2024. Kasım 25.
Türkinfo Blog Oldal 603

Macaristan’da muhafazakârlık, popülizm ve paternalizm – Ateş Uslu

ates_usluMacaristan’da 2014 genel seçimlerini %45 oy alan muhafazakâr parti Fidesz’in (Fiatal Demokraták Szövetsége, Genç Demokratlar Birliği) kazanması ve aynı partinin 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de muhafazakâr Avrupa Halk Partisi listesinden aday olan Fidesz temsilcilerine önemli oranda oy çıkması şaşırtıcı bir gelişme değil. Macar Halk Cumhuriyeti’nde rejim değişikliği sürecinin başladığı dönemde, 1988 yılında kurulan Fidesz, kurulduğu dönemden itibaren Macar siyasal hayatının başlıca partilerinden biri haline geldi; 1998-2002 arası dönemde merkez sağ koalisyon hükümetinin ana bileşeni oldu, 2002-2010 arasında ise ana muhalefet partisi olarak parlamenter faaliyetle sınırlı kalmadı ve kitlesel mobilizasyon gibi yöntemleri de kullandı. Parti 2010 yılındaki Macaristan genel seçimlerinden beri Hıristiyan Demokrat Halk Partisi gibi sağ partilerle ittifak yaparak birinci parti olma özelliğini koruyor; parti başkanı Viktor Orbán da kimi zaman popülist söylem ve politikalar geliştirmekle, kimi zaman da muhalefeti etkisiz hale getirmek ve yargıyı denetim altına almak gibi yöntemler kullanarak otoriter bir yönetim uygulamakla eleştiriliyor. Fidesz’in politikaları, 2000’lerin başından itibaren pek çok ülkede muhafazakâr hükümetler tarafından uygulanan politikalar; Türkiye’de ise Adalet ve Kalkınma Partisi’nin politikalarını anımsatıyor. Türkiye’de uygulanan otoriter popülist politikaların bütünlüklü bir incelemesinin yapılması için, Macaristan örneğinin anlaşılması önem taşıyor. Bu yazıda öncelikle Fidesz’in ideolojisi incelenecek, daha sonra da 2010’u takip eden dönemde Fidesz hükümetinin izlediği politikanın ideolojik temelleri kısaca tasvir edilecek. Çalışmanın bütününde popülizm, muhafazakârlık ve paternalizm ilişkisinin 2000’lerin Macaristan’ında aldığı biçim incelenecek.

İdeolojik Arka Plan: Yurttaşlık Savunusuna Dayalı Bir Popülizm

Sosyal demokrat-liberal ittifakın 1994-1998 arasındaki hükümet döneminde Fidesz ideolojisini bu ittifaka karşı muhalefet üzerinden yeniden kurdu. Bu çerçevede “polgár” kavramı merkezi bir önem kazandı. Polgár, Türkçeye “vatandaş”, “sivil”, “burjuva” ve “kentli” gibi çeşitli şekillerde olarak çevrilmesi mümkün olan bir terimdir. Macarca sosyoloji, tarih ve siyaset bilimi literatüründe sıklıkla kullanılan bu terimin 1990’ların Macar siyasi kamplaşmasında taraflardan birini niteleyen bir kavram olarak yeniden yorumlanması, sosyolog Gyula Tellér’in girişimleriyle mümkün olmuştur. Tellér 1990’ların başında SZDSZ üyesiyken bu kavramı geliştirmeye başlamıştı. Temel amacı, sosyalist rejimin ve onun 1990’lardaki başlıca temsilcisi olan MSZP’nin Macar toplumunun çoğunluğuna yabancı bir rejim olduğu fikrini sosyolojiden aldığı kavramlarla kanıtlamaktı (Ripp, 2001: 5). Tellér 1992 tarihli bir yazısında Macaristan’ın üç parçadan oluştuğunu söylüyordu: Geleneksel, aristokrat tabakaların Macaristan’ı, yurttaş/burjuva Macaristan ve sosyalistlerin Macaristan’ı (Ripp, 2001: 6). Tellér’in bu yazıda ve başka yayınlarında geliştirdiği çerçeveye göre Macar toplumu kendi iç gelişimi içinde geleneksel yapılardan modern/yurttaşlığa dayalı/burjuva yapılara doğru ilerlemişti; İkinci Dünya Savaşı’nı takiben ise sosyalistler Macar toplumuna yabancı bir odak, bir elit olarak güçlenmiş ve ulusu sömürmeye başlamışlardı. Gayet esnek bir kavram olan “polgár” (ve onunla bağlantılı olan polgári sıfatı) komünizmle ilişkilenen her türlü hareket ve toplumsal kesim için kullanabiliyordu (Fowler, 2004: 106). Örneğin Fidesz iki dünya savaş arası dönemde Miklós Horthy önderliğindeki otoriter rejimi doğrudan bir model olarak kabul etmese de bu dönemi Hıristiyan-ulusal anlayışların yurttaşlık-burjuva ilişkileri çerçevesinde geliştiği bir dönem olarak kabul etmekte ve onu sahiplenmektedir (Ripp, 2001: 7). Sovyet etkisine karşı bir isyan girişimi olan 1956 Devrimi de “yurttaş Macaristan” tarafından yapılmış olan bir harekettir. Sosyalist dönemdeki her olumlu gelişme sorumlu yurttaşların eseriyken, tüm olumsuzluklar sosyalizmin sonucudur (Ripp, 2001: 9). Polgári ideolojisi bazı dönemlerde SZDSZ’in (Szabad Demokraták Szövetsége, Özgür Demokratlar İttifakı) temsil ettiği liberal geleneğe karşı da şekillenmiştir. Örneğin Tellér’in bazı yazılarında üçlü kutuplaşmanın sosyalistler, yurttaş/burjuvalar, ve “üçüncüler” arasında olduğu varsayılır. “Üçüncüler”, döneme göre Stalinist, Troçkist, Yeni Sol yanlısı ya da neoliberal olan ve 1990’larda SZDSZ’de partileşen geleneği temsil eder. Hatta 1950’lerde komünist parti içinde ortaya çıkan reformcu kanat bu geleneğin bir yansımasıdır; 1956 Devrimi’nin siyasal çatışmaları da sosyalistlerin ve “üçüncüler”in mücadelesidir (Ripp, 2001: 10). Bu antielitist ideolojik söylem, sosyalizmin olduğu kadar neoliberalizmin de reddi üzerine kuruludur (Fowler, 2004: 104).

