2025. Ekim 26.
Türkinfo Blog Oldal 613

Kütahya ile Macaristan arasında özel bir bağ var

Kütahya Valisi Kenan Çiftçi, Güral Porselen Yönetim Kurulu Başkanı ve Macaristan Fahri Konsolosu İsmet Güral, çini sanatçısı İsmail Yiğit, ses sanatçısı Zeynel Sağ TRT Türk ekranlarında hafta içi her gün canlı yayınlanan Memleket Anadolu programına konuk oldu. Güral programda Kütahya ile Macaristan arasındaki ilişkileri anlatarak özel ve güçlü bir bağ olduğunu söyledi.

Mehmet Başar ve Canan Hamalı’nın sunuculuğunu yaptığı ve TRT Türk erkanlarından hafta içi her gün canlı olarak yayımlanan Memleket Anadolu programının durağı Kütahya oldu. Programın konukları Vali Kenan Çiftçi, çini sanatçısı İsmail Yiğit, ses sanatçısı Zeynel Sağ, Halk Eğitim Merkezi halk oyunları ekibi ve Güral Porselen İcra Kurulu Başkanı ve Macaristan Fahri Konsolosu İsmet Güral katıldı.

Güral Kütahya Macaristan ilişkilerini değerlendirdiği canlı yayında “ Türk Milleti ile Macar milleti arasında ki birlik ve beraberliğin temeli Orta Asya’ya kadar 5. Yüzyıla kadar dayanıyor. Macarlar binli yılların başında şimdiki Macaristan’a yerleşmişler. Her ülke arasında olduğu gibi Türkler ile Macarlar arasında da zaman zaman fikir ayrılıkları olmuştur ancak genel itibarı ile dostluk içinde olmuşlardır. Bugün Türk eserlerinin en fazla ve en bakımlığı olduğu ülke Macaristan’dır. Budapeşte’de ki Gül Baba Türbesi, lakabı ile Arnavut Abdurrahman Avni Paşa’nın heykeli var. Kütahya’nın kardeş şehri olan Pecs şehrinde bugün Gazi Kasım Cami vardır. Bugün bu eserler hala ayakta ve bakımlıdır.

Bugün dünyada eşi olmayacak şekilde Gazi Kasım Paşa Cami üzerinde hilal ve haç bir aradadır. Bu hoşgörünün bir göstergesidir. Orada hoşgörünün göstergesi olan bir başka eserimizde Kanuni Sultan Süleyman ile o dönemde savaşmış olduğu ve kendi ölümünden iki üç gün sonra ölmüş olan Macar komutanı ile büstleri yan yanadır. Çevresi bir anıt haline gelmiştir. Yeni evlenen Macar gençler buraya gelerek dua ediyorlar. Bu çok ilginç bir şey ve bu benimsenmiş. Geçmiş yıllarda dönemin dışişleri bakanı olan İhsan Sadi Çağlayangil Macaristan’a seyahate çıkıyor ve Baranya eyaleti Pecs şehrine gidiyor. Tarihi bir doku var bu şehirde ve Türkiye’de bir şehir ile kardeş şehir olmasını istiyor.

Bu şehir Kütahya oluyor. Kütahya’da tarihi dokusu olan bir şehir. Karşılıklı anlaşmalar sonucu Kütahya ile Pecs şehri kardeş şehir oluyor. Bu yakınlık üzerine de 1988 yılında dönemin valisi Rahmetli Belediye Başkanımız Oral Kiper, ben ve Cemiyet Başkanımız İhsan Tunçoğlu Macaristan’a gittik. İki şehrin ikili ilişkilerini daha da canlı hale getirmeye çalıştık. 1989 yılında da ilk defa Kütahya’da bizim için çok geniş çaplı olan fuar düzenledik. Macaristan’dan 25 civarında firmayı davet ettik ve geldiler. Böylesine canlı bir ilişki oluşturduk. Bu yakınlıkların sonucunda da dönemin valileri, belediye başkanları karşılıklı olarak biz gittik onlar bize gitti.

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi ile Pecs şehrinde ki üniversite kardeş üniversite oldular. İkili diyalogların iyi olması sebebiyle bizim üniversitemiz o zamanlar yeni bir üniversite olmasına karşın kardeş üniversite oldular. Kral buraya Ruslar devreye girince Avusturya karşısında mağlup oluyor ve Kütahya’ya geliyor. Kütahya güvenli bir şehir. Ve atalarımız Kütahyalılar gelenleri misafirperver bir şekilde karşılıyorlar. Ve bugün müze de onların ilk cumhurbaşkanı olan Lajos Kossuth’un heykeli var. Macar evinde yani müze olan yerde birinci katında dört oda var. Bir tanesi Lajos Kossuth’un yatak odası, bir tanesi çocukların odası, bir tanesi de çalışma odası üst katta da diğer odalar vardır. Kütahya tarihinde ilk defa Macar Cumhurbaşkanını geldi ve üniversitemizde tören düzenlendi. Kütahya ile Macaristan’ın arasından arasında güçlü ve özel bir bağ bulunmaktadır” dedi. Güral’ın ardından konuşan Kütahya Kütahya Valisi Kenan Çiftçi, Kütahya’nın yer altı ve yerüstü zenginlikleri bakımından zengin bir il olduğunu ifade ederek Kütahya ile ilgili bilgiler verdi. İsmail Yiğit ise Kütahya çinisini anlattı.

2012-07-26
http://www.yenikutahya.com

Masallar Diyarı Budapeşte, Prag, Viyana!

masallar-diyari-budapeste-prag-viyana-3770350_300Orta Avrupa’nın en güzel şehirleri olan Budapeşte, Viyana ve Prag’ta bir yolculuk yapmaya ne dersiniz?

Gezginlerin İtalya, Fransa ve İspanya’nın ardından son durağı genelde Orta Avrupa’dır… “Keşke daha önce gelseydik. Bu kadar güzel olduğunu bilmiyorduk” sözleri, buraya giden tatilcilerden mutlaka duyacağınız sözlerdir. Orta Avrupa denilince ilk akla gelen şehirler ise tabii ki Budapeşte Viyana ve Prag… İşte Jolly Tur’un Orta Avrupa’ya yolculuğu…

Budapeşte

Belki de Avrupa’nın en yeşil şehirlerinden birisi. Osmanlı’nın Budin dediği kale bölgesi, Kahramanlar meydanı. Şehrin en güzel manzarasını size sunan Geller Tepesi. Geceleri gerdanlık gibi ışıldayan zincir köprü, sadece yayalara açık olan alışveriş caddesi Vaci Utca ve son zamanlarda ünlü markaların yer aldığı Andrassy caddesi. İnsanları, yerel halkı son derece mütevazı. Ama ne yazık ki Macarca’nın dışında yabancı dil bilen çok fazla insan yok. Bu yüzden gelenler biraz yabancılık çekiyorlar. Ekonomik durum yüzünden hala Euro’ya geçilememiş durumda. Kendi paraları olan Forint’i kullanıyorlar. Macarların ünlü çigan müziği eşliğinde Macar dansları muhakkak görülmesi gereken etkinliklerin başında yer alıyor. Yemek konusuna gelince;Osmanlı mutfağı Macar mutfağını büyük ölçüde etkilemiş desek hiç de yanlış olmaz. özellikle poğaça ve kahve size çok tanıdık gelirse şaşırmayın. Bu arada şehirde çok ucuza çok kaliteli şaraplar bulabilir, büyük porsiyonlarda daha önce tatmadığınız tatlıları yiyebilirsiniz.

