2024. Aralık 26.
Türkinfo Blog Oldal 621

Bir Budapeşte gezisi ve yararlı bilgiler

Matyas-templomMacaristan, Orta Avrupa’da Türkiye’nin yedide biri kadar büyüklükte bir halk cumhuriyetidir. Macaristan Cumhuriyeti , Avusturya, Slovakya, Ukrayna, Romanya, Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya ile komşu olan, denize kıyısı olmayan, Avrupa Birliği üyesi bir ülkedir. Orta Avrupa ile Balkanlar arasında bir ovaya yayılan Macaristan, Türklerle tarihte ilk sahneye çıkışlarından beri yakın ilişkiler geliştirmiş oldukları bir ülkedir. İlk Türk boylarının yerleşmelerine bakacak olursak, M.S 374 yılında ilk Türk kavimlerinden olan Büyük Hun İmparatorluğunu Orta Asya bozkırlarından başlatmış olduğu büyük göç sonrası, M.S 378 yılında Batı Hun İmparatorluğu (Avrupa Hun İmparatorluğu) olarak ilk bu topraklarda kendini göstermeye başlamıştır. Bugün ki Macaristan toprakları içinde yer alan, Tuna nehri civarına yerleşen Hunlar ilk Avrupalı Türk devleti olmuşlardır. Hun İmparatoru “Atilla”, Macaristan’da en çok sevilen halk kahramanlardan biri olarak tarihteki yerini almıştır. Macaristan, Avrupa dillerinde “Hungary” (Hunların ülkesi) olarak anılmaktadır. İlerleyen tarihte diğer Türk İmparatorluklarından olan Avarlar (M.S 563) bu topraklarda yaşam sürmeye başlamışlar. Oğuz Boylarından olan Arpadlar ve son Türk İmparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu 150 yıl kadar Macarların (Hunların) topraklarına egemen olmuşlardır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından ilk olarak 1526’da fethedilen Budin ve Peşte, bir buçuk asırlık bir Türk hâkimiyetinden sonra 1686’da elden çıkmıştı. Türk idâresi sırasında, Karadeniz üzerinden Tuna yoluyla İstanbul’dan nispeten kolay ulaşılan bir beylerbeyilik merkezi olduğundan kolayca Türkleşmişti. Ticâret yollarının birleştiği bir yerde bulunan Budin ve Peşte, bir taraftan zengin bir ticâret şehri görünümü alırken, burada kurulan çeşitli vakıflar bu Orta Avrupa şehrine bir Osmanlı yerleşim merkezi manzarası vermişti. 1662 yılında burayı ziyâret eden Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnâmesi’nde Budin ve Peşte’nin etraflı bir tasviri bulunmaktadır. Evliyâ Çelebi, Buda’da 25 câmi, 47 mescit, 12 medrese, 16 mektep, 2 hamam, 8 kaplıca, 9 han, 1 saat kulesi ve 1 bedesten bulunduğunu bildirmektedir. Bunların çoğu bugün ayakta değildir. Sokullu Mustafa Paşanın yaptırdığı Mustafa Paşa Câmii ve Türbesinin Mîmar Sinan’ın eseri olduğu bilinmektedir. İkinci Dünya Savaşında Budapeşte büyük bir hasar görmüştü. Fabrikaların ve meskenlerin neredeyse tamamı ya yıkıldı veya hasar gördü. Bütün köprüler yıkıldığı için ulaşım da durmuştu. 1945’te Sovyet orduları Budapeşte’ye girdiğinde nüfus dörtte biri kadar azalmıştı. Şehrin inşâsı yıllar sürdü. 1950’de çevredeki köy ve ilçelerin katılmasıyla genişletildi. Sanâyileşme tekrar başladı ancak çevre il ve ilçelere yayılması için de tedbirler alındı. Şehrin Tuna üzerinde her zaman önemli bir kavşak noktası olması, sanâyileşme öncesinde yapılan merkezî demiryolları ve Macaristan’a dağılan yolların merkezinde bulunması Budapeşte’nin gelişmesinde önemli katkılarda bulunmuştur. 1970’lerde şehir içi trafiğinin rahatlatılmasında önemli rol oynayan metro sistemi kuruldu. Temizliği, hızlı ve ucuz olmasıyla Budapeşte metrosu şehrin özelliklerindendir. Macaristan’ın en iyi okulları, Macar Bilimler Akademisi ve araştırma enstitüleri Budapeşte’dedir. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’dir. Bu isim üç şehrin birleşmesinden oluşmuştur. Budin, Peşte ve Obuda. Eski ve yeni şehirlerin birleşmesi ile Budapeşte ismini almıştır. Bu iki şehri Tuna nehri tam ortadan ikiye ayırmaktadır. Derler ki, “Tuna nehri sadece sevenlere mavi görünürmüş” Tuna nehrinin tam ortadan ikiye böldüğü Avrupa’nın en popüler başkenti Budapeşte sadece sevenleri değil herkesi kabul ediyor. Beni de bir gün kabul etti.. Yıllardır aklımda olan Budapeşte, MTK Budapeşte – Fenerbahçe Avrupa UEFA kupası eleme maçı ile gerçekleşiyordu. Hem maçı seyretmek hem de Budapeşte’yi görmek için yollara düştüm. Maç organizasyonu yapan bir acenta ile temasa geçip gerekli işlemlerimi hallettim ve Budapeşte Feryhegi havalimanına indiğimde ilk sürpriz beni Valizim geldiğim Swissair uçağından çıkmamıştı. Beni karşılayacakJbekliyordu kişinin alan dışında olması, nerede kalacağımı bilemeyişim, valizin tarifi dışındaki işlemleri geçiktirmişti. Yıllardır ilk kez bir hava alanından elimi kolumu sallayarak çıkıyorum. Çantamda, giyecekler, formam(maç için), fotoğraf makinem vs bulunuyordu. Budapeşte’de kalacağım dört gün boyunca sadece fotoğraf makinesinin yokluğunu hissettim. Gezdiğim bu Avrupalı Türk şehrini fotoğraf karelerine ekleyemediğim için üzgündüm. (Gezi anımdaki Budapeşte resimleri fotogezgin Timur Özkan’a aittir) Budapeşte, Macaristan’ın siyaset, fikir ve iktisat merkezidir. Tuna kıyısında büyük bir liman ve Avrupa’nın kavşak noktalarından biri olmuştur. Târihî gelişimin verdiği birikim sonucu nüfusun yarısı hizmetler sektöründe diğer kesimi de sermaye ve sanâyi alanındadır. Budapeşte coğrafî konumu, târihî eserleri ve diğer çekicilikleri ile Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biridir. Eskiden ekonominin merkezi Buda iken 19. yüzyıldan sonra ticâret etkinlikleri Peşte’ye kaymıştır. Büyük bankalar, ülkedeki yabancı şirketlerin çoğu ve en güzel mağazalar Peşte’nin Belvaros semtindedir. Buda, Peşte’ye oranla daha eskidir ve tarihi yapıların çoğunluğu burada bulunmaktadır. Peşte daha çok kentin modern yüzü, gelişen büyüyen tarafıdır. Yine de nehrin iki yakasının çok ortak özelliği var. Sokak aralarında rastlanan rahat mekanlarda hem turistleri hem de kent ahalisini memnun edecek eğlenceleri bulmak mümkün. Ayrıca düzenli yapıları ile dikkat çeken müzelerinden tutun da kentin her iki yakasına serpiştirilmiş çok sayıda heykelde Budapeşte’nin karakteristik özelliklerini görebilirsiniz. Peşte’de ki çarşı “Nagyvasarcsarnok” Türkçe anlamı ile ifade edersek Budapeşte’nin ilk kapalı pazarıdır. Kapalı bir mekana kurulmuş olan bu Pazar diğer yerlere göre ucuz olmasından dolayı “akıllı kadınların pazarı” olarak da biliniyor. Avrupa üyesi olması nedeni ile sokaklarda dolaştıkça o köhne binaların nasıl modernleştirilmeye çalıştığını gözlemleyebiliyorsunuz. Avrupa’nın bu popüler kentinin ne yöne değiştiğini anlayabilmek için ilk bakılacak yer “Roosvelt Meydanı” olmalı. Bundan çok değil 4-5 yıl öncesine geri gittiğimizde burası köhnemiş binaların bulunduğu, düzensiz bir yapılaşmanın kasveti altında ezilmiş bir mekan olarak bilinmekteydi. Bugün bu