Yurttaş/burjuva ideolojisi 1990’lı yılların ortasından sonra Fidesz tarafından daha da yoğun bir şekilde kullanıldı. Fidesz, 1995’te ismine “Macar Yurttaş Partisi” (Magyar Polgári Párt) ibaresini ekledi; 1996’da ise Polgári Magyarországért (Yurttaş/Burjuva Macaristan İçin) başlıklı program partinin temel metinlerinden biri olarak kabul edildi. Tellér’in fikirleri bu şekilde resmi olarak parti tarafından benimseniyordu (Nepszabadság, 23/07/2011). SZDSZ’ten Fidesz’e geçen Péter Tölgyessy’nin de dâhil olduğu çeşitli politikacılar da bu ideolojiyi destekledi.

Paternalist Muhafazakârlık ve Fidesz

Fidesz’in 2000’lerin ortasından itibaren muhalefet partisi olarak yükseliş sürecine girmesi, iç dinamikler ve uluslararası boyut dikkate alınarak iki düzlemde incelenebilir. İç dinamikler dikkate alındığında, bu dönemde Macaristan’da bulunan sosyal demokrat-liberal koalisyonun hızla meşruiyet kaybına uğramasının, örneğin başbakan Ferenc Gyurcsány’nin kendi ekonomi politikalarını eleştiren konuşmasının ses kaydının yayınlanmasının Fidesz’in yeniden yükselişe geçmesine zemin hazırladığı söylenebilir. Bu dönemde Fidesz, hükümeti sosyal politikalar alanındaki tutumu nedeniyle eleştirmiş, özellikle üniversite harçlarının kaldırılması için düzenlediği kampanyanın 2009’da başarılı olması üzerine “halk”ın çıkarlarının gerçek temsilcisi olduğu yönündeki fikri yaygınlaştırmıştır.

Fidesz’in yükselişi uluslararası boyutta değerlendirildiğinde, bu yükselişin aynı dönemde Avrupa genelinde muhafazakâr siyasetin önem kazanma sürecinin bir parçası olduğu söylenebilir. Almanya’da Angela Merkel’in 2005 yılında şansölye olması; Fransa’da Nicolas Sarkozy’nin 2005’te içişleri bakanı, 2007’de cumhurbaşkanı olması; 2005’in Aralık ayında ise Birleşik Krallık’ta David Cameron’ın Muhafazakâr Parti’nin yeni başkanı seçilmesi bu yükselişin uğraklarındandır (Pétervári, [2007]: 3-4). Bu gelişmeler yeni sağ muhafazakârlık-liberalizm sentezinin 1970’li yıllarda başlayan konsolidasyonun bir parçası olarak değerlendirilebilir, ancak Ronald Reagan ve Margaret Thatcher döneminin muhafazakârlığıyla 2000’li yılların muhafazakârlığı arasındaki vurgu farklılıklarına da dikkat çekmek gerekir. 2000’lerin muhafazakârlığında popülist ve paternalist temalar önceki dönemlere kıyasla çok daha belirgin bir şekilde ön plana çıkmaktadır; David Cameron da partisinin kitleselleşmesi için popülist-paternalist bir strateji izlenmesini önermiştir. Paternalist politikalar, bir kişilerin kendi iyiliği, yararı ya da refahı için özgürlüklerinin kısıtlandığı politikalardır (Dworkin, 2013: 10-11). Paternalizmin destekçileri devletin adeta bir geleneksel aile babası gibi “çocuklarının” (genel olarak “halk”ın ya da “millet”in) ekonomik ve ahlaki gereksinimleri doğrultusunda bazı kısıtlayıcı kararlar almasını desteklemektedir.