Viyana

Gerçek bir Avrupa başkenti. Belki de dünyanın en yaşanılabilir şehirlerinin başında geliyor. Şehrin düzeni, temizliği, güvenli oluşu ve aristokratik havası bir araya gelince gerçekten çok güzel ama bir o kadar da pahalı bir şehir karşımıza çıkıyor. Her ne kadar 2. Dünya Savaşında çok acı günler geçirmiş olsa da şimdi sosyal hayatının zenginliği ile bu günlerin acısını çıkartıyor. Müzeleri, kafeleri, özellikle Cuma ve Cumartesi akşamları barları ve kulüpleri ile her kesime hitap ediyor. Ring denilen bölge, Opera binası, müzeleri, parlamento binası ve belediye binası ile en gözde yer. ve tabii ki ünlü alışveriş caddeleri Kartner Strasse ve ünlü markaların yer aldığı Kohl Market de hanımların en gözde mekAnları. Kafe deyince tabii ki ünlü kafeleri Demelsacher ve Landtman’ı saymadan geçmek olmaz ama zaten Viyana’nın her yeri kafe dolu. ve tabii ki Grinzing yılların eskitemediği Heurigerler ve şarap evleri. ve illaki şnitzel ama tabii ki süt danasından yapılmış olanından.

Prag

Son 5 yılın en gözde şehri. Unesco’nun koruma altına aldığı bölgelerle bir açık hava müzesi. Ufak tefek restorasyonlarla yüzyıllardır ayakta kalmış her mimari tarzdan onlarca yapı sizleri bekliyor. Görkemli St.Vitus katedrali, ressamlarla dolu Charles köprüsü, muhteşem saat kulesi, sokak kafeleri ve restoranları, Yahudi mahallesi ve Parıszka caddesi, daracık sokakları ile bir masal şehri çeklerin içkiye olan düşkünlükleri bilinir hele ki bira ve Becherovka milli içkileri gibidir. Birçok kişinin adını bile duymadığı markalar; Staroptamen – Krusovice – Pilsener – Urguell – budejovicky bu bölgede çok meşhurdur. Nede olsa çekler dünya şerbetçi otu üretiminde ilk sırada yer alıyorlar. ve yıllık kişi başı bira tüketimleri 165 Lt olarak kayıtlara geçmiş.

Tavsiye Edilen Restoranlar

Alcron Restaurant

Stepanska 40; (420) 222 820 038

Şehrin en iyi deniz mahsulleri restoranı. Radisson SAS Oteli içinde yer alan Alcron’un müdavimleri arasında gazeteciler, sanatçılar ve politikacılar da var. Sadece akşam yemeği servisi için açık olan restoranda az sayıda masa bulunuyor.. Mantarlı deniztarağı mutlaka denenmeli. Kırmızı et sevenler de T-Bone Steak’ten memnun kalacaklardır. Ancak şefin tavsiyeleri arasında ıstakozdan pavuryaya ve kerevit yer alıyor.

Kampa Park

Na Kampe 8B; (420) 296 826 102; www.kampagroup.com

Charles Köprüsü yakınlarında son derece güzel bir restoran. Restoranın nehre bakan bahçe terasında yer bulmaya bakın. Biftek carpaccio ve deniz kestaneli risottoyla gelen zeytinyağlı morina tavsiyeler arasında.

Allegro

Veleslavinova 2a; (420) 221 426 880

İtalyan mutfağı sunuyor. Mevsime göre değişen menüden sorumlu şef Vito Mollica, yemeklerini en taze malzemelerle hazırlıyor. Dünyanın en pahalı zeytinyağı olan Manni her masada bulunuyor. Servis de göz kamaştırıcı. çıtır grissiniler, dilimlenmiş susamlı çavdar ekmekleri ve üzümlü ekmekler zeytinyağıyla birlikte yemeği beklerken midenizi bastırıyor. Zengin şarap listeleri de tatmin edici.

Akropolis

Kubelikova 27; 420 296 330 911; www.palacakropolis.cz

çoğu geceler canlı müzik dinleyebileceğiniz bir bar-kulüp. Bazen DJ performansları da gerçekleştiriliyor. Biraz fazla sigara dumanı olsa da zevkle müzik dinlenebilecek bir yer.

Mecca

U Pruhonu 3; (420) 283 870 522; www.mecca.cz

David Morales ve Lee Dagger gibi dünyaca ünlü DJ’lerin sık sık çaldığı bir gece kulübü. MekAnın ön kısmındaki Lounge’da yemek yiyebileceğiniz bir restoran da bulunuyor. Alt katta dans edip eğlenebileceğiniz, daha yüksek tempolu müzikler çalan bir başka bölüm daha bulunuyor.

Veee artık sınırları kalktı Prag’a geldiğinizde ve günleriniz müsaitse bugün bir Almanya’ya kadar gidip geleyim derseniz kesinlikle çok iyi edersiniz. Almanya’nın belki de en tarihi şehri diyebileceğimiz Saxonya krallarının evi Dresden sizleri bekliyor. “Elbe’nin Floransası” adı verilen bu şehir 2. Dünya savaşı sonrası adeta yeniden doğmuş. Protestanlığın merkezlerinden birisi olarak kabul görüyor. ünlü Semper Operası, Zwinger Sarayı, Frauen Kirche ve muhteşem manzarası ile Brauhl Terası gerçekten çok keyif veriyor. özellikle alışveriş sevenler içinde son dönemin en gözde mağazalarını bulmak mümkün.

Aynı şey Bratislava için de geçerli. Bir zamanlar giriş yapabilmek için ayrı bir vizeye ihtiyaç duyduğumuz Slovakya bugün Viyana’ya sadece 70km’lik bir otoban ile bağlanıyor. Eski şehir bölgesi bir harika. Her sokakta farklı bir şeyler anlatan, farklı hikAyeleri olan figürler var. Panska caddesi, olduğu gibi sokak kafeleri ve restoranlarla kaplı ve araç trafiğine kapalı. Eski doğu bloğu ülkeleri içinde Euro kullanımına ilk geçen ülke. Tuna Nehrinde gezi yapan gemilerin olmazsa olmaz uğrak yerlerinden birisi. Eski şehirde 1 saatlik yürüyüş ile yapılan şehir turu gerçekten çok keyifli. Eğer gecelemeniz varsa ve hafta sonuna denk geldiyseniz Avrupa’nın en canlı en hareketli ve en ucuz gece hayatlarından birini kaçırmamanızı bilhassa tavsiye ederiz.(Fashion Club)

2012-07-10
http://www.yenikadin.com

Kızgın demirden tahtta bir isyancı: György Dozsa

dozsa20 Temmuz 1514 günü zindandan çıkarıldığında György Dozsa, yakalanan diğer isyancıların aksine oldukça dinç durumdaydı. Efendilerinin kendisi için hazırladığı tahta doğru yürürken onu izleyen kalabalığa dönüp baktı. Belki bir önceki gün yargılandığı ve cezasının açıklandığı aynı meydanda gördüğü kalabalıktan tanıdığı yüzler aradı. Dozsa o gün “Yarın yeniden buraya gelin ey zavallı köleler. Bir bakın acı çekerken hiç yıkılıyor muyum? Eğer tek bir inilti çıkarsa dudaklarımdan adım sonsuz rezillerin listesine yazılsın” demişti.