meydana baktığımızda Budapeşte’nin gelişimini gözlemleyebiliyoruz. Şehri kendi başınıza gezebilirseniz çok şey görebilme şansına sahip olursunuz. Budapeşte’de ulaşım oldukça kolay. ; Budapeşt Card ile tüm belediyenin hizmet verdiği araçlarına (metro, otobüs, troleybüs vs) bedava binebiliyorsunuz. Ayrıca, bu kart sahiplerine bazı müzeler bedava; bazı müzelerde ise %20 ile %50 arasında indirim uygulanıyor. ( Budapeşt kart 48 ve 72 saat geçerli olarak satılmaktadır. ) Müze gezmeyi seviyorsanız ve bir de yalnız dolaşıyorsanız bu kart çok ucuza mal olmaktadır… Bana göre, Budapeşte’de keşfe dalmanın en iyi ikinci yolu ise, Tuna nehrindeki bot gezileri olacaktır. Bot turu esnasında oturduğunuz koltuğun kenarındaki kulaklıklardan Avrupa dillerinde (Türkçe de dahil) gezdiğiniz mekanların tercümesi yapılmaktadır. Bu düşünce bile orada olmanın önemini hissettirtiyor. İki yaka, Tuna nehri üzerinden geçen 11 köprü ile birbirine bağlamış durumda. Bunların dokuzu arabalar için, ikisi ise metro ve tren ulaşımı için yapılmıştır. Tuna nehri gezisinde bir çok köprünün altından geçiyorsunuz. Bunların en ihtişamlısı olan “Zincirli köprü ve Aslanlı köprü” görülmeye değer. Ayrıca Parlomento binası da izleyebileceğiniz güzellikler arasında yer almaktadır. Kulaklıktaki anlatım zaten nereden geçiliyorsa o an oranın anlatımını yaptığı için anlaşılması da kolay oluyor. Tuna nehri üzerinde yaklaşık bir saat kadar mola verilen Margit adasında zamanımı bisiklet kiralayarak geçiriyorum. Böylece bu zamanda tüm adayı gezebiliyorsunuz. Botanik bahçesi görünümünde ki Margit adası bir park olarak korunmaktadır. Bu arada Budapeşte’nin ülkenin kültür ve sanat merkezi olduğunu söylemek yerinde olur. Burada 30’un üzerinde tiyatro bulunmaktadır. Ayrıca bu yıl dördüncüsü düzenlenen Tuna karnavalı, Vörösmarty Meydanı’nda dünyanın birçok kültürünü ağırlamanın haklı gururunu taşıyor. Bu meydana ismini veren romantik şiirin ünlü ozanı Mihaly Vörösmarty aynı yerdeki mermer heykeli ile tarihe tanıklık ediyor. Budapeşte gezi planı içinde olması gereken yerler; AQUİNCUM MUSEUM: Pazartesi hariç her gün 10:00-17:00 arası açık. Yaklaşık 2000 yıl önce inşa edilmiş olan bu tarihi yapı kesinlikle görülmeye değer. Özellikle mozaik ve taş oymaları ile büyüleyici.. VİDAMPARK: Budapeşte’nin en büyük eğlence parkı. Bütün bir yıl boyunca açık olan park, kış aylarında sadece belirli saatler arasında açık. MAGYAR ÁLLAMİ OPERAHAZ: 1184 tarihinde inşa edilmiş bu gösterişli yapı, Avrupa’nın en güzel operalarından biri. Odaları ünlü Macar ressamları tarafından dekore edilmiş bulunan 1200 kişilik kapasitesiyle Budapeşte’nin gözbebeği konumunda…. PESTİ VİGADO: 1865’de inşa edilen yapı Budapeste’nin ikinci önemli konser salonu olarak bilinmektedir. Haziran ile Eylül arası dünyanın dört bir yanından gelen birçok konser burada gösterime sunuluyor. ÁLLAT-ES NÖVENKERT: Kurulalı 100 yıldan fazla olan bu hayvanat ve botanik bahçesi Avrupa’nın üst düzey hayvanat bahçelerinden biri. Bütün bir yıl boyunca ziyaretçilerini bekliyor. GÜL BABA TÜRBE: Bu panoramalı türbenin lakabını başında taşıdığı güllerden aldığı söylenen Bektaşi dervişi Gül Baba, sanki durduğu köşeden kentin bugününü seyrediyor. 1 Mayıs’tan 31 Ekim’e kadar açık. Cumartesi-Pazar: 10:00-18:00 arası açık. VAROSLİGET: Budapeşte’nin tarihsel ve kültürel açıdan ikinci önemli parkı. 1 numaralı metro ile kolaylıkla ulaşabilirsiniz. FÖVAROSİ NAGYCİRKUSZ: Budapeste’nin bu ünlü sirki bütün yıl boyunca ziyaretçilerini bekliyor. MATYAS KİLİSESİ VE KALE: Buda tarafında, Kale Tepesine tırmanarak çıkabilir ve muhteşem manzaraya ortak olabilirsiniz. Oradan Matyas kilisesine yönelebilirsiniz. 16.yy mimari örnekleri taşıyan yapı bir süre cami olarak kullanıldıktan sonra 19.yy dan Habsburg ailesi tarafından şato olarak kullanılmış. GELLERT TEPESİ: Tuna Nehri’ni bütün görkemiyle izleyebileceğiniz en güzel tepelerden birisidir. Gellert Tepesi’nin ve burada bulunan Özgürlük Anıtı’nın yapılış hikayelerini, Tuna Nehri manzarası eşliğinde okuyabilir yada dinleyebilirsiniz. VATİ UTKA : Bu sokak için Budapeşte’nin alışveriş sokağı denebilir. Modanın tüm nimetlerini gözler önüne seren bir caddedir. Macarların meşhur yemekleri… Macaristan’ın genelinde yayılmış olan mutfak kültürüne, ilk baktığınızda fark edeceğiniz şey; Macarların acıya ne kadar düşkün oldukları olacak. Genelde Budapeşte’de sipariş ettiğiniz yiyecekler, büyük porsiyonlarda servis ediliyor. Av ve domuz etinden hazırlanan yemekleri Budapeşte’nin hemen her restoranında bulabilirsiniz. Ama Macarların salata kültürleri de oldukça zengin olduğundan bir vejeteryan olarak aç kalmamayı beceriyorum.Türkiye’de yediğimiz, mis kokulu taze meyve ve sebzeler masanızdan eksik olmayacak. Meşe fıçılarında bekletilerek hazırlanan dünyaca ünlü Macar şarabını tatmanızı öneriyorum. Budapeşte’de yemek yemek için tercihinizi Tuna Nehri’nin manzarasında şato restoranlardan yana yaparsanız eğer, unutulmaz anlar sizi bekliyor demektir. BUDAPEŞTE’DE ALIŞVERİŞ VE EĞLENCE Macarların incik boncuk sektörü fazlasıyla gelişmiş, el yapımı takılar ve dokumaları ilgi çekici olanlar. Sevdiklerinize Budapeşte’den getireceğiniz en güzel hediyelerden biri kuşkusuz Macar Şarabı olacaktır. Budapeşte, yöresel ezgilerine sıkı sıkıya bağlı bir şehirdir. Sokaklarda gezerken rastladığınız mağazalarda ki, çanak çömlek, nakış işlemeleri gibi yöresel ezgilerini taşıyan ürünlerden satın alabilirsiniz. Budapeşte, tam anlamıyla dinlenmek yeni yerler görmek için gitmeyi düşüneceğiniz bir şehir. Gece hayatının çok gelişmiş olduğunu söylenemez. Belki de kendi eğlencenizi kendiniz yarattığınız da daha çok eğlenebileceğinizi gösterebilmek için az sayıda bar ve diskosu vardır. Budapeşte’nin bazı caddelerinde bulunan barlar ve gece klüpleri (striptiz show) gidilmeye değerdir. Budapeste’nin gece hayatının genç bir ruha sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu arada şehrin en iyi eğlence olaylarını kaçırırım diye üzülmeyin. Çünkü bu tür olayları sokaklardaki reklam panolarından kolaylıkla öğrenebilirsiniz. Budapeste için hiç uyumayan şehir demek hiç de hata olmaz… Şehir içi ulaşımlarınızda metroyu rahatlıkla kullanabilirsiniz. Eğer tercihiniz, otobüsü kullanmaksa, gece 24:00 e kadar süren otobüs seferleri ile oldukça rahat bir ulaşım sağlayabilirsiniz. Taksiye binecekseniz muhakkak önceden bilgi edinerek pazarlık yapın aksi takdirde kazıklanacaksınız. Dört günlük Budapeşte izlenimlerim bu kadar mı? Tabi ki hayır satırlara dökebildiklerim sizlerle paylaşabildiklerim bu kadar. Bu arada maç 0-0 sona erdi :-))
Melih ERİŞ

