Macaristan’da yerel seçimlerin ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinin galibi Tisza Partisi
Macaristan’daki gelişmeleri yakından takip etmeye çalışanlarda bile şaşkınlık yaratan bir durum bu: Tisza Partisi mi? O da nereden çıktı? Kim onlar? sorularını duyuyor gibiyim.
Bu soruları soranlar haksız da sayılmazlar. İki ay kadar önce kurulan bu partinin henüz sadece 12 üyesi var ve lideri de, bu yılın başlarında Macaristan Cumhurbaşkanının istifasına kadar giden süreçte Adalet bakanı olan Judit Varga’nın eski eşi Peter Magyar.
Dünkü Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Macar seçmenden % 30 oy alarak ana muhalefet partisi haline gelen Tisza Partisi süre az olduğu için belediye başkanlığı seçimlerinde başkan adayı göstermedi, ancak belediye meclislerine kendi aday listesi ile katıldı ve Budapeşte Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde neredeyse iktidar partisi kadar oy alarak kilit parti haline geldi.

Herkesin merakla beklediği Budapeşte Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri ise nefes nefese geçti. Sonuçta seçimi Orban muhalifi Gergely Karacsony sadece 324 oy farkıyla kazandı! Oysa geçen seçimlerde muhalefetin ortak adayı olarak kazanan Karacsony’u devirebilmek, Budapeşte Büyükşehir Belediyesi’ni geri alabilmek için Fidesz çok büyük bir kampanya gerçekleştirmişti.
Karacsony kampanya sürecinde güçlü bir performans göstermişti. Üç iddialı adayın yarıştığı seçimlerde favori gösteriliyordu. Ancak Fidesz seçimlerden sadece iki gün önce sürpriz bir kararla kendi adayını geri çekip, Karacsony’a karşı liberal partinin adayı David Vitezy’yi desteklediğini açıklayınca Budapeşte Belediye Başkanlığı seçimlerinin tüm dengeleri değişti. Seçim tahminleri altüst oldu. Kamuoyu yoklamalarına göre Karacsony’nun kaybetme ihtimali de belirmişti.

Sonuçta sol ve yeşil siyasetlerin adayı Gergely Karacsony 2 milyon nüfusa sahip başkentte sadece 324 oy farkıyla tekrar belediye başkanı seçildi, ama belediye meclisindeki dengeler, mutlaka Macaristan siyasetinin yeni yıldızı Tisza Parti ile işbirliği yapmasını zorunlu kılıyor.
Tisza Parti siyasi olarak kendini merkez sağda tanımlayan, ama modern toplumu, hukuk devletini, yolsuzluklara karşı hoşgörüsüzlüğü, tarafsız yargıyı ve tarafsız medyayı savunan bir tepki partisi.
Orban hükümetinin 12 yıllık iktidarı döneminde ülkeyi alttan alta saran yolsuzluk ve adam kayırma, AB kaynak ve fonlarının israfı, sağlık ve eğitim sistemlerinin çökmesi süreçlerine tepki gösteren muhalif seçmeninin, Peter Magyar’ın açtığı bayrak altında iki ay gibi bir süre içinde saf tuttuğu tipik bir lider partisi.
Bir sağ parti olmasına rağmen, şimdiye kadar iyi muhalefet yapamayan diğer sol ve liberal partilerden bıkan seçmenin de oy verdiği parti. Hem Orban’a ve hem de sol muhalefete yönelik eleştirileriyle, uzun bir süredir beklenti içinde olan insanların güvenini kazanan bir oluşum. Bu nedenle de bu partinin 2026’daki sonraki genel seçimlerde Orban iktidarının en önemli ve en iddialı rakibi olacağı tahmin ediliyor.
Bu son seçimlerin diğer iki önemli gelişmesi de sol ve liberal Orban karşıtı muhalefetin büyük bir hezimete uğraması oldu. Demokratik Koalisyon Partisini (DK) , Sosyalist Parti’yi (MSP) ve Diyalog Hareketini bir araya getiren sol ittifak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde sadece % 8 oy alabildi. Böylece bu ittifak Avrupa Parlamentosuna 2 temsilci gönderebiliyor. Oysa son AP seçimlerinde DK tek başına 4 temsilci göndermişti.