Paternalist-popülist politikaların önem kazanmasıyla 1970’lerdeki monetarizm ve finansallaşma savunusu yerini neoliberal politikaların çok daha örtük bir savunusuna, kimi durumlarda (örneğin Viktor Orbán’ın söyleminde) ise açık bir neoliberalizm eleştirisine bırakmaktadır. Zsolt Pétervári, Fidesz üzerine yaptığı incelemede, 2000’lerin başındaki muhafazakâr temaların esas olarak XIX. yüzyılın ortasından itibaren İngiltere’de geliştirilen “tek ulus muhafazakârlığı”nı çağrıştırdığını belirtmektedir (Pétervári, [2007]: 3-4). Benjamin Disraeli ve Lord Salisbury gibi politikacıların geliştirdiği bu yorumda muhafazakâr partiler gerçek temsilcisi olduklarını iddia ettikleri halkın (özellikle de yoksul halkın) şikâyetlerinin dikkate alınması, sosyal politikalara ağırlık verilmesi yoluyla devrimlerin önlenmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Fidesz, 1990’lardaki “gerçek yurttaşlık” savunusunu 2000’li yıllarda paternalist temalarla zenginleştirdi, Macar gelenekçiliğinin dinsel ve ulusal vurgularını da kullanarak oy oranını artırdı. Partinin 2010 genel seçimleri sonrasında yayınladığı 16 Mayıs 2010 tarihli açıklamada, önceki yirmi yıllık dönemin karışık bir geçiş dönemi olarak adlandırılması da partinin kurduğu hegemonyanın nasıl şekillendiğini göstermekteydi. Açıklamada, 2010 seçimlerinin anayasa çerçevesinde yapılmış bir “devrim” olduğu belirtiliyordu (Halmai, 2012: 84). Dolayısıyla Fidesz yepyeni bir dönemi başlatma iddiasıyla hükümeti devraldı. Bu yeni dönemde bir yandan sosyal demokrat ve liberal rakiplerinin uygulamakta başarısız olduğu sosyal politikaların gerçek uygulayıcısı olduğu fikrini yayıyor ve popülist bir konsensüs sağlıyordu, aynı zamanda ideolojik ve toplumsal nedenlerle Macaristan’a yabancı olduğunu vurguladığı muhalif entelektüellere, sosyal demokrat ve liberal partilere ve uluslararası sermayeye karşı bir ideolojik savaş başlatarak hegemonik konsolidasyonu tamamlıyordu. Popülist-paternalist muhafazakârlığın yanında, 1930’lu yıllarda Macaristan da dâhil olmak üzere çeşitli ülkelerde yaygınlık kazanan sağ kanat antikapitalizmin de Fidesz’e ilham kaynağı olduğu söylenebilir. Gáspár Miklós Tamás, Fidesz’in ideolojisinin sağ antikapitalizm ile süreklilik içinde olduğunu belirtmektedir; gerek 1930’lu yılların sağ ideolojilerinde, gerekse Fidesz’in açıklamalarında her iki durumda da “üretici sermaye” ve “parazit sermaye” arasında bir ayrımdan yola çıkılmakta, bunların birincisi yüceltilmektedir (Tamás, 2014). Uluslararası burjuvazinin karşısında milli burjuvazi savunulması da bu çerçevede anlaşılabilir. Yine iki savaş arası dönemin sağ-popülist ideolojilerinin önemli bileşenlerinden olan aydın karşıtlığı ve çalışma fetişizmi Fidesz’in açıklamalarında da önemli yer tutmaktadır (Tamás, 2014). 2010’u takiben Fidesz’e yakın şirketlerin neredeyse tüm ihaleleri alması da “ulusun çıkarlarının korunması” söylemiyle desteklenmiştir.

Seçimleri takiben Fidesz’in üçte iki çoğunluğa sahip olduğu parlamento tarafından kabul edilen bir dizi kanun ülkede çeşitli tartışmalara yol açtı. Tartışmalar özellikle Anayasa Mahkemesi’nin yapısına dairdi. Hükümet, Anayasa Mahkemesi üyelerinin hükümet tarafından seçilmesine imkân veren bir düzenleme yaptı. Cumhurbaşkanının Fidesz’e yakın bir kişi (Pál Schmitt) olması da tartışılan konular arasındaydı, zira tartışmalı kanunları Anayasa Mahkemesi’ne gönderme yetkisi cumhurbaşkanına aitti; cumhurbaşkanının hükümete yakın bir kişi olması Anayasa Mahkemesi’ni işlevsiz kılıyordu (Halmai, 2012: 85). Aralık 2010’da kabul edilen Basın ve Medya Kanunu da bir dizi eleştiriye konu oldu. Kanunla birlikte Ulusal Medya ve İletişim Otoritesi adlı bir kurul oluşturuluyor ve bu kurula internet de dâhil olmak üzere tüm medya kuruluşlarına müdahale etme, gerekirse yayın durdurma yetkisi veriyordu. Bunun yanında, devlet yayın organlarının parlamento denetimi altına girmesi, pratikte parlamentoda çoğunluğa sahip olan partinin, dolayısıyla Fidesz’in televizyon kanalları üzerinde etki sahibi olması sonucunu doğuruyordu.