Soylulara karşı isyanda köylülere öncülük eden Dozsa’nın önünde kızgın demirden bir taht bulunuyordu. Onun kral olmak istediğini düşünen voyvoda Dozsa’ya bu cezayı layık görmüştü: Kızgın demirden tahta oturtulma. Ama bundan önce Dozsa’nın kardeşi, gözünün önünde cellatlar tarafından kılıçlarla parçalandı.
Dozsa o gün kızgın tahta oturtuldu ve eti pişirildi. Kafasına kızgın demirden bir taç geçirildi. Eline de yine kızgın demirden bir asa tutuşturuldu. Uzunca bir süre kendindeydi.

O sırada, haftalardır zindanda yemek verilmeden tutulan 14 köylü isyancı çıkarıldı. Muhafızlar aç isyancıları Dozsa’nın önüne getirdi. Cellatlar Dozsa’nın bedeninden pişen parçaları kopararak onlara yedirdi. Aç köylüler de Dozsa’nın ardından teker teker korkunç işkencelerden geçirilerek öldürüldü.
Kimi tahminlere göre Dozsa’nın isyanı bastırıldıktan sonra 70 bin kişi akla hayale gelmeyecek işkence yöntemleriyle öldürüldü. Bu katliam o kadar korkunç bir parçalanmışlık yarattı ki Osmanlı orduları Macaristan üzerine yürüdüğünde köylüler Macar soylulara yardım etmedi.

İsyanın çıkışı
Avrupa’nın en büyük köylü isyanlarından biri olan Dozsa Ayaklanması, Papa X. Leo’nun Osmanlılara karşı bir Haçlı Seferi toplanması çağrısıyla başladı. Macaristan Kralı Tamas Bakocz o güne kadar Osmanlılara karşı savaşlarda büyük ün yapmış olan Dozsa’ya asker toplama görevini verdi. Dozsa Macar şehirlerini dolaşarak 100 bin kişilik bir güç topladı.
Macaristan’da o dönem derebeyleri ve soylular fakir halk üzerinde korkunç bir baskı kurmuştu. Köylüler neredeyse köle gibi çalıştırılıyor ve kazandıklarının büyük bölümünü soylulara vergi olarak veriyordu. Onlara savaşta ganimet vaat eden Dozsa’nın köylüleri Haçlı Seferine katılmaya ikna etmesi hiç de zor olmadı.
Şehirlerde toplanan köylülere temel askeri eğitimlerini Dozsa’nın komutasındaki eski savaşçılar verdi. Açık arazide tutulan köylü askerlerin beslenmesi başlı başlına bir sorundu. Derebeyleri köylüleri beslemeyi reddedince ilk çatışmanın kıvılcımı ateşlenmiş oldu. Soyluların Haçlı Seferinden vazgeçmeleri de buna eklenince kıtanın o güne kadar gördüğü en kanlı köylü isyanlarından biri patlak vermiş oldu.

İntikam saldırıları
İsyan eden köylülerin ilk hedefleri soyluların mal varlıkları oldu. Şehirlerde soyluların malikanelerini basan köylüler tüm malları yağmaladı. Çok sayıda soylu kılıçtan geçirildi.
Dozsa isyanın ilk günlerinde köylüler üzerinde hakimiyet sahibi değildi. Birçok bölgede ve şehirde patlak veren isyanın kontrolünü sağlamak da hiç kolay olmadı. Düzenli hareket etme yerine intikam saldırıları gerçekleştiren köylüler şatoları yaktı, şehir meydanlarında soyluları çarmıha gererek ya da kazığa oturtarak öldürdü.
Soylulara karşı girişilen bu katliam Avrupa’nın diğer ülkelerindeki derebeylerini paniğe sürükledi. Kral Vladislaus’un çağrısıyla Venedik, Bohemya ve Büyük Roma İmparatorluğundan büyük bir ordu toplandı.
Dozsa ise bu süreçte Macaristan’ın büyük bir bölümünde kontrolü sağlamıştı. Son olarak Cenad şehrini alan Dozsa şehrin ortasında piskopos ve derebeyini kazığa oturtarak zaferini ilan etmişti. Arad şehrinde ise Macar Krallığının Haznedarı Istyan Telegdy öldürülmüştü. Ancak başkent Budapeşte’ye 25 kilometre yaklaşan Dozsa, savaşlarda askerlerinin önemli bir bölümünü kaybetmişti.
Yorgun 20 bin kişilik bir orduyla Temeşvar önüne gelen Dozsa burada John Zapolya ve Istvan Bathory’nin ordularına yenildi. Dozsa burada yakalandı.

