2025. Ekim 26.
Türkinfo Blog Oldal 609

Hayalci Gezgin: Yalnız şehir; Budapeşte

Budapeste_1Macaristan’ ın başketi Budapeşte. Çok etnik farklı bir şehir. Tuna nehrinin iki kıyısında yer alan Budin ve Peşte şehirlerinin 1873 yılında birleşmesiyle oluşmuş bir yer. Avrupa’ nın en büyük şehirleri arasında birinci sırayı Berlin alırken, ikinciliği de Budepeşte almakta.

Mimarisi çok güzel, tarihi açıdan da fazlasıyla zengin. Bir dönemin padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman tarafından bir hevesle fethedilmiş 150 yıl kadar Osmanlı elinde kalmış, fakat sonra fethedilen çoğu toprak gibi Budapeşte’ de kaybedilmiş. Evliya Çelebi Budapeşte’ den bahsederken içerisinde; 47 mescit, 25 kadar cami, hamam, mektep, saat kuleleri, bedestenler bulunduğunu yazmıştır. Şehirde bulunan Mustafa Paşa türbesi Mimar Sinan’ ın elinden çıkma olduğu söylenir.

Sert bir iklimi bulunan Budapeşte geçiş iklimlerinde de bol yağış alır. Müzmin, yalnız bir havası vardır. Sanki yıllarca Viyana’ nın gölgesinde yaşamış, hep arka planda kalmıştır Budapeşte… Güneşe hasret bu şehirde adım başı solaryuma rastlamanız çok mümkün. Yılbaşında balolar, etkinlikler düzenlenen etkileyici bir opera binasına sahip. Yılbaşını Budapeştede çok etnik ve cıvıl cıvıl geçirebilirsiniz.

Mutlaka tekne turuna katılmanız gerekli, gece de tekne turları düzenleniyor ve şehrin ışıkları tarihi yapıların üzerine vurduğunda çok etkileyici bir hal alıyor. Nehrin ortasında ufak bir ada bulunuyır, ağaçlı bir parka ev sahipliği yapıyor, parkın içinde ise; bir saray bulunuyor.

Müzik severler içinde takip ederlerse, her yıl rock-elektronik mizk festivalleri düzenlenmekte. Ülke ekonomik konumu biraz bizim gibi fakirlik var, taksiler pahalı fakat insanlar daha çok yardımsever ve daha dürüst. Halkı şehrin nostalji yanını seviyor, bizim bazı tarihi şehirlerde olduğu gibi şehri eski ve yeni olarak ayırmışlar. Değişik tatlar denemek istetenler için farklı lezzetler bulabilecekleri mekanlar var ve Tokaji şarabı da denemek isteyenler için buraya özgü. Kalesi görülmeli, gezilmelidir.

Bu şehre geldiyseniz tarihi yerleri görmeden geçmeyin. Mustafa Paşa türbesine de gidin, mezar taşında çok dokunaklı yazı yazmakta: Düşmanımızdı fakat burada çok kahramanca savaştı” gibi ibarelerle saygı duyularak anlatım yapılmış.

Kimi zaman sislerin sardığı ve şehri melankolik, gotik bir havaya soktuğu zamanlar, tarihi binaların sivri uçları ile birleşince kendinizi sanki 1800 lü yıllara zaman yolculuğu yapmış gibi hissedeceksiniz. Gezip, görülmesi gereken bir şehir. Birde Budapeşte Oteli diye filmi var izleyenlerden, kimi seviyor kimi ise hiç beğenmiyor. İzlemek isterseniz bilginize…

2014-10-28
http://hayalcigezgin.blogspot.hu/

Tarihin gördüğü en şeytani 10 kadın – Elizabeth Báthory (7 Ağustos 1560 – 21 Ağustos 1614)

E_BathoryMacaristan asıllı seri katil. Báthory, kendinden “Kanlı Kontes” olarak bahsettirmiştir. Kocası öldükten sonra büyücülükle uğraşmaya başlamıştır. At ve türevleri hayvanların kurban edildiği ayinlere katıldığı da söylenmektedir. 40 yaşına geldiğinde, yaşlanıp güzelliğini kaybedeceği telaşına düşen “Kanlı Kontes”, birgün hizmetkarı olan genç bir kızın saçlarını tararken canını acıtması üzerine ona öyle bir tokat atmıştır ki, genç kızın yüzünden düşen bir damla kan Kontes’in ellerine dökülmüştür. Kontes bu kanla, kızın gençliğini ve güzelliğini aldığını zannetmiş ve uşağına emir vererek kızın bütün kanını bir küvete doldurtup “kan banyosu” yapmıştır. Sonrasında iyice yoldan çıkan Kontes, 612 bakire kızı kaçırtıp, bu kızlara tepesinden asılı bir kafeste, işkence çektirmiş; kafesten akan kanlarla ise duş almıştır. Yaptıkları anlaşılan Báthory hücreye kapatılmış, 1614 yılında ise hücresinde ölü olarak bulunmuştur. Şizofreni hastasıdır.Aynı zamanda Bram Stoker’in Dracula isimli romanının,III. Vlad’dan sonraki en büyük esin kaynaklarından birisidir.

2014-10-21
http://www.sabah.com.tr/

Türkiye sokaklarının Romanyalı sakinleri

romanian_ankara_624x351_sinanonusBirçoğumuz sokakta yürürken, kafede ya da evimizin balkonunda otururken yaşları 15’i geçmeyen, para vermemiz için bizi zorlamayan sarışın, mavi gözlü çocuklarla ya da yetişkin akordeoncularla karşılaşmışızdır.