Süslü Budapeşte II.

hosok tereZincirli Köprü’den geçip hemen Peşte’nin tarih sinmiş sokaklarına sapmadım. Acelem yok, vaktim çoktu. Kent nasıl olsa bir ahtapot gibi beni sarıp sarmalayacak, içine alacaktı. Önce sağa dönüp, bir süre Tuna kıyısında yürüdüm. Yeşillikler arasındaki Gellert Tepesi’ni, Buda’nın sırtlarını süsleyen görkemli sarayı seyrettim. Sonra gerisin geri dönüp, en büyük caddelerden biri Jozsef Attilla’dan yürüyüp, dar bir sokağa saptım. Birkaç metre sonra kendimi Vörösmarty Meydanı’nda buldum. Buraya, uzaktan gördüğüm küçük dükkanlar ve ızgaralardan yükselen kokular yüzünden sapmıştım. Aslında bu rastlantısal sapış iyi de oldu. Çünkü ülkenin en ünlü pastanesi Gerbeaud’u bulmak için, zaten burayı arayacaktım. Meydanı gezmeden önce, asırlık pastaneye oturup bir yorgunluk kahvesi içtim. Buradaki görüntüleri ve muhteşem tatları daha sonra anlatacağım.

Sızlayan ayaklarımı biraz teselli ettikten sonra, meydanda hediyelik eşya satan küçük dükkanların arasında dolaştım. Tabii ki ilgimi en çok yemek satan tezgahlar çekti. Sobaların üstündeki büyük kazanlarda Gulaş kaynıyor, dev tavalarda sebzeler sote ediliyor, ızgaralarda sosisler ve şişe geçirilmiş tavuklar, görüntüleri ve yaydıkları kokularla seyredenleri tahrik ediyordu. İradeleri zorlayan bir andı. Biraz sonra kendimi bir masada, yanında patates salatası bulunan büyükçe bir sosisin başında buldum. BİR TATLININ PEŞİNDE Hazım yürüyüşünü, birbirinden şık mağazaların süslediği Vaci Sokağı’nda yaptım. Bu sokakta kentin geçmişine ait pek iz yoktu. Her yerde bulunan cinsten bir alışveriş caddesiydi. Bir yan sokağa sapıp, mağazaların ışıltısından uzaklaştım.

Bir süre sonra Petöfi Sandor caddesinde yürüdüğümü anlayınca şaşırdım. 23 yıl önce kaldığım sokak önümde uzanıp gidiyordu. Önce etrafta belleğimde kalan kırıntıları aradım. Birkaç bina dışında pek bir şey hatırlayamadım. Kaldığım pansiyonun kapısında duraklayıp, yaşlı karı kocayı anımsamaya çalıştım.

Sonra caddenin başlangıcındaki Ferenciek Meydanı’na çıktım. Bir pastaneyi arıyordum. Az sonra elimle koymuş gibi buldum. Adını unutmuştum: Jegbüfe’ymiş. 23 yıl önce bir gün bu pastaneye gelmiş, bir tatlı yemek istemiştim. O zamanlar rejim henüz değişmemiş, servis sektörü bu kadar gelişmemişti. Herkes kendi işini kendi görüyordu. Tatlıyı alabilmek için pastanenin bir ucundaki kasaya gidip, tatlının adını söylemem, parayı ödemem ve fiş almam gerekiyordu. Sonra fiş tezgahtara veriliyor, istenilen yiyecek alınıyordu. O zamanlar ortalıkta dolaşan garson falan yoktu. Sıra bana gelince Macarca bilmediğim için kasada oturan adama tatlının ismini söyleyemiyor, bekleyenlerin tepkisinden çekindiğim için sıradan çıkıyordum. Üç gün hep aynı uğraşı vermiş ama o tatlıyı ısmarlamayı bir türlü becerememiştim. İşte şimdi fırsatı yakalamıştım. Pastaneye girip, pencere kıyısındaki bir masaya oturdum. Ne yiyeceğimi soran garsonu kolundan tutup tezgaha götürdüm. 23 yıldan beri hasretini çektiğim tatlıyı gösterdim. Sonra da afiyetle yedim. Öğrendiğime göre, 23 yıl sonra kavuştuğum ‘Kremeş Milföyü’ meğerse dünyanın en lezzetli milföylerinden biriymiş. Meraklılarına duyururum.

BİNALAR VE HEYKELLER

Sonra tekrar kentin sokaklarına daldım. Gezdikçe bu kentin, birçok Avrupa kentinden daha şık olduğunu gördüm. Bu 19. yüzyıl şıklığıydı. Okşayıcı ama biraz da abartılı bir şıklık. Murat Belge bu abartıyı şöyle açıklamıştı: ‘Macarlar 18. yüzyıldan başlayan birçok bağımsızlık mücadelesi verip bunlarda başarısızlığa uğradıktan sonra, 19.yüzyılın sonunda, Almanlar’ın gerisinde, ikinci sınıf insanlar olmadıklarını, kurdukları kentle kendilerine kanıtlamaya çalışmışlar. Şehrin binalarındaki görkemin -ve bir miktar hilenin- gerisinde, biraz da çocuksu olan ya da bugün öyle görünen bu gayret yatıyor. Onun için bu kentte tarih özel bir biçimde önemli…’

Binalara bakınca burada bir zamanlar mimarların, demircilerin, taş ustalarının, heykeltıraşların, yapı ustalarının kıyasıya yarıştıkları belli oluyordu. Binaların ön yüzleri heykeller, ferforjeler, rölyefler ve resimlerle öylesine güzel süslenmişti ki, bir binadan diğerine geçişim epey zaman alıyordu. Macarlar sadece binaları değil, geçmişe ait her şeyi korumuşlardı. Bunun en büyük kanıtı, kentin her yanını süsleyen heykellerdi. Her yaşayana bir heykel düşüyor desem abartmış olur muydum acaba? Heykeller sadece meydanları değil, parkları, evlerin ön yüzlerini, sütunları, köprüleri de süslüyordu. Bunlar sadece politikacılara, askerlere, ulusal kahramanlara ait değildi. Adını bilmediğim yazarlar, şairler, müzisyenler, bilim adamları da heykel olup geçmişten bugüne kalmışlardı.

Heykellere, muhteşem binalara baka baka, Nador Caddesi’nden Parlamentoya doğru ilerledim. Önce Etnografya Müzesi’ne girdim. Bu bina Parlamento için açılan yarışmaya sunulan projelerden biriydi. Görkemli bir yapıydı. Rönesans, Barok ve Klasisizm öğelerinin birleştiği bina, 1945 yılına kadar Yüksek Mahkeme olarak kullanılmıştı. Oradan çıkıp tam karşısındaki parlamento binasına yürüdüm. Tuna kıyısındaki bu bina, Almanya ve İngiltere’den sonra Avrupa’nın üçüncü büyük parlamentosuydu. Yirmi küsur yılda (1884-1906) inşa edilen bu gösterişli binanın uzunluğu 300 metre, en yüksek noktası 96 metreydi. 18 bin metrekarelik bir alanı kaplayan binada tam 700 oda vardı. Dış cephesini 300 heykelin süslediği bu binaya tam 27 ayrı kapıdan giriliyordu ve süslemeler için 40 kilo altın kullanılmıştı. Parlamentonun yanındaki küçük parkta bir banka oturup, biraz ilerimdeki Attilla Jozsef heykelini seyrettim. Macarların radikal şairi de benim gibi yorgun görünüyordu. Elinde şapkası ile basamaklara oturmuş, kim bilir hangi şiirinin hangi mısrasını aklına yazıyordu!..

Enerjimi yerli yerine koyduktan sonra, kentin kılcal damarları olan ara sokaklardan döne dolaşa Budapeşte’nin en gösterişli caddesi Andrassy’e çıktım. Burada da binaların hepsi özenli, görülmeye değer, süslü ve taş ustalığının en iyi örnekleriydi. Ama Murat Belge bu konuda insanın aklını karıştırıyordu. Belge, bu caddenin yapılışını anlatırken şöyle bir açıklama yapmıştı: ‘Bu caddeyi açmak için buralardaki bir yığın tek ya da çift katlı evi yıkıp yerine gösterişli binaları yapmışlar; ama görünüşe aldanmayın! Koca kesme taş gibi duran o şeyler aslında ustaca yapılmış sıvalar. Altında tuğla var…’ Benim bu sava pek inanansım gelmedi. Andrassy Caddesi’nin en görkemli binası olan Opera’nın önünde biraz oyalandım.

Macaristan’ın en ünlü mimarı Miklos Ybl tarafından 1875-84 yılları arasında yapılan bu binanın masrafları için, İmparator Franz Joseph tam bir milyon altın forint vermişti. Burada konser izlemek epey keyifli olurdu ama, oteldeki görevliler bir hafta boyunca hiç yer olmadığını söylemişlerdi. Yine de binanın kapısında uzun bir kuyruk vardı. Onlar neyi bekliyorlardı acaba? Kahramanlar Meydanı’na yaklaşırken gözüme büyükçe bir kitapçı çarptı. Kapısından dalıverdim.

Macarlar, bildiğim kadarıyla Avrupa’nın en çok kitap okuyan milletiydi. Benim gibi bir başka işiniz de kitap yayıncılığı olursa, buradaki meslektaşlarınızı kıskanmadan edemezsiniz. Kitabın ne kadar çok satın alındığının ipuçları kapıdan girer girmez görünüyordu. Müşteriler, tıpkı süpermarketlerde olduğu gibi kollarına birer alışveriş sepeti asıyorlardı. Bu sepetler biraz sonra kitapla doluyordu. Ama ülke AB’ye üye olduktan sonra pahalılık kitaba da yansımış, sepetler yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştı.

KAHRAMANLAR MEYDANI

Andrassy’nin sonundaki Kahramanlar Meydanı’nın (Hösök Tere) ortasında uzunca bir sütun, sütunun zirvesinde kanatlı Cebrail heykeli vardı. Meydanı çevreleyen yarım dairelerde ise Macar kralları yan yana dizilmişti. Krallara saygılarımı sunup, kalan son enerjimle Dozso György caddesine saptım, Szechenyi Hamamı’na doğru yürüdüm. Budapeşte, Avrupa’nın belli başlı kaplıca kentlerinden biriydi. Onun için kentin kaplıcaları çok ünlüydü. Osmanlılar da buraya birçok hamam yapmışlardı. Rudas, Racfürdo ve Sokollu Mustafa Paşa’nın yaptırdığı Kiraly o günlerden kalan hamamlardı. Hayvanat bahçesinin tam karşısındaki Avrupa’nın ilk hamamı Szechenyi geniş bir alanı kaplıyordu. Binanın avlusundaki sıcak su dolu havuzlar, şifalı sularının yanı sıra burada mayoyla oynanan satranç turnuvalarıyla da ünlüydü. Söylentilere göre bu havuzlar, sosyalizm devrinde rejim muhaliflerinin buluşma ve konuşma -gizli- yeri olmuştu. Kentin gerisi, en önemlisi yiyeceği, içeceği, lokantaları, pastaneleri haftaya kaldı. Kolesterol yüklü lezzetleri merak ediyorsanız haftaya buluşalım.