Yasama alanındaki en tartışmalı konu ise Fidesz’in anayasa tasarısı idi. Parlamentoda üçte iki çoğunluğa sahip olan Fidesz ve koalisyon ortağı Hıristiyan Demokrat Halk Partisi, muhalefet partilerinin onayını almadan 1989 anayasasının yerine yeni bir anayasa hazırlama gücüne sahipti. Bu durumu protesto eden muhalefet partileri anayasa komisyonu çalışmalarından çekildi. 2011’de kabul edilen anayasada milliyetçi ve Hıristiyan referanslar çok belirgin bir şekilde vurgulanıyordu. “Ulusal Amentü” başlıklı başlangıç kısmında Macaristan’ın Alman işgaline uğradığı 19 Mart 1944 tarihinden ilk komünist olmayan cumhurbaşkanının göreve başladığı 2 Mayıs 1990’a uzanan dönemde Macar devletinin kendi kaderini tayin yetkisine sahip olmadığı belirtiliyordu. Bu, iki savaş arasının otoriter-muhafazakâr Miklós Horthy yönetiminin meşru, halk demokrasisi rejiminin ise gayrimeşru kabul edilmesinin anayasal bir ilkeye dönüşmesi anlamına geliyordu.

2000’leri başında oy maksimizasyonu için çeşitli yöntemler deneyen muhafazakâr partiler, bazı durumlarda liberallere, bazı durumlarda ise milliyetçi sağa yaklaşan söylemler geliştirmektedir. Fidesz de özellikle seçim dönemlerinde benzer bir taktik benimsemiş radikal sağ partilerin seçmenlerinden oy almak için milliyetçi-gelenekçi vurgularını güçlendirmiştir. Özellikle Romanya’daki Macar topluluklarının ve Romanya’nın iç kesimlerinde yaşayan Macarca konuşan bir topluluk olan Székely’lerin haklarını korumaya yönelik çeşitli politikalar geliştirmiştir. Macar Parlamento binasında Macar bayraklarının yanında Székely’leri de temsil eden bir bayrağın asılı olması, Fidesz’in yayılmacı bir politika izlediği yönünde eleştirilere neden olmaktadır. Bu taktiklere rağmen Macaristan’da radikal milliyetçi parti Jobbik oy oranını artırmaktadır. Jobbik’in başarısı basit bir dil kullanması, genellemelere sıkça başvurması, “biz” ve “onlar” arasındaki ayrımı çoğu zaman Fidesz’ten de daha belirgin bir şekilde kullanmasıdır. Bunun yanında, Jobbik konserlerde, üniversite kulüplerinde, eğlence mekânlarında etkili bir propaganda yapmakta ve özellikle gençlerin desteğini kazanmaktadır. Jobbik’in Romanlara karşı açıkça düşmanca bir politika izlemesi ve Yahudi karşıtlığını da sıkça kullanması dikkat çekicidir. “Kırsal kesimde güvenliği sağlamak” söylemiyle Romanların güvenliği tehdit eden, tehlikeli bir halk olduğu ve ancak şiddetle sindirilebilecekleri fikrini yaygınlaştırmakta ve özellikle taşrada bu söyleme bağlı olarak destek bulmaktadır. Fidesz hükümeti döneminde radikal milliyetçiliğin önemli temsilcilerine (örneğin gazeteci Ferenc Szaniszló, müzisyen János Petrás ve arkeolog Kornél Bakay’ya) önemli devlet ödülleri ya da görevler verilmesi, partinin sadece seçim döneminde değil hükümet döneminde de radikalleşen bir milliyetçiliği benimseyebildiğini gösterir.

2014 Macaristan genel seçimleri ve Avrupa Parlamentosu seçimleri bu eğilimlerin daha da görünür olduğu ve meşruiyet krizi yaşamaya devam eden sosyal demokrat-liberal ittifakın başarısızlığını konsolide ettiği bir süreç olmuştur. “Devam edeceğiz” sloganını kullanan Orbán 2010’da başamış oldukları “devrim” sürecini sürdüreceğini vaat etmiş, kozmopolit finans çevrelerine karşı savaş açarak yerel sermayenin çıkarlarını koruyacağını söylemiştir (Tamás, 2014). Geçici projelerle işsizlere kısa süreli iş bulma politikasının izlenmesi de partinin “yoksulların dostu” olduğu yönündeki fikrin yayılmasına katkıda bulunmuştur. Medya organlarının Fidesz’in dolaylı ya da doğrudan denetiminde olması da seçim zaferine katkıda bulunmuştur; seçimler sırasında Fidesz yöneticileri ile muhalefet arasında hiçbir tartışma olmaması dikkat çekicidir (Tamás, 2014).