Belki, ellerindeki plastik bardaklara, çaldıkları akordeon karşılığında para da atmışızdır.

Peki, her köşe başında rastladığımız çoğu bu sokak çalgıcıları kim, hiç merak ettiniz mi?

Onlar, Türk vatandaşı değil. Romanya’dan Türkiye’ye gelen ‘turist’ sokak çalgıcıları.

21 yaşındaki Alia da onlardan biri. Evli ve bir çocuğu var.

Alia, yanındaki sandalyede oturan çocuğu gösteriyor, “4 yaşında” diyor. Başıyla, karşısında oturan kız ve kucağında kendisi gibi akordeon tutan erkek çocuğunu işaret ediyor. “Kız 8, erkek 12 yaşında. İkisi de kardeşim” diye tanıtıyor.

Video, önden fotoğraf ‘yasak’

Konuşmak için Romanyalı çalgıcıları ikna etmem aslında oldukça zor oluyor. Şehir merkezindeki denemelerim hep başarısızlıkla sonuçlanıyor. Oturduğum semtte defalarca gördüğüm Alia’yı ise birkaç denemeden sonra ikna edebiliyorum.

Deşifre olmaktan çekiniyor. Bu nedenle de özel sorular sormamam, video ya da yüzünü net gösterecek foto çekmemem koşuluyla kabul ediyor.

Alia, 2 aydır Türkiye’de olduğunu belirtiyor. “6 yıldır gelip gidiyorum. Çocukken babam getirirdi” diye ekliyor, zor konuştuğu Türkçesiyle.

“Sizi, Türkiye’ye getiren aracılar var mı’ diye soruyorum, “Hayır yok. Biz kendimiz
geliyoruz” yanıtını veriyor.
Ankara’da otelde kaldıklarını aktaran Alia, “Babam, annem, kardeşlerim, eşim, çocuğum toplam 20 kişiyiz” diyor.

Kaldıkları otelin günlüğünün 30 TL olduğunu, bir odada 4 kişi kaldıklarını belirtiyor. ‘Ücreti çok değil mi’ diye sorunca, gülerek, “Yok yok. Kişi başı değil. 4 kişi toplam 30 TL” açıklaması yapıyor.

90 gün Türkiye, 100 gün Romanya

Alia, akordeon çalmak için başka bir ülkeye gitmediğini, sadece Türkiye’ye geldiğini söylüyor. ‘Neden Türkiye’ şeklindeki sorumu, “Romanya’da hiçbir şey yok. Fabrikalar kapalı, işsiziz. Türkiye iyi” diye yanıtlıyor.

Her gün TSİ 11.00’de işe başladıklarını, 18.30 civarında da otele dönmek için akordeon çalmayı bıraktıklarını belirtiyor. Kendilerinin “dilenci” olmadığının altını ise özellikle çiziyor.

Alia, “turist” olarak geldikleri Türkiye’de 90 gün akordeon çaldıklarını, yasal kalış sürelerinin sonunda Romanya’ya döndüklerini aktarıyor.

“100 gün ya da biraz daha fazla Romanya’da kalıyoruz. Sonra tekrar Türkiye’ye geliyoruz” diye konuşuyor.

Alia, “Masraflardan sonra aylık kişi başı elimize 600-700 TL geçiyor. Kimileri para, kimileri elbise, ayakkabı veriyor. Sonra Romanya’ya dönüyoruz. Geri gelmek için beklerken bu kazandıklarımızı harcıyoruz. Orada yetiyor bu para” diyor.

Çocukların okul çağında olması dikkatimi çekiyor. Alia, “Okullar tatil. Oturduğumuz şehirdeki okulların çatıları sorunlu. Yağmur mevsimi, okulların içi su dolu. Tatil olunca getiriyoruz. Yoksa orada okula gidiyorlar elbette” diyor.

Akordeon karşılığı ‘öğle yemeği’

‘Düğünlerde, nişanlarda da çalıp çalmadıklarını’ soruyorum. Alia, “Çalıyoruz. Ne para verirlerse de alıyoruz” diye konuşuyor.

Alia’ya akordeon çalarken en çok keyif aldığı şarkının ne olduğunu soruyorum bu kez. Sorumu anlamıyor. Birkaç kez anlatıyorum, tarif ediyorum. Yine anlamıyor. O soruyu geçip, Romanya’da hangi şehirde yaşadığını soruyorum. Söylemek istemiyor.

Türklerin kendilerine iyi davrandığını, polisin ve zabıtanın da müdahale etmediğini ifade ediyor. Türkiye’nin birçok şehrinde kendileri gibi çok sayıda Romanyalı sokak çalgıcısının olduğunu, kendisinin ise sadece Ankara’da çaldığını söylüyor.

‘Aranızda birbirinizin sokaklarına, şehrine gitmemek gibi bir anlaşma mı yaptınız’ şeklindeki soruma, “Hayır. Her yere gidiyoruz. Ama ben, Ankara’yı iyi biliyorum. Başka şehre gitmek istemiyorum” yanıtını veriyor.

Alia ile kafede sohbet ederken yediği yemeği gösteriyor, “Kafenin sahibi ikram etti” diyor. Kafenin adını ise yazmamı istemiyor.

Yüzünde mutlu bir ifadeyle, “Başka yerlere de gidiyorum ama bu semte çok gelirim. Kafenin önünden geçerken biraz önce buranın sahibi çağırdı. Her gün öğle tatilinde gelmemi, müşterilerden para toplamamam koşuluyla yarım saat, bir saat akordeon çalmamı önerdi. Kabul ettim. Karşılığında bize öğle yemeği verecek” diyor.