Mehmet YAŞİN

Ah Buda Ah Peşte:Tuna’nın Kraliçesi

parlamentBuda, Peşte ve Obuda şehirlerinin bir araya gelmesiyle oluşan Macaristan’ın başkenti Budapeşte, Tuna Nehri’nin iki kenarı boyunca uzanıyor. Şehrin siluetini oluşturan devasa yapıları, şehri ikiye bölen Tuna Nehri ve üzerindeki değişik tarzlardaki köprüleriyle, Orta Avrupa’da Prag’ın veya Viyana’nın gölgesinde kalmış ama en az onlar kadar mağrur duran, sevilesi, cana yakın bir şehir bence.

Budapeşte’ye varınca ilk gittiğimiz yer Kahramanl ar Meydanı’ydı (Hösök Tere). Sabahın çok erken saatleri olması nedeniyle meydan bomboştu. Yarım daire şeklinde dizili sütunların altında Türklere ve diğer ırklara karşı savaşmış Macar krallarının heykelleri ve heykellerin altında da kahramanlıklarını gösteren kabartmalar var. Ortadaki sütunda ise, yedi Macar kabilesini temsil eden heykeller ve onların üstünde de elinde kutsal Macar hacını tutan Cebrail meleğin heykeli var. Bu meydanın arka tarafı, Varosliget yani kent korusu, eğlenceli bir yer. Bu korunun içinde, Vajdahunyad Şatosu ve kışın buz pistine dönüşen bir göl, hayvanat bahçesi, lunapark ve birkaç müze bulunuyor.

Budapeşte, kaplıcalar-hamamlar şehri. Bu bölgede de muhteşem bahçesi ve barok tarzı mimarisiyle Szechenyi Gyogyfürdö (Szechenyi Hamamı), kentin en sıcak doğal su kaynağının üzerinde yer alıyor. Bu bölgeye şehir merkezinden sarı renkli metro hattıyla ulaşılabiliyor. Peşte bölümünde yer alan ve şehrin neresinden bakarsanız bakın görkemli bir tablo çizen Parlamento Binası Tuna Nehri’nin kenarında tüm ihtişamıyla şehre göz süzüyor sanki. Ülkenin en büyük binası olma unvanını da taşıyan, mimar İmre Steindl imzalı neogotik bina, öyle büyük ki (268 m uzunluğunda) tek bir fotoğraf karesine ancak şehrin tepe noktalarındayken sığabiliyor. 1884-1902 yılları arasında yapılan binanın 691 odası varmış.

Peşte bölümünün önemli bir caddesi olan Vaci Utca, trafiğe kapalı bir alan, sağlı sollu mağazaların ve kafelerin yer aldığı uzunca bir cadde. Erzsebet (Elizabeth) Köprüsü’nün Peşte ayağı tarafındaki cadde (Vaci Utca) boyunca yürürken yolun sonunda büyük bir hal binası var. Dışardan bakınca hal gibi olmayan çok güzel bir bina. İçiyse, biberlerin, etlerin vb. birçok gıdanın vitrinlerden sarkıtıldığı oldukça hareketli, keyifli, Macar halkının arasına karışıp günlük yaşantılarına girmek için güzel bir yer. Geri dönüp alt geçitten geçerek caddenin diğer tarafına geçince ise uzun yürüyüşe bir tatlı molası verilebilir. Çünkü caddenin bu bölümünün sonunda ünlü bir pastane var. Vörösmarty Meydanı’ndaki Gerbeaud (Jerbo) Kafe 1858’den beri hizmet veren Avrupa’nın en eski ve en büyük pastanesi imiş. İçi barok tarzı döşenmiş bu pastane, şehrin önemli buluşma noktalarından.

Düzlük bir alanda kurulu Peşte bölümünden sonra tepelik olan Buda bölümüne geçmek için Tuna üzerindeki yedisi trafiğe açık dokuz köprüden biri kullanılabilir. Biz Margit Köprüsü’nden geçip önce ortadaki adaya uğramaya karar verdik. Margit ve Arpad Köprüleri arasında kalan yeşillikler içindeki, Macar halkının havuz kenarlarında serinlediği ve güneşlendiği, içinden otobüs de geçen Margit Adası, tekne turlarının da uğrak noktalarından. Sanki şehir içinde bir sayfiye noktası gibi. Bisikletle gezenler, sere serpe çimlere uzananlar, yürüyüş yapanlarla dolu bir ada. Macar halkı spor yapmaya düşkün. Özellikle parklarda koşu yapan birçok kişi gördük. Sanırım hem erkek hem de kadınlarının güzelliğinde spora düşkünlüklerinin katkısı vardır.

Yaz sıcaklıklarının mevsim normallerinin çok üstünde olması, alışık olmadıkları sıcaklıklar sebebiyle midir bilinmez, Macar kadınlarının etek-şort boyları boy denemeyecek ölçülere varırken, metrolarda tişörtlerini açıp göbeklerini serinletmeye çalışan veya sokaklarda tişörtsüz gezen erkekler vb. birçok görüntüyle karşılaşmak mümkün.

Margit Köprüsü’nden devam edip Buda’ya doğru geçince başlıca dikkat çeken turistik mekânlardan Matthias Kilisesi, Kraliyet Sarayı ve Balıkçılar Burcu aynı tepe (Kale Tepesi) üstünde kurulmuş. Bu bölüm aynı zamanda UNESCO Dünya Kültür Mirasları Listesinde de yer alıyor. Matthias Kilisesi çatısı renkli seramik kaplı Macaristan’ın ikinci büyük kilisesi. 13. ve 15. yy.lar arasında yapılmış. Kanuni Sultan Süleyman burayı fethettiğinde burası bir süreliğine cami olmuş ve kendisi de burada namaz kılmış. Bugünkü neogotik tarzı ise 1896 yılında geçirdiği büyük restorasyonda verilmiş. Şimdi de restorasyonda idi.

Kilisenin önünden aşağıya doğru yürüyünce yol direk Kraliyet Sarayı’na çıkıyor. Macar ulusal sembollerinden olan Saray, 13.yy.’dan beri savaşlara ve işgallere tanıklık etmiş. Üç kere tahrip edilmiş ve o dönemin mimari tarzıyla yeniden yapılmış. Şimdiki neoklasik tarzı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılmış. Peşte’deki Parlamento Binası nasıl Peşte’nin simgesi olarak her yerden görünüyorsa, Kraliyet Sarayı da Buda’da bu görevi görüyor. Sarayın bahçesinden Peşte manzarasına ve sadece aşıkların gözüne mavi görünen(!) Tuna’ya tekrar tekrar bakıp kiliseye doğru yürüyoruz.

Balıkçılar Burcu, 1800’lerin sonunda ortaçağdan kalma bir balık pazarına yapıldığı için adı da Balıkçılar Burcu olmuş. Tuna’ya ve Peşte’ye tepeden bakan yedi burç, merdivenleri, teraslarıyla etkileyici bir manzara oluşturuyor. Bizim yaptığımız gibi akşamüzeri gidip gün ışığında burçları görüp Peşte’ye bakıp meydanın arka tarafında bulunan Miro Kafe’ye gidilebilir. Bu kafe ilginç dekorasyonuyla hemen dikkati çekiyor. Eğri büğrü demirlerden renkli sandalyeleri, turuncu, lacivert duvarları ve hoş atmosferiyle yürüyüşe bir mola vermek için ideal. Akşamları canlı müzik eşliğinde yemek de yenilebilir. Örneğin, Macarların meşhur çorbası olan gulyaş içilebilir. Gulyaş için, bizim tas kebabının daha sulu hali denilebilir. Patates ve sığır etiyle hazırlanan çorba, küçük bir bakracın içinde servis ediliyor. Kıvamlı ve baharatlı kırmızı suyu olan güzel bir çorba.

Hava karardıktan sonra ise tekrar burçlara dönüp teraslarından muhteşem ışıklandırılmış Peşte’ye bir kez daha bakıyoruz. Yine Buda tarafındaki Gellert Tepesi ise şehrin diğer bir yükseltisi. Bu tepede, 14 m yüksekliğinde defne dalı tutan ve barışı simgeleyen bir kadın heykeli var. Bulunduğu bölgeden tüm şehri izlemek mümkün. Ama buradaki manzara daha çok yeşilliği çok az olan dümdüz Peşte’nin bina üstüne bina görüntüsünü veriyor. Margit Köprüsü’nden geçip sağa dönünce Török Ut (Türk Caddesi) boyunca ilerleyince Mescet (Mescit) Sokağı’nda bir tepenin üzerinde yer alan Gül Baba Türbesi de ziyaret edilebilir. Osmanlı’nın Macaristan’ı fethi sonrasında Buda’ya giden Gül Baba, yaşadığı dönemde Macar halkı tarafından sevilmiş ve saygı görmüş bir Bektaşi’dir. Ispartalı Gül Baba, üzerinde taşıdığı güllerden dolayı bu adla anılıyormuş. Osmanlının Buda Kalesi önündeki savaşlarında (1541) şehit düşen Gül Baba’nın türbesi Macarlar tarafından özenle ve saygıyla korunuyor.