Sonuç

Macaristan’da, Hindistan’da ve başka ülkelerde muhafazakârlığın kimi zaman otoriter yöntemler kullanarak yükselişe geçmesi, bu ülkelerde uygulanan politikaların karşılaştırmalı olarak incelenmesi gereğini gündeme getirmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin otoriter-muhafazakâr popülizminin incelenmesi için de karşılaştırmalı bir perspektif ufuk açıcı olacaktır. Bu denli kapsamlı bir karşılaştırmanın yapılması bu yazının sınırlarını aşmaktadır. Ancak Macaristan örneğinden hareketle, 2010’larda sağın yükselişi konusunda bazı ön değerlendirmelerde bulunmak mümkündür. Fidesz’in “yerlilik” ve “millilik” savunusu üzerinden aydın karşıtı bir politika yürütmesi ve kendine karşı olanları Macar toplumuna “yabancı”, “kozmopolit” odaklar olarak adlandırması, popülist siyasetçilerin kendilerine destek vermeyen parti ve kitleleri siyaset dışı olarak kabul etmesine iyi bir örnektir. AKP politikacılarının söylemlerinde sıkça karşımıza çıkan “biz” ve “bunlar” ayrımı, “bunlar”ın topluma yabancı, yabancı olduğu ölçüde korkutucu niteliklere sahip gizemli bir topluluk olarak tanımlanması, Fidesz’in popülizmindeki “yurttaşlar” ve “diğerleri” ayrımını anımsatmaktadır. Bunun yanında, Fidesz klasik bir aristokratik-elitist muhafazakârlık ya da kaçınılmaz küresel ekonomik politikaların savunusuna dayanan bir muhafazakâr yorum benimsemek yerine, gücünü “halk”tan aldığını sürekli olarak belirtmeyi tercih etmektedir. Fidesz’in muhafazakârlığı, halk/millet ve partinin organik bir ilişki içinde olduğunu varsayar. İktisadi zorluklar ve kültürel sorunlar Halk’a (ve partiye) yabancı odaklardan kaynaklanmaktadır, bu sorunların çözülmesi yine “Halk”ın özündeki dinsel ve milli unsurların parti tarafından uygulanması yoluyla mümkün olacaktır. Paternalizm bu noktada devreye girer; Fidesz, tıpkı AKP gibi, milli iradeye içkin olan milli ve dinsel duyarlılıkları uygulamaya koyduğunu sürekli olarak ima eder. Bu ideolojiye göre Macaristan’da komünist partinin ve onun ardıllarının politikaları ülkeye dışarıdan dayatılan yabancı ideolojilerin sonucu iken (Türkiye’de ise “eski Türkiye” ile özdeşleşmiş politikalar modernleşmeci bir Jakobenizmin yansıması iken) muhafazakâr partilerin yaptıkları kısıtlamalar olağandır, anlaşılabilirdir; zira “gerçek” halkın özelliklerine ve gereksinimlerine uygun olarak, yabancı olanı dışlayacak şekilde yapılmıştır.

Halk vurgusunun neden bu dönemde bu denli yükselişe geçtiği, başlı başına bir araştırma konusu. Ancak “halk”ı yekpare bir bütün olarak kabul eden bu yaklaşımların, sınıfsal ayrımları yok sayan ve toplumsal mücadelelerin yerine dinsel ve ulusal kimlikleriyle birleşmiş ve kaynaşmış bir kitle olduğu yönündeki fikir üzerine kurulu olduğunu gösteriyor. Muhafazakâr hükümetlerin toplumsal mücadeleleri bastırma çabaları içinde bir yandan kurulu düzeni yüceltirken diğer yandan bu düzenin mutlak bir şekilde milli iradenin ve milli/dinsel kimliğin tecellisi olduğu fikrini savunmaları, popülizmin temelinde toplumsal muhalefetin yükselişe geçmesinden duyduğu korkunun yattığının bir kanıtı.

Kaynakça

Bozóki, András (2008) “Consolidation or Second Revolution? The Emergence of the New Right in Hungary”, Journal of Communist Studies and Transition Politics, 24(2): 191-231.

Dworkin, Gerald (2013) “Defining Paternalism”, Coons, Christian & Michael Weber (ed.) Paternalism: Theory and Practice, Cambridge: Cambridge University Press, 25-38.

Fowler, Brigid (2004) “Concentrated orange: Fidesz and the remaking of the Hungarian centre-right, 1994–2002”, Journal of Communist Studies and Transition Politics, 20(3): 80-114.

Halmai, Gábor (2012) “A jogállami forradalomtól az illiberális demokráciáig”, Sándor, Iván (ed.) Mi a magyar most?, Pozsony: Kalligram, 74-99.

Nepszabadság, 23/07/2011.

Pétervári, Zsolt ([2007]) A Fidesz-MPSZ ideológiai változásának értékelése és a “konzervatív harmadik út”, Budapest: Méltányosság Politikaelemzö Központ.

Ripp, Zoltán (2001) “A Fidesz-ideológia és a történelem”, Esély, 2001/4: 3-13.

Seleny, Anna (2007) “Communism’s Many Legacies in East-Central Europe”, Journal of Democracy, 18(3): 156-170.

Tamás, Gáspár Miklós (2014) “Hungary: A Black Hole on Europe’s Map: An interview with G. M. Tamás by Jaroslav Fiala (A2 magazine)”, Socialist Project: E-Bulletin, 979, http://www.socialistproject.ca/bullet/979.php, erişim tarihi: 05/05/2014.

2014-05-30
Baslangicdergi – ateş uslu

Tarihte esrarengiz bir olay: Avusturya veliahdı prens Rudolf’un ölümü

30 Ocak 1889 Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliahdı Rudolf’un esrarengiz bir şekilde hayatını kaybettiği tarihtir. İmparatorluk siyasetiyle de ters düşen prens, sevgilisi Maria Von Vetsera ile birlikte bir sabah ölü bulunur. Resmi açıklama gençlerin intihar ettikleri yönündedir.