Engels’in anlatımı
Marksizmin teorisyenlerinden Friedrich Engels’in Köylüler Savaşı adlı eserinin bir bölümünde Dozsa’nın savaşından da bahsediliyor. Engels’in Dozsa isyanıyla ilgili anlatımları şöyle: Gene 1514 yılında, gene ilkyazda, Macaristan’da genel bir köylüler savaşı patlak verdi. Türklere karşı bir haçlı seferi vaaz edildi ve, alışıldığı üzere, haçlılar arasına katılmayı kabul edecek serfler ile angaryacılara özgürlük vaat edildi. 60 bin kadar köylü toplandı, ve Türklere karşı bundan önceki seferlerde sivrilip, hizmetlerine karşılık soyluluk sanı almış olunan bir Srékler’in, Görkey Dozsa’nın komutası altına verildi. Ama Macar şövalyeleri ile devlet adamları, kendilerini, mülklerini, serflerini ellerinden almakla tehdit eden bu haçlı seferine kötü gözle bakıyorlardı. Yalıtık köylü çetelerini izlediler ve kendi serflerini zorla ve kan dökerek gene kendi topraklarına getirdiler. Bu işin haberi haçlılar ordusuna ulaştığı zaman, ezilmiş köylüler küplere bindi. Haçlılar ordusunun en ateşli vaizlerinden ikisi, Laurentius ile Barnabas, ateşli sözleri ile, ordu içinde soyluluğa karşı duyulan nefreti körüklediler. Dozsa da, birliklerinin, soyluluğun ihaneti karşısındaki öfkesini paylaşıyordu. Haçlılar ordusu, devrimci bir ordu durumuna dönüştü, ve Dozsa da, bu yeni hareketin başına geçti. 
Dozsa, köylüleri ile birlikte, Peşte yakınlarındaki Ráos’ta konakladı. Çatışmalar, soyluluğun, çevre köyler ve Peşte’nin dış mahallelerindeki yandaşları ile yapılan dalaşmalarla başladı. Az sonra çarpışmalara, ve en sonunda da, köylülerin eline düşen tüm soylular için “Sicilya akşam duaları”na ve çevredeki bütün şatoların, ateşe verilmesine kadar gidildi. Saray, gözdağı verdi; ama boşuna. Halk adaletinin ilk yargısı, başkent duvarları altında, soylular üzerinde uygulandığı zaman, Dozsa başka işlere girişti. Ordusunu beş kola böldü. Bunlardan ikisi, tüm ülkeyi ayaklandırmak ve soyluluğu yoketmek üzere, Yukarı-Macaristan dağlarına gönderildiler. Üçüncüsü, Peşteli bir burjuva olan Ambros Szaleresi’nin komutası altında, başkente gözkulak olmak üzere, Rákos’ta kaldı. Dördüncüsü ve beşincisi, Dozsa ve kardeşi Gregor tarafından, Szegedin üzerine yürütüldü. 
Bu arada, soyluluk Peşte’de toplanmıştı. Transilvanya voyvodası, Johann Zapolya’yı yardıma çağırdı. Budapeşte burjuvaları ile bağlaşan soyluluk, Szaleresi, köylü ordusunun burjuva öğeleri ile birlikte, düşman yanına geçtikten sonra, Rákos’ta konaklayan kolorduyu ezdi ve yoketti. Tutsakların büyük bir bölümü en barbar bir biçimde öldürüldü, öbürleri de, burun ve kulakları kesilerek, evlerine gönderildi. 
Dozsa, Szekredin önünde başarısızlığa uğradı, ve Bátory Ýstván ve piskopos Csáky tarafından komuta edilen bir soyluluk ordusunu yendikten sonra ele geçirdiği, ve aralarında piskopos ile kral Teleki’nin hazinedarı da bulunan tutsaklar üzerinde, Rákos’ta yapılan kandökücülüklere karşı kanlı misillemelerde bulunduğu Csanád üzerine yürüdü. Csanád’da, Cumhuriyeti, soyluluğun kalktığını, herkesin eşitliğini ve halk egemenliğini ilan etti, ve sonra da, Bátory’nin sığındığı Temeşvar üzerine yürüdü. Ama, iki ay süreyle bu kaleyi kuşattığı, ve Anton Hosszu tarafından komuta edilen yeni bir ordudan yardım aldığı bir sırada, onun tarafından Yukarı-Macaristan’a gönderilen iki ordu, birçok yerde soyluluk tarafından yenildiler, ve Johann Zápolya, Transilvanya ordusunun başında, ona karşı yürüdü. Köylüler Zápolya tarafından baskına uğratılıp dağıtıldılar, Dozsa tutsak edildi, kızgın bir taht üzerinde kızartıldı, ve [kızartılmış eti], hayatlarını ancak bu koşulla kurtaran kendi öz adamları tarafından yendi. Dağılan köylüler, Laurentius ve Hosszu tarafından yeniden bir araya getirildiler, yeniden ezildiler, ve düşman eline düşenlerin hepsi, ya kazığa oturtuldu, ya da asıldı. Binlerce köylü cesedi ya yollar boyunca, ya da yakılıp yıkılmış köylerin girişinde, salkım salkım sallanıyordu. 60 bin kadar köylü, ya ölmüş ya da topluca öldürülmüştü. Ama soyluluk, gene de, bunu izleyen kongrede, köylülerin serfliğini, ülke yasası olarak doğrulama çabasını gösterdi.

Mirası
Bugün Dozsa’nın öldürüldüğü yerde bir Meryem Ana heykeli bulunuyor. Efsaneye göre Dozsa’nın kulağında öldürüldüğü sırada bir Meryem Ana silueti belirdiğinden 1906 yılında Kilise onun anısına böyle bir heykeli dikmeyi kararlaştırdı.
Günümüzde Dozsa Macaristan ve Romanya’da kahraman olarak kabul edilir. Soyluların egemen olduğu düzeni yıkma yönündeki isyanı her iki ülkede sosyalist rejimin egemen olduğu süreçlerde kutsanmış ardından gelen rejimse Dozsa’nın bu şekilde sahiplenilmesini sürdürmüştü.

Blog PolitikArt>>>>

2012-06-30

Attila Jozsef ve ‘Evrenle ölç kendini’

jozsef_attila_kepekBiz sanatçılarımızı genelde ölüm yıldönümleriyle anarız. Batıda ise doğum günleri-yılları önemlidir. Bir sanatçıyı anılır kılan şey sadece onun ortaya koyduğu ürünler midir? Sıra dışı yaşamı mı? Çektiği acılar mı? Ürününün sanatsal değeri mi; yoksa çok satması mı? Sanatçının yaşamınca bizde bıraktığı ‘ etkileme’ nedir. Bunu anlamanın bir yolu, sanatçının kendine ait ürünleri okumak-izlemek kadar biyografik eserlere bakmaktır. Çünkü; Biz onları yalnızca ürünlerinin sahibi olduğu için sevmeyiz. Sanatçıları esas değerli kılan şey, yaşam içindeki sorunlar karşısındaki duruşlarıdır.

Edebiyatçılar Derneği Doğumunun 100. yılı nedeniyle Macar Şair Attila József ‘in yaşamı ve yapıtlarına ilişkin “Evrenle Ölç Kendini” adında bir kitap yayımladı.

Sevgi Can Aysever, ve Orhan Tüleylioğlu’nun hazırladığı kitapta, Attila József’in yaşamı ve sanatına ilişkinAtaol Behramoğlu, Ahmet telli, Metin Demirtaş, Ahmet Özer, Haydar Ergülen,Neşe Yaşın, Kubilay Aysevener, Ahmet İnam, Sunahan Develioğlu, Kemal özer, Ahmet Oktay, Müslim Çelik,Remzi İnanç, Edit Tasnadi gibi şair ve yazarların metinleri yer alıyor.

Attila József 1905 yılında Budapeşte’de doğdu. Babasının ölümünden sonra Macar Çocuk Esirgeme Derneğince Öscöd köyüne evlatlık verilir. Daha sonraları annesinin yanına gelirse de yoksulluk onun belini kırar.1937 yılında çektiği acılar sonucunda kendini bir trenin altına atarak henüz otuz iki yaşındayken yaşamına son verir. Bir şairin, diğer edebiyatçılar üzerindeki etkileri bir bakıma onların yaşamlarının ayrıntılarında gizlidir. Onların yürekleri yalnızca kendilerine ait değil, aynı zamanda insanlığın ortak dramının da sesidir. Bu dram karşısında her insan farklı davranışlar gösterir.

