Macaristan’da muhafazakârlık, popülizm ve paternalizm – Ateş Uslu

ates_usluMacaristan’da 2014 genel seçimlerini %45 oy alan muhafazakâr parti Fidesz’in (Fiatal Demokraták Szövetsége, Genç Demokratlar Birliği) kazanması ve aynı partinin 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de muhafazakâr Avrupa Halk Partisi listesinden aday olan Fidesz temsilcilerine önemli oranda oy çıkması şaşırtıcı bir gelişme değil. Macar Halk Cumhuriyeti’nde rejim değişikliği sürecinin başladığı dönemde, 1988 yılında kurulan Fidesz, kurulduğu dönemden itibaren Macar siyasal hayatının başlıca partilerinden biri haline geldi; 1998-2002 arası dönemde merkez sağ koalisyon hükümetinin ana bileşeni oldu, 2002-2010 arasında ise ana muhalefet partisi olarak parlamenter faaliyetle sınırlı kalmadı ve kitlesel mobilizasyon gibi yöntemleri de kullandı. Parti 2010 yılındaki Macaristan genel seçimlerinden beri Hıristiyan Demokrat Halk Partisi gibi sağ partilerle ittifak yaparak birinci parti olma özelliğini koruyor; parti başkanı Viktor Orbán da kimi zaman popülist söylem ve politikalar geliştirmekle, kimi zaman da muhalefeti etkisiz hale getirmek ve yargıyı denetim altına almak gibi yöntemler kullanarak otoriter bir yönetim uygulamakla eleştiriliyor. Fidesz’in politikaları, 2000’lerin başından itibaren pek çok ülkede muhafazakâr hükümetler tarafından uygulanan politikalar; Türkiye’de ise Adalet ve Kalkınma Partisi’nin politikalarını anımsatıyor. Türkiye’de uygulanan otoriter popülist politikaların bütünlüklü bir incelemesinin yapılması için, Macaristan örneğinin anlaşılması önem taşıyor. Bu yazıda öncelikle Fidesz’in ideolojisi incelenecek, daha sonra da 2010’u takip eden dönemde Fidesz hükümetinin izlediği politikanın ideolojik temelleri kısaca tasvir edilecek. Çalışmanın bütününde popülizm, muhafazakârlık ve paternalizm ilişkisinin 2000’lerin Macaristan’ında aldığı biçim incelenecek.

