Bir düşünce kurcalar kafamı:
yatakta, başım yumuşak yastıkta mı ölmeli?
yoksa bir karanfil gibi mi solmalı yavaşça,
gizli bir kurdun içten içe kemirdiği?
sessiz sedasız eriyip gitmeli mi yoksa
boş bir odaya bırakılmış mum gibi?
istemem, tanrım, böyle bir ölüm istemem!
ölmeyi dilerim ben, ölmeyi birdenbire:
ayakta, yıldırımla parçalanan bir ağaç gibi,
kasırgayla devrilen bir ağaç gibi ölmeyi,
uçuruma yuvarlanan bir kaya gibi,
tepeden tırnağa titrete sarsa yeri göğü.
uyanacak bir gün kölelikten usanan halklar,
koşacaklar savaş alanına doğru.
yüzler yalım yalım, bayraklar altında duracaklar.
dört bir yanda pırıl pırıl şu onurlu parola:
herkese özgürlük! her yerde özgürlük, her yerde!
yayınca halklar bağıra bağıra
bu sözcükleri dört bucağa, doğudan batıya,
ve başlayınca saldırılar zorbalığa karşı,
isterim ölmek en ön sıralarda,
isterim sulasın yüreğim o şeref tarlasını
gençliğimin fışkıran al kanatlarıyla.
ağzımdan çıkan mutlu son sözüm
bastırılsın isterim çelik gürültüsüyle,
borazan sesiyle, top gümbürtüsüyle.
kazanılan zaferle atlar kişnesinler,
var hızlarıyla çiğneyip geçsinler cesedimi,
bıraksınlar paramparça gövdemi savaş alanında.
başlayınca sonra cenaze töreni,
getirilsin bir araya bütün kemiklerim,
matem marşları çalsın durmadan
kara tüllü bayraklar altında.
bir mezara gömülsün kahramanların hepsi,
senin uğrunda can verenlerin hepsi,
ey özgürlük, ey dünyanın özgürlüğü!
Macarların yurdu, Fin-Ugor kavimlerinin ana yurdu olan Ural dağları ile Volga nehri dolaylarıydı. Fin-Ugor kavimlerinin doğudaki kolu olan Ugorlar daha sonra güneye inerek Onogurlar karıştılar. Daha sonra batıya göç eden Hunlarla karıştılar. Bu üç boyun karışmasıyla Volga bölgesinde “Macar” kavmi meydana geldi. Sabirlerin baskısıyla yurtlarından ayrılarak Kuban Irmağı dolaylarına yerleştiler. Daha sonra Hazarhakimiyetini kabul ettiler (460). Daha sonra bu boylara Hazarlar’dan olan Kavar adlı üç boy katıldı. Yani günümüz Macarlarıüçü Türk dört kavmin birleşmesinden doğmuştur: Onogurlar, Ugorlar, Hunlar ve Kavar Hazarları.
Yaşadıkları bölgede, 7 Macar ve 3 Hazar Boyu birleşerek örgütlenmişlerdir. Macarların Avrupa’da yaygın biçimde kullanılan adlarının nereden geldiğine yönelik en güçlü olasılık o dönemin Türkçesinde “on ok” anlamına gelen “on ogur” sözcüğünün değişerek Hungar sözcüğüne dönüşmesidir.[1] “On ogur” sözcüğü 10 boyun bir araya gelerek oluşturduğu birliği simgeler. Macarlar 896 yılında Transilvanya’ya gelerek bu bölgeye yerleştiler. Ardından bugünkü doğu Avusturya ve güney Slovakyatopraklarının bir bölümünü işgal ettiler. 995 yılında yapılan Lechfeld Savaşı’nın sonucunda aldıkları büyük yenilgiden sonra daha fazla ilerleyemeyerek Karpatya Ovası’na kesin olarak yerleştiler.[2]
Ayaklanma bölgelerini sıkı bir denetim altına aldıktan sonra, huzursuzluğun kaynağı olarak gördüğü Şah İsmail’in üstüne yürüdü. 23 ağustos 1514’te Van Gölü’nün kuzeydoğusundaki Çaldıran’da yapılan savaş, sahra toplarıyla donatılmış Osmanlı ordusunun zaferiyle sonuçlandı. Kaçan Şah İsmail’in peşine düşen Yavuz savaşmadan Tebriz’e girdi.
I. Selim, babası II. Bayezid’in ordularını art arda yenilgiye uğratan Memluklara karşı 1516’da harekete geçti. Ateşli silahları sayesinde kazandığı Mercidabık (24 ağustos 1516) ve Ridaniye (22 ocak 1517) savaşları Osmanlı İmparatorluğu’na Suriye, Filistin ve Mısır’ı kazandırdı; Hicaz Osmanlı himayesine girdi. Yavuz Sultan Selim kazandığı topraklara, Mısır’daki son Abbas halifesinden devraldığı halife unvanını da ekledi. Böylece Osmanlı İmparatorluğu, İslam dünyasının hem din hem de siyasi önderi durumuna geldi. Yavuz 1520’de İstanbul’dan Edirne’ye giderken yolda ölünce yerine oğlu Süleyman geçti.
