7 Kasım 1944… Budapeşte’nin karla kaplı, duvarlarla çevrili, küçük, taş zeminli bir bahçesinde, gencecik bir kız, kendisine kurşun yağdıracak bir manganın önünde duruyor. Gözlerinin bağlanmasına izin vermemiş, katillerine bakıyor…
Birkaç ay önce, İngiliz ordusu içinde savaşan Palmach grubundan başka arkadaşları ile paraşütle Yugoslavya’ya atlamış…
Palmach, Yahudi Ajansına bağlı çalışan, Hagana’nın, II. Dünya Savaşı sırasında, Mayıs 1941’de oluşturduğu para militer bir grup… Amacı Filistin topraklarını ve burada yaşayan Yahudi nüfusu, Kuzey Afrika’dan yaklaşan Alman tehlikesine karşı korumak… Tabii ki bunu, bu toprakların patronu Britanya ile yapacak… Hani, 1939 Beyaz Kitabı ile, Araplara hoş görünmek adına, buralara Yahudi göçünü kısıtlayan Britanya ile…
Askeri eğitim alan ve savaşmak için yetiştirilen, aynı zamanda kibutzlarda tarımla uğraşıp toprağın kaderini değiştirmek için çalışan gençlerden oluşuyor Palmach… O da bu gençlerden biri… Haziran 1921’de Macaristan’da, zengin bir aileye doğuyor. Babası önemli bir yazar ve edebiyat insanı. Aile, Yahudi köklerinden uzaklaşmış… Ancak, daha lise çağında, Yahudi düşmanlığı ile tanışıyor. Bu kendisini derinden etkiliyor ve kimliği ile ilgili sorular sormasına neden oluyor… Yahudiliği ile tanışıyor, etkileniyor, İbranice öğreniyor… Filistin’e göç etmeye karar veriyor. 1939’da ailesini arkada bırakarak, yeni bir yaşantıya yelken açıyor.
Yerleştiği kibutzdaki yöneticileri tarafından, başka arkadaşları ile özel bir göreve seçiliyor. Partizanların, Macar Yahudilerinin kurtarılması için, müttefik orduları ile birlikte hareket etmelerini sağlamak ve Macaristan’da yapılacak operasyonları organize etmek için paraşütle, Yugoslavya’daki Alman hatlarının arasına sarkacaklardır… Kabul ediyor, Macar Yahudileri söz konusu olunca…
Özel eğitimden geçtikten sonra, dahil olduğu ekiple Yugoslavya üzerinden Avrupa’ya iniyor… Tito’nun partizanları arasında üç ay kadar savaşıyor… Macar Yahudilerinin Auschwitz’e sürülmelerinin tepe noktasında, 7 Haziran 1944’te, birkaç yıl önce terk ettiği ülkesine, bu sefer gizlice giriyor.
Çok geçmeden Macar polisi tarafından yakalanıyor. Alıkonduğu hapishanede işkenceye maruz kalıyor. Bildiklerini anlatsın istiyorlar. Neticede o İngilizler adına çalışan bir casustur. Macar vatandaşı olması işleri onun adına içinden çıkılmaz hale getiriyor. Mahkeme ediliyor. Burada takındığı taviz vermeyen tavır, işte o soğuk Kasım günü, ölüm mangasının karşısına çıkartıyor onu.
Hanna Senesh, 7 Kasım 1944’te kurşuna dizilerek öldürüldüğünde 23 yaşındadır.
Tutsak tutulduğu hapishanedeki hücresinin duvarına kazarak yazdığı şiir o günlerdeki duygularını anlatıyor.
“Bir, iki, üç, sekiz fit genişlikte / İki adım sonrası tamamen karanlık / Hayat geçici bir soru işareti / Bir, iki, üç! Belki başka bir hafta / Veya belki gelecek ay da beni burada bulacaksın / Ancak ölüm, korkarım çok yakında / Gelecek Temmuz’da 23 olabilirdim / Benim için önemli olan bir şeyde kumar oynadım, zarlar atıldı / Kaybettim…
Hanna Senesh’in 13 yaşından ölümünden az öncesine dek kaleme aldığı hatıraları, şiirleri, Holokost kurtulanı olarak Filistin’e göç eden annesi Katharine tarafından derlenir, yayınlanır. Bunlardan Tanrı’ya yakardığı “Eli Eli”, sık sık söylenir…
Tanrım, Tanrım / Bu hiç bitmesin / Kum ve deniz / Denizdeki dalgalar / Göklerdeki yıldırımlar / Adamın duası…
Palmach’a katıldığında yaşadığı Sedot Yam Kibutz’undaki arkadaşlarından Yehuda Rotem’in sözlerine katılmamak ne mümkün:
“Hanna’yı şehit olarak ya da kahraman olarak istemiyorduk. Onu sevdiğimiz ve takdir ettiğimiz arkadaşımız olarak istiyorduk. Bizimle yaşlanmasını istiyorduk…”
1950’de Hanna Senesh’in cenazesi İsrail’e getirilir. Herzl Tepesinde, paraşütçülere ayrılmış bölüme yerleştirilir… Aynı yıl, bir grup Holokost kurtulanı Macar Yahudi’si, onun adını yaşatmak için Kibutz Yad Hanna’yı kurarlar…