceliyor ve Lenin’in; proletaryanın devrimin öncü sınıfı olacağı yönündeki savunusunu vurguluyor. Lenin’e göre, proletarya da devrimin öncülüğünü üstlenme bakımından tek başına yeterli olmayacağı için ona gerekli siyasal bilinci taşıyacak bir devrimciler örgütüne ihtiyaç vardır. Lukacs’ın “proleyaryanın en bilinçli unsurlarının katı biçimde merkezileşmiş örgütü olarak” (Lukâcs[1924] 1998:27) tanımladığı parti, Leninist parti modelinin de özüdür. Bu noktada Lukacs “Devrimin Güncelliğinde” bu örgüte duyulan ihtiyacı da irdeler. Ona göre partinin “kitleye öncü olması durgun dönemlerde önemliyken devrim çağında kitleler zaten devrimcidir” ve parti kitlelerin önünde yaratıcılığı engelleyen bir set haline geldiği ölçüde dogmacılığa yaklaşarak diyalektik özünden uzaklaşır ve gericileşir. Burada önemli olan “komünistlerin” sınıfa bilinç taşıyarak siyasi önderlik etmesi ve proletaryanın kendi devrimini gerçekleştirmesini sağlamasıdır. Proletaryanın sınıf bilinci, onun tabakalaşmadan tek bir sınıf olarak kalabilmesi için de önemlidir (Lukâcs, [1924] 1998:29).
Lukacs, Leninist parti anlayışını aynı zamanda “Menşevik kadercilikten de bir kopuş olarak tanımlarken, (Lukâcs, [1924] 1998:29) yukarıda bahsedildiği gibi partinin kendisinin de nesnel gerçeklikten kopuk olarak bir dogma haline gelmesinin karşısında nesnel gerçekliğe uygun konumlanış alması gerekliliğini savunmaktadır. Ve parti “hem devrimin olgunlaşmasını hızlandırmalı hem de proletaryayı devrim durumuna hazırlama görevini üstlenmelidir” (Lukâcs, [1924] 1998:32).
Emperyalizm ve sınıf bilincinin birliği
Lenin’in, proletaryanın sınıf bilincine atfettiği önemle bağlantılı olarak proletaryanın enternasyonal birliği ve emperyalist savaş karşısında egemenlerin değil kendi sınıfının çıkarına vereceği enternasyonal direniş, emperyalizm tanımlamasının siyasal boyutuyla doğrudan ilintilidir. Lenin; Marks’ın Komünist Manifesto’yu bitirirken kurduğu “Dünyanın bütün işçileri birleşin” cümlesini, I. Dünya Savaşı’nın daha ilk yıllarında II. Enternasyonal’e hatırlatsa da Enternasyonal’ın ezici çoğunluğu savaş yanlısı bir tutum alarak reformist tavır sergiler. 1916 yılında “Emperyalizm” adlı eserini yayımlayan Lenin, bu teoriyi sadece iktisadi alanda sınırlı tutmamış ve “çağımızın siyasal sorunlarını birbirine bağlayarak” somut dünyayı göstermiştir. Lenin tarafından “kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak tanımlanan emperyalizmle beraber yaratılan dünya ekonomisi, dünya savaşını da beraberinde getirmiştir. Emperyalist savaş proletaryaya iki yol açar ve proletaryanın bu yollardan hangisinde ilerleyeceği, sahip olduğu sınıf bilincine göre belirlenir. Bu yollardan biri ezilenlerin gerçek önderi olmak ve “tüm dünyanın işçilerinin” kendilerini sömüren egemenlere karşı ortak mücadelesiyken diğeri savaş aracılığıyla farklı ülkelerin proleterlerinin birbirlerine karşı savaşır konuma gelmeleridir (Lukâcs, [1924] 1998:54). Bu sırada yaşanan bir diğer önemli gelişme ise o zamana kadar ilerici kimliğini koruyan burjuvazinin gerici bir konuma gelmesi ve artık devrimcilik bayrağını proletaryaya bırakmasıdır (Lukâcs, [1924] 1998:52) .
Lukâcs’a göre savaş, o zamana kadar var olan niceliksel sorunların niteliksel bir değişikliğe uğramasıdır. Sınıf bilinci, partinin kararlılığı böyle dönemlerde önemli dönüm noktalarını oluştururken Lukâcs, Enternasyonal’ın tavrını anlık bir heyecanın ötesinde sınıfsal bilincin eksikliğiyle açıklar.
Devlet ve proletarya diktatörlüğü
Lenin aynı zamanda Marksist devlet teorisini derinlemesine inceleyen ilk teorisyendir. Marksizm, devletin sınıflar üstü olduğu yönündeki tanımlamayı yıkarak devleti de sınıfsal eşitsizlik ekseninde, burjuvazinin sınıfsal egemenliğinin aracı olarak tanımlamıştır. Lukâcs’a göre Lenin bu konuda Marksist anlayışın teorik düzeyine, devlet sorunu karşısındaki proleter devrimci tavrın berraklığına erişen tek kişi olmuştur. Proletaryanın bilinci onu devrimci mücadele içinde önder konuma sokar ve burjuvaziden aldığı ideolojik siyasal önderlik ile hakim olduğu devlet mekanizmasında geçici bir proletarya diktatörlüğü kurar, çünkü burjuvaziyi bir sınıf olarak yok etmek siyasal haklarını tamamı elinden alındığında bile tam anlamıyla gerçekleşmeyebilir. Burjuvazinin devam eden sınıfsal gücüne karşı onu ekonomik ve ideolojik olarak da çökertmelidir (Lukâcs, [1924] 1998:72).
“Lenin’in Düşüncesi”
Genel hatlarıyla bakıldığında Lukâcs, “Lenin’in Düşüncesi Devrimin Güncelliği”nde Lenin’in yaşadığı süreçte girdiği polemiklerden oluşan eserleri derliyor ve bu aktarımı yaparken yeni bir polemiğe girmektense Lenin’in tezlerini anlaşılır kılmayı amaçlıyor. Lenin’in tarihsel materyalizm yorumundan bunu Rusya’ya uyarlamasına, devlet ve emperyalizm teorilerinden Leninist parti modelinin tanımlanmasına kadar yazdığı tüm konuları derlerken kendi diyalektik yorumunu da katıyor.
“Lenin’in Düşüncesi-Devrimin Güncelliği”
Georg Lukâcs
Çev. Ragıp Zarakolu
Belge Yayınları, 2017, 3. Baskı, 136 s.
Kaynakça:
Ayrılmaz Taylan, “Lukâcs: Marks’a Giden Yol (Ateş Uslu röportajı)” Ek Dergi, (Çevrimiçi)
http://www.ekdergi.com/lukacs-marxa-giden-yol, 22 Ekim 2018
Lenin, Vladimir: Ne Yapmalı, Çev. Muzaffer Erdost, Ankara, Sol, 1990
Lukâcs, György: Lenin’in Düşüncesi Devrimin Güncelliği, Çev. Ragıp Zarakolu, İstanbul, Belge Yayınları, 1998
Lukâcs, György: Tarih ve Sınıf Bilinci, Çev. Yılmaz Öner, İstanbul, Belge, 1998
Uslu, Ateş: “Rusya’da Sosyalist Düşüncenin Oluşumu: Narodnizmden Marksizme (1840-1897),” İktisat Dergisi, 538
Temmuz – Aralık 2017, s.50-69
Uslu Ateş: “Macaristan’da Marksizm ve Yeni Sol,” Praksis, 13 Kış, 2005, s.153-17