2014-10-15
BBC Türkçe – Sinan Onuş

Macar ip atlama şampiyonu, Budapeşte’yi tanıttı -video-

adriennAdrienn Bánhegyi’nin muhteşem gösterisi görenleri hayran bırakıyor.

Dünya ve Avrupa şampiyonlukları bulunan ve iki dünya rekorunu da elinde tutan Adrienn Bánhegyi Budapeşte’nin Kahramanlar Meydanı, Kale, Balıkçı Hisarı, Katedral, Özgürlük Meydanı, Vörösmarty meydanı gibi önemli ve turistik mekanlarında ip atlayarak çekilen klibinde şehri tanıtıyor.

Klip dünyanın önde gelen video yönetmenlerinden Devin Graham tarafından hazırlandı.

2014-08-15
Türkinfo/Budapeşte

İşte Budapeşte (I.) – Faruk Eskioğlu

hosoktereUçak Budapeşte’yi Buda ve Peşte olarak ikiye bölen Tuna Nehri’nin üzerinde alçalırken yeşilliklerin arasında biblo gibi bir tarihi bir şehir uzanıyordu… İstanbul gibi gökdelenlerle bu şehrin ihanete uğramaması dünya mirası adına sevindiriciydi…

Hani bir gün yolunuz düşerse deyü geziyi püf noktalarıyla anlatmaya çalışacağım… “Benim için gezmek önemli, yorulunca da temiz bir yatağa devrileyim yeter” diyorsanız gezi öncesi internetten şehir merkezine çok yakın günlüğü 20 euro kadar (üstelik tek odalı) yurtlar bulabilirsiniz… Havalimanı’nda “information” sizi yönlendirecektir ama kapıdan kapıya servisler taksi ücretinin (km başına 1 eurodan biraz az) yarısına (13 euro, gidiş geliş 22 euro) sizi kalacağınız mekana götürecektir. Ayrıca bütün seyyahların iyi bildiği bir kuralı da bilmeyenler için yineleyeyim: Dövizinizi şehrin merkezindeki kambiyolardan bozdurarak durduğunuz yerde en az yüzde 10-15 kazanç sağlayabilirsiniz… Ayrıca esnaf kendi kuruna göre çevirdiğinden euro yerine ülke para birimi forint’le harcama yapmanızı öneririm…

Dünya savaşları da dahil pek çok savaşa tanık olan bu eski şehir, şaşılacak biçimde korunmuş… Osmanlı 160 yıl hüküm sürdüğü Budapeşte’de kiliseleri camiye dönüştürmüş (Halen 2 cami korunmuş durumda), kaplıca suyunun kullanıldığı pek çok hamam inşa etmiş… I. Dünya Savaşı’nda topraklarının üçte birini kaybeden Macaristan, II. Dünya Savaşı’nda Nazilerin yanında yer alsa da “saf değiştireceği kaygısıyla” Hitler Almanyasınca işgal edilmiş… 1947 yılında da girdiği SSCB çatısı 1989’da çökünce bayrağındaki SSCB armasını atarak “parlamenter cumhuriyet”i kurmuş… SSCB çatısında “liberal” ya da “piyasa” sosyalizmi uygulayan Macaristan ilk McDonald’ı açan Doğu Blok’u üyesi sayılıyor.

Macarların atalarının büyük bir çoğunluğu Ural-altay/Fin-Ugor kavimleri’nden olan Hun-Ugor kavimleri olduğu biliniyor. Macarca’nın Türkçe ile aynı aileden olması ve savaşcı köklerinin Türkler gibi Asya’ya uzanması Türklerin kuzeni olduğunu düşündürüyor… Macar alfabesinde ü ve ö’ler bizim bildiğimiz fonetikte. A ve e’lerin üzerindeki şapkalar da harfleri inceltme ve uzatma yerine teleffuzları başkalaştırıyor.

Son bir ansiklopedik bilgi daha nüfusu 10 milyon olan ülkenin milli geliri 20 bin dolar civarında. Nükleer fizik de dahil bilimsel ve ARGE çalışmalarıyla pek çok Nobelli bilimciye sahip olup, ekonomisi “parlayan yıldız” olarak görülüyor. Günümüzde NATO ve AB üyesi olan Macaristan en çok yabancı turist çeken ülkeler arasında sayılıyor. Avrupa’daki en çok Yahudi nüfusunun bulunduğu Budapeşte’nin kardeş şehirleri arasında Tel Aviv de bulunuyor. Varşova Paktı’ndayken 3. Dünya ülkesi sayılan Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirdiğinden hatırı sayılır Arap etnik nüfusa sahip… Ülkede en çok konuşulan yabancı dil İngilizce, sonra da Almanca…

Turist gezdiren 2 katlı otobüslerle turumuza ‘Kahramanlar Meydanı’nda başladık. Kutlamala ve protestoların yapıldığı bu alabildiğine geniş meydanın iki yakasında ulusal müzeler yer alıyor. Bu meydanı şehir merkezine bağlayan Paris’teki Şanzelize’nin örnek alınarak yapıldığı Andrassy Caddesi ise alabildiğine geniş ve düz… Bu caddenin aldından geçen dünyanın en eski ikinci metrosu günümüzde UNESCO koruması altında… Caddenin sağ ve solundaki bir zamanlar senyör ya da aristokratlara mekan olan geniş tarihi yapılar şimdi büyükelçilik ya da resmi kurumlara hizmet veriyor… Bu cadde üzerinde Korku Müzesi, Devlet Opera Binası ile St. Stephens Kilisesi görülmeye değer… Ayrıca otantik Macar yemeklerinin tadılabileceği ünlü restoran ve kafeler de bu caddede bulunuyor.