Budapeşte’de ulaşım çok rahat. Deak Ter istasyonunda kesişen üç farklı metro hattı (Sarı, mavi, kırmızı) var. Dördüncüsü de yapılmakta. Tramvay, troleybüs ve otobüsler de var. 04.30 ile 23.00 arası çalışıyorlar.

www.geziyazilari.net/budapeste.htm

Tuna’nın kızı: Budapeşte

budapesteBuda ve Peşte, Tuna’nın ayırdığı iki güzel. Asırlık evler, sokaklar, binalar, birbirinden güzel köprüler, her meydanda, her köşede yükselen heykeller, geçmiş ve bugün, iç içe sakin ve sessiz akan zamanın tadını çıkartıyorlar.

Geçen hafta Avrupa’nın en güzel kentlerinden biri olan Budapeşte’de ilkbaharı yaşadım. Yarı dolu uçakta Budapeşte’ye doğru uçarken, 23 yıl öncesini hatırlamaya çalışıyordum. O zamanlar Cumhuriyet Gazetesi’ndeydim ve TIR şoförleriyle ilgili bir röportaj için yollara düşmüştüm.

Karlı, çok soğuk bir mart ayıydı. Bütün Avrupa’nın buz tuttuğu bir kış olmuştu. Bulgaristan’ı geçmiş, Romanya’nın Arad kentindeki bir mobilya fabrikasında yükleme yapmıştık. Sonra şoför rotayı Budapeşte’ye doğru çevirmişti. Çünkü orada bir sevgilisi vardı ve onunla buluşacaktı. Öğretmenlik yapan kırmızı suratlı, etine dolgun kız, benim için kentin Peşte yakasında, ortalık yerdeki bir sokakta, bir pansiyon kiralamıştı.

Sokağın adı o günden beri nedense hiç aklımdan çıkmamıştı: Petöfi Sandor. Daha sonra bu adın, Macaristan’ın ünlü şairine ait olduğunu öğrenmiştim. Şoför ve sevgilisi, beni bir apartmanın dördüncü katında, yaşlı ev sahipleriyle tanıştırmışlar ve bir hafta sonra buluşmak üzere gitmişlerdi. Bana evlerinin odasını kiralayan karı koca, çat pat Almancadan başka dil bilmedikleri için, hiç kimseyle hiçbir şekilde iletişim kuramıyordum.

TEK VÜCUT

Uçakta işte o günleri hatırlamanın gayreti içindeydim. Sokakları, köprüleri, Tuna’yı gözümün önüne getirmeye çalışıyordum. O zamandan bu güne, Tuna köprülerinin altından çok sular akıp gitmiş, rejimler, yaşamlar, yasalar baştan başa değişmişti.

Budapeşte’nin şimdisi nasıldı acaba? Yanıma okumak için Brezilyalı ünlü müzisyen Chico Buarque’nin, ‘Budapeşte’ adlı kitabını almıştım. Niyetim her zamanki gibi, gittiğim kentte geçen bir romanı okumak, ondan kent hakkında ipuçları yakalamaktı. Kitabı bitirdiğimde bu kez yanıldığımı anladım. Buarque kitabında, başkalarının imzasıyla yazan bir yazarın Budapeşte’de geçen aşk hikayesini anlatıyordu. İsimsiz sokaklar, adressiz evler, güzel bir kadın, nefis bir aşk hikayesi… Muhteşem bir kitaptı ama, içinde Budapeşte’nin görüntüsü yoktu.

Ben yine de sokaklarda dolaşırken, Buarque’nin kahramanlarını görür gibi oldum. Tıpkı Prag’da Milan Kundera’nın aşklarını gördüğüm gibi. Budapeşte, Tuna’nın iki kıyısındaki iki kentin, sonradan kucaklaşmasıyla oluşmuş bir kentti. Buda tepede, Peşte ise düzlükteydi. Bu iki kent 1873 yılından beri ‘tırnakla et’ örneği tek vücut olmuşlardı.

1930’lu yıllarda Budapeşte’ye giden İsmail Habib Sevük bu ikiliyi şöyle tanımlamıştı: ‘Tuna’nın ayırdığı Buda ile Peşte, Haliç’in ayırdığı İstanbul ile Beyoğlu’na birçok taraflardan benziyor: Buda garpta, Peşte şarkta, Buda eskidir, Peşte yeni, biri asaletli biri mazisiz, şeref Buda’da servet Peşte’de, mabetle tarih Buda’ya bağdaştı, bankayla banker Peşte’de kaynaşıyor. Hep İstanbul’la Beyoğlu gibi…’

Eski Buda’da, Tuna’ya ve Peşte’ye kuşbakışı bakan tepedeki Hilton Oteli’nde kalıyordum. 1976 yılında yapılan bu otelde, tarihi kalıntılarla çağdaş mimari iç içe geçmişti. Otelin bulunduğu yerde, 1254 yılından itibaren bir kilise sonra da bir cizvit manastırı yer almıştı. Bina bu kalıntıların üstüne ve arasına inşa edilmişti. Kentin her yerinden görülen otel büyük tartışmalara yol açmıştı. Çok ilginç bir yapıydı ve odamın penceresinden kent muhteşem görünüyordu. Eski Buda’da, kentin uzak geçmişini görmek mümkündü. Turistlerin doldurduğu meydanı gotik kulesi, renkli tuğlalarla kaplanmış damıyla Kral I. Matyas’ın adını taşıyan katedral süslüyordu. Katedralin önündeki meydanda ise kenti veba salgınından koruması için yapılmış olan Kutsal Üçlü Anıtı yükseliyordu. Katedralin çevresini ‘Balıkçı’nın Burcu’ diye adlandırılan, kulelerle bezenmiş bir kale duvarı çevrelemişti. Bu duvarlar çevreye bir masal havası yüklüyordu. Tuna’nın en güzel görüntüsü buradan çekildiği için, surların üstünde ellerinde fotoğraf makineleri olan turistler -çoğu Japon’du- koşuşturup duruyordu.

ASIRLIK EVLER

Meydandan uzaklaşınca sokaklar tenhalaşıyordu. Kuruluşu 13. yüzyılın sonlarına dayanan semtteki evlerin hemen hepsi koruma altına alınmıştı. Duvarlarına çakılan plakalardan çıkardığım kadarı ile evler 1700’lü yıllardan kalmaydı. İki en fazla üç katlı olan binaların ön yüzleri resimler, heykel ve rölyeflerle süslenmişti. Demir çemberli kapıların ardındaki avluların bazılarında dükkanlar, kahveler, lokantalar sıralanmıştı. Bir zamanlar soyluların ve tüccarların evlerinin bulunduğu ‘Lordlar Sokağı’ndan bakıldığında ise Buda’nın yeni ve çirkin yüzünü görmek mümkündü.

ZÜMRÜT GERDANLIK

Sakin sokaklarda dolaşırken dikkatimi kuş sesleri çekti. Kendileri görünmüyordu ama dört bir yandan sesleri yükseliyordu. Çeşit çeşit kuş sesiydi. Sonradan bu seslerin hiç dinmediğini keşfettim. Sakalar susunca, floryalar şakıyor, karanlık basınca da çalı bülbülleri devreye giriyordu. Aydınlıkla birlikte tekrar sakalar şarkılarına başlıyordu. Meydandan aşağıya döne döne inen merdivenler, önce bir meydana ardından da Zincirli Köprü’ye (Szechenyi) ulaşıyordu.

Bu köprü Tuna’nın üstündeki köprülerin en güzeliydi. Zümrüt taşlarla süslenmiş bir gerdanlık gibiydi. Köprüye adını veren Kont Istvan Szechenyi, ülkenin en sevilen ve sayılan kişilerinden biriydi. Köprünün yapılış öyküsü şöyle anlatılıyordu: Genç Szechenyi bir kış günü Viyana’daki babasının ölüm haberini almıştı. O zamanlar Tuna’da karşıdan karşıya portatif köprülerle geçiliyordu. Ama hava rüzgarlı olduğu için portatif köprü kaldırılmıştı.

Szechenyi karşıya geçebilmek için bir hafta beklemek zorunda kalmıştı. İşte bu olaydan sonra Tuna’nın üstüne sabit bir köprü yaptırma fikrini aklına koymuştu. Bunun için tüm Avrupa’yı gezdi. Sonunda Adam Clark adlı bir mimarla anlaştı. Kente bu önemli eseri kazandıran Szechenyi, 1860 yılında gözaltındayken intihar etti. Bu hazin olaydan sonra oğlu Ödön İstanbul’a gidip, Osmanlı devletinden iş istedi ve ‘Seçenyi Paşa’ adıyla İtfaiye teşkilatının başına geçti. Köprünün karayla birleştiği noktalardaki heybetli aslan heykelleri, Zincirli Köprü’ye ayrı bir güzellik ve asalet katıyordu. Çiseleyen yağmura aldırmadan köprünün yaya yolundan Peşte’ye doğru yürüdüm. Ortalık yerde durup, hızlı hızlı akıp giden çamurlu suları, akıntıya kapılmış martıları seyrettim.