Olay tüm ülkede hayret üzüntüyle karşılanır. Özellikle Macar topraklarında şaşkınlık büyüktür. Çünkü prens liberal görüşleri uygar düşünceleri ve çağdaş bir devlet projesiyle Monarşi topraklarında, diğer halklar için bir ümit ışığı gibi görünmektedir. Ölümüyle olası bir açılımın önü de kesilmiş olur.

Askeri ve hukuk eğitiminin yanısıra Viyana sarayında bir devlet adamı olarak yetiştirilen Prens Rudolf Almanca ana dilinin yanı sıra İngilizca, Fransızca, Macarca, Lehce ve Çekce de bilmektedir.

Liberal görüşleri nedeniyle imparatorluk politikasıyla ters düşen prens bu nedenle de saraydaki devlet mekanizmasından uzaklaştırılmıştır. Yine bir imparatorluk politikası sonucu genç yaşta Belçika kralının kızıyla evlendirilen 31 yaşındaki Rudolf, daha sonra 17 yaşındaki Maria Von Vetsera’ya aşık olup onunla evlenmek ister, ancak eşinden ayrılma girişimleri de sonuç vermeyecektir.

Sonunda prens bir gün sevgilisi ile birlikte Viyana yakınlarındaki imparatorluk saraylarından birinde ölü bulunur.

Resmi açıklama prensin ve sevgilisinin intihar ettiği yönündedir.

Ancak elbette bu konuda çok sayıda komplo teorisi de mevcuttur. Bunlar arasında prensin katı imparatorluk politikasını değiştirebilmek için bir darbe hazırlığı içindeyken öldürüldüğünden, kendisine ihanet eden sevgilisi nedeniyle ölüme sürüklendiğine kadar pek çok teori de bulunmaktadır.

2014-01-29
Türkinfo/Budapeşte

Azerbaycan’la Macaristan arasında havacılık alanında anlaşma imzalanacak

Macaristan Dışişleri Bakanlığı Uluslararası ilişkiler ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Sekreteri Peter Szijjarto, bugün düzenlenen Azerbaycan-Macaristan İş Forumunda yaptığı açıklamasında, Azerbaycan’la Macaristan arasında havacılık alanında işbirliği anlaşmasının imzalanacağını belirtti.

Peter Szijjarto, bu anlaşmanın ikili ilişkilerin gelişmesine katkı sağlayacağını belirtti.

Azerbaycan’la ekonomik ve siyasi ilişkilerinin yeterli düzeyde olduğunu vurgulayan Peter Szijjarto, iki ülke arasında işbirliğinin hızla geliştiğini ifade etti.

2014-01-27
www.1news

Macaristan’da ”Türkiye’ye Güvendiler” Sergisi Açıldı

Macaristan’ın Eger şehrinde Türkiye Macaristan dostluk anlaşmasının 90. yılı anısına, Türk halkının dayanışması ve dostluğunu ifade eden ”Türkiye’ye güvendiler” isimli sergi açıldı.

Macaristan’ın Eger şehrinde Türkiye-Macaristan dostluk anlaşmasının 90. yılı anısına, Türk halkının dayanışması ve dostluğunu ifade eden ”Türkiye’ye güvendiler” isimli sergi açıldı.

Türkiye’nin Budapeşte Büyükelçi Şakir Fakılı törende yaptığı konuşmada, ”Türk halkının kalbinde Macarların özel bir yeri var. Bu sergi, dini, siyasi düşüncesi veya başka sebeplerden dolayı kendi ülkesinden Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan ve Türkiye’yi yeni vatanı kabul eden kişilerin anısına düzenlenmiştir” dedi.

Fakılı, Eger şehrinin tarihi ve ekonomik öneminden dolayı Türkiye’nin 1-2 yıl içinde bu şehirde fahri konsolosluk açacağını da sözlerine ekledi.

Sergi, Türkiye’ye sığınan önemli Macar politikacılardan Lajos Kossuth ve İmre Thököly’nin yanı sıra birçok Leh, İspanyol ve Rus sığınmacı hakkında bilgi ve belgeyi kapsıyor.

”Türkiye’ye güvendiler” sergisi, tarih boyunca çeşitli nedenlerle kendi ülkelerini terk ederek, Türk topraklarına yerleşen kişi ve milletleri konu alıyor. –

2014-01-25
http://www.haberler.com

Ukrayna’nın ünlü şairi Yuri Andrukovic’ten size mesaj var:“ölüm kıtalarını ülkenin en iyi evlatlarını katletmesi için üzerimize saldılar

Değerli dostlarım, özellikle siz yabancı basın mensupları, gazeteciler! Sesimizi dünyada duyurun!

Son zamanlarda herkes Kiev’de ve Ukrayna’da neler olup bittiğini merak ediyor. Ne oluyor ülkemizde? Bizi neler bekliyor? Burada söylediklerimizi yaygınlaştırın! Dünya bizi duysun!