İdeolojik Arka Plan: Yurttaşlık Savunusuna Dayalı Bir Popülizm

Sosyal demokrat-liberal ittifakın 1994-1998 arasındaki hükümet döneminde Fidesz ideolojisini bu ittifaka karşı muhalefet üzerinden yeniden kurdu. Bu çerçevede “polgár” kavramı merkezi bir önem kazandı. Polgár, Türkçeye “vatandaş”, “sivil”, “burjuva” ve “kentli” gibi çeşitli şekillerde olarak çevrilmesi mümkün olan bir terimdir. Macarca sosyoloji, tarih ve siyaset bilimi literatüründe sıklıkla kullanılan bu terimin 1990’ların Macar siyasi kamplaşmasında taraflardan birini niteleyen bir kavram olarak yeniden yorumlanması, sosyolog Gyula Tellér’in girişimleriyle mümkün olmuştur. Tellér 1990’ların başında SZDSZ üyesiyken bu kavramı geliştirmeye başlamıştı. Temel amacı, sosyalist rejimin ve onun 1990’lardaki başlıca temsilcisi olan MSZP’nin Macar toplumunun çoğunluğuna yabancı bir rejim olduğu fikrini sosyolojiden aldığı kavramlarla kanıtlamaktı (Ripp, 2001: 5). Tellér 1992 tarihli bir yazısında Macaristan’ın üç parçadan oluştuğunu söylüyordu: Geleneksel, aristokrat tabakaların Macaristan’ı, yurttaş/burjuva Macaristan ve sosyalistlerin Macaristan’ı (Ripp, 2001: 6). Tellér’in bu yazıda ve başka yayınlarında geliştirdiği çerçeveye göre Macar toplumu kendi iç gelişimi içinde geleneksel yapılardan modern/yurttaşlığa dayalı/burjuva yapılara doğru ilerlemişti; İkinci Dünya Savaşı’nı takiben ise sosyalistler Macar toplumuna yabancı bir odak, bir elit olarak güçlenmiş ve ulusu sömürmeye başlamışlardı. Gayet esnek bir kavram olan “polgár” (ve onunla bağlantılı olan polgári sıfatı) komünizmle ilişkilenen her türlü hareket ve toplumsal kesim için kullanabiliyordu (Fowler, 2004: 106). Örneğin Fidesz iki dünya savaş arası dönemde Miklós Horthy önderliğindeki otoriter rejimi doğrudan bir model olarak kabul etmese de bu dönemi Hıristiyan-ulusal anlayışların yurttaşlık-burjuva ilişkileri çerçevesinde geliştiği bir dönem olarak kabul etmekte ve onu sahiplenmektedir (Ripp, 2001: 7). Sovyet etkisine karşı bir isyan girişimi olan 1956 Devrimi de “yurttaş Macaristan” tarafından yapılmış olan bir harekettir. Sosyalist dönemdeki her olumlu gelişme sorumlu yurttaşların eseriyken, tüm olumsuzluklar sosyalizmin sonucudur (Ripp, 2001: 9). Polgári ideolojisi bazı dönemlerde SZDSZ’in (Szabad Demokraták Szövetsége, Özgür Demokratlar İttifakı) temsil ettiği liberal geleneğe karşı da şekillenmiştir. Örneğin Tellér’in bazı yazılarında üçlü kutuplaşmanın sosyalistler, yurttaş/burjuvalar, ve “üçüncüler” arasında olduğu varsayılır. “Üçüncüler”, döneme göre Stalinist, Troçkist, Yeni Sol yanlısı ya da neoliberal olan ve 1990’larda SZDSZ’de partileşen geleneği temsil eder. Hatta 1950’lerde komünist parti içinde ortaya çıkan reformcu kanat bu geleneğin bir yansımasıdır; 1956 Devrimi’nin siyasal çatışmaları da sosyalistlerin ve “üçüncüler”in mücadelesidir (Ripp, 2001: 10). Bu antielitist ideolojik söylem, sosyalizmin olduğu kadar neoliberalizmin de reddi üzerine kuruludur (Fowler, 2004: 104).

Yurttaş/burjuva ideolojisi 1990’lı yılların ortasından sonra Fidesz tarafından daha da yoğun bir şekilde kullanıldı. Fidesz, 1995’te ismine “Macar Yurttaş Partisi” (Magyar Polgári Párt) ibaresini ekledi; 1996’da ise Polgári Magyarországért (Yurttaş/Burjuva Macaristan İçin) başlıklı program partinin temel metinlerinden biri olarak kabul edildi. Tellér’in fikirleri bu şekilde resmi olarak parti tarafından benimseniyordu (Nepszabadság, 23/07/2011). SZDSZ’ten Fidesz’e geçen Péter Tölgyessy’nin de dâhil olduğu çeşitli politikacılar da bu ideolojiyi destekledi.

Paternalist Muhafazakârlık ve Fidesz

Fidesz’in 2000’lerin ortasından itibaren muhalefet partisi olarak yükseliş sürecine girmesi, iç dinamikler ve uluslararası boyut dikkate alınarak iki düzlemde incelenebilir. İç dinamikler dikkate alındığında, bu dönemde Macaristan’da bulunan sosyal demokrat-liberal koalisyonun hızla meşruiyet kaybına uğramasının, örneğin başbakan Ferenc Gyurcsány’nin kendi ekonomi politikalarını eleştiren konuşmasının ses kaydının yayınlanmasının Fidesz’in yeniden yükselişe geçmesine zemin hazırladığı söylenebilir. Bu dönemde Fidesz, hükümeti sosyal politikalar alanındaki tutumu nedeniyle eleştirmiş, özellikle üniversite harçlarının kaldırılması için düzenlediği kampanyanın 2009’da başarılı olması üzerine “halk”ın çıkarlarının gerçek temsilcisi olduğu yönündeki fikri yaygınlaştırmıştır.