Ahmet Özer Attila József 100 yaşında adlı yazısında bu konuya şöyle değiniyor: “Şairi ölümsüz kılan etmenlerden biri yaşamsal zenginlik, seçtiği çizgiyse diğeri de onu ölüme götüren koşulları kendi tavrına göre biçimlemektir.” Pir Sultan ipi göğüslemiş, Virginia Wolf kendini sulara bırakmıştır.

Attila József yaşadığı dönemin kültürel, sosyal ve toplumsal yapısını şiirlerine yansıtmış, Macar türkülerinden ilham alıp ideolojik olarak da onları marksizmle yoğurmuştur. Şairin yaşamında herhangi bir güce tutunma isteği yerine, onursal bir savaş verdiği göze çarpıyor. Özellikle şairin yaşadığı dönemin II. Dünya Savaşı öncesi karışıklık ve gerginliği düşünülecek olursa, tutunamamanın nedenini anlamak zor değil. Yokluk karşısında bireyin kendini anlamlı kılması, geleceğin belirsizliği karşısında ki direncine bağlıdır. Söz ve yürek bunu idealize edebilir. Attila József , “Şiir Sanatı” adlı şiirinde yüreğindekileri şöyle dile getirmiştir: “Yiyebilmek, içebilmek, sevişebilmek, uyuyabilmek! / Alacaksan evreni ölçü al kendine! / Bana göre değil sızlanıp hizmet etmek / Elden ayaktan düşüren güçlere. “ Başka bir şiirinde ise : “Yazmak geliyorsa elinden / yedi kişi birden yazmalı şiirini / Biri, mermerden bir köy kuran, / biri, uykusundayken doğan,/ biri, göğün haritasını çizen, / biri, adı sözcüklerle anılan, / biri ruhunu yetkinleştiren,/ biri, fareleri kesip biçen,/ ikisi yiğit, dördü akıllı; / Sen kendin yedinci olmaya bak.” diyor. Ancak zaman: kaygan ve kaypak bir zeminde adaleti pekiştiremez ve tutunacağın dal yok olursa hayal kırıklığı kaçınılmazdır. Acının içinden geçen yol, direncini devam ettiremezse de ölüm kaçınılmazdır. Söz kendini bitirir ve sonsuzluğa bırakır. Tıpkı Attila József’in “Derler ki” şiirinde olduğu gibi.

Doğduğumda elimde bıçak idi / bu şiirdir dediler / Kalem tuttum, madem yetmedi; / Beşer olarak doğdum beşer / İçinde sadakat ateşi hıçkırarak gezene / derler ki seven odur / Gözyaşı adilik, ah çektir eteğine!/ Ancak bu senle oyunumdur. …Tıkıyor toprak, deniz ufalıyor: derler ki öleceğim. İnsan neler duyuyor / daha ne diyeceğim.”

Ya siz çoğalan acılar karşısında ne diyorsunuz?

2012-06-30
Zehra ÇAM

Budapeşte, lirik mimarisi ve muhteşem Tuna Nehri ile görenleri büyülüyor

bp_dalm1Doğu’nun Paris’i olarak anılan Budapeşte, lirik mimarisi ve muhteşem Tuna Nehri ile görenleri büyülüyor. Komünist yönetimden 17 yıl sonra, AB’nin yeni başkenti Budapeşte; yeni açılan otelleri, restoranları, uluslararası mağazaları ve dünyanın her tarafından akan turist kitlesiyle öne çıkıyor.

Ünlü düşünürlerin ve reformistlerin ülkesi olan Macaristan’ın başkenti Budapeşte, dinamik ve ilham veren bir destinasyon. Tuna nehri Budapeşte’yi, muhafazakar Buda ve kozmopolit Peşte olmak üzere ikiye bölüyor. Buda Tepesi ise, bu sofistike şehri Avrupa’nın en güzel başkenti haline dönüştürüyor.

Budapeşte, Macaristan’ın kültür ve sanat merkezi olmasının yanısıra, sizlere göz ziyafeti yaşatabilecek kadar güzel bir mimariye sahip. Şehirde yaklaşık otuz tiyatro ve son yıllarda düzenlenen ve tam bir görsel şölen havası yaşatan “Tuna Karnavalı”, Vörösmanty Meydanı’nda, dünyanın birçok kültürünü ağırlamanın haklı gururunu yaşıyor. Bu meydana ismini veren romantik şiir akımının ünlü ozanı Mihaly Vörösmarty aynı yerdeki mermer heykeli ile sanat severlerin tarihe tanıklık etmesini sağlıyor.

Budapeşte, 1300’e yakın kaplıcası ile kişisel bakımına düşkün olanlar için de vazgeçilmez bir destinasyon. Şehrin bir başka özelliği de Tuna Nehri tarafından Buda ve Peşte olarak ikiye bölünmesi. Buda tarafında bulunan “Kale Dağı”na çıktığınızda mükemmel bir manzara ile karşılaşacaksınız.

Budapeşte’yi keşfetmek için sizlere ilk tavsiyemiz Tuna Nehri üzerinde yapacağınız bir gemi turudur. Geziniz sırasında Tuna Nehri’nin iki yakasını birbirine bağlayan sekiz köprüden en güzeli Aslanlı Köprü sizi çok etkileyecek.