Müzenin sorumlusu ve sanat tarihçisi Aytekin Vural, müzenin kuruluşunun ikinci yılına doğru yepyeni projelerle daha heyecanlı yolculuklara hazırlandıklarını söyledi.
Yalova’nın, gelecek aylarda kağıt kongresine ev sahipliği yapacağı bilgisini veren Vural, “İki hafta önce Uluslararası Kağıt Yapımcıları ve Sanatçıları Derneği, iki yılda bir dünyanın çeşitli ülkelerinde etkinlikler düzenleyen Dünya Kağıt Kongresine aday olduğumuzu açıkladı. Bu bizim için çok sevindirici bir şey çünkü Türkiye’de ilk defa uluslararası bir kağıt kongresi yapılacak ve bu da müzemizde gerçekleştirilecek. Yüzlerce yerli ve yabancı konu uzmanı bu kongreye katılacak” diye konuştu.
Yıldönümleri bugünlere tesadüf eden; 1526’daki Mohaç Savaşı Avrupa tarihini değiştirdi, 1922’deki Dumlupınar Muharebesi de bu toprakları Türklerin anavatanına dönüştürdü.
1526 yılında Kanuni Süleyman Han’ın orduları, Avrupa’nın kudretli krallığı Macaristan’ı ortadan kaldırdı. Daha evvelki bir ant-laşma gereği Avusturya Büyük Dükü Ferdinand, Macar Kralı’nın kız kardeşi Anna ile; Macaristan Kralı Layoş da Ferdinand’ın kardeşi Maria ile evlenmişlerdi. Bu çifte düğün gereği, hangi hükümdar erken ölürse taç öbür tarafa miras kalıyordu. Türk hakimiyet telakkisinde yeri olmayan bir kurumdur fakat Avrupa tarihinde geçerli bir siyasi veraset biçimiydi.
Tabii Avusturyalılar 1526 Ağustos’unda kralın ölmesine rağmen Macaristan’ı sahiplenemedi. Burada bir noktayı daha belirtmek gerekir; Avusturya Büyük Dükalığı mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Ama bu ülkeye bağlı Bohemya ve Macaristan’ın Germen İmparatorluğu ile alakası olmadı. Avusturyalılar Türk fethinden sonra, Macaristan olarak sadece bu krallığa bağlı olan bugünkü Slovakya’yı miras diye ele geçirdiler ve Macar tacını bu küçük ülkenin başkenti olan Pressburg veya Bratislava’da giydiler.
En objektifi Macarlar
İmparator II. Joseph gibi bazı hükümdarlar Macar tacını giymemekte ısrarlı davrandı; nedeni Macar asillerinden olan “diyet” meclisinin karar ve istişaresini dinlememektir. Macarlar da II. Joseph’e taç giymemesinden dolayı “şapkalı kral” derlerdi.
Ta 1686’da Budin elden çıkana kadar Avusturyalılar -daha doğrusu Almanlar- ile Osmanlı Türk İmparatorluğu arasında Macaristan için mücadele eksik olmamıştır. Macar krallığını resmen ortadan kaldıran Kanuni Süleyman hayatını yine Zigetvar’da eski Macaristan toprağına ait fakat Avusturyalıların elinde bulunan bu kalenin fethi ile noktaladı. 1526 Mohaç Meydan Savaşı, Osmanlı ordusunun çok az kayıpla bir günde karşı tarafa 0 binin üzerinde kayıp verdirerek nihai zaferiyle sonuçlandı. Kral Layoş da savaşta hayatını kaybedenler arasındaydı.
19. Yüzyılın ilk yarısında Macaristan, batılı devletlerin verdiği örnekler ışığında kendi toplumsal bunalımından kurtuluş çaresini, burjuva niteliğinde gelişme yolunda araması gerektiğini görmüştü. Bu dönemim en seçkin kişileri, yenileşmeye yönelebilmek için hem burjuva reformlarının hem de ulusal özgürlüğün aynı zamanda zorunlu olduğunu sezmekte gecikmediler. Bu amaç uğrunda ulusal beraberlik ilan etmişlerken aynı sıralarda Macaristan’da da feodalizmdeki anlamından faklı temelinde burjuva özlü yeni bir millet kavramı doğdu. Ne var ki bu hareket, çoğunluk tarafından kabul edilebilecek amaçları belirleyen ortak bir programdan yoksundu. İşte bu ödevi Lajos Kossuth üstlendi ve birkaç yıl içinde bağımsız milli burjuva devletinin yaratılması konusunda geniş kapsamlı bir programı ana çizgileriyle belirledi.