En önemli konu şu: Viktor Yanukoviç ve rejimi dört yıl gibi kısa bir süre içinde ülkeyi ve toplumu paramparça etti. Gerginlik inanılmaz boyutlara çıktı. Ve en kötüsü de şu ki, kendisi için herhangi bir manevra alanı, kaçacak bir yol da bırakmadı. Artık sonuna kadar dişle tırnakla iktidara yapışmak zorunda. Çünkü iktidarı bıraktığı anda mahkemeye çıkarılacağını çok iyi biliyor. Her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak istiyor.

Bu ülkede yolsuzlukların, çalıp çırpmaların ulaştığı boyut insan aklının alacağı gibi değildir!

Rejimin üç aydır devam eden protesto gösterilerine verebildiği tek yanıt baskı olmuştur. Bu baskı da giderek daha da artmış ve çok yönlü bir mekanizmaya dönüşmüştür. Eskiden ünlü muhalifleri yıldıran saldırgan özel kuvvetler vardı. Şimdi sadece adı sanı bilinen muhalifler değil, artık yeter deyip sokağa çıkmış sıradan göstericiler de hedef haline geldiler (izleme toplama, ev baskınları, evleri ateşe verme, gözaltına alma, mahkemeye bile çıkmadan tutuklama). Burada anahtar kavram insanlarda korku ve yılgınlık yaratmaktır. Ancak yıldırma yöntemleri fayda vermemiştir ve giderek gösterilere katılanların sayısı artmaktadır. İktidarın buna verdiği yanıt ise, sokağa saldığı dehşeti arttırmak olmuştur.

Bunun temelinde 16 Ocakta çıkarılan yeni yasalar vardır. Parlamenterler sadece ellerini kaldırarak, birkaç dakika içinde bir dizi yasa çıkarmış, adını koymadan ülkeyi bir diktatörlük haline getirmiş ve daimi bir sıkıyönetim uygulaması başlatmıştır. Ukrayna’da bugün hükümetin izin vermediği her şey “yasak” kategorisindedir. Ben bile bu konuşmayı yaparken aslında bir dizi suç işlemiş oluyorum!

19 Ocakta bu baskı yasalarına karşı Ukraynalılar isyan ettiler. Geleceklerini koruyabilmek için “hayır” demeyi göze aldılar. Bugünlerde Kiev’den gelen resimlerde videolarda kafalarında kasklar ve ellerinde sopalarla göstericileri görüyorsunuz. Bu insanların “aşırı militanlar” olduğunu sakin düşünmeyin. Ben ve dostlarım, artık gösterilere böyle gidiyoruz. Bu durumda, ben, dostlarım, eşim, çocuklarım “aşırı militanlar” oluyoruz. Başka çaremiz kalmadı! Ülkemizi ve hayatımızı korumaya kararlıyız. Özel timler saldırıyor bize, silahlı kıtaların hedefiyiz. Tam sayısını bile bilemiyoruz 5 ya da 7 kişi hayatını kaybetti. Onlarca insan da kayıp.

Gösterilerden vazgeçemeyiz. Bu, bu durumu kabul ettiğimiz anlamına gelecektir.

Bu, bu ülkeyi bir hapishane haline getiren yasalara boyun eğmek demektir.

Bu ülkenin gençleri diktatörlüğe evet demeyecektir.

Ukrayna halkı kendi kanıyla ülkesini koruyacaktır.

Sizlerin ülkemiz için ne yapabileceğinizi bilmiyorum!

Ancak bizi anlayın ve bu satırlarımı yaygınlaştırın, yeter!

Yuri Andrukovic- Şair

2014-01-24
Türkinfo-Budapeşte

Rusya Macaristan’da Nükleer Santral inşa ediyor

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ve Rusya Devlet başkanı Vladimir Putin arasında dün Moskova’da gerçekleşen görüşmeler sonucuna imzalanan anlaşmaya göre Rusya Macaristan’da nükleer santral inşa edecek.

Macaristan’ın bugün mevcut tek nükleer santrali Paks’ın yanına iki nükleer bloklu yeni bir santral yapılmasını içeren anlaşma 10-12 milyar Euro’luk bir mali çerçeve öngörüyor.

Rusya’nın Roszatom şirketi tarafından inşaatı gerçekleştirilecek olan nükleer santralin 2023’de elektrik üretmeye başlaması planlanıyor.

Santralın gerçekleşmesi için gerekli olan mali kaynağın % 80’i, anlaşmaya göre Rusya tarafından Macaristan’a kredi olarak verilecek. Kredinin 30 yıllık bir zaman dilimi içinde geri ödenmesi gerekiyor ve ödemeler de 2023 yılında, yani santral üretime geçtiğinde başlayacak.

Paks II. nükleer santralinin ömrünün 60 yıl olacağı tahmin ediliyor. Yani yeni santralin 2080’li yıllarda kapatılması gerekecek.

Paks II nükleer santrali, Macaristan’ın tek nükleer santrali olan Paks I’in hemen yanında inşa ediliyor. Budapeşte’nin yüz km. kadar güneyinde bulunan Paks şehrindeki mevcut santralde 2 nükleer blok var ve bu bloklar 2030’lu yıllarda ömrünü tamamladığı için kapatılmış olacak.