KÜLTÜR, SANAT, MİMARİ VE PARKLAR

• Hotel Gellért’te yer alan ünlü termal banyolar unutulmaz bir deneyim sunmasına rağmen çok kalabalık. Bu nedenle kişiye özel bakımları ile hizmet veren Széchenyi Spa’yı tercih edebiliriniz.
• Devlet Opera Evi’ndeki bir etkinliğe mutlaka katılmalısınız.
• Birçok yemek seçeneğinin yer aldığı Central Market Hall’u mutlaka gezin.
• Andrássy üzerindeki House of Terror Museum, korkutucu ama bir o kadar da merak uyandırıcı. Bina 1940 yılında Nazi’ler tarafından baş karargah olarak kullanılmış.
• Macaristan’ın en ünlü heykeltıraşı Imre Varga’nın soykırım anısına yaptığı, Ana Sinagog’un arka bahçesinde yer alan heykeli mutlak görün.
• Aquincum Museum (III. Szentendrei ut 139): Yaklaşık 2000 yıl önce inşa edilmiş bu tarihi yapı kesinlikle görülmeye değer. Özellikle büyüleyici mozaiği ve taş oymaları ile sizi cezbedecek.
• Vidampark (14.Varosliget): Bütün bir yıl boyunca açık olan Budapeşte’nin en büyük eğlence parkında keyifli dakikalar sizi bekliyor.
• Magyar Allami Operahaz (Andrassy ut 22): 1184 tarihinde inşa edilmiş bu gösterişli yapı, Avrupa’nın en güzel operalarından biri. Odaları ünlü Macar ressamları tarafından dekore edilen bina 1200 kişilik kapasitesiyle Budapeşte’nin gözbebeği.
• Pesti Vigado (Vigado ter 5): 1865’de inşa edilen yapı, Budapeşte’nin ikinci önemli konser salonu olarak biliniyor ve yılın belirli zamanlarında dünyanın dört biryanından gelen birçok konser sanat severlerin beğenisine sunuluyor.
• Allat-es Növenkert (Varosliget 14): Kurulalı 100 yıldan fazla olan bu hayvanat ve botanik bahçesi Avrupa’nın üst düzey hayvanat bahçelerinden biri. Mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye ederiz.
• Varosliget: Budapeşte’nin tarihsel ve kültürel açıdan ikinci önemli parkı siz ziyaretçilerini bekliyor.
• Parlemento Binası: 1884- 1904 yılları arasında inşa edilen 700 odalı bu ihtişamlı yapı, Budapeşte’nin simgesi sayılıyor, mutlaka gezmelisiniz.
• Gellert Tepesi: Tuna Nehrini bütün görkemiyle izleyebileceğiniz en güzel tepelerden biri ve Özgürlük Anıtını da buradan izleme şansını yakalayabilirsiniz.
• Museum Of Applied Arts (Ülloi út 33-37): Masallar diyarında gibi hissettiren Museum of Applied Arts, vitrayları, at nalı şeklindeki kemerleri, balkonları ve çatısı ile mutlaka görülmesi gereken yapılar arasında yer alıyor.
• Museum of Fine Arts (Hsök tere): Museum of Fine Arts’da, Macaristan’ın 1638 ve 1918 yılları arasında bağlı olduğu Habsburg Kraliyet bölgesinden gelen eşsiz sanat ürünlerinin yer alıyor. Müzede, görebileceğiniz eserler arasında Canaletto’nun Roma’nın arka sokaklarını resmeden sıra dışı tablosu, Rembrandt’ın çalışmaları ve iki Raphaels eseri yer alıyor.
• Vasarely Museum (Szentlélek tér 6): 1908 yılında doğan popüler sanatın mucidi olarak adlandırılan Victor Vasarely’in eserlerinin yer aldığı müzeyi mutlaka gezin.

OTELLER

CORINTHIA GRAND HOTEL ROYAL, Erzsebet korut 43-49
Budapeşte’nin ana bulvarında Habsburg Devri kraliyet mimarisi ve modern zerafeti yansıtan özenle restore edilmiş bir bina içinde yer alan Corinthia Grand Hotel Royal, gece hayatının popüler adresi Liszt Ferenc tér’e birkaç dakikalık yürüme mesafesinde bulunuyor. Otel, beş yıldızlı hizmet konsepti ile öne çıkıyor. Corintha Grand Hotel Royal, Uzakdoğu mutfağı lezzetleri sunan Rickshaw ve klasik lezzetlerin en güzel örneklerini tadabileceğiniz Brasserie Royale&Atrium ile de hizmet veriyor.

FOUR SEASONS HOTEL GRESHAM PALACE BUDAPEST, Roosevelt tér 5-6
Özenle restore edilmiş otel; çarpıcı vitrayları, mozaikleri ve seramikleri ile Art Nouveau mimarisinin güzel bir örneği. Merkezi bir konuma sahip olan otel, Chain köprüsü ve Tuna Nehri’ne hakim büyüleyici bir manzaraya sahip olmasının yanı sıra parlamentoya ve ünlü alışveriş caddesi Vaci’ye kısa bir yürüyüş mesafesinde bulunuyor. Şehrin en iyi servisinin sunulduğu Four Seasons Hotel Gresham Palace, ayrıca Gresham Cafe’si ve İtalyan restoranıyla hizmet veriyor.

NEW YORK PALACE, 1073 Erzsébet krt. 9-11
İtalyan Boscolo Hotels grubunun Budapeşte’de açılan yeni adresi New York Palace, çağdaş İtalyan tarzını yansıtan 200 odasıyla hizmet veriyor. Otel içinde yer alan New York Café, şehrin en popüler kafeleri arasında gösterilirken, otel Spa’sı da New York Palace konuklarının yanısıra, Budapeştelileri de ağırlıyor.

KEMPINSKI HOTEL CORVINUS BUDAPEST, Erzsébet tér 7-8
Modern Budapeşte’nin sembolü Kempinski Hotel Corvinus Budapest, şehrin finans ve alışveriş merkezlerinin tam ortasında yer almakla birlikte, Tuna Nehri’ne de yürüme mesafesinde. Toplam 366 odanın bulunduğu otel Budapeşte’ye Kempinski oteller zincirine özel bi hava katmakta.

2012-06-22
.yolculukterapisi

Ando Drom Macar Roman müzik grubu

andodrom_400Ando Drom Budapeşte’de 1993 yılında kurulan ve halen de faaliyette olan bir Çingene müzik grubudur.

Etno&Folk müzik grubunun kurucusu olan Jenő Zsigmond aynı zamanda sosyologdur ve Macar Çingene hakları hareketinin önemli bir ismidir.

Grup, Orta Avrupa ve özellikle de Macar Çingene müziğinin köklerini tarih içinde arayıp, bu ezgileri günümüze uyarlamakla ün salmıştır.

Ando Drom, Çingene dilinde “sürekli hareket halinde olmak” anlamına geliyor. Grubun müziği de bu ada çok uygun. Grup Çingene müziğini ve kültürünü tarihten bugüne ve hatta yarına bağlamak istiyor ve bunu başarıyla da gerçekleştiriyor.

Ando Drom sitesi>>>

İlber Ortaylı – Dünkü ve bugünkü Budapeşte

Macaristan Avrupa’nın özgün ve köklü bir ülkesidir. Macarlar da zihniyetleri itibarıyla ilginç bir halk. Bu milletin kökeni Volga-Oka boyundaki Başkırlara, İskandinavya’daki Finlilere ve Baltık’taki Estonlara kadar akrabalık ilişkileri ile bağlıdır. Bin yıllık Hıristyanlardır. Macaristan’ın apostolik kralı yani ‘İsa’nın elçisi’ unvanını taşıyan Saint İstvan zamanında vaftiz edildiler. Macar halkı Alman ve Slav denizinin ortasındadır; gene de o özgün dilleri, erimek şöyle dursun, Avrupa edebiyatının en güzel şiir ve tiyatrosu ile yaşar gider.
19’uncu asrın ortalarına kadar bugünkü anlamda Budapeşte’den söz etmek mümkün değildi. Buda tarafındaki kale Macar krallarının ikametgahı ve en büyük katedralin bulunduğu yerdi. Türk imparatorluğu da Macaristan’ı buradan idare etti. Buda’nın son komutanı, 90’ına gelmiş vezir Arnavut Abdi Abdurrahman Paşa elinde iki kılıçla şehri savundu. Budin düştü, Macarlar o gün bugündür onun mezarını bir abide olarak ihtiramla muhafaza ediyor.