Fidesz’in yükselişi uluslararası boyutta değerlendirildiğinde, bu yükselişin aynı dönemde Avrupa genelinde muhafazakâr siyasetin önem kazanma sürecinin bir parçası olduğu söylenebilir. Almanya’da Angela Merkel’in 2005 yılında şansölye olması; Fransa’da Nicolas Sarkozy’nin 2005’te içişleri bakanı, 2007’de cumhurbaşkanı olması; 2005’in Aralık ayında ise Birleşik Krallık’ta David Cameron’ın Muhafazakâr Parti’nin yeni başkanı seçilmesi bu yükselişin uğraklarındandır (Pétervári, [2007]: 3-4). Bu gelişmeler yeni sağ muhafazakârlık-liberalizm sentezinin 1970’li yıllarda başlayan konsolidasyonun bir parçası olarak değerlendirilebilir, ancak Ronald Reagan ve Margaret Thatcher döneminin muhafazakârlığıyla 2000’li yılların muhafazakârlığı arasındaki vurgu farklılıklarına da dikkat çekmek gerekir. 2000’lerin muhafazakârlığında popülist ve paternalist temalar önceki dönemlere kıyasla çok daha belirgin bir şekilde ön plana çıkmaktadır; David Cameron da partisinin kitleselleşmesi için popülist-paternalist bir strateji izlenmesini önermiştir. Paternalist politikalar, bir kişilerin kendi iyiliği, yararı ya da refahı için özgürlüklerinin kısıtlandığı politikalardır (Dworkin, 2013: 10-11). Paternalizmin destekçileri devletin adeta bir geleneksel aile babası gibi “çocuklarının” (genel olarak “halk”ın ya da “millet”in) ekonomik ve ahlaki gereksinimleri doğrultusunda bazı kısıtlayıcı kararlar almasını desteklemektedir.

Paternalist-popülist politikaların önem kazanmasıyla 1970’lerdeki monetarizm ve finansallaşma savunusu yerini neoliberal politikaların çok daha örtük bir savunusuna, kimi durumlarda (örneğin Viktor Orbán’ın söyleminde) ise açık bir neoliberalizm eleştirisine bırakmaktadır. Zsolt Pétervári, Fidesz üzerine yaptığı incelemede, 2000’lerin başındaki muhafazakâr temaların esas olarak XIX. yüzyılın ortasından itibaren İngiltere’de geliştirilen “tek ulus muhafazakârlığı”nı çağrıştırdığını belirtmektedir (Pétervári, [2007]: 3-4). Benjamin Disraeli ve Lord Salisbury gibi politikacıların geliştirdiği bu yorumda muhafazakâr partiler gerçek temsilcisi olduklarını iddia ettikleri halkın (özellikle de yoksul halkın) şikâyetlerinin dikkate alınması, sosyal politikalara ağırlık verilmesi yoluyla devrimlerin önlenmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Fidesz, 1990’lardaki “gerçek yurttaşlık” savunusunu 2000’li yıllarda paternalist temalarla zenginleştirdi, Macar gelenekçiliğinin dinsel ve ulusal vurgularını da kullanarak oy oranını artırdı. Partinin 2010 genel seçimleri sonrasında yayınladığı 16 Mayıs 2010 tarihli açıklamada, önceki yirmi yıllık dönemin karışık bir geçiş dönemi olarak adlandırılması da partinin kurduğu hegemonyanın nasıl şekillendiğini göstermekteydi. Açıklamada, 2010 seçimlerinin anayasa çerçevesinde yapılmış bir “devrim” olduğu belirtiliyordu (Halmai, 2012: 84). Dolayısıyla Fidesz yepyeni bir dönemi başlatma iddiasıyla hükümeti devraldı. Bu yeni dönemde bir yandan sosyal demokrat ve liberal rakiplerinin uygulamakta başarısız olduğu sosyal politikaların gerçek uygulayıcısı olduğu fikrini yayıyor ve popülist bir konsensüs sağlıyordu, aynı zamanda ideolojik ve toplumsal nedenlerle Macaristan’a yabancı olduğunu vurguladığı muhalif entelektüellere, sosyal demokrat ve liberal partilere ve uluslararası sermayeye karşı bir ideolojik savaş başlatarak hegemonik konsolidasyonu tamamlıyordu. Popülist-paternalist muhafazakârlığın yanında, 1930’lu yıllarda Macaristan da dâhil olmak üzere çeşitli ülkelerde yaygınlık kazanan sağ kanat antikapitalizmin de Fidesz’e ilham kaynağı olduğu söylenebilir. Gáspár Miklós Tamás, Fidesz’in ideolojisinin sağ antikapitalizm ile süreklilik içinde olduğunu belirtmektedir; gerek 1930’lu yılların sağ ideolojilerinde, gerekse Fidesz’in açıklamalarında her iki durumda da “üretici sermaye” ve “parazit sermaye” arasında bir ayrımdan yola çıkılmakta, bunların birincisi yüceltilmektedir (Tamás, 2014). Uluslararası burjuvazinin karşısında milli burjuvazi savunulması da bu çerçevede anlaşılabilir. Yine iki savaş arası dönemin sağ-popülist ideolojilerinin önemli bileşenlerinden olan aydın karşıtlığı ve çalışma fetişizmi Fidesz’in açıklamalarında da önemli yer tutmaktadır (Tamás, 2014). 2010’u takiben Fidesz’e yakın şirketlerin neredeyse tüm ihaleleri alması da “ulusun çıkarlarının korunması” söylemiyle desteklenmiştir.