Tuna bu kentin her şeyi demekti. Kenti ‘Tuna Kraliçesi’ olarak tanımlayan İsmail Habib Sevük, onu şöyle anlatıyordu: ‘Avrupa’nın en büyük suyu burada, kavisleri açık bir S harfi gibi ferah bir kıvraklıkla uzanıyor. Koca nehir hiçbir şehre böyle göğsünü gererek ve belini bükerek neşeli neşeli sokulmadı ve hiçbir şehir de onu burası gibi candan kucaklamamıştır. Tuna Belgrat’ı görür, fakat Belgrat Sava’ya bakar. Tuna Viyana’yı dolanır, fakat Viyana Tuna’ya sadece eteğini iliştirmiştir. Halbuki Budapeşte’de, nehirle şehir, aşıkla maşuk gibi sarmaş dolaş olmuştur…’ Niyetim karşı kıyıdaki Peşte’de, adressiz ve telaşsız bir yürüyüşle kentin kılcal damarlarına, ruhuna nüfus etmekti. Kentin beni sarmalamasını, içine çekmesini, geçmişiyle tanıştırmasını, bugüne döndürmesini istiyordum. Bunu heykelli meydanlarda oturarak, binalara dokunarak, insanları izleyerek gerçekleştirebilirdim.

Kent, gezmek isteyenlere otobüs, tramvay, metro gibi olanaklar sunuyordu ama ben yürümeyi tercih ediyordum. Budapeşte’de yürürken kendimi hep bir müzede dolaşıyormuş gibi hissettim. Bu kentin -bütün kentlerin- tadına ancak yürüyerek varılabilirdi, ben de öyle yaptım. Sokaklar, muhteşem binalar, anılar haftaya kaldı. Kaldığım yerden gezintiye devam edeceğim. Sizi de bekliyorum.

Mehmet Yasin

10 Mayıs 2012 – Antalya’da Macar kültür günü yapıldı

Macaristan Büyükelçisi István Szabó ve Avrupa Birliği Delegasyonu Misyon Şefi Yardımcısı Tibor Varadi’nin de katıldığı “Macaristan Kültür Günü” etkinliği Kepez Belediyesi’nin ev sahipliğinde Erdem Bayazıt Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Etkinlik ilk olarak Resim Sanatçısı Nijat Ayvaz’ın “Macaristan’daki Türk İzleri” konulu ve Macaristan Büyükelciliginin “Macaristan’a Bakış” baslikli resim sergisinin açılışı ile başladı

Macaristan Antalya Fahri Konsolosu Bekir Bülend Özsoy’un açılış konuşmasını yaptığı etkinlikte, Macaristan Büyükelçisi István Szabó ve Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü de birer konuşma yaptılar. Büyükelçi István Szabó Türkçe olarak yaptığı konuşmada, iki farklı kültürün aslında tarih boyunca her zaman bir olduğunu ve “Macaristan Kültür Günü“ etkinliğinin bu ortak noktaları ortaya çıkarma fırsatı yarattığını söyledi.

Devamı ve fotograflar>>>

2012-05-17
http://www.turkmacar.org.tr /Haber: Hungarolog Onur Şahin

Attila József: Benim için hava hoş

Benim için hava hoş

Benim için hava hoş, tanrı var ya da yok
Tanrı inandırsın ki inanırdım ona,
Ama o denli boş vaktim de yok.

Eğer yardımcı oluyorsa, yalnızca onun için daha iyi
Eğer yardımcı olmuyorsa daha kötü de olmayacak.
Eğer varsa, daha ne olsun ki şimdikinden
Nasıl olsa daha kötü olamaz,
Eğer varsa. Köpek kadar tenezül etmiyorlar,
Eğer yoksa. Köpek kadar tenezzül etmiyorlar,
Daha iyi de değil, daha kötü de.

Ergeç yoksulun
Yine de delirmesi gerek,
Veya astırması herhangi bir dala,
Eğer aklını başına almazsa
Çünki yoksul burada tanrı,
Dünyayı-yaratan tanrı,
Zengin yalnızca melek
Vah çekişlerimiz vermekte kanat
Ve kıvranan yaradılışta
Neye lazım melek

Sonbahar 1924

Çeviri: Salih Çardak

2014-12-03

Budapeşte

Aylar Ağustos’u gösterip Sziget köyü Obudai adası üzerine kurulunca bir kez daha Budapeşte’nin yolunu tuttuk. Bu sefer #cokgezenlerkulubu olarak şehri, mahallelerini, en trendi ve çekici bölgelerini geçen seneden tanıdığımızdan çok daha efektif gezme şansımız oldu.

IMG_9327

Yazıya girmeden hemen kısa bilgiler vereyim: 

fotoğraf-5

Dil Macarca. Almanca, İngilizce, Latince, İspanyolca, Türkçe bilen biri olarak bildiğim hiçbir dile benzetemiyorum ve kelimeler çok komik anlamsız geliyor. Sabahlara kadar Viragüzlet takıldığınız bir ülke düşünün.

Kur: HUF. Hungarian Forint ya da Macar Forinti. 100 Forint 1 Liradan biraz az gibi bir hesap yapabilirsiniz. (2014 Ağustos) Türkiye’den yola çıkmadan önce Euro alıp orada HUF satın alabilirsiniz. (Orada havaalanıda pasaporttan geçer geçmez %0 komisyon bir dövizci var, şehirdekilerden farklı değil kuru)

Vize: Schengen gerekiyor. Nasıl alınacağıyla ilgili bilgileri için sizi şöyle alacağım.

Taksi ucuz. Taksiye standart gelmiş. Hepsi BKK’ye bağlı. Taksi dergileri bile var. Kapıların üzerinde zaten tarife yazıyor. 15 dakikadan kısa yolculuklarda dakika başına 270, üstünde km başına 480 Forint. Taksiciler de şaşılacak derecede iyi İngilizce biliyorlar. Hatta genelde çok sempatiklerdi özellikle değişik kostümlerle Sziget’e gidip geldiğimiz taksilerde çok eğlendik.

Yerel içki: Palinka ye Fröccs Fröccs içine soda konan beyaz ya da roze şarap. Ben rozesine hastayım. Çok ferahlatıcı. Palinka ise alkol oranı epey yüksek shot olarak içilen bir meyve likörü. Andrassy Utca’dan Liberty Bridge’e yol üstünde önümüze çıkan her barda Palinka shot atarak yürümüşlüğümüz var. Sonuç: epey tatlı bir sarhoşluk.

IMG_9495

IMG_9371

Ben Budapeşte’yi geçen seneye oranla bir yıl içinde çok daha gelişmiş güzelleşmiş gördüm. Gün geçtikçe çirkinleşen, yaşanmaz hale gelen tek şehir İstanbul sanırım. İstanbul’dan ne zaman uzaklaşsam daha rahat nefes alabiliyormuş gibi hissediyorum. Budapeşte’de akşamları Sziget festivale giderek çok güzen 4 gün daha geçirdim.

IMG_9334

Budapeşte’de bu sene daha çok bisiklet yolu olduğunu hissettim. Bir de artık çopu Avrupa şehrinde standart haline gelen belli bir saate kadar ücretsiz bisiklet kiralama istasyonları çok yaygın bir şekilde her yere kurulmuş. Kredi kartından belli bir miktar bloke etme sistemiyle çalışan bu pay as you go tarzı bisikletler yerine Hazal ve Ecemen gibi gidip günlük bisiklet kiralamak da mümkün. Onlar bar olarak da hastası olduğumuz mekan Szimpla’dan kiraladılar. Ama tabii ki 7. bölgede başka kiralamacılar da mevcut.

Processed with VSCOcam with c2 preset

Bizim artık beton yığını olan Taksim meydanı ve bir zamanların ortasında nostaljik tramvayı ve kaldırım taşlarıyla insana yürümesi zevk veren İstiklal Caddesi’nin son halini düşününce Budapeşte’deki meydan düzenlemelerinin, oturma elemanlarının, bisiklet park ünitelerinin ne kadar güzel ve ‘tasarım’ olduğu iyice gözüme çarptı.

IMG_9345

Budapeşte şehircilik olarak gitgide gelişen, zaten biblo gibi nakış gibi binaları, gece hayatı, ruhu olan barları, rengarenk avluları, tasarım dükkanlarıyla her zaman gitmekten keyif alacağım şehirler arasında artık.

IMG_9353

IMG_9342IMG_9259

Yazının sonunda bulacağınız 2013 keşiflerine ek olarak 2014 yazında yeni açılan ya da benim yeni gidebildiğim mekanlarıyla karşınızda Budapeşte:

MÁK bistro Vigyázó Ferenc u. 4

IMG_0112

Michelin yıldızı yok ama Michelin rehberinde tavsiye edilen restoranlar arasında MAK. ‘Michelin’ referansı gözünüzü korkutmasın, bu kalitede bir restorana göre fiyatları uygundan da öte neredeyse bedava. Kendine özgü tarihi bir yapı orjinaline saygı duyularak yenilenmiş, sade atmosferiyle hem gençlerim hem iş adamlarının uğradığı ödül zengini MAK Bistro haline gelmiş.

IMG_0129

3 aylık periyotlarla yenilenen menüde 3 starter, 3 ana yemek, iki tatlı ve ortaya karışık söyleyebileceğiniz ufak lezzetler var. 2 course 2800 (9 Euro) 3 course 3500 Forint (11 Euro). 3 kişi gittiğimiz için menüdeki her şeyi tatma imkanı bulduk. Özellikle yaban havucu çorbası (parsnip velout) ve mantarlı rizotto mutlaka denenmesi gereken lezzetler. Sunumu, kasıntı olmayan ortamı, sempatik çalışanları ile Budapeşte’nin en iyi restoranlarından.