Macaristan’ın tarihini Buda’da görmek mümkün. Buradaki tepede Saint Geleert’in yani Macaristan’ı Hıristiyanlaştıran azizin abidesi var. Buda’nın üzerinde de arşiv ve müze olarak kullanılan Avusturya Habsburglarının sarayı… Tuna üzerindeki zarif köprüler Buda’yı ve Peşte’yi birbirine bağlıyor. Elizabeth köprüsü (yani Macarın deyimiyle Erszebet) Avusturya’nın güzel imparatoriçesi ve Macaristan’ın en çok sevilen kraliçesinin adını yaşatıyor. Macaristan’ın Komünist Parti ile yönetildiği devirde bile bu ad değişmedi. Köprüyü aynı isimli bulvar izledi; benim gençliğimde Halk Cumhuriyeti Caddesi adını alan Kont Gyula Andrasi Caddesi’ne ise bu isim yeniden verildi. Bizim Boğaziçi’ni Dolmabahçe süslerdi. O süsü çok gördük, arkasını garip binalarla kapattık. Tuna’nın kenarını ise Macaristan’ın zarif parlamento binası süslüyor ve hep öyle kalacak, etrafındaki eski zarif binaları gözleri gibi koruyorlar. Son 20 yılda buraya ilave edilen tek anlamlı şey 1956 yılının kahraman lideri olan Yanoş Kadar’ın heykeli; bir kaide üzerinde değil, parkta gölge bir vatandaş gibi duruyor.

Federasyonlar tarihe gömüldü

Buda ve bilhassa Peşte tarafının bütün binaları 19’uncu asırdaki özelliklerini koruyor. Budapeşte tıpkı Barselona gibi, hatta ondan daha çarpıcı ve muhteşem bir biçimde her binası ile ayrı bir üslubu ve dünyayı temsil ediyor ve bu üslupların da hepsi bir arada güzel.
Şehrin aristokrat saraylarından birinde de Avusturyalılar, Almanlar ve Macarların birlikte kurdukları Andrassy Üniversitesi var. Gyula Andrassy önce Macar ayaklanmasının ulusal lideri iken imparatorluk Avusturya-Macaristan olarak iki eşit parçaya ayrılınca bu federasyonun müşterek dışişleri bakanı ve sonra da başbakanı oldu. Üniversite onun adını taşıyor ve iki ülkenin birliği de galiba ancak onunla parlak devrini yaşadı.

1918’de Avusturya Macaristan monarşisi de onun benzeri Osmanlı İmparatorluğu da tarihe gömüldü. Federasyonlar devri de böylece bitmiş oldu.
Üniversitenin salonlarında ‘Avusturya İmparatorluğu’nda İslam’ konulu bir sempozyum var, bir tebliğle bendeniz de katıldım. Bosna-Hersek 1908’de Avusturya resmen ilhak ettikten sonra Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkilerini ilginç biçimde sürdürdü; sorunlar arttıkça Boşnak nüfus da Türkiye’ye doğru göçtü. Avusturya-Macaristan’ın, Bosna’yı bir sorunlar yumağı olarak gören ve ilhakı tasvip etmeyen çevrelerine karşı dışişleri bakanı Kont Aehrenthal imparatorluğun prestiji için ilhakı kışkırttı ve hazırladı. Hem Bosna’nın hem imparatorluğun sonu ufukta göründü. Harp Bosna yüzünden patlayacaktır.

Onları ayakta tutan maddi çevrenin koruyuculuğu

Bugün Andrassy Üniversitesi 19’uncu asrı ve modern dünyayı öğrenimine ve araştırmalarına konu edinen ilginç bir akademi. Sadece 300 öğrencisi var. Bulunduğu sarayın balo salonu dahil
her şey olduğu gibi bütün güzelliği ve satvetiyle korunuyor. Akademinin karşısındaki Kültür Ofisi bile eski hoş bir art nouveau bina.
Budapeşte müzeleri ve kafeleri ile insanın ruhunu tazeleyen bir eski dünya. Mirasın güçlüsü tükenmez ve dışarıdaki hayat tatsız ve acı olsa bile o halka geleceğe uzanmak için güç verir. Ata mirasının ne demek olduğunu insan bugünkü Macaristan’ın çetin iktisadi krizinde işsizlik, boşaltılmış dükkanların vitrinlerindeki ‘ellado ya da kiado – satılık veya kiralık’ ilanlarını görünce daha iyi anlıyor. Sıkıntılar geçer. Macar ülkesi ve halkı çok açıktır ki, birçok ülkeler gibi renkli, muhteşem ve acılı bir tarih geçirmiştir. Ama galiba onları her seferinde ayakta tutan ve geleceğe taşıyan ruhlarındaki inceliğin yansıdığı maddi çevrenin koruyuculuğu olmuştur.

2012-05-30
cadde.milliyet.com.tr

Macaristan’ın ruhu: Tokay şarapları

Macaristan Orta Avrupa’nın en özgün kültürüne sahip ülkesi. 1000 yılı aşkın zaman önce bugünkü Macaristan ovasına (O zamanlardaki ismi Pannonia) gelen Macarlar, bu büyük ovada ülkelerini ve krallıklarını kurdular. Macarları oluşturan toplulukların büyük çoğunluğunun Türk-Hun kökenli olması nedeniyle, o çağlardaki Bizans kaynaklarında Macaristan’a “Batı Türkiye”, Macar kralına (Arpad hanedanı) ise “Türklerin Prensi” denilmektedir. Orta Asya’dan göçebe kabileler halinde Macaristan ovasına gelen bu Türk kökenli halk, zamanla etrafındaki Slav ve Germen kökenli halkların etkisiyle oldukça zengin bir kültüre sahip bir ülkeye dönüşmüş. Buna rağmen köklerine oldukça bağlı olan bu halk tüm dünyada Hunlara ve Attila’ya akrabalığı simgelercesine “Hungary” yani Hunların ülkesi olarak anılmaktadır.
Macaristan’ın bu zengin ve kadim kültürü, mutfağına ve içeceklerine da yansımış. Etli, püreli ve paprikalı yemekleri “gulaş” Macar mutfağının herkesçe bilinen en ünlü lezzeti. İçkileri deyince de ilk akla gelen isim “Tokay“. Ünlü Macar şarabı Tokay, büyük Macaristan ovasını ikiye bölen ve suyuyla bu dev ovaya bereket getiren Tuna nehrinin suladığı bağların üzümlerinden üretilen dünyaca ünlü bir şarap. Öyle ki, Macaristan’ın yüzyıllardır en çok bilinen ve kralların sofralarını süslemiş olan şarabıdır Tokay (Macarca ismiyle: Tokaji). Bu ün o kadar yayılmış ve Tokay şarapları o kadar sevilmiştir ki, XIV. Louis tarafından “şarapların kralı” olarak adlandırılmıştır. 200 yıla varabilen yıllanma potansiyeli, kendine has üretim biçimi ve tarihi karakteriyle Tokay şarabı tam anlamıyla bir efsanedir. Koyu rengi, yoğun tat ve aromalarıyla tatlı şaraplar arasında çok özel bir yeri vardır.