Ve bu arada Bizim Memleket Partisi adındaki radikal sağ da % 6,5 gibi ciddi bir oy oranına ulaştı ve Avrupa Parlamentosuna ilk kez parlamenter gönderme hakkını kazandı. Bizim Memleket Partisi, Avrupa Parlamentosunda aşırı sağcı Alman Afd partisiyle birlikte hareket edeceğini açıkladı.
İktidar cephesine gelince: Viktor Orban gece yaptığı konuşmada partisinin AP seçimlerinde % 44 oy aldığını ve bunun büyük başarı olduğunu iddia etti. Oysa siyaset analizcileri Fidesz’in şimdiye kadarki AP seçimlerinde hiç % 50’den az oy almadığını hatırlatıyorlar.
Fidesz Budapeşte’yi de geri alamadı. Belediye Meclisinde de çoğunluktan çok uzak.
Fidesz açısından tehlike çanlarının çalmasına neden olan gelişme elbette Tisza Parti’nin gösterdiği inanılmaz performans.
Kendisiyle aynı kulvarda koşan, milliyetçi sağ ve merkez sağ seçmenine de hitap eden Peter Magyar bir zamanların genç Viktor Orban’ı gibi, Macar insanının ruhuna seslenen yetenekli bir siyasetçi.
Önümüzdeki yıllar bu ikilinin kıyasıya mücadelesinde yeni rauntlara sahne olacak.
Tarık Demirkan
İSTANBUL’A EMNİYET MÜDÜRÜ YAPILAN YANOŞ BANGYA’NIN ESRARLI YAŞAMI
Tarih boyunca ülkemize Batı’dan Doğu’dan birçok yabancı iltica etti. Kimi yerleşti, kimi başka diyarlara göçtü. Gelişler her şeyden önce topraklarımıza güvenildiğinin bir göstergesiydi. Batı’dan gelenlerin toplumla kaynaşması diğerlerine göre daha kolay oldu. Ancak ilticalar Osmanlı’dan Cumhuriyet’e gündemi hep meşgul etti.
İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Avrupa’nın yaşadığı göç hareketleri, mülteci meselesinin uluslararası hukuka uygun bir düzenlemeye kavuşturulması gereksinimini de beraberinde getirdi. Bu amaçla 1951 Cenevre Sözleşmesi yapıldı. Bu Sözleşme, mültecilere sağlık, eğitim, çalışma, ikamet, geldiği ülkeye zorla geri gönderilmeme gibi somut ve ileri haklar tanıdı. Bu olanaklar geniş bir alanı kapsıyormuş gibi görünse de, doğal olarak, seçme ve seçilme hakkı gibi anayasal güvencelere sahip “yurttaş”a sağlananlardan daha geride bir statü anlamına geliyordu.
Cenevre Sözleşmesinde Türkiye’nin de imzası var. Ancak, Doğu’dan gelenlerin ülkeyi göçmen deposuna çevireceğini önceden gören büyüklerimiz, 1951’de Cenevre Mülteci Sözleşmesini imzalarken, “Sadece Avrupa Konseyine üye ülkelerden gelen sığınmacılara mülteci statüsü veririz” diyerek coğrafi bir rezerv koymuşlardı. Bu nedenle bir Suriyeli ya da Iraklı sığınmacı, ülkemizde mülteci statüsü alamıyor. Onlara, asgari ölçülerde barınma güvencesi sağlayan, Birleşmiş Milletler deneyiminde de yeri olan “Geçici Koruma” statüsü veriliyor. Diğer yandan, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasasının 42nci maddesinin ikinci fıkrasına göre, Geçici Koruma statüsüyle gelmiş bu insanlara Daimi Oturma İzni verilemiyor. Diğer bir ifadeyle, yasa koyucu bu durumdaki yabancıların ülkelerine dönüşlerinin esas kabul edilmesini öngörüyor. Ancak, hal böyleyken, bir Suriyelinin iki basamak birden -geçici koruma ve daimi oturma iznