2025. Eylül 12.
Türkinfo Blog Oldal 617

Hasan Eren’in Ardından

Hasan Eren’in Ardından Öğrencisi olduğum Prof. Dr. Hasan Eren’i 29 Mayıs 2007 tarihinde yitirdik. Vidin’de 1919 yılında doğmuş. Türk Dil Kurumunun yayın organı olan Türk Dili dergisinin 667. sayısında çıkan yazımda kendisini Türklük Bilgisi Çalışmalarına adayan bir şahsiyet, bir “başbilgin” diye nitelemiştim. Gerçekten de hayatı boyunca yalnızca Türklük Bilgisi (Türkoloji) çalışmalarıyla meşgul olmuş ve kendini bu işe vermiş, dünyasını Türk dilinin tarihiyle, köken bilgisiyle özdeş kılmış bir bilim adamıydı. O, sevinci ve mutluluğu ortaya koyduğu yazılarıyla, kitaplarıyla tadardı. Sohbetleri dil üzerine idi. Her sözünde bilgi, düşündürücü bir sonuç vardı. Kırk yıl boyunca onun bu özelliklerinden ayrılmadığını, ölüm döşeğinde bile Türk dilini, köken bilgisi sözlüğünü dilinden düşürmediğini gördüğüm için onun “başbilgin” unvanıyla anılmasını istedim.

Türklük bilgisi çalışmalarının bugün aramızda olmayan Fuat Köprülü, Reşit Rahmeti Arat, Ragıp Hulusi Özdem, Saadet Çağatay, Ahmet Caferoğlu, Mecdut Mansuroğlu, Muharrem Ergin, Tahsin Banguoğlu, Osman Nedim Tuna gibi birbirinden değerli hizmetkârları, bilginleri vardı. Hasan Eren de bunlardan biriydi. Ömrünün son yıllarını oğlu Seçkin Eren’in İzmir’deki evinde geçiriyor ve daha önce yayımlanmış olan Etimoloji Sözlüğü’nü genişletmeye, elindeki malzemeyi bu sözlüğe katmaya çalışıyordu. Hasan Eren’in İzmir’de (Urla) yaşadığı iki kötü olay onun çalışmalarını bayağı aksatmıştı. Bunlardan biri oğlunun vefatıydı. Bu olay onu ziyadesiyle üzmüş ve oğlunun cenazesinde Ankara’ya dönme arzusunda olduğunu bana söylemişti. Yaşadığı bir ikinci olay ise onu çalışmalarından büsbütün ayırmıştı. Banyoda düşmüş ve başı zemine çarptığı için artık iyice çalışamaz bir hâl almıştı.

Almanya’da çalışan vefalı kızı izin alabildiği ölçüde onu yalnız bırakmıyor, yanında yaşadığı oğlunun eşine destek oluyordu. Kendisini vefatından yaklaşık bir ay önce İzmir’den alıp kızı ile birlikte Ankara’ya getirdik. Kızı Çiçek Hanım ve damadı Ahmet Bey ona bir süre evde baktı. Ankara’daki günlerini daha çok eski adı Trafik Hastanesi olan kuruluşta geçirdi ve orada da vefat etti. Türk Dil Kurumunda bir cenaze töreni yapıldı. Kocatepe Camiindeki cenaze namazından sonra Cebeci Asri Mezarlığında daha önce vefa etmiş olan eşinin mezarına defnedildi. Hasan Eren’den sonra Türk Dil Kurumunun başkanı bulunan Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, doğumunun 80. yılı münasebetiyle 2000 yılında Hasan Eren için bir armağan kitap hazırlatmak kadirbilirliğini göstermişti.

Yönetim Kurulunda alınan bir kararla çalışmalar başlatıldı. Kitabın hazırlanması ve hocanın hayat hikâyesini yazma görevi de bana verilmişti. Armağan kitaba Turan Oflazoğlu, Imre Baskı, Firidun A. Celilov, Vladimir Drimba, İnci Enginün, Kemal Erarslan, A. Bican Ercilasun, Halil Ersoylu, Ergaş Fazıl, Aldo Gallotta, Peter B. Golden, Nevzat Gözaydın, Tuncer Gülensoy, Tofiq Hacıyev, György Hazai, Kâzım Karabörk, Zeynep Kormaz, Hasibe Mazıoğlu, İsmail Parlatır, Aleksandr Sçerbak, Miryana Teodosiyeviç, Edward Tryarski, Halil İ. Usta, Mirfatif Zekiyev, Peter Zieme, Hamza Zülfikar birer makale yazıp bu bilim adamının 80. doğum yılını kutladılar. Bu kitapta onun hayat hikâyesini bazen kendisinden dinleyerek bazen de çeşitli kaynaklardan yararlanarak ortaya koydum. Çocukluğundan, doğumunun 80. yılına kadar olan fotoğraflarından bir seçme yaparak onları armağan kitabın sonuna ekledim.

Son fotoğraf Türk bayrağı çekilmiş bir motorda Van Gölündeki seyahatini göstermektedir. Kitap, yayınlamadan önce bütün bu malzemeyi okudu, eklemeler yaptı. Hasan Eren’in bibliyografyası da bu armağan kitapta yer almıştır. Hazırladığım listeyi kendisi yeniden düzenledi ve eklemeler yaparak yıllara göre gruplandırdı. Hasan Eren, İlk ve rüştiye öğrenimini Vidin’de tamamlamıştır. Bulgar lisesinden 1937 mezun olduktan sonra hayatını Macaristan’da sürdürür. Macar Türkoloğu Gyula Nemeth, Vidin’de halk ağzından malzeme derlemek üzere geldiğinde H. Eren dikkatini çeker ve H. Eren’e öğrenimine Macaristan’da devam etmesini teklif eder. Böylece o Türkoloji alanına ilk adımını atmış olur. Öğrenim basamaklarında Rusça, Fransızca ve Macar öğrenmiştir. Ankara’da doçentliğinin denkliği 1948 yılında kabul edildikten sonra Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde öğretim üyesi olarak göreve başlar. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Türk Dili Tarihi derslerini okutur.

Hasan Eren’in yazı hayatına başladığı tarih 1940 yılıdır. Son yazısı ise Türk Dili dergisinin Şubat 2007 tarihli sayısında yayımlanmıştı. Yazının adı “Bir Suç Duyurusu Üzerine” idi. Bu ilgi çekici yazıda Avukat Ahmet Koçak’ın Hasan Eren’i imkân yerine olanak kelimesini kullandığı için mahkemeye verdiği, Cumhuriyet Savcısı Ali Kemal Fettahoğlu 25.09.1989 tarihinde “Kovuşturmaya Yer Olmadığına İlişkin Karar” başlığı altında davayı reddettiği anlatılıyordu. Çocukluktan ölünceye kadar insanoğlunun hayatında acı, tatlı pek çok olay olur bunlar gayet normal şeylerdir. Ama kullandığı Türkçe bir kelimeden dolayı insanın mahkemelik olacağı herhâlde akla gelmez. Hasan Eren, Türk Dili dergisinde yazı yazmayı çok severdi. Burada yazdığı yazılar daha çok köken bilgisini ilgilendiren yazılardır.

Türk Dil Kurumunun Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin Türkoloji Dergisi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi onun yazılarının bulunduğu öteki dergilerdir. Hasan Eren, Türk Dili dergisindeki yazılarını her düzeyde okuyucunun anlayacağı bir üslûpla kaleme alır, okuyucuyu yazıya çekmeye çalışır, sonucunu merak ettirirdi. Bu onun yazılarında görülen başlıca özelliklerden biriydi. Türk Dili dergisinin 667. sayısında -sal (-sel) ekinden bahsederken konuya Aysel kelimesinden başlamış; Aysel kelimesinin sonundaki -sel ekinin “temiz, namuslu, iffet sahibi” anlamında “sili” kelimesine bağlamıştı. H. Eren, son yıllarda yazdığı yazıların birkaçı da anılarla ilgilidir. (bk. Türk Dili 665). Bu anılar içinde dönemin birçok yazarının ve dil bilgininin adı geçer. Vaktiyle Türk Dil Kurumunda birlikte çalıştığı Nurettin Artam’dan da takdirle sık sık söz ederdi.Türk Dil Kurumu sözlük kolu uzmanı Dr. Mehmet Ali Ağakay ve onun fedakârane çalışmalarından da sık sık söz ederdi. Yazılarında Türkçe kelimeleri özenle seçerdi. Ancak özellikle batı kökenli bazı kelimeleri de yeri geldiğinde kelimenin taşıdığı değişik anlam dolayısıyla kullanmaktan kaçınmazdı. Türklük Bilimi Sözlüğü adlı eserinin ön sözünde up to date terimi kullanmış; yazılarını yeniden düzenleyip yeni bilgilerle donatmayı bu sözle ifade etmiştir.

Ancak bu tür kelimeleri yazılarında eğik dizdirirdi. Aynı işi Türkçe Sözlük’te de yapardı. İmlası çok yabancı olan, Türkçenin ses düzenine uymayan kelimeleri fuel oil örneğinde olduğu gibi eğik dizdirirdi. Öğrencisi olduğu 1960’lı yıllarda verdiği dersler ses tarihi ile ilgiliydi. Kelimelerin eski lehçelerde uğradığı ses değişikliklerini tarihi sıraya göre ele alır; aynı derslerde yaşayan lehçelerdeki ses değişikliklerini de örneklerle açıklardı. Yakutça ve Çuvaşça onun en çok değer verdiği, üzerinde durduğu lehçelerdi. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde okutulan bu derslerin ve bu derslerde uygulanan yöntemin öteki üniversitelerde aynı düzeyde okutulmadığını söyleyebilirim. Onun açtığı bu çığır, günümüzde de Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Hayatı boyunca onu üzen çeşitli olaylar olmuştu. Bunların bazılarını kendisi için hazırladığım Hasan Eren Armağanı’nda yazdım. Ama 147’ler listesine girmesi ve bir süre Fakülteden ayrılmak zorunda bırakılması onu en çok üzen ve hiçbir zaman unutamadığı, yeri düştüğünde heyecanla ve öfkeyle anlattığı bir olaydı. Başta Macaristan olmak üzere onu kabul edecek birçok Avrupa ülkeleri bulunmakla birlikte devletine, ulusuna küsmedi, ülkeyi terk edip yurt dışına gitmedi, H. Eren son yıllarını söz konusu ettiği bu tür yazılara ve Türk dilinin çeşitli konularını işleyen yabancı Türkologların çalışmalarına ayırmıştı. Yabancı Türkologların hayatlarını konu alan bir kitapta toplamaya çalışıyordu.

Türk Dil Kurumu yayınları içinde çıkan Türklük Bilimi Sözlüğü’üne bu yazarların fotoğraflarını da koymuştu. Kitaptaki özel olarak çekilmiş fotoğrafları görünce “Hocam bunları nereden buldunuz?” diye sormuştum. Bana onları yıllardır biriktirdiğini söylemişti. O şahsiyetlerin fotoğraflarını Türk Ansiklopedisi’nde çalıştığı yıllarda da kullandı. Söz konusu bilginlerin hemen hemen tamamını birer ansiklopedi maddesi olarak kendisi yazdı. Bu konuda bir belgeliğe sahipti. Buldukça bir tarafa ayırdığı bilgileri, fotoğrafları bu kitapta da kullandı. Bu şahsiyetlerin her biri Türklük biliminde, Türk dili çalışmalarında ün yapmış çeşitli uluslardan olan bilginlerdi. Armin Vambery, Edvard Tryjarski, Adreas Tietze, Wilhelm Thomsen, Ettore Rossi, Martti Resenen, G. John Ramstedt, Wilhelm Radloff, Ödön Schütz, Aleksandr N. Samoyloviç, Nikoloy Poppe, Evgeniy D. Polivanov, Omeljan Pritsak, Edward Piekarski, Henrik Paasonen, Gyula Nemeth, Sergey E. Malov, Lajos Ligeti, Tadeusz Kowalski, Wladyslaw Kotwich, Nikoloy F. Katanov, Gunnar Jarring, György Hazai, Zoltan Gombocz, Annemarie von Gabain, Lajos Fekete, Alessio Bombaci, Aleksandr K. Borovkov, Nikolay A. Baskakov, Fehim Bajraktarevic ve Finlandıyalı Pentti Aalto ile ilgili bilgiler, onların bilimsel çalışmaları bu kitapta yer aldı. Türk Dil Kurumunca yayımlanmış olan bu kitabına verdiği numara “1” idi. Öteki yabancı bilginleri de ikinci kitapta yazacak ve ardından Türk bilginlerini ele alacaktı.

Hasan Eren bu çalışmaları yaparken Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü’nün genişletilmesini de ihmal etmiyordu. İkinci baskısını Türk Dil Kurumu yayınları içinde çıkaracaktı. Hatta Türk Dil Kurumu Başkanlığı ile bir sözleşme de yapmıştı. Elinde epeyce de malzeme bulunmaktaydı. Bunları damadı ve kızı bilgisayarda yazıyor ve ona yardımcı oluyorlardı. Ne yazık ki hayat planlandığı gibi yürümüyor. Hasan Eren, ömrü boyunca yalnızca üniversitelerde ders veren bir öğretim üyesi olarak kalmadı. Bir ara Kıbrıs’ta da görev yaptı. Kıbrıs Türkleri ve Türk Dili adlı makalesi o yıllarda derlediği malzemeye dayanır. Devletin birçok kurumunda görevlendirildi. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun Yönetim Kurulunda çalıştı. İçişleri Bakanlığında Yer Adları Komisyonunda görev aldı. Birçok köye baraja Türkçe ad verdi. Alpulu, Ezine, Edincik gibi yer adlarının kökeni hakkında yazdığı makaleler o yılların birikimlerine dayanır. Türk Dil Kurumunda uzun yıllar hizmet verdi ve 12 Eylül’den sonra altı yedi yılı süreyle Türk Dil Kurumu Başkanlığı yaptı. Bu sırada ağırlık, daha çok Türkçe Sözlük’ün zenginleştirilmesine verildi. Bugün belli bir söz hazinesine ulaşmış olan Türkçe Sözlük’ün kelime hazinesinin onun derlemeleriyle zenginleştiğini kimse inkâr edemez. Türkçenin öteden beri birtakım sorun içeren İmla Kılavuz’u çalışmalarına el atıldı.

Özelikle gereksiz bir biçimde yapılmış kelime birleştirmeleri bu yıllarda ele alındı ve konu tartışma alanına girdi.Yapılan tartışmalar içinde Hasan Eren peş peşe birkaç makalesi yayımlandı. Bunlardan birkaçı Dil Tartışmalarında Gerçekler adlı kitapta yer aldı. “Eski Dilciler Eski Çözümler” (Türk Dili LV 1988), “Sırça Köşkte” (Türk Dili LVI 1988 Daha sonra bu yazının ikincisini gene aynı dergide 1992’de, üçüncüsünü gene Türk Dili dergisinde 1993’te yazdı.), “Eski Dilcilikten Yeni Yazım Uzmanlığına” (Türk Dili LVIII 1989) Hasan Eren, eski dilciler sözüyle amatör dilcileri kast ederdi. Kendine has, esprili üslubuyla onları eleştirmekten zevk alırdı ve bu konuda pek çok yazı yazdı. Amatör dilcilerden hiç hoşlanmadı. Ancak onlar da kendisiyle uğraşmaktan geri durmadılar. Hasan Eren, bir Ansiklopedi yazarıydı. Üniversitedeki görevinin yanı sıra uzun yıllar Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Yayınlar Genel Müdürlüğünde Türk Ansiklopedisi’ni çıkarmakla meşgul oldu. Nevzat Gözaydın, İsmail Parlatır da onunla birlikte bu çalışmaya katılmıştı. Bu kadroda ben de bulunuyordum. Türk Ansiklopedisi’nin Z harfindeki son maddeyi yazıp bitirdikten sonra o yıllarda Milli Eğitim Bakanı olan Vehpi Dinçer’e Ansiklopedi’nin yeni baştan çağdaş bilgilere dayalı olarak yayımlanmasına izin vermek üzere başvurdu. Aradan otuz yıl geçti. O makama pek çok bakan oturdu. Bu güne kadar Bakanlıktan bu konuda herhangi bir karar çıkmadı. Türk ansiklopedisi’nin o hazin hâline hâla bir çare bulunamadı ve yeni bir baskısı yapılamadı. Hasan Eren, bir yandan sözlük yazarı, öte yandan Türk dil tarihi uzmanı idi. Ömrünün büyük bölümünü başta üniversite olmak üzere devletin çeşitli kurumlarında hizmet vererek geçirdi. Onun yaş haddinden üniversiteden ayrılışı üzerine Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde dersler vermesini bekledik. Ama ona bu teklif yapılmadı, bir an önce odasını boşaltması için kendisine yazı yazıldı. Onun da bu konuda suskun kalması beni düşündürmüştür.

Hasan Eren’in aklımda kalan ve bir bilgiye dayanan birçok sözü vardı. Bunlardan biri Rusya’da Türkçe konuşanların Rusça’dan sonra ikinci sırada geldiğini söylerdi Rusya’daki Türkolog sayısının bu kadar çok oluşunu biraz da bu gerçeğe bağlardı. Hasan Eren’in espriyi seven bir şahsiyetti. Her konuşmacının sözünü bir espriyle bütünlemeye çalışırdı. Bu tür örnekleri Türk Dil Kurumunun Bilim Kurulundaki öğretim üyeleri iyi hatırlarlar. Yaptığı esprilerle gergin havayı yumuşatır, çevresindekileri güldürürdü. Hasan Eren’in hayatı planladığı gibi yürümedi. Yazacağı makaleleri, bitireceği etimoloji sözlüğü vardı. Bildiği lisanlarla, edindiği zengin Türklük bilgileriyle her fani gibi o da bu dünyayı terk edip ebediyete gitti.

Hamza ZÜLFİKAR

Macar atletten dünya rekoru

kosuUluslararası Ultra Koşu Federasyonu (IAU) tarafından Macaristan’ın Veszprem kentinde düzenlenen 6 saatlik ultra maraton koşusunda, 92 bin 613 metre koşan Macar Gabor Muharai’nin bu alanda yeni bir dünya rekoru kırdığı açıklandı.

Bu alanda eski rekorun, 89 bin 451 metre ile Polonyalı Tomas Chawawko’ya ait olduğu bildirildi.

2012-04-03
trtspor.com.tr

Macar milli futbol takımı yükseliyor

valogatott1993 yılında FIFA tarafından başlatılan kıyaslamalı ölçümlerde Macar futbolu ilk kez bu kadar önemli bir pozisyon yakaladı. Sándor Egervári’nin teknik direktörlüğündeki Macar milli takımı ağustos ayında 45. sıradaydı. Son üç maçını da kazanan Macarlar 2012 Avrupa şampiyonasındaki İsveç’i de sıralamada yakalamak üzereler. İsveç FIFA sıralamasında 27. durumda.

2011-09-22
Turkinfo/Budapeşte

Macar futbol kulübü Ferençvaroş, satışa sunuldu

Fradi-emblemaMacaristan lig tarihi boyunca 28 lig, 20 kupa şampiyonluğu ile ülkede en fazla kupa kazanan, 1965 yılında Juventus’u yenerek Fuar Şehirleri Kupası Şampiyonu olan, Kupa Galipleri Kupası’nda final oynayan Macaristan’ın dünyaca ünlü futbol kulübü Ferençvaroş’un sahibi İngiliz işadamı Kevin McCabe kulübüyle ipleri tamamen koparttı. 2008 yılı başında Ferençvaroş’u satın alan Sheffield United’ın da sahibi olan İngiliz işadamı Kevin McCabe, kendisine ait hisselerinin yüzde 95’ni satılığa çıkardı. Ferençvaroş’u 2. ligde oynarken satın alan İngiliz işadamı McCabe’nin bu kararı taraftarların büyük öfkesine neden oldu. Bini aşkın Ferençvaroş taraftarı kulübe ait olan Albert Florian Stadı önünde protesto gösterisi düzenleyerek, Macar devletinden kulübün kurtarılmasını istedi. Kevin McCabe, Ferençvaroş’a daha fazla yatırım yapmayacağını, Macaristan’da devletin ve sponsorların verdikleri sözleri tutmadığını, açıkladı.

2011-02-19

Macaristan futbol federasyonu 110 yaşında

puskas_labdavalDünyanın en eski futbol federasyonlarının başında gelen Macaristan Futbol Federasyonu, 110 yaşına girdi. Macaristan Futbol Federasyonu’ndan yapılan açıklamada, 19 Ocak 1901 tarihinde 13 kulüp ile kurulan federasyonun, dünyanın en eski futbol federasyonlarının başında geldiği belirtildi. Macar futbolu, tarihinin en büyük başarısını, 1938 ve 1954 yıllarında Dünya Kupası’nda iki kez adını finale yazdırarak kazandı. 1938 yılında İtalya’ya karşı 4-2, 1954 yılında ise Batı Almanya’ya karşı 3-2 kaybederek ikinci olan Macaristan, bazılarına göre dünyanın ilk total futbol oynayan ekibidir. O yıllarda “Altın Takım” olarak da adlandırılan ve adeta efsane olarak kabul edilen Macaristan Milli Takımı, İngilizlerle yapılan maçlarda aldıkları farklı galibiyetlerle adını tüm dünyaya duyurdu. 1950’li yılların Macaristan Milli Takımı, futbolda büyük devrimlere imza attı. En korkunç ve etkili takım olarak nitelendirilen Macaristan, o yıllarda Brezilya, Arjantin, Almanya ve İngiltere gibi ülkeleri dize getirerek, büyük bir sükse yaptı.

2011-01-24

Özel Röportaj: Géza M. Tóth

gezatothYorumlarınızın, beğenilerinizin, paylaşımlarınızın ve eleştirilerinizin bizim için çok değerli olduğunu unutmayın ve lütfen bizden esirgemeyin.

Aşağıdaki oynatma listesinde önce kendisiyle yaptığımız röportajı, ardından da çektiği kısa filmleri bulabilirsiniz. Röportajın Türkçe altyazı seçeneği olduğunu unutmayın.

İyi seyirler!

Detaylar: ( video ) >>>

2014-11-07

Dünyaca Ünlü Macar Dans Topluluğu Gebze’de Sahne Alıyor

macar_dansGebze Belediyesi ve Macaristan’ın Kocaeli Fahri Konsolosluğu’nun ortaklaşa düzenlediği etkinlikle Kent Meydanı’ndaki Gebze Kültür Merkezi’nde özel bir gösteri sunacak.

Macaristan’ın milli bayramı dolayısıyla düzenlenen ve Gebze Belediye Başkanı Adnan Köşker’in destek verdiği gösteri, 25 Ekim günü Gebze Kültür Merkezi’nde saat 19.00’da verilecek kokteylin ardından başlayacak.

Gebze Kültür Merkezi’ndeki etkinliğe Kocaeli Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Macaristan Büyükelçisi Gabor Kiss, Gebze Kaymakamı Mehmet Arslan ve Macaristan İstanbul Başkonsolosu Hendrich Balazsşeref de katılacak.

MACARİSTAN FOLK DANSLARININ EN GÜZEL ÖRNEKLERİ SUNULACAK

Macaristan’ın Milli Bayramı dolayısıyla Türkiye’de üç farklı ilde yapılan Macar halk dansları gösterilerinin üçüncüsü Gebze’de gerçekleştirilecek. Gebze Belediyesi ve Macaristan’ın Kocaeli Fahri Başkonsolosluğu’nun ortaklaşa organize ettiği gösteride sahne alacak olan dans grubu, Macaristan folk danslarının en güzel örneklerini sunacak. Yaklaşık 40 kişiden oluşan grup, dünyanın birçok ülkesinde yaptığı özel şovlarla üne kavuştu. Türkiye’de ilk defa sahne alan Macaristan Ulusal Dans Topluluğu’nun GKM’de sunacağı özel gösteriye sanatsever tüm Gebzeliler davet edildi.

2014-10-25
sondakika.com

Hayatın tadı – Macar müziği

nepzeneMacar müziği denince, tek bir ulusal müzik türünden değil, insanları adeta dans etmeye zorlayan canlı bir folklor müziğinden; dünyanın her tarafında keyifle dinlenen çigan müziğinden; ve Lizst gibi, Kodaly gibi, Bartok gibi dünya devlerinin renk kattığı klâsik müzikten söz etmek gerekiyor.

Macar toplumunda müzik ve dans her zaman çok önemli bir yere sahip olmuş, hani deyim yerindeyse, Macarların ruhu asırlardan beri hep müzikle beslenmiş. Araştırmacılar, bundan yüzyıllar önce Asya’dan Avrupa’nın merkezine göç etmiş olan Macar toplumunun, geçtiği yerlerdeki diğer toplumların müziğinden bir şeyler alarak geldiklerini ve bunu Avrupa müziği ile harmanlayıp bugünkü kendi özgün ve muhteşem müziklerini oluşturduklarını söylüyorlar. Gerçekten de, bugün dinlediğiniz bir Macar halk müziğinde, doğu’dan esintiler, ya da slav, yahudi veya roman ezgilerinden parçalar bulabirsiniz.

Macar Folklor Müziği

Geleneksel Macar halk müziğini 100,000’den fazla müzik parçası oluşturuyor. Bu konuda bir çok araştırma yapılmış, ama ünlü besteciler Bela Bartok ve Zoltan Kodaly’in bütün ülkeyi tarayarak yaptıkları araştırma belki de en kapsamlı olanı. Bartok ve Kodaly’nin duydukları her melodiyi kaydederek bu zengin müzikal mirası unutulmaktan kurtardıkları kesin.

Macar folklor müziğinin en büyük özelliklerinden biri, genellikle halk danslarının da bu müziğe eşlik etmesi. Geleneksel danslar bugün de Macaristan’da bütün popülerliğini koruyor. Aslında, çoğu zaman Macar folklor müziği insanı zaten dansa eden bir müzik. Ülkenin her yerinde bulunan ve “Tanchaz”, yani “Dans evi” denilen mekânlarda sabahlara kadar geleneksel müzik eşliğinde dans etmek mümkün. Tanchaz metodu, 2011 yılından bu yana,UNESCO’nun somut olmayan miras listesinde yer alıyor.

Her bölgenin kendine has yerel dansları olsa da, en yaygın olanlar “karikazo”, “legenyes” ve “czardas”. Karikazo sadece kadınlar, legenyes sadece erkekler tarafından yapılıyor, csardas ise çiftlerin dansı. Çiçeklerle bezeli elbiseler, kat kat ve kabarık etekler, süslü başlıklar, şapka, çizme ve yelekle yapılan halk dansları, bir renk bayramı gibi. 19. yüzyılda altın çağını yaşayan legenyes’in (“verbunkos” olarak da adlandırılıyor) simge ismi János Bihari. Zamanının en ünlü Çigan kemancısı olan Bihari nota bilmeyen bir dahi. Tekniği ve repertuarı Liszt’i de etkilemiş ve eserlerinde onun melodilerini kullanmasına neden olmuş.