15 Mart 1848’de Macaristan-Peşte devrim patlak verdiği zaman bağımsızlık ve özgürlük isteklerle ümitlerle dolu Avrupa, senenin son baharına kadar artık genellikle sakinleşmişti. Devrimler olup bitmiş, Venedik’in direnişi yanında, bir tek Macaristan’ın savaşı sona ermemişti. Avusturya askeri destek sağlamak amacıyla Rus Çarıyla ittifaka girişince, bu büyük kuvvet üstünlüğü karşısında Macar Özgürlük savaşı yenilgiye uğradı. Lajos Kossuth 17 Ağustos 1849’da ülkeyi terk etti ve mültecilerin büyük bir kısmıyla birlikte Vidin’e yerleşti.
Avusturya ile Rusya eski anlaşmaları öne sürerek mültecilerin kendilerine teslim edilmelerini istediler ve daha ilk günlerde Babıãli’ye, bu isteklerini yerine getirmediği takdirde Osmanlı Devleti’ni savaşa sürüklemiş olacağını duyurdular. Öte yandan Babıãli, ülkenin toplumsal ekonomik durumu ve Tanzimat’ın yol açtığı iç zıtlıklar yüzünden, tek başına bu iki büyük devlete karşı savaşa girişemeyeceğini, nazırların çoğunluğunun belirttiği gibi açıklıkla görüyordu. Bu tehlikelere rağmen Babıãli, mültecileri Avusturya’ya telim etmemeyi kararlaştırdı. O sıralarda Osmanlı Devleti savaştan uzak kalabildiyse bunu İngiltere ile Fransa silahlı kuvvetlerine borçludur. Aslında büyük devletler kendi aralarındaki cepheleşmede Osmanlı Devleti’ni bir köprü görmeselerdi, mülteciler sorunu ne dünya için ne de Osmanlı Devleti için önemli bir sorun olurdu.
Nitekim Rus Çarı, 21 Ekim 1849’da mültecilerin teslim edilmesi konusunda ısrarlarından vazgeçti ve Macar mültecilerde bunun üzerine yola çıkarak 21 Kasım’da Şumnu‘ya ulaştılar. O zaman daha Dışişleri Ali Paşa’nın bu konuda ne kadar mücadele ettiğinden hiç haberleri yoktu. Zira Ali Paşa hem Türk onurunu gözetmek, hem batılı elçilerin teşviklerine ve çarlık elçilerinin baskılarına karşılık vermek, aynı zamanda da mültecilerin gösterdiği yakınlığı kaybetmemek için uğraşıyordu. Çünkü batı ülkelerinin kamuoyu mültecileri destekliyordu. Osmanlı diplomasisinin bu inceliklerini Avusturya ve Rusya ancak zamanla fark etti. Babıãli’nin mültecilere bilinçli olarak saygıyla davrandığını nihayet gördüler. Avusturya intikamını alamazdı. Ali Paşa’nın sözleri durumun nasıl değiştiğini yeterince anlatıyordu.
Ali Paşa Osmanlı Devleti’nin önüne konulan her şeyi imzalamayacağını, Avusturya’nın müdahale denemelerini reddettiğini bildirdi ve mültecilerin gözaltında bulundurulması konusunda Osmanlı Devleti’nin pek büyük sorumluluk yüklendiğini, fakat Babıãli’nin bu sorumluluğu tek başına taşımak istediğini vurguladı. Böylece Avusturya’nın rızası aranmadan 16 Şubat 1850’de mültecilerin yöneticileri Bursa üzerinden Kütahya’ya gitmek üzere yol çıkarıldı. Mülteciler Kütahya’da şimdiki Belediye binasının bulunduğu Kışlaya yerleştirildiler. Lajos Kossuth daha sonra buradan zevkli bir biçimde ve büyük bir titizlikle onarılmış olan 18.yüzyıldan kalma bu eve taşındı ve burası kısa zamanda uluslararası ilginin merkezinde yer aldı. Kossuth bulunduğu koşullara uygun olarak, bir öndere, Kral naibine yaraşır biçimde yaşamını düzenledi. Subaylar Kossuth’un emrinde sırayla görev yürütüyorlardı.
Kossuth günde 10 – 12 saat çalışıyor, Türk devlet adamlarına İstanbul’daki İngiliz ve diğer elçilere uzun politik mektuplar ve incelemeler yazıp gönderiyordu. Bir yandan da Türkçe öğrendi ve Türkçe dilbilgisi kitabı yazdı. Batıdaki yeni girişimlere hazırlık yaparak İngilizcesini geliştirdi. Kossuth bu evde Macaristan’ın yeni anayasa tasarısını hazırladı. Fakat milliyetler sorununun çözümünü gene, Macaristan’ın toprak bütünlüğünün bozulmasına bağladı.