Üretim formülü ilk olarak, Szepsi Laczko Mate adında bir keşiş tarafından açık olarak tarif edilmiştir. Bu formül bugün de büyük oranda geçerlidir. Ülkenin kuzeyinde, volkanik topraklarda kurulmuş olan bağlarda yetişen Furmint ve Harslevelü üzümlerinden üretilir. Az miktarda Muscat-misket üzümü de kullanılır. Tokay şaraplarını özel kılan başlıca unsur, asil küften etkilenen üzümlerin (Aszu) özel olarak teker teker ayrılarak farklı miktar ve oranlarda kullanılması ve fermantasyon sonrasındaki dinlendirme sürecinde bir küf mantarının oluşturduğu tabakadır. Böylece, hem şarabın aromatik özellikleri gelişmekte hem de istenen şeker-alkol oranlarına ulaşılmaktadır.

Tоkаy şаrарlаrı kеndi içindе, Szаmоrоdni vе Aѕzu оlаrаk iki grubа аyrılır. İçеrdiklеri şеkеr miktаrı vе kullаnılаn üzüm оrаnınа görе yарılаn bu ѕınıflаndırmаdа ѕеk şаrарlаrdаn (şеkеr оrаnı 10 gr/lt ) tаtlı şаrарlаrа (240 gr/lt) uzаnаn bir yеlраzе ѕöz kоnuѕudur.Bugün еn iyi Tоkаy ürеticilеri аrаѕındа Diѕznоkö, Szерѕy, Hеtѕzölö, Orеmuѕ, Pаjzоѕ, Dеgеnfеld ѕаyılаbilir. Mаcаriѕtаn’а yоlunuz düştüğündе bu özеl şаrарtаn tаtmаyı unutmаyın.

2012-05-22
gurmerehberi.com

Kırk yıldır dünyayı fetheden Macar icadı: Sabır Küpü

Sabır küpünün keşfinin 40. yıldönümü 2014 yılında kutlanacak. Ancak, insanlık tarihinin en ilginç “oyuncaklarından” biri olan bu “oyuncağın”, gerektiği önemle kutlanabilmesi için hazırlıklar başladı bile.

Amerika’nın New Jersey eyaletindeki Liberty Science Center ve Google ortak çalışmasıyla ve Hardwar’lı matematikçi Daniel Goroff tarafından çerçevesi çizilen bir konseptle hazırlanan büyük sergi, daha sonra dünyanın 14 büyük kentini de ziyaret edecek.

Milyonlarca dolarlık bütçesi matematik ve bilim vakıfları tarafından karşılanacak olan sergide Rubik Küpü ile ilgili tüm ayrıntılar ve insanın hayal dünyasını inanılmaz bir şekilde harekete geçiren bu oyuncağın insanlık kültürüne nasıl bir etki yaptığının izleri ele alınacak.

Rubik küpü hayranları, bu büyülü nesnenin bilimden astrolojiye, tasarımdan yemek kültürüne kadar, insanoğlunun hayatının her alanına girdiğini ileri sürüyorlar. 1974 yılında Ernö Rubik adındaki genç bir Macar bilim adamı tarafından icat edilen ve de o zamanlar sadece, şekillerin ve renklerin kombinasyonlarını hissettirmek için bir ders aracı olarak tasarlanan bu oyuncak gerçekten de dünyada bir salgın yaratmıştı.

Bilim adamları Rubik Küpünün karşı konulmaz gücünün, içerdiği kombinasyonların inanılmaz yüksek sayısından kaynaklandığını ileri sürüyorlar. Yıllardır Rubik Küpünü inceleyen bilim adamları, trilyon kere trilyonlara varan kombinasyonlar içinde Rubik küpünün her durumda en fazla 20 hamlede çözülebileceğini matematik yoluyla ispat etseler de, insanoğlu henüz bu başarıya ulaşamadı. Bilgisayarlar hala Rubik Küpünü insanlardan daha hızlı çözüyorlar.

Renk ve şekil tasarımı için ders aracı üretirken birden bu büyük oyuncağı icat eden bilim adamı ise tüm bunlara bıyık altından gülüyor. “insanoğlu için en önemli şey oyundur” diyor. “Oyun zihninizi geliştirir, hep oyunlar oynayın ve hayatta hep sevdiğiniz şeyleri yapın. Siz sevdiğiniz işlerle uğraşırken, inanın eninde sonunda başkalarının da çok seveceği şeylere ulaşacaksınız”.

Dahi Ernö Rubik bugün 68 yaşında ve kurduğu şirketiyle hala oyunlar ve oyuncaklar üzerinde çalışıyor. Büyülü Küp kırk yaşına girdiğinde, yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmayan büyük mucit de 70 yaşında olacak.

Ve dahi Macar mucidin ve büyük icadının yıldönümü, Budapeşte’de o tarihe kadar inşa edilmesi planlanan büyük bir Macar Dâhileri Müzesiyle kutlanacak.

Müzenin dış görünüşü nasıl mı olacak? Elbette Rubik Küpü şeklinde…

2012-05-19
Tarık Demirkan/BBC

Çek Cumhuriyeti’nde “katliam turları”

“Çekler Almanları işte burada öldürdü”. Son zamanlarda Çek Cumhuriyeti’nde giderek yaygınlaşan “doğa turu” işte bu adı taşıyor.

Çek Bilimler Akademisinde çalışan Jiri Blazek tarafından organize edilen turlarda, II. Dünya savaşı sonrasında Çekoslovakya’da “iç düşman” ilan edilen Sudet Almanlarının toplandığı ve öldürüldüğü kampların kalıntılarının izi sürülüyor.

II. Dünya savaşı sonrasında, Çek sınırları içindeki Sudet bölgesinde yaşayan ve savaşta Hitlerle işbirliği yaptıkları iddiasıyla düşman ilan edilen etnik Almanlara karşı kampanyalar başlatılmıştı. Saldırılar esnasında Çeklere göre 25-30 bin, Almanlara göre ise 250-300 bin Sudet Almanı katledilmiş ve bölgede yaşayan üç milyona yakın Alman, Almanya’ya ve Avusturya’ya göç etmeye zorlanmıştı.

29 yaşındaki çek Çek akademisyen, bu turları öncelikle, tarih bilgisi kıt olan genç Çek kuşaklar için tasarladığını, ancak geçen sene başladığı “katliam turizmi” bisiklet turlarının birden çok popüler olduğunu ve Almanya ve Avusturya’dan binlerce kişinin bu turalara katılmak için müracaat ettiğini söyledi.

Jiri Blazek amacının tarihin karanlık sayfalarına ışık tutmak ve etnik temizlik amaçlı zorunlu göçleri hala “haklı” göstermeye çalışan devlet politikasını açığa çıkarmak olduğunu vurguluyor.

Lidové Noviny gazetesinde yayınlanan habere göre, Çekler turları genellikle olumlu karşılıyorlar. Gazetecinin sorusu üzerine organizasyonu gerçekleştiren akademisyen, turla ilgili olarak herhangi bir baskıyla karşılaşmadığını ve tehdit de almadığını söyledi.

2012-05-11
Turkinfo-Budapeşte

16,474FansLike
639FollowersFollow