Çigan müziği

Macaristan’ın yaygın sembollerinden biri olan Çigan müziği, kültürel bir karışıma ve müthiş bir enstrüman çeşitliliğine sahip. Aslında, 1000 yıl kadar önce, Hindistan’dan yola çıkıp, halâ göçebe olarak bir çok değişik ülkede varlığını sürdüren Roman topluluğuna mal edilen Çigan müziği, Macaristan’da çok farklı ve özgün bir karakter kazanmış. Gerçekten de, Balkanlarda duyulan Roman müziği, ya da İspanya’nın ünlü “Gypsy” melodileri, Macar Çigan müziğine hiç benzemiyor. Genellikle hiç bir akademik eğitim almamış olan müzisyenler tarafından yılların birikimi ve ailegelenekleriyle sürdürülen bu müzik türü, çok geniş bir repertuara sahip ve doğaçlama yapmaya da çok uygun.

Macar Çigan müziği yapanlar, klasik batı müziğinin ünlü melodilerine de repertuarlarında yer veriyorlar. Örneğin Brahms’tan veya Liszt’den parçalara her zaman rastlayabilirsiniz.

Dünya devleri

Macaristan, dünya klasik müziğinde çok önemli ve özel bir yere sahip. Ferenc Liszt Macar bestecilerin en büyüğü ve çağdaşları tarafından bütün zamanların en başarılı piyanisti olarak değerlendirilmiş. Orkestra şefi ve müzik öğretmeni de olan Liszt, günümüzde kendi adını taşıyan Macar Kraliyet Müzik Akademisi’nin de kurucusu. Senfonik şiiri hemen hemen bağımsız bir müzikal form haline getiren sanatçı, aralarında Wagner’in de olduğu pek çok ünlü besteciyi etkilemiş ama konservatuara girmek için geldiği Paris’te, yabancı olduğu gerekçesiyle okula alınmamış.

Piyano için “hayatım” diyen müzisyen, önceleri Chopin’i kendisine rakip olarak görse de sonradan çok iyi iki arkadaş olmuşlar. Chopin’in Paris’teki evinde, piyanonun yanındaki küçük bir masanın üzerinde duran tek resim Liszt’in fotoğrafıymış.

Wagner ise, Liszt ile ilk tanıştığında genç, henüz tanınmayan ve yoksul biriymiş. Zamanla bağları güçlenmiş ve iyi dost olmuşlar. Liszt’in büyük kızı Cosima, Wagner’le evlenmiş. 1847’de Padişah Abdülmecit’e Dolmabahçe Sarayı’nda bir konser vermiş olan Liszt, 1886 yılında Almanya’da ölmüş.

20.yüzyıl başlarında üç olağandışı Macar müzisyen daha görüyoruz: Ferenc Erkel, Zoltan Kodaly ve Bela Bartok. Macar milli operasının yaratıcısı Ferenc Erkel, Macar millî marşının da bestecisi.

Yakın arkadaş olan ve birlikte de çalışan Bartok ve Kodaly ise Karpat havzasının tamamında, geleneksel halk ezgilerini derlemek, kaydetmek, notaya dökmek için çalışıp durmuşlar; binlerce melodiyi ve türküyü gün yüzüne çıkarmışlar. Zoltan Kodaly, çocukların müzik eğitimi üzerine kendi adıyla anılan bir yöntem de geliştirmiş.

20.yüzyıl müzik dünyasının en büyüklerinden olan Bela Bartok, etno-müzikolojinin de kurucularından. Tamamen millî şeyler yaratmayı ve geleneksel müzik belleğini korumayı çok önemsemiş. 1936 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Bartok, Adnan Saygun ile birlikte Çukurova’da yerel müzikleri kaydetmiş, notaya dökmüş, Ankara Devlet Konservatuarı’nda Türk Halk Müziği arşivi oluşturulmasına da katkıda bulunmuş. Bugün, Osmaniye’de onun adını yaşatan bir sergi salonu ve müze bulunuyor. Ankara’da ise, Macaristan Büyükelçisinin İkâmetgâhında kendi piyanosu halâ duruyor ve kullanılıyor.

2014-10-22
http://www.diplomat.com.tr

Kına yakma sanatı

kınaKına ismini bitkisinden almaktadır. Kınanın ilk ilk olarak, süsleme amacından önce çöl insanları tarafından serinlemek için kullanılmaktaydı. Çöl insanları bu bitki yaprağını ezerek çamurla karıştırdılar ve elde ettikleri karşıma ayaklarını ve ellerini batırdılar. Bu şekilde cild üzerinde koruyucu bir tabaka oluşturan çöl sıcaklığı karşısında cilde daha bir dayanıklılık sağlamaktaydı. Ancak ellerin her tarafına kına yapılması yerine sadece avuç içine kına yapılması ve bunun da kişiye bir serinlik duygusu vermesi sayesinde, daha farklı bir amaçla da kullanılmaya başlanmıştır. Avuç içinde bir kırmızı nokta şeklinde kına yapmayı keşfeden keşfeden kadınlar, bu merkez etrafında da kınayla küçük noktalar koyarak estetik bir görüntü yakaladılar. Kına sayesinde yakalanan bu zerafet kınanın bir estetik araç olarak da kullanılmasına yol açtı.