Macaristan mutfağı çok zengin… Mönüde bizim damak tadımızın alışkın olmadığı tavşan, domuz, geyik ve at etinden yapılan yemekler de var… En ünlü yemekleri arasında Anadolu’da etli “patates aşı” olarak bilinen biber salçalı “gulaş”ı tatmanızı öneririm… İçkilerinde ise 40’a yakın bitki özünden yapılan Unicum en iyi hediyelerden sayılabilir. Unicum’un yaratıcısı 19.yy’da içkiyi ilk ürettiğinde hasta olan Macar kralına “şifa” niyetine sunmuş, kralın bir kaç ay sonra ölmesine karşın halk içkiyi sevmiş… Minik kadehte soğuk içilen Unicum’u ilk fondip yaptığımda içimde yakıcı bir dezenfektasyona uğradığımı hissettim hani… Budapeşte’nin merkezinde orta halli bir restoranda “starter”lı ana yemek, bir kadeh kaliteli şarap ve tatlı için ortalama 20 euro gibi (Türkiye’ye kıyaslanamayacak uygunlukla) bir hesap ödeyeceğinizi de not edin lütfen… Budapeşte turistik bir şehir olduğu için gündüz gezerken gözünüze kestirdiğiniz restoranda akşam için rezervasyon yaptırmanızı salık veririm…

Sokaktaki Macar halkı iyi giyimli, temiz yüzlüydü. Sizin sorularınızı içtenlikle yanıtlamaya ve yardım etmeye çalışıyorlar. Bisikletlilerin çok olması da içimi ısıttı hani… Bu arada şehirde turistler dışında hiç obeze rastlamadığımı da aktarmalıyım… Budapeşte son derece temiz… Kente kısa ve sık aralıklarla yağmur yağdığı bilgisi de işinize yarayacaktır…

2014-08-10
http://www.acikgazete.com

Macaristan’da rejimin demokrasi sınavı

orban_hunGeçtiğimiz hafta sonu Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın ulusal kalkınma ve küresel rekabet için gerekirse demokrasiden bile taviz verilebileceği yolundaki açıklamaları muhalefet tarafından ciddi bir şekilde eleştiriliyor.

Sol muhalefet partileri, sonbaharda yapılacak yerel seçimlerde özellikle Budapeşte’de iktidar partisi Fidesz karşısına tek bir adayla çıkabilmek için görüşmelerini hızlandırdılar.

Viktor Orbán, konuşmasında dünyada demokrasilerin ‘modasının geçtiğini’, özgürlükler temelinde yapılanan rejimlerin artık küresel rekabete dayanamadığını, dünyanın yeni yıldızlarının Türkiye’nin de içinde bulunduğu birkaç ülke olduğunu vurgulamıştı.

Türkiye örnek ülkelerden biri

Başbakan konuşmasında başarılı model olarak gösterdiği Çin, Hindistan Rusya ve özellikle de Türkiye’nin liberal demokrasiyi uygulamadığını, hatta çoğu kez bu rejimlerin demokrasi olarak bile tanımlanamayacağını, ancak sonuçta bu ülkelerin dünyaya kendi iradelerini kabul ettirerek ekonomik olarak da geliştiklerini söyledi.

Macaristan’da uygulanacak olan modelin liberal demokrasi değil, liberal olmayan demokrasi olduğunun altına çizen başbakanın bu kavramın içini nasıl dolduracağı konusu, sadece sol düşünürler değil, merkez sağın yazar ve düşünürleri arasında da tartışma yarattı.

Demokrasi tartışması

Başbakan Viktor Orbán liberal demokrasilerde güçlünün hep zayıfların üstesinden geldiğinin altını çizerek, geride kalan yirmi yıl içinde küresel anlamda pozisyon kaybeden Macaristan’ın ancak güçlü bir devlet yapısıyla kendini var edebileceğini savunuyor.

Bunun yolunun da kamu sektörünün geliştirilmesinden geçtiğini vurguluyor.

Orbán, Macar devletinin sadece Macaristan’da yaşayan insanların devleti olmadığını, aynı zamanda sınırların ötesinde komşu ülkelerde yaşayan Macar asıllıların hak ve çıkarlarının korunmasında da önemli işlevler üstlenmesi gerektiğini her fırsatta tekrarlıyor.

Bu durum ise Macaristan ve komşuları arasında sürekli bir potansiyel çatışma noktası oluşturuyor.

Başbakan, Macaristan’ın uluslararası rekabette var olabilmesi için gerekirse kolektif olarak bazı sıkıntıları geçici olarak üstlenmenin gerekli olduğunu söylüyor.

Sosyal refah devletinin geleceği

Macar başbakanı, sosyal refah devleti modelinin de artık geride kaldığının altını çizmekte ısrar ediyor.

İş ve çalışma temelinde bir toplum oluşmasının önemini vurgulayan Orban’ın bu düşüncesi, “işsizlik yardımı ve sosyal yardım” yerine bu hükümet döneminde başlatılan “kamu çalışanı maaşı” uygulamasında somutlaşıyor.

Bu uygulamaya göre eski dönemlerde sosyal yardım alabilen kesimler bugün artık yardım değil, kamu işçisi olarak çalışmalarının karşılığında sosyal yardıma denk düşen düşük bir maaş alabiliyorlar.

Burada “kamu işçisi” aslında sokaklarda ve parklarda çöp toplama ve çevre düzenleme işi anlamına geliyor.

Muhalefet bu konuşmanın ardından, aslında başbakanın yıllardır uyguladığı, ama çoğu kez eleştiriler karşısında reddettiği ilkeleri şimdi artık bir program olarak da deklere ettiği kanısında.

Muhalefete göre bu program Macaristan’ı kısa sürede Rusya gibi totaliter ya da Türkiye gibi yarı totaliter bir ülke haline getirebilir.

Muhalefet, bir ülkede sadece genel seçimlerin var olmasının, demokrasinin var olduğu anlamına gelmeyeceğini, hükümetin halka bilgi vermediği ve de serbest medyanın özgürce görevini yapamadığı koşullarda bu seçimlerin hep en güçlü parti olan “iktidar partisinin” zaferi anlamına geleceğini vurguluyorlar.

2014-07-31
BBC Türkçe

Tancsics Mihály Bir Macar yurtseveri

tancsics„Taçlar ve tahtlar ancak halklar yoksul ve bilinçsiz kaldıkları sürece ayakta kalabilirler.” -Tancsics Mihály

Bir Macar yurtseveri:

Mihály Táncsics (okunuşu Mihay Tançiç)

1848 devriminin ikonik figürü, gazeteci, yazar, politikacı Mihály Táncsics 130 yıl önce 26 Haziran 1884’te vefat etti. Buda’daki gizlenmiş olduğu hapishanesinden 15 Mart 1848’de Peşte halkı tarafından kurtarıldı. Sürekli o dönem yoksullarının giymiş olduğu abasıyla dolaşan, herkese “kend” (siz)olarak seslenen ve her türlü uzlaşmaya kapalı Táncsics’i özgürlük savaşının yenilgisinden sonra ölüm cezasına çarptırdılar ve sembolik olarak infaz ettiler.

21 Nisan 1799’da Bakony’un kuzey ayağında uzanan Ácsteszer’de doğdu. Mihály Stancsics olarak. Babası toprak sahibi bir serf’ti, on üç çocuğundan yalnızca yedisi hayatta kaldı. Mihály Táncsics yaşamının ilk yirmi yılını küçük bir nahiyede, kerpiç bir evde geçirdi, ırgat, çoban, uşak olarak toprak sahiplerine hizmet etti. Kişisel olarak yaşamında karşılaştıkları haksızlıklar onu yaşamı boyunca hak eşitliği için uğraş vermeye teşvik etti.

On dokuz yaşında dokuma çırağı olarak serflikten ayrıldı, bir yıl sonra Szombathely’deki lonca’dan kurtularak gezgin yaşamına başladı. Sağlığa zararlı mesleğini kısa zamanda bırakarak köyünde eğitmen yardımcılığı yapmaya başladı. O dönem için bilgisi öğrencilerininkinden pek fazla sayılmazdı fakat gece gündüz kendini yetiştirdi. Lise öğrenimini hizmetçi-öğrenci, özel hoca olarak Kecskemet, Nyitra ve Peşte’de sürdürdü, daha sonra Peşte’de felsefe okuluna girdi.

Başlangıçta dilbilim sorunlarıyla ilgilendi fakat gitgide daha sık biçimde denetçilerle çatışmaya başladı. Macar ve Almanca konuşmalar adlı kitapçığının örnek cümlelerinde feodal toplumsal sistemi yargılamasından dolayı 1834 başlarında el koydular, sonraki el yazmalarının da artık yayımlanmasına olanak yoktu. Birçok aristokrat ailede özel hoca olarak çalıştı fakat “tehlikeli” görüşlerinden dolayı kısa sürede işine son verdiler. O dönem artık siyasetle de uğraşmaya başladı, toplumsal içerikli romanlarında (Rényképek , Pazardi) ve makalelerinde Szecsenyi’nin toplumsal reform programını desteklemiştir.

Düşünsel sisteminin oluşumunda Fransız aydınlanmacılardan Volney’in Harabaler ve Rousseau’nun Toplumsal Sözleşme adlı yapıtları özellikle belirleyici olmuştur.

1841’de “Pesti Hirlap” ‘ın çıkmasından sonra Lajos Kossuth’un yanında yer almıştır. Zaten serbest olan kalemini daha bir yetkin biçimde kullanmış, sansürden dolayı yurtdışında yayımlanan politik makalelerinde ve halk kitaplarında reform karşıtlarının programının kabul edilmesi ve uzlaşmada köylü tabanının yaratılması için sarf etmiştir.

Bir mahkumun basın özgürlüğü hakkındaki görüşleri adlı makalesini 1843’te Almanya’da yayımladı ve gizlice yurda soktu, 1846’da yayımlanan Józanész (Sağduyu) adlı yazısında ütopik bir yaklaşımla sınıfsız toplumun oluşturulması olanaklarını irdelemiştir. Aynı yıl tutuklamak istediler ancak Hırvatistan’a kaçtı, “Nép szava Isten” szava (Halkın sözü Tanrı’nın sözü)adlı broşürü burada doğdu, söz konusu broşüründe toprak beylerinin serfleri özgür bırakmalarından dolayı hiç bir tazminat hakkına sahip olmadıklarını duyurdu. Yetkililer 1847’de izini buldular ve basın suçundan dolayı Buda’da mahkeme kararı olmaksızın hapse attılar.

15 Mart 1848’de mahpushaneden Peşte halkı kurtarmıştır. Birkaç hafta sonra da radikal söylemli Munkások Újsága (İşçilerin Gazetesi) adlı gazetesini çıkartmaya başladı, burada yayımladığı yazılarında her türlü ayrıcalığın kaldırılması ve genel seçme seçilme hakkının uygulanmasını istemiştir. Sürekli yoksulların giydiği abasıyla dolaşan, ve her türlü uzlaşmaya kapalı olan Tançiç, Siklós bölgesinin milletvekili olarak ilk halk temsilcileri meclisi’nin üyesiydi, fakat meclis konuşmaları gözden düşürülmek ve saf dışı edilmek amacıyla gülünç karşılanmıştır.