Seçimleri takiben Fidesz’in üçte iki çoğunluğa sahip olduğu parlamento tarafından kabul edilen bir dizi kanun ülkede çeşitli tartışmalara yol açtı. Tartışmalar özellikle Anayasa Mahkemesi’nin yapısına dairdi. Hükümet, Anayasa Mahkemesi üyelerinin hükümet tarafından seçilmesine imkân veren bir düzenleme yaptı. Cumhurbaşkanının Fidesz’e yakın bir kişi (Pál Schmitt) olması da tartışılan konular arasındaydı, zira tartışmalı kanunları Anayasa Mahkemesi’ne gönderme yetkisi cumhurbaşkanına aitti; cumhurbaşkanının hükümete yakın bir kişi olması Anayasa Mahkemesi’ni işlevsiz kılıyordu (Halmai, 2012: 85). Aralık 2010’da kabul edilen Basın ve Medya Kanunu da bir dizi eleştiriye konu oldu. Kanunla birlikte Ulusal Medya ve İletişim Otoritesi adlı bir kurul oluşturuluyor ve bu kurula internet de dâhil olmak üzere tüm medya kuruluşlarına müdahale etme, gerekirse yayın durdurma yetkisi veriyordu. Bunun yanında, devlet yayın organlarının parlamento denetimi altına girmesi, pratikte parlamentoda çoğunluğa sahip olan partinin, dolayısıyla Fidesz’in televizyon kanalları üzerinde etki sahibi olması sonucunu doğuruyordu.

Yasama alanındaki en tartışmalı konu ise Fidesz’in anayasa tasarısı idi. Parlamentoda üçte iki çoğunluğa sahip olan Fidesz ve koalisyon ortağı Hıristiyan Demokrat Halk Partisi, muhalefet partilerinin onayını almadan 1989 anayasasının yerine yeni bir anayasa hazırlama gücüne sahipti. Bu durumu protesto eden muhalefet partileri anayasa komisyonu çalışmalarından çekildi. 2011’de kabul edilen anayasada milliyetçi ve Hıristiyan referanslar çok belirgin bir şekilde vurgulanıyordu. “Ulusal Amentü” başlıklı başlangıç kısmında Macaristan’ın Alman işgaline uğradığı 19 Mart 1944 tarihinden ilk komünist olmayan cumhurbaşkanının göreve başladığı 2 Mayıs 1990’a uzanan dönemde Macar devletinin kendi kaderini tayin yetkisine sahip olmadığı belirtiliyordu. Bu, iki savaş arasının otoriter-muhafazakâr Miklós Horthy yönetiminin meşru, halk demokrasisi rejiminin ise gayrimeşru kabul edilmesinin anayasal bir ilkeye dönüşmesi anlamına geliyordu.