Processed with VSCOcam with c1 preset

Rezervasyon için http://reservation.mak.hu/?lang=en

Matrjoska Kroshka Lónyay u. 9

Processed with VSCOcam with a5 preset

Tuğla üzeri beyaz boyanmış duvarları ile küçük ama ferah bir restorancık ‘Matruşka’. Burada, Macaristan kültürü üzerinde etkilerini görebileceğiniz Ruslara özel lezzetler tadabilirsiniz. Bizim geçen sene Sziget’te tanıştığımız Pelmeni’yi denemek için güzel bir adres. Çorbaları ve soğuk mezeleri de gayet lezzetli.

IMG_9243

Butter Brothers Lónyay u. 22. (Mátyás u.)

IMG_9235

Hızlı bir sandviç yanına da kahve alıp devam etmelik New York Deli’lerini andıran Butter Brothers’da baristalar da epey yakışıklı, kızların dikkatine.

Big Fish Andrassy u.

Cam havuzda yüzen ıstakozlar, buz üzerinde sergilenen taze balık ve deniz ürünleri, self servis sıradında o an seçip tabağınıza gelecek şekilde tasarlanmış konseptiyle Big Fish’te uygun fiyatta şık sunumlu lezzetli balık yiyebilirsiniz.

IMG_9472

IMG_9475

Csarnok Hal Vendéglő Hold utca

Klasik Macar mutfağı için Hold Utca’daki Csarnok Hal’i öneririm. Güzel havalarda dükkanın önüne konan masalarda geleneksel yemekleri yerken sokakta gelip geçeni izlemek de bonus.

Processed with VSCOcam with a2 preset

Kisüzem Kis Diófa u. 2. (Dob u.)

IMG_9427

Beton, çelik ve ahşap gibi nötr malzemeler ve beyaz siyah gri gibi sade renkler arasında L şeklinde iki kanat boyunca uzanan barı ve kocaman mekana hareket katan canlı sarı aksesuarlarıyla, dopdolu çay menüsü, çayların sunumu, kokteylleri ve bir de beton masaların güzelliğiyle Kisüzem VII bölgede gezerken uğranacak bir mekan. İnternet de var!

IMG_9430

fekete Múzeum krt. 5.

Lezzetli kahve, kahve müptelalarına özel kahve aksesuarları, ayaküstü içip gitmelik küçücük dükkan.

IMG_9652

Espresso Embassy Arany János u. 15.

Adı üstünde, espresso elçiliği. Budapeşte’nin hayran olunası eski binalarının içi yine günümüzün tasarım normlarına göre son derece şık şekilde yenilenmiş, içeri girer girmez burnunuza gelen kahve kokusu ve tabii bir de kahve dükkanlarının olmazsa olmazı laptoplu freelancer’lar ile Espresso Embassy’nin Budapeşte’nin en hip mekanlarından olduğunu özellikle belirtmeye gerek yok sanırım.

IMG_9707

Terasz Március 15. tér 2. (Piarista köz)

Tipi boğaz köprüsüne benzeyen Erzsebet ya da Elizabeth köprüsünün kuzeyinde nehre bakan bir terasa atılmış rahat masa sandalyelere kurulup self servis bardan şarabınızı, fröccs’ünüzü sohbet muhabbet edip alıp manzaranın tadını çıkarmak için ideal bir mekan.

Processed with VSCOcam with c1 preset

Design Terminál Erzsébet tér 13.

Altta yüksek tavalı şık restoranı, önünde tasarımın her disiplininden kısa sergilerin yapıldığı kiosku, üst katta konferans salonları ve kolektif çalışma ortamlarıyla yolu tasarımdan geçen herkesin uğrayacağı bir terminal. Şaka bir yana sırf mimarisi için bile görmeye gidebilirsiniz. Ben çok sevdim.

IMG_9376

IMG_9378

Printa Café Rumbach Sebestyén u. 10.

Hem cafe, hem mini bir galeri hem de grafik tasarımların poster olsun t-shirt olsun çeşitli yüzeylere basılıp satıldığı bir tasarım dükkanı. Sevdikleri ve bizim de sevdiğimiz mekanlardan oluşan cool bir de Budapeşte haritası yapmışlar, buradan temin edebilirsiniz. Gitmişken bir de kahvelerini için.

IMG_9398

IMG_9400

K Shop Kiraly U.

Bu dükkanda rengarenk ıvır zıvırlar defterler kalemler ve güzel kartpostallar var. Fiyatlar uygun. Pembe beyaz kağıt pipetleri almadığıma hala pişmanım.

IMG_9392

He unutmadan, adresini yazan takipçilere yolladığım kartpostalları da burdan aldım:)

IMG_9662

Design Shop by Solinfo Király u. 59/b

HAYZuperzozial gibi sevdiğimiz tasarım ofislerinin ürünlerinin yanısıra minik minik aa bu da neymiş dedirtecek bir sürü ıvır zıvır satan bu dükkana tasarım ürün sevenlere tavsiye olunur. Bir giden bana Zuperzozial’in şu muhteşem dokulu flamingolu takımını alsın aklım kaldı <3

részletek: >>>>>

Sofranın yıldızları, gulaş, paprika, tokay

tokaji_kepDünyaca ünlü “gulaş”, Macarların millî yemeği ve ülkenin her yerinde sofraları süslüyor. “Paprika” ise, bir çok Macar yemeğinin vazgeçilmez baharatı; her yemeğe lezzet katıyor. Bu yemeklere de, en iyi “Tokay” (Tokaji) şarabı eşlik ediyor.
Macar mutfağı, çeşitli et yemeklerine, mevsim sebze ve meyvelerine, süt ürünlerine ve taze ekmeğe çok yer veren zengin bir gelenek sergiliyor. Aslında, Macar mutfağının gelişim süreci, Macarların uzun tarihleri kadar eski. Önceleri, göçebe Macar kabilelerinin kısıtlı imkânlarına göre şekillenen yemek geleneği, 9.yüzyıl sonlarında Macarların Karpat havzasına yerleşmelerinin ardından komşu halklardan gelen yeniliklerle tanışmış ve giderek bugünkü çeşit zenginliğine ulaşmış.

Tencere yemekleri

Macar mutfağında tencere yemeklerinin özel bir yeri var. Zaten, tencere, bakraç ve kazan gibi yemek pişirme gereçleri, göçler sırasında Asya’dan buralara kadar Macarlarla birlikte gelen malzemeler arasında bulunuyor. Çünkü, bunlar hayatı kolaylaştıran aletler: et, sebze, baharat gibi çeşitli malzemeyi içine koyduğunuz tencereyi, bakraçı ya da kazanı, açık havada yaktığınız ateşin üzerine koyuyorsunuz, birkaç saat sonra yemeğiniz hazır.

Örneğin, ünlü Macar yemeği “gulaş” bu geleneğin ürünü. Genellikle, içinde et ve sebze oluyor, paprika ve başka baharatlarla da lezzeti arttırılıyor. Gulaş için, dana, koyun veya domuz eti kullanılabilir ama en hakikisi sığır etinden yapılıyor. Sebze olarak da havuç, kereviz ve patates eklenmeli. Paprika ve soğan mutlaka olacak; ayrıca sarmısak ya da başka aromatik otlar eklemek isteğe bağlı. Pişirme sırasında biraz sirke eklemek de adetten, ama bazıları şarap koymayı tercih ediyor.

Gulaş, küçük değişikliklerle ülkenin her bölgesinde yapılıyor. Bazı farklılıklar ise yeni bir marka gibi ün kazanmış. Örneğin, içine makarna ve patates koymak yerine, pirinç ve lahana konularak yapılana “Csango Gulaşı” deniyor. “Likocsi Gulaşı” ise, domuz etinden yapılan ve içinde makarna ve patates yerine sadece şehriye olanı. En bilinen bir başkası da, “Szekely Gulaşı”: içinde patates yok, lahana ve ekşi krema var. “Birkagulaş” ise koyun etinden yapılıyor ve kırmızı şarap ekleniyor.

Elbette ki, Macar yemekleri ülkedeki gulaş çeşitleri ile sınırlı değil. Bir çoğu Türk damak tadına hiç de yabancı olmayan pek çok yemek, Macar sofralarından eksik olmuyor. Mesela, nefis bir kıymalı lahana sarması, biber dolması, etli-sebzeli güveç ya da bildiğimiz kapuska, her an karşımıza çıkabilir.

Ama pek aşina olmadığımız yeni lezzetler denemek istiyorsanız, örneğin “Fözelek” ile başlayabilirsiniz. Fözelek, bir nevi sebzeli güveç. Sulu yemek sayılıyor ama aslında pelte kıvamında oluyor. Çeşitli sebzelerin kısık ateşte bir arada pişirilmesi, içine de paprika, soğan, sarmısak ve sirke gibi lezzet verici maddeler katılması şeklinde yapılıyor, köfte veya sosis eşliğinde servis ediliyor. “Pörkölt” ise gulaş’a benziyor ama içinde bol paprika var, patates yok.