Özgürlük savaşının yenilgisinden sonra ölüm cezasına çarptırılmış ve sembolik olarak infaz edilmiştir. Bu sırada kendisi Peşte’de eski evinin altında oluşturduğu barınakta gizlenmiştir. Sosyalizm nedir ve Komünizm nedir, ayrıca Kızıl Cumhuriyetçiler kimlerdir ve ne istiyorlar? adlı makalelerini burada yazmıştır. 1857’deki genel aftan sonra gizlendiği yerden çıkmış ve o dönem polis denetimine tabi kılınmıştır, Budapeşte’yi de ancak izinli olarak terk edebilirdi. 1860’ta 15 Mart’taki gösterileri örgütlemek suçundan 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı, hapisten 1867’deki uzlaşma döneminde neredeyse tamamen kör olarak kurtuldu.

Gözleri riskli bir ameliyattan sonra düzeldi. 1869-1872 arası Orosházi seçim bölgesinden milletvekili seçildi. Arány Trombita (Altın Trompet) adında haftalık bir gazete çıkarmaya başladı ve işçilerin örgütlenme hareketine katıldı, Genel İşçi Birliği’nin başkanı seçildi. Birlik yöneticilerinden 1870’de ayrıldı, milletvekilliği sürecisinin sona ermesinden sonra ise kamusal yaşamdan tamamen çekildi. Son yıllarını yoksulluk içersinde geçirdi, evi icra yoluyla satıldı, kendisine bağlanan az miktardaki yardımı kitaplarını satarak tamamlamaya çalıştı. Bu dönemde yazdığı çalışmalarında Macarcanın en eski dil olduğunu kanıtlamaya çalıştı ve özyaşam öyküsünü bitirdi.

Mihály Táncsics 26 Haziran 1884’te Budapeşte’de öldü. Sayısız sokak, okul, kurum bugün de onun adını korumaktadır, doğduğu ev bugün müzedir. 1990’dan bu yana her yıl altı başarılı gazeteciye gazetecilik faaliyetinin tanınmasına yönelik Mihály Táncsics Gazetecilik Ödülü verilmektedir, Bu ödüllerin dağıtıldığı tarih te Macaristan da Basın Günü olarak kutlanmaktadır.

YAPITLARI:

*Rény képek -Rény resimleri I (peşte), II-III (Kolozsvar 1835), Öykülerini ve “yetiştirici yönlendirme romanları” nı içermektedir.

*Pazardi (Kolozsvar 1836)

Soyluların yaşam biçiminin ahlaksızlıklarını, soylular sınıfının gereksizliğini, feodal Macaristanın ahlaki çöküntüsünü işlemektedir.

* Népkönyve – Halkın Kitabı (Lipcse 1846) ve * Hunnia’nın bağımsızlığı – Hunnia függetlensége (Jéna 1847)

Her iki yapıtında da doğrudan soylu sınıfının egemenliğini hedef almakta ve toplumsal dönüşüm talebini vurgulamaktadır.

*Sajtószabadságról nézetei egy rabnak – Bir mahkumun basın özgürlüğü hakkında görüşleri (Lipcse 1844)

İkinci baskısı 1846’da Hamburg’da yayımlanmıştır. Sansüre karşı yazılmış 5 yapraktan oluşan bir broşürdür, Tançiç sansürü feodalizmin emanetçisi olarak görmektedir, bir kısmına polis el koydu, diğer kısmı ise Bratislava da aydınların uğrak yeri olan Hollinger Kahvesinde kapışılmıştır.

*Szécsenyi István grof két garasára Nyilatkozat – Baron İstvan Seçenyi’nin iki kuruşu üzerine açıklama (Lipcse 1844)

Baron Szecsenyi Istvan ‘ın reform politikalarına destek vermiş ve sözcülüğünü yapmıştır.

*Józanész – Sağduyu (Budapeşte, 1848)

Tançiç özel mülkiyetin kaldırılmasından yanaydı, 1843’te yazmış olduğu bu makale 1848’de yayımlanmıştır. Peşte’ye yürüyen Avusturya ordusu tarafından bu makaleye el konulmuştur. Pre-sosyalist, pre-komünist ütopik düşüncelerini içermektedir. Cabet, Owen gibi ütopik sosyalistlerin etkisinde kalmıştır.

*Nép szava Isten szava – Halkın sözü Tanrı sözü (Buda-Pest 1848)

Bu yapıtıyla artık yönetici sınıfın varlığına kökten saldırmaktadır, o ana kadar savunduğu çıkarbirliği ilkesini bırakarak iki toplumsal sınıfın anlaşmasını değil, soylu sınıfın tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini güçlü bir şekilde vurgulamaktadır.

” …ez állapot meg fog szünni, vagy ti nemes atyafiak szüntetitek meg (vagy mi parasztok, vagy mindketten együtt, de megszünnie kell)” – írja fenyegetően.

“ … bu durum sona erecektir, ya siz soylu sınıfının üyeleri sona erdirecek ( ya da biz köylüler, yahutta her ikimiz de birlikte, ama herhalükarda sona ermesi gerekiyor)” biçiminde tehdit edercesine yazmaktadır.