2000’leri başında oy maksimizasyonu için çeşitli yöntemler deneyen muhafazakâr partiler, bazı durumlarda liberallere, bazı durumlarda ise milliyetçi sağa yaklaşan söylemler geliştirmektedir. Fidesz de özellikle seçim dönemlerinde benzer bir taktik benimsemiş radikal sağ partilerin seçmenlerinden oy almak için milliyetçi-gelenekçi vurgularını güçlendirmiştir. Özellikle Romanya’daki Macar topluluklarının ve Romanya’nın iç kesimlerinde yaşayan Macarca konuşan bir topluluk olan Székely’lerin haklarını korumaya yönelik çeşitli politikalar geliştirmiştir. Macar Parlamento binasında Macar bayraklarının yanında Székely’leri de temsil eden bir bayrağın asılı olması, Fidesz’in yayılmacı bir politika izlediği yönünde eleştirilere neden olmaktadır. Bu taktiklere rağmen Macaristan’da radikal milliyetçi parti Jobbik oy oranını artırmaktadır. Jobbik’in başarısı basit bir dil kullanması, genellemelere sıkça başvurması, “biz” ve “onlar” arasındaki ayrımı çoğu zaman Fidesz’ten de daha belirgin bir şekilde kullanmasıdır. Bunun yanında, Jobbik konserlerde, üniversite kulüplerinde, eğlence mekânlarında etkili bir propaganda yapmakta ve özellikle gençlerin desteğini kazanmaktadır. Jobbik’in Romanlara karşı açıkça düşmanca bir politika izlemesi ve Yahudi karşıtlığını da sıkça kullanması dikkat çekicidir. “Kırsal kesimde güvenliği sağlamak” söylemiyle Romanların güvenliği tehdit eden, tehlikeli bir halk olduğu ve ancak şiddetle sindirilebilecekleri fikrini yaygınlaştırmakta ve özellikle taşrada bu söyleme bağlı olarak destek bulmaktadır. Fidesz hükümeti döneminde radikal milliyetçiliğin önemli temsilcilerine (örneğin gazeteci Ferenc Szaniszló, müzisyen János Petrás ve arkeolog Kornél Bakay’ya) önemli devlet ödülleri ya da görevler verilmesi, partinin sadece seçim döneminde değil hükümet döneminde de radikalleşen bir milliyetçiliği benimseyebildiğini gösterir.

2014 Macaristan genel seçimleri ve Avrupa Parlamentosu seçimleri bu eğilimlerin daha da görünür olduğu ve meşruiyet krizi yaşamaya devam eden sosyal demokrat-liberal ittifakın başarısızlığını konsolide ettiği bir süreç olmuştur. “Devam edeceğiz” sloganını kullanan Orbán 2010’da başamış oldukları “devrim” sürecini sürdüreceğini vaat etmiş, kozmopolit finans çevrelerine karşı savaş açarak yerel sermayenin çıkarlarını koruyacağını söylemiştir (Tamás, 2014). Geçici projelerle işsizlere kısa süreli iş bulma politikasının izlenmesi de partinin “yoksulların dostu” olduğu yönündeki fikrin yayılmasına katkıda bulunmuştur. Medya organlarının Fidesz’in dolaylı ya da doğrudan denetiminde olması da seçim zaferine katkıda bulunmuştur; seçimler sırasında Fidesz yöneticileri ile muhalefet arasında hiçbir tartışma olmaması dikkat çekicidir (Tamás, 2014).