Hindistan’da gümüş veya fildişinden yapılmış ince bir alet,Fas’ta sürme için kullanılan bir tahta , kına uygulamaları için malzeme oldu. Ve bugün de çöl köylerinde kullanılan stil budur. Ancak Hint kınasının bu kadar popüler olması ise sadece son yılda olan bir şeydir. Özellikle kınanın son on yılda kazandığı popülerlik sayesinde, sanatçılarının çoğalmasına ve kına ile ilgili uygulamaların klasik kullanılış biçiminin dışında denemelere yol açtı.

Kadın vücudunun özellikle bir bütün olarak kına uygulamaları için kullanılması bu denemelerin bir sonucu oldu. Elbette bu kına ile ilgili daha yeni tekniklerin de kullanılmasının da bir sonucuydu. Çeşitli ülkelerdeki sanatçıları, kınayı farklı malzemeler eşliğinde kullanarak estetik açıdan son derece başarılı çalışmalar yaptılar. Bu başarılı çalışmalar aynı zamanda, dövme sanatına soğuk bakan ve vücut için zararlı olmayan ve bilakis faydalı da olabilecek ama aynı zamanda süsleme açısından da en az dövme kadar vurgulayıcı bir alternatif arayan insanlar için iyi bir örnek oldu.

Kınanın dövme sanatının aksine uygulamalarındaki basitlik ve malzemelerindeki ekonomiklik de kınanın popüleritesini arttıran nedenlerden biri oldu. Ancak başarılı bir uygulaması için, kınanın doğru tanınması gerekmekte ve yanlış malzemelerden kaçınmak gerekir. İşte da kullanılabilecek yada kullanılmayacak malzemeler: Taş Kınası: Özellikle ortadoğu ülkelerinde kullanılan ve siyah bir taşın öğütülmesinden elde edilen tai kınas, kına ile aynı özelliklere sahip değildir. Her ne kadar kına olarak da bilinse de. Ve cilde olan etkisi açısından da gerçek kına gibi bir faydası da yoktur. Bu bakımdan ülkemizde taş kınası olarak da bilinen bu kınanın gerçek ile bir alakası yoktur.

Renkli kına : Kına, asla mavi, sarı, yeşil, mor veya siyah değildir. Eğer bir cilte bu tür çeşitlilikte renklerden oluşan süslemeler varsa o kına değildir. Cilteki bu farklı renkler boyadan ileri gelir. Böyle bir durumda kullanılan boyanın niteliği önemlidir. Kullanılan kınanın içinde boya maddesinin varolup olmadığının en önemli belirtisi ise en kaba biçimde kınanın kokusundan anlaşılabilmektedir.

Ceviz ve Kına: Bir çok halkta hazırlanırken karşımın içine ceviz kabuğunun tozu veya kaynatılmış ceviz kabuğunun suyu karıştırılır. Bundaki amaç kınanın daha yoğun ve koyu bir renk tonu vermesi içindir. Ancak pek çok insan cildinin de cevize karşı alerjik reaksiyonlar gösterdiği de bilinmektedir. O yüzden ceviz kullanılırken dikkat edilmelidir.

Limon ve Kına: Limon kabuğu veya suyu kınayı karartabilir. Ancak ciltte de kaşıntıya da sebep olabilir.

Siyah Kına: Siyah veya Hint kınası olarak da bilinen ve çoğunlukla aktarlarda rahatça bulunan kınaların hiçbiri gerçek değildir. Ana olarak boya katkılı maddelerdir.

Petrol, Parafin gibi akışkanlar ve Kına: Bazı ülkelerde ve özellikle Arap yarımadası, başta olmak üzere yı daha da karartmak için petrol, parafin veya temizlik maddeleri olarak da kullanılan sıvı deterjanlar da kullanılmaktadır. Bu son derece tehlikeli bir yöntemdir. İthal edilen pek çok kına bu kimyevi maddeleri barındırabilmektedir. Kına kullanıcısının özellikle paket hazır kına kullanıyorsa içindeki katkı maddelerinin ne olduğundan emin olması gerekir.

Kafur ve Kına: Genelde Hint ustaları tarafından kullanılan kafur, kınayı daha da karartmak için kullanılır. Ancak kafur özelliğinden kaynaklı olarak, sarhoş edici, midde bulandırıcı, baş döndürücü ve daha ağır rahatsızlıklara da neden olabildiğinden, hem uygulayan hem de kınayı cildine yaptıran için oldukça zahmetlidir. Kafur kullanmak bu anlamda pek tavsiye edilmez ve uygulayacılarının da çok bilinçi olması gerekir. Uygulamadanın standart bir yapılış biçimi olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü en başta halktan halka hatta kişiden kişiye göre bile cilt yapısı, vücut ısısı ve ve kişinin stresli olup olmaması nın istenilen sonucu vermesinde etkilidir. Kınayı uygulayan kişi için en iyi yöntemi yine deneme yanılma yoluyla kendisi yine bulacaktır. Ve bu yüzden en iyi tarifi deneydir. Kına: Süs mü, gelenek mi? İnsanlar binlerce yıldır bedenlerini boyuyorlar. İlk örtünme, giysi dönemi başladığında bile, insanoğlu bedenini kuru bitki yapraklarıyla boyamaya girişiyordu. Bu boyama kimi zaman süs, kimi zaman da bir ifade tarzıydı. Bitkisel boyalar bugün de revaçta. Ama artık hedef açık: Süslenmek. Madonna, Erykah Badu gibi pek çok ünlü mistik imgesi bakımından dövmeden çok kınayı tercih ediyor. Hani, bizde daha çok gelinlere yakılan kınayı.. Kınanın çağlar boyunca süren öyküsü, etkisi kadar ilginç…