*Életpalyam – Yaşam öyküm (Révai Könyvkiadó Nemzeti Vállalat 1949)

Hazırlayan: Salih Çardak
Budapeşte, 2014.06.30

Bir Macar (Anti)Kahramanı: Grosics

Ajanslarda bbir-macar-antikahramani-grosics-1ir haber, 1954 Dünya Kupası’nda final oynayan efsane Macaristan takımının file bekçisi Gyula Grosics 88 yaşında hayatını kaybetmiş. Yaşamını konu alan belgesel birkaç sene önce Cumhurbaşkanı Pal Schmitt’in katılımıyla vizyona girdiğinde, ülke tarihinin en iyisi olarak kabul ediliyordu. O sadece oynarken kötüydü! Nasıl mı…

1926’da doğan Gyula, mıntıkasının takımı Dorogi’de başladı futbol kariyerine. Budapeşte’ye adımı attığında 21 yaşındaydı. Mateosz, Teherfuvar gibi küçücük ekiplerden sonra bir sonraki durağı bir rejim şaheseri olan Honved’di.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği himayesine giren Macaristan’da iklim kısa sürede değişmişti. Kendisini Stalin’in iyi öğrencisi olarak tanımlayan diktatör Mátyás Rákosi, topraklardaki bütün muhalifleri silindir gibi ezerken, diğer taraftan verdiği bir kararla sadece ülke değil, dünya futbolunun da kaderini tayin etmişti.

İstihbaratçıların takımı MTK’den sonra Savunma Bakanlığı da bir kulüp ister. Ferencvaros sağ eğilimli ve milliyetçi bulunur, ihale Puskas ve Bozsik’in formasını giydiği Kispest’e kalır. Yurt savunması anlamına gelen Honved böylece doğar.

Gerçekten de ordunun rüyaları kabul olmuş, istihbaratçılara karşı üstünlük sağlamışlardı; arada kaptırılan iki şampiyonluk nazar boncuğu sayılırdı…
Her gün beraber idman yapmaya başlayan oyuncuların uyumu, kısa sürede bir efsanenin doğumuna önayak oluyordu. İşte o Honved’in bir parçası olan Grosics, Macaristan Milli Takımı’nın da kalesini koruyordu. Değişik bir tarzı vardı. Kalesinden çabucak fırlayabiliyor, attığı uzun paslarla kontratak başlatabiliyordu. Puskas’ın önderliğinde 1952’de Olimpiyat şampiyonu olan yenilmez armada, ertesi yıl da Wembley’de İngiltere’yi 6-3’lük skorla devirerek bütün dünyaya mesaj veriyordu.
1954 Dünya Kupası’nın mutlak favorisi finale güle oynaya gelmişti. Grupta ezdikleri Almanya ile Bern’de bu sefer şampiyonluk için buluşan Macaristan, ilk 10 dakikada iki farkla öne geçmişti. Arkasından yaşananlar bugün bir mucizeyle özetleniyor.

Morlock ile perdeyi açan Panzerler, Rahn’ın golleriyle kupaya uzanıyordu. Bir ulus belki de böylece yeniden ayaklanırken, üç topu kalesinden çıkaran Grosics Macaristan’a dönüşünde sorgulanıyordu. Komünist rejim faturayı ona kesmişti.

Honved’de oynamaya devam eden Kara Panter ve arkadaşlarının hayatı asıl 1956’nın sonunda değişmişti. Rakosi döneminde yol olan binlerce insanın acısı canları tak ettirmişti. Komünist öğrenci birliğine dahil olmaya reddeden gençlerin oluşturduğu örgütün yasaklanmasıyla birlikte ülkenin değişik şehirlerine sıçrayan kıvılcım, 23 Ekim’de yangına dönmüştü. Kısa sürede hükümet düşmüş, Sovyet tankları Budapeşte’de cirit atmaya başlamıştı. 4 Kasım’da Macaristan’a adeta çıkarma yapan Sovyetler Birliği, bir haftada kontrolü ellerine almıştı. Binler ölmüş, onbinler ülkeden kaçmıştı…

Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Athletic Bilbao ile eşleşen Honved, 22 Kasım’da İspanya’nın yolunu tutmuştu. San Mames’te 3-2’lik skorla gülen ev sahibi ufak bir avantaj sağlamıştı. Futbolcular ülkelerine dönmek istemiyordu. Macaristan’daki karışık durum nedeniyle rövanşın Brüksel’de oynanacak olması kim bilir bazılarını umutlandırıyordu. Elenip dağılabilirlerdi. Heysel Stadı’nın skorbordunda yazan 3-3’ten sonra Grosics, arkadaşları Bozsik, Budai, Lorant ile birlikte Macaristan’a dönüyor; Czibor, Kocsis ve Puskas Batı’ya açılıyordu.

Minik Tatabánya’ya sürülmüştü Kara Panter. Yine de milli takımın eldivenleri ona teslim ediliyordu. Bir önceki Dünya Kupası’nın finalisti, 1958’de pek bir sıradanlaşmıştı. Sonradan milletvekili olacak Bozsik kaptan, efsane kadronun santrforu Hidegkuti ise 36 yaşındaydı. Puskas, Czibor ve Kocsis’in yokluğunda yenilmez armada gitmiş, Macaristan ilk turda elenmişti.

Ferencvaros’un ısrarla istediği Grosics’e rejimden izin çıkmıyordu. Sürgünde üç direk arasını bekleyen file bekçisi, son kez 1962 Dünya Kupası’nda sahne almıştı. Kaptanlık pazubandını koluna takan Kara Panter, ülkesinin gruptan çıkmasını sağlıyor, ardından da sahalara veda ediyordu.