Sonuç

Macaristan’da, Hindistan’da ve başka ülkelerde muhafazakârlığın kimi zaman otoriter yöntemler kullanarak yükselişe geçmesi, bu ülkelerde uygulanan politikaların karşılaştırmalı olarak incelenmesi gereğini gündeme getirmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin otoriter-muhafazakâr popülizminin incelenmesi için de karşılaştırmalı bir perspektif ufuk açıcı olacaktır. Bu denli kapsamlı bir karşılaştırmanın yapılması bu yazının sınırlarını aşmaktadır. Ancak Macaristan örneğinden hareketle, 2010’larda sağın yükselişi konusunda bazı ön değerlendirmelerde bulunmak mümkündür. Fidesz’in “yerlilik” ve “millilik” savunusu üzerinden aydın karşıtı bir politika yürütmesi ve kendine karşı olanları Macar toplumuna “yabancı”, “kozmopolit” odaklar olarak adlandırması, popülist siyasetçilerin kendilerine destek vermeyen parti ve kitleleri siyaset dışı olarak kabul etmesine iyi bir örnektir. AKP politikacılarının söylemlerinde sıkça karşımıza çıkan “biz” ve “bunlar” ayrımı, “bunlar”ın topluma yabancı, yabancı olduğu ölçüde korkutucu niteliklere sahip gizemli bir topluluk olarak tanımlanması, Fidesz’in popülizmindeki “yurttaşlar” ve “diğerleri” ayrımını anımsatmaktadır. Bunun yanında, Fidesz klasik bir aristokratik-elitist muhafazakârlık ya da kaçınılmaz küresel ekonomik politikaların savunusuna dayanan bir muhafazakâr yorum benimsemek yerine, gücünü “halk”tan aldığını sürekli olarak belirtmeyi tercih etmektedir. Fidesz’in muhafazakârlığı, halk/millet ve partinin organik bir ilişki içinde olduğunu varsayar. İktisadi zorluklar ve kültürel sorunlar Halk’a (ve partiye) yabancı odaklardan kaynaklanmaktadır, bu sorunların çözülmesi yine “Halk”ın özündeki dinsel ve milli unsurların parti tarafından uygulanması yoluyla mümkün olacaktır. Paternalizm bu noktada devreye girer; Fidesz, tıpkı AKP gibi, milli iradeye içkin olan milli ve dinsel duyarlılıkları uygulamaya koyduğunu sürekli olarak ima eder. Bu ideolojiye göre Macaristan’da komünist partinin ve onun ardıllarının politikaları ülkeye dışarıdan dayatılan yabancı ideolojilerin sonucu iken (Türkiye’de ise “eski Türkiye” ile özdeşleşmiş politikalar modernleşmeci bir Jakobenizmin yansıması iken) muhafazakâr partilerin yaptıkları kısıtlamalar olağandır, anlaşılabilirdir; zira “gerçek” halkın özelliklerine ve gereksinimlerine uygun olarak, yabancı olanı dışlayacak şekilde yapılmıştır.

Halk vurgusunun neden bu dönemde bu denli yükselişe geçtiği, başlı başına bir araştırma konusu. Ancak “halk”ı yekpare bir bütün olarak kabul eden bu yaklaşımların, sınıfsal ayrımları yok sayan ve toplumsal mücadelelerin yerine dinsel ve ulusal kimlikleriyle birleşmiş ve kaynaşmış bir kitle olduğu yönündeki fikir üzerine kurulu olduğunu gösteriyor. Muhafazakâr hükümetlerin toplumsal mücadeleleri bastırma çabaları içinde bir yandan kurulu düzeni yüceltirken diğer yandan bu düzenin mutlak bir şekilde milli iradenin ve milli/dinsel kimliğin tecellisi olduğu fikrini savunmaları, popülizmin temelinde toplumsal muhalefetin yükselişe geçmesinden duyduğu korkunun yattığının bir kanıtı.

Kaynakça

Bozóki, András (2008) “Consolidation or Second Revolution? The Emergence of the New Right in Hungary”, Journal of Communist Studies and Transition Politics, 24(2): 191-231.

Dworkin, Gerald (2013) “Defining Paternalism”, Coons, Christian & Michael Weber (ed.) Paternalism: Theory and Practice, Cambridge: Cambridge University Press, 25-38.

Fowler, Brigid (2004) “Concentrated orange: Fidesz and the remaking of the Hungarian centre-right, 1994–2002”, Journal of Communist Studies and Transition Politics, 20(3): 80-114.

Halmai, Gábor (2012) “A jogállami forradalomtól az illiberális demokráciáig”, Sándor, Iván (ed.) Mi a magyar most?, Pozsony: Kalligram, 74-99.

Nepszabadság, 23/07/2011.

Pétervári, Zsolt ([2007]) A Fidesz-MPSZ ideológiai változásának értékelése és a “konzervatív harmadik út”, Budapest: Méltányosság Politikaelemzö Központ.

Ripp, Zoltán (2001) “A Fidesz-ideológia és a történelem”, Esély, 2001/4: 3-13.

Seleny, Anna (2007) “Communism’s Many Legacies in East-Central Europe”, Journal of Democracy, 18(3): 156-170.

Tamás, Gáspár Miklós (2014) “Hungary: A Black Hole on Europe’s Map: An interview with G. M. Tamás by Jaroslav Fiala (A2 magazine)”, Socialist Project: E-Bulletin, 979, http://www.socialistproject.ca/bullet/979.php, erişim tarihi: 05/05/2014.

2014-05-30
Baslangicdergi – ateş uslu