Avusturya’nın protestolarına rağmen 22 Ağustos 1851’de Süleyman Bey Kossuth’a artık mültecilerin Türkiye’den ayrılabileceklerini resmen bildirdi. Bunun üzerine Kossuth kamu oyunu Macaristan davasından yana kazanmak amacıyla önce İngiltere’ye oradanda Amerika’ya gitti. Daha sonra İtalya’ya geçti ve Torino’ya yerleşti. Orada, gün geçtikçe daha az destek görmesine, giderek daha az başarı sağlamasına rağmen Macaristan’ın bağımsızlığına kavuşması uğrunda verdiği savaşını uzun yıllar boyunca, 20 Mart 1894’te hayata gözlerini yumuncaya kadar sürdürdü. Kossuth’un Anıları Müzesi, Türk – Macar ilişkilerinin derinleştirilmesi dilekleriyle gerçekleştirildi. Sergilenen eşyaların kent halkına L. Kossuth’u tanıtmakla kalmayacağını, ayrıca Osmanlı Devleti’nin geçen yüzyılda gösterdiği diplomasi faaliyetlerini, ölüm kalım savaşını da hissettirebileceğini umarız.
Asma kat giriş bölümünde yer alan renkli seramikten büyük harita ziyaretçilere, Lajos Kossuth’un nereden hareket ettiğini ve kendisi için sadece yuvası olmakla kalmayarak aynı zamanda muhacerete zorlanan Macar yurt severlerinin Avusturya’ya karşı örgütlenmelerinde en önemli merkezlerden biri olan Kütahya’ya hangi yollardan ulaştığını göstermektedir. Birinci kattaki ilk oda, erkeklerin oturduğu ve sohbet ettiği odadır. Bu katta Kossuth’un çalışma odası da bulunmaktadır. Burada Kossuth’un Kütahya’da sürdürdüğü yaşamına ilişkin yazılar, kitaplar, kişisel eşyalar bulunmaktadır. Hemen bitişiğinde Kossuth’un yatak odası onunla iç içe çocuklarının yatak odası yer alır. Baş odada Kossuth ve eşi Teresa Kossuth’un fotoğrafı ve gömme vitrinde kişisel eşyaları, Türkçe Gramerin kapağının fotokopisi görülebilir. Aile odasında Kossuth ailesinin fotoğrafları, gömme vitrinde bayan eşyaları, Macar porselenleri ve bir piyano ile Budapeşte’nin eski halini gösteren fotoğraflar vardır. Anı odasında ise Macaristan’da 19. yüzyılda giyilen kıyafetler, Kossuth’un silah arkadaşlarının fotoğrafları, Macaristan’da o dönemde kullanılan silahlar ve 4 kişi tarafından taşınabilen seyahat bavulları görülebilir. Asma kat giriş bölümünde yer alan renkli seramikten büyük harita ziyaretçilere, Lajos Kossuth’un nereden hareket ettiğini ve kendisi için ve sadece yuvası olmakla kalmayarak aynı zamanda muhacerete zorlanan Macar yurtseverlerinin Avusturya’ya karşı örgütlenmelerinde en önemli merkezlerden Kütahya’ya hangi yollardan ulaştığını göstermektedir.
Ayna, bu hafta Osmanlı’nın 150 yıl hüküm sürdüğü Macaristan’dan ekrana geliyor. Budapeşte’nin ilk kapalı pazarı olan Çarnok Pazarı’nı ziyaret eden Ayna ekibi, turistlerin dünyanın en önemli nehirlerinden Tuna nehrinde yaptığı tekne turlarını ekrana getiriyor.
Ardından Osmanlı döneminde cami olarak kullanılan St-Mihail kilisesini görüntüleyen Saim Orhan ve ekibi, Macaristan halk dans grubunu ve sarayı andıran Macaristan kafelerini ekrana yansıtıyor.
Ferenc Molnar’ın yazdığı, Tarık Demirkan’ın dilimize çevirdiği, Serra Canbay’ın uyarladığı ve Ebru Kara’nın yönetmenliğini yaptığı gençlik oyunu “Pal Sokağı Çocukları” ise 21 ve 28 Ekim tarihlerinde Akün Sahnesi’nde genç izleyicilerle buluşacak.
A weboldalon cookie-kat használunk, amik segítenek minket a lehető legjobb szolgáltatások nyújtásában. Weboldalunk további használatával jóváhagyja, hogy cookie-kat használjunk.OkNoTöbb információ...