Rejimle hep papaz olan Grosics, 1980’lerde bir manada barış çubuğu uzatmıştı yönetime. Komünist Parti’ye üye olmak isteyen emekli file bekçisinin kayıtları incelendiğinde bir anda ortalık karışmıştı, Gyula delikanlılığında Macaristan’daki SS ordusuna gönüllü olarak katılmıştı. Genel sekreterlik koltuğunda 32 yıl oturarak ülkeyi en uzun süre yöneten politikacı olan János Kádár, çok da önemsememişti durumu. Gyula onların olmuştu artık. Kim bilir belki de hep onlarındı. SS geçmişi olan birisinin yurtdışında oynaması çok da kolay değildi. İşte belki de bu yüzden o hiç Batı’ya gitmeyi düşünmemişti.

Parti üyesi olamasa da, maaşını alıyordu Grosics. Derken Doğu Bloku dağılıyor, o da saf değiştiriyordu. İktidara yürüyen muhafazakâr sağ parti Fidesz saflarında görünen Kara Panter, Başbakan Viktor Orbán ile çok yakınlaşıyordu. Belki de bunun semeresini alıyor, komünist rejimin gitmesine izin vermediği Ferencvaros formasıyla 82 yaşında tanışıyordu.

Yıllar 2008’i gösterirken, Sheffield United ile oynanan hazırlık maçında varmıştı muradına. 60 yıl önce sağ eğilimleri ve milliyetçiliği nedeniyle ordunun takımı olmaya layık bulunmayan takımın sonunda üç direk arasını bekliyordu. Sembolik de olsa sonunda gidebilmişti oraya.

Öyküsüne gelince… 2000’lerde hakkında ortaya çıkanlarla, kimilerinin gözünde itibarını kaybetmiş durumda. Düşününce; karanlığı bir dönemi, bir dönemin karanlığı onu anlatıyor sanki.

2014-06-19
birgun.ne

Eski bir Macar evi

hungariancountryhouse“Gyula Krúdy’nin lanetli şairler, kader mahkûmu aristokratlar, rüyaları andıran bir erotizme bürünmüş ev sahibeleri ve köylü, kaba toprak ağaları gibi zekâ ışıltısı saçan, açıkça pastoral olmakta inat eden, modası geçmiş, yarı efsanevi kahramanları kusursuz bir yüzyıl sonu sanatı; art nouveau’nun nesir hali.”
W. L. Webb (Günebakan için…)

Türkiye’de pek tanınmayan Macar edebiyatının en önemli isimlerinden biri -hatta kimi çevrelerde Macaristan’ın Proust’u olarak anılan- Gyula Krudy ile henüz Türkçe’ye çevrilen Günebakan sayesinde tanıştım. Krudy’nin çoğu zaman hayalle gerçeği, geçmiş zamanla geleceği birbirine bağlayan lirik satırları en azından başlarda biraz zorlasa da zamanla içine çekti hatta uzun uzun anlattığı kır evine hapsetti beni. Birkaç gün o evin odalarında; soğuk, çamurlu ama eşsiz manzaralar sunan kasaba sokaklarında, uzaklarında silik, puslu köylerin siluetleri görünen kırlarda yaşar gibiydim. Ekşisözlük’te N. B. Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da”sı için “güzel bir roman okumuş gibi hissettiren film” diye bir tanım okumuştum. Bu romanın bende yarattığı his de buna tersinden benzer bir şey oldu; güzel bir film izlemiş hissettiren roman.

Macaristan taşrasında sade –ama süslü-, köhne -ama asla sıkıcı olmayan- bir küçük taş ev. Eski usul dantel perdeler, geceleri gaz lambasıyla aydınlanan odalar, taş tezgahlı mutfak, kocaman ahşap mobilyalar, karyolalar, yüklükler, el işi yastıklar, masa örtüleri, kaba porselen çay takımları, emaye kaplar… Sanmayın ki birkaç yüzyıl öncesinde kaldılar.

Modern Budapeşte’nin sokakları, cafeleri ve kamu binalarındaki el işçiliği günümüzde de etkisini sürdürüyor gibi. Hem de sadece turistik eski şehir merkezinde değil sanat galerilerinin, tasarım atölyelerinin bol olduğu semtlerinde bile. Naçizane tavsiyem buz gibi bir kış günü bir büfeden kağıt bardak içinde alacağınız gulaşınızı yudumlayarak Budapeşte sokaklarını turlamanız. Modern ve şık binaların arasında herhangi bir duvarın üzerinde rengarenk bir nakış deseni, camda eski usul bir vitray görmeniz mümkün. Kim bilir buradan birkaç kilometre ötedeki bir Krudy kasabasına ışınlanmak bile isteyebilirsiniz.

Devam>>>

2014-06-13
http://nohutoda.blogspot.hu

Macar futbolunun kartalı Ferencváros heykeline kavuştu

heykel4Macar futbolunun efsane kulübü Ferencváros köklü tarihiyle Macaristan’ın her döneminde izi olan bir spor kurumudur.

Ferencváros Macaristan’ın Beşiktaş’ı gibi. Çünkü renkleri yeşil ve beyaz olmakla birlikte kulübün sembolü bir kartal.

Uzun yıllar boyunca kulübe ev sahipliği yapan Üllöi caddesindeki eski stadın yerine inşa edilen modern statta son çalışmalar devam ederken, stadın önünde tasarlanan dev kartal heykeli ise tamamlandı.

Sanatçı Gábor Szőke tarafından 7 ayda tamamlanan heykel paslanmaz çelik parçalardan oluşuyor. Heykeltıraş, kartal heykelinin Budapeşte’nin en tanınmış simgelerinden biri olacağını düşünüyor.

2014-05-27
Türkinfo/Budapeşte

16,474FansLike
639FollowersFollow