Aynı zamanda bir tedavi aracı Günümüzde daha çok Ortadoğu, Orta Asya, Afrika ve Avustralya’da kullanılan kınanın yapımında pek çok farklı bitki türü kullanılıyor. Kullanılan bitkiler yakılan kınanın amacına ve bulunulan bölgenin özelliklerine göre değişiyor. Kına yapımında kullanılan bitkilerin büyük çoğunluğu sıcak iklimlerde yetişiyor. Hindistan’da Mehandi, Mısır’da Khenna, Arabistan’da Al-Khanna adıyla bilinen kına, Ortadoğu ve Asya’da yaygın olan lawsonia inermis adlı bir bitkiden üretiliyor, en çok. Kırmızı ya da beyaz çiçekler veren bu bitki güzel kokusuyla fark ediliyor.

Zaman içinde, özellikle Hindistan gibi ülkelerde bu bitkiden çeşitli kremler elde edilirmiş. Güneş yanığı gibi çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmış. Bu arada bitkinin boya gücü de keşfedilmiş. Kınanın genel özelliği mürekkep gibi geçici ama deri üzerinde derin bir boya bırakabilmesi. Yaklaşık dört hafta kalabiliyor. Kına, saç, tırnak gibi bölgelerin boyanmasında da etkili. Yer yer kumaş boyası olarak da kullanılıyor.

Kınanın kullanıldığı deri üzerinde yarattığı bazı avantajlar var. Birincisi derinin sertleşmesi ve de kolay kolay terlememesi. İkincisi, kınalı el ya da ayağın dışardan gelen ısıya karşı serinletici bir özelik taşıması. Erkekler de kullanıyor Kına, Ortadoğu, Orta Asya, Afrika ve Avustralya’da binlerce yıldır kullanılıyor, Batıda popülerleşmesi ise 1990’ların başında gerçekleşti. Bir zamanlar sadece bir gelenek olan ve uğur getirdiğine inanılan kına, bugün Batıda bireyselliğin ve dışavurumculuğun simgesi sayılan bir sanat. Dövmenin geçmişi 5000 yıl öncesine dayanıyor, Eski Mısırlıların dövmeyi kültürel olarak içine aldığı kanıtlanmış durumda. Kınanın gelişim dövmeden biraz daha farklı.

Dövme daha çok bir güzelleştirme aracıyken, kına daha tinsel değerlere denk düşüyor. Hintliler, kınanın terapisel bir deneyim olduğuna ve kendi içine dokunmak isteyenler için bir araç olarak değerlendirilebileceğine inanmışlar. İnsanoğlunun en eski sanatlarından biri olduğu düşünülen kına, kullanıldığı hemen her kültürde, evlilik, doğum ve ölüm ile ilişkilendirilmiş. Kına, kolay bulunduğu ve ucuz olduğu için yoksul ülkelerde rahatça kullanılıyor.

Orta Asyalı kadınlar için kendisini başkalarından ayırma ve egzotik bir biçimde süsleme yolu, kına. Özel kadın arkadaşların birbirlerini boyamaları bir tören şeklinde gelişiyor. Türkiye’de gördüğümüz gelinlere kına yakılması, Hindistan’da çok yaygın. Hintli gelinin elleri ve ayakları düğünden bir gün önce güzel, menhdi tasarımlarına uygun bir biçimde boyanıyor. Hintli gelin, evlendikten sonra, kına tamamen yok olana dek çalıştırılmıyor. Arabistan’da da kına yaygın bir gelenek. Irak gibi ülkelerde kınanın bol şans getirdiğine inanılıyor. Fas’ta durum biraz daha farklı.

Kına ile bedende oluşturulan figürler farklı olgulara işaret ediyor. Hamile kadınların ayak bilekleri boyanıyor, bu boyanın onları doğuma kadar koruduğu düşünülüyor. Ailelerin kendi özel süslemeleri var, bunlar geleneksel bir biçimde kuşaktan kuşağa aktarılıyor ve gizli simgeler olarak taşınıyor. Afrikalılar belli geometrik şekillerde kına yakıyorlar. Çiçeksi Hint figürlerinden çok daha farklı, onların boyama biçimleri. Keltler ise kınayla bedenlerine çeşitli düğüm biçimleri çiziyorlar. Figürler çok karmaşık ve kolayca çizilmiyor. Her figür, Anglo Sakson kültüründe derin anlamları olan büyülü ya da tinsel simgelere işaret ediyor. Kına, hippi kültürüyle birlikte Batı’ya tanıtıldı. 1970’lerde Ossie Clarke, Zandra Rhodes gibi modacıların defilelerinin bir parçası oldu. Pek çok sanatçı kınanın kullanımından etkilendi. Kına aslında tarih boyunca erkeklerce de kullanılmış. Mısır firavunlarının da kınayla eller ve ayaklarını boyadığı biliniyor. Kimi Ortadoğu ülkelerinde erkeklerin sakallarını kınayla boyayabildiği görünüyor.

Kalyi Jag – Mori Shej, Sabina

16,474FansLike
639FollowersFollow