Av etlerinin ve balık yemeklerinin de revaçta olduğu Macaristan’ın en ünlü balık çorbası “Halaszle”ye bol acı paprika ekleniyor. “Husleves” ise, sebzeli ve tavuk etli bir çorba. Başta Viyana usulü Şnitzel olmak üzere, Orta Avrupa’ya has bir çok yemeği Macaristan’da da bulmak mümkün. Genellikle sofrada ekmek çok önemli. Ekmeğin buradaki adı “Kenyer”; mutlaka taze olmalı. Ay çöreği ya da krep gibi un mamulleri de çok seviliyor ama en popüler olanının adı, tıpkı Türkiye’deki gibi: “Poğaça”.
Paprika

Macar mutfağına özel bir lezzet veren “paprika”, aslında herkesin bildiği kırmızı biber. Amerika’nın keşfinden sonra, İspanyollar tarafından Avrupa’ya getirilmiş. 16.yüzyıldan beri Avrupa Saraylarında ve seçkin mutfaklarda kullanıldığı biliniyor. Zaten, Macaristan’a da saray mutfakları aracılığıyla girmiş. Önceleri, sadece elit sınıflar tarafından tüketilirken, 19.yüzyılda bütün ülkeye yayılmış, bütün mutfakların gözdesi olmuş.

Kelime anlamı “bibercik” olan Paprika, pişmiş yemeğin üzerine ekilen bir baharat olarak kullanılmıyor. Sıcak ayçiçeği yağına veya hayvansal yağların içine konuluyor ve yemek pişerken aroması her yanı sarıyor. Ama dikkatli olmak lâzım, eğer çok sıcak yağda uzun süre kalırsa, tadı çok acı olabilir.

Bugün, Szeged ve Kalocsa, paprikanın üretim merkezi sayılıyor. Üretimde bir yandan geleneksel yöntemlerin kullanılmasına özen gösterilirken, bir yandan modern makinalar da kullanılıyor. Paprikaların acılık dereceleri hep aynı düzeyde değil. Tatlı paprikadan, çok acı olana kadar çeşitli ürünler var. Renkleri de değişebiliyor. Koyu kırmızı paprika en acı olanı ama, sarı paprika da gözlerinizi yaşartabilir.

Macar şarapları

Macaristan’da şarap kültürü eski bir gelenek. Karpat havzasındaki şarap bölgelerinde, dünyanın en özgün ve kaliteli şarapları üretiliyor. Şarap meraklısı olup da ünlü Tokay (Tokaji) şarabını duymamış olan var mıdır? Bu meyve aromalı, tatlı beyaz şarabın yanında, kırmızı Eğri Bikaver’in (Boğa Kanı) ünü de sınırları aşmış bulunuyor.

Macaristan’da başlıca 7 şarap bölgesi var. Bu bölgeler ayrıca 27 alt bölgeye bölünmüş. Balaton gölünü çevreleyen “Balaton Şarap Bölgesi”, Budapeşte yakınlarındaki “Etyek” alt bölgesi, ülkenin kuzeyindeki “Eğri (Eger) Şarap bölgesi” ve tabii ki, kuzey- doğudaki “Tokay Şarap Bölgesi”, en güzel şarapların üretildiği alanlar.

Bu şarap ülkesinde, doğal olarak, şarap festivalleri de hiç eksik olmuyor. Her yıl düzenlenen yaklaşık 14 kadar festivale yerli ve yabancı turistler neşe içinde katılıyorlar. Yıllık festivallerin biri küçük Sopron kentinde; biri, Türkçe adı Eğri olan Eger’de; ikisi Macar şarapçılığının merkezi sayılan Tokaji’de; diğerleri ise başkent Budapeşte’de gerçekleşiyor.

2014-10-28
diplomat.com.tr

Macar mutfağı

gulyasleves_1Dünyanın en önemli mutfaklarından biri olan Macar Mutfağı renk ve çeşni olarak çok zengin bir mutfaktır. Macarlar mutfakları ile gurur duyarlar.

Mutfağın, Macarların yaşamında büyük önemi vardır. Ayrıca, mutfak, toplumda kişinin sosyal konumunu ve entelektüel düzeyini de belirler.

Macarların yüzyıllardan beri gelen geleneksel yeme alışkanlığı bölgelere göre çeşitlilik gösterir.

Macarlar günde 3 öğün yerler ve onlar 3 öğün yenmeyen bir yaşamı düşünemezler. Kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği. Bu öğünlerin önemi şehir ve kırsal kesime göre değişir. Özellikle kırsal kesimde öğle yemeği en önemli öğündür. Geleneklere göre öğle yemeği tam saat 12.00’de yenir.

Şehirde ise çalışma hayatının getirdiği zorunluluklardan dolayı akşam yemeği en önemli öğün haline gelmeye başlamıştır.

Macarlarda yemek yemek bir zevktir. Bu nedenle yemeğe vakit ayırırlar. Özellikle akşamları yemeklerini dışarıda dostlarıyla “Çigan müziği” eşliğinde yerler. Macarlar genellikle bir öğünde 3 çeşit yemek yerler. Bu çeşitlerin en önemlisi çorbadır. Çorbanın Macar Mutfağı’nda çok özel bir yeri vardır. Eskiden kırsal kesimde tarlada çalışanlar yalnızca çorba içerlerdi. Zaten Macar Mutfağı’nın en ünlü çorbası “Gulaş” bu yaşam tarzının ürünü olan zengin bir çorbadır; özellikle tarlada çalışıp, üç çeşit yemek yapmaya vakti olmayanlar için doyurucu özelliğinden dolayı tercih edilir. Macarlar tarhana çorbası da içerler. Buna “Tarhonya” derler. Macarlar tarhanayı Türklerden almışlardır. Orta Avrupa’nın en büyük gölüne “Balaton”a sahip olan Macarlar çok balık yerler. Bunlar özellikle tatlı su balıklarıdır. Ayrıca Tuna Nehri’nden de çok bol miktarda balık avlarlar. Macarların 3 ayrı bölgeye göre hazırladıkları 3 ayrı balık çorbası vardır. Bunlar, Tuna, Balaton ve Orta Macaristan usulleridir. Orta Macaristan usulü yapılan balık çorbası hem en geleneksel hem de en lezzetli olanıdır.

Macarlar patates ve özellikle de taze kesilmiş ev yapımı makarnayı çok yerler. Makarna hem temel hem de yan yemek olarak hazırlanır. Macar Mutfağı ete, sebzeye ve balığa dayanır.

Macar gulaşı et, patates ve sebze, özellikle de Macar kırmızı biberi “paprika” ile hazırlanır. Koyu kırmızı çok tatlı bir rengi olan ve bu rengini yemeğe de veren “paprika” bu mutfağın en önemli baharatıdır. Çorbadan yemeğe, balıktan ete, her besin maddesi ve her yemek çeşidi ile kullanılır. Macarlarda “paprika”nın girmediği tek yemek çeşidi tatlılardır. Macarlar paprika dedikleri zaman, bu hem toz kırmızı biber hem de taze kırmızı biber olabilir. İkisinin farkı, kullanım şeklinden anlaşılır. Yani paprika Macar Mutfağı ile bütünleşmiştir.

Macaristan’da tüm Orta Avrupa Mutfaklarında yaygın olan “Palacsinta” “palaçinta” (krep) tatlı olarak çok yenir. Özellikle içine dövülmüş ceviz ve toz şeker serperek yedikleri palaçinta tüm Macaristan’da çok yaygındır. Bazen palaçintayı taze peynir, toz şeker ve cevizle hazırlayıp fırında bir iki dakika ısıtıp servis yaparlar. Bu şekilde palaçintanm içindeki taze tuzsuz beyaz peynir erir ve şeker ve cevizle karışarak nefis bir tat oluşturur.

Macarların en ünlü tatlılarından biri de “Dough nut” dır. Özellikle bir karnaval çöreği olan Donut aslında “Dough nut” yani ceviz veya fındık şeklinde hamur anlamındadır. Orijini Macar olan “Dough nut”, Macar göçmenlerle Amerika’ya gitmiş ve ünlü “Amerikan Çöreği” “Donut” haline gelmiştir.

Macaristan’da Noel Bayramı Hazırlığı

Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de, Noel Bayramı ve yeni yıl kutlamaları için düzenlenen etkinlikler oldukça ilgi çekiyor.

Budapeşte’de Noel hazırlığı- Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de, Noel bayramı ve yeni yıl kutlamaları için düzenlenen etkinlikler ilgi çekiyor Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de, Noel Bayramı ve yeni yıl kutlamaları için düzenlenen etkinlikler oldukça ilgi çekiyor.Budapeşte Festival ve Ulusal Turizm Müdürlüğü (BFTK) ile Budapeşte Belediyesinin birlikte gerçekleştirdiği etkinliklerde, şehirdeki birçok meydan ve cadde ışıklandırıldı, Noel ağaçlarıyla süslendi ve üç büyük Noel pazarı hazırlandı. Vörösmarty Meydanı’na kurulan Noel pazarındaki 120 el sanatları standında, el yapımı seramik ve deri objeler, takılar, yerel kıyafetler sergileniyor. Bunun yanı sıra şekerleme, çikolata, sıcak içecekler ve geleneksel Macar yemeklerinin hazırlandığı yiyecek standları, yerli ve yabancı çok sayıda ziyaretçiyi ağırlıyor. Meydanda kurulan sahnede amatör müzik grupları verdikleri konserlerde izleyicilere dünyanın çeşitli bölgelerinden derledikleri müziklerden örnekler sunuyor.Çocuklar için de konserler düzenleniyor, projeksiyon gösterisi eşliğinde Noel hikayeleri anlatılıyor, ayrıca interaktif oyunlar, kukla gösterileri ve kurulan çocuk parkı ile Noel bayramı hakkında bilgiler veriliyor.Başkentin çeşitli noktalarında kurulan bağış noktaları ile yardım gönüllüleri maddi sıkıntısı olan insanlara yardımcı olmak amacıyla bağış topluyor. .

16,474FansLike
639FollowersFollow