Yeni nükleer santralde kullanılacak olan uranyum Rusya tarafından temin edilecek. Moskova uranyum temini konusunda Macaristan’a 20 yıl süreyle de garanti veriyor.

Macaristan tarihinin gelmiş geçmiş en pahallı yatırımı olan Paks II nükleer santrali için iki ülke arasında 2013 yılının Ağustos ayından bu yana gizli görüşmeler yapıldığı da açıklandı.

2014-01-15
Türkinfo/Budapeşte

Raiffeisen Bankası Macaristan’ı terk ediyor

Macaristan’da faaliyet gösteren en büyük bankalarından biri olan Avusturya Raiffeisen Bankası Macaristan’daki banka faaliyetlerine son vereceğini açıkladı.

Basına yapılan açıklamalara göre bankayı Széchenyi Bankası adını taşıyan çok küçük bir banka, “Bir Euro” sembolik bedelle satın alacak.

Széchenyi bankasının hisselerinin % 49’u devletin elinde.

Bu gelişmeyle aslında Macar hükümetinin bir süredir gündeme getirdiği, Macaristan banka sisteminde devlet bankalarının ağırlığının arttırılması süreci de başlatılmış bulunuyor.

Macaristan’da faaliyette olan yabancı bankaların üzerinde baskıların olduğu ve de bu nedenle de sekiz yabancı bankadan dördünün Macaristan’ı terk etmeye hazırlandığı bir süredir basına yansımıştı.

2014-01-08
Türkinfo/Budapeşte

Macaristan’da asgari ücrete zam

Kasım ayının ilk haftasında hükümet adına açıklama yapan ve asgari ücrette zamma gidileceğine dair işaret veren İstihdamdan Sorumlu Devlet Bakanı Sandor Czomba, 2014 yılında asgari ücrette rahatlatıcı bir zammın yapılacağını aktarmıştı.

Macaristan’da 2013 yılında 445 dolar olan asgari ücret 2014 yılında 461 dolar seviyesine çıkacağı bildirildi.
Yapılacak zam ile vasıflı işçilerin 2013 yılında 518 dolar olan asgari ücretlerin 2014 yılında 536 dolar seviyesine çıkması bekleniyor. Yapılan görüşmelerde işçiler, enflasyona bağlı olarak yüzde 5,4 civarında zam talep ederken, işverenler yüzde 2,4’lük bir teklif sundu.
Macaristan hükümeti bugün yaptığı açıklamada zamların karara bağlandığını duyurdu.

2014-01-08

Macaristan Başbakanı resmi törenle karşılandı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Macaristan Başbakanı Victor Orban’ı Başbakanlık Merkez Bina’da resmi törenle karşıladı. Karşılama töreninde kabineden 6 bakan yer aldı.

İki başbakan, milli marşların çalınmasının ardından askerleri selamladı. Ardından da karşılama heyetinde yer alan bakanlarla tokalaşıldı. Türk tarafında karşılama heyetinde İçişleri Bakanı Muammer Güler, AB Bakanı Egemen Bağış, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Enerji Bakanı Taner Yıldız ve Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker yer aldı.

İki başbakan, heyetlerle tokalaştıktan sonra Başbakanlık merdivenlerinde gazetecilere tokalaşarak poz verdi. Başbakanlık’ta gerçekleşen ikili ve heyetlerarası görüşmelerin ardından, Başbakan Erdoğan ve Macaristan Başbakanı Orban ortak basın toplantısı düzenledi. Akşam da iki Başbakan, Orban onuruna verilen akşam yemeğine katıldı

2013-12-19

Macaristan kültürü İstiklal’de yaşatılacak

İstanbul’un buluşma noktası İstiklal Caddesi’ne yeni bir renk daha katıldı. Macaristan Kültür Merkezi, Başbakan Victor Orban’ın katılımıyla gerçekleşti.

BEYOĞLU İstiklal Caddesi’nde Macar Kültür Merkezi açıldı. Açılışa Macaristan Başbakanı Victor Orban, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, İBB Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Fener Rum Patriği Bartelemous ile çok sayıda davetli katıldı.

3 KERE BESMELE ÇEKTİ

Açılışta konuşan Macaristan Başbakanı Orban, Macaristan Kültür Merkezi’ni açmalarının nedenlerine değinerek, “Ben 13 sene önce buradaydım ve Başbakan farklı birisiydi. Siyaset başkaydı. Şehrin yüzü de farklıydı. Aradan 13 sene geçti ve aradaki fark çok büyük, teknik gelişmelerden bahsetmiyorum sadece, köprüler, tüneller hızlı tren ve yeni binalar. Türkiye son 10 seneyi başarıyla geçirdi. Küreselleşmeyle başa çıkan az ülke var ama Türkiye başarıyla bu süreci geçirdi. Gelişme gözle görülüyor” diye konuştu. Konuşmaların ardından protokol hep birlikte kültür merkezinin açılışını yaptı. Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın da kurdeleyi keserken üç kere “Bismillahirrahmanirrahim” demesi herkesi şaşırttı.

2013-12-19
http://www.aksam.com.tr

16,474FansLike
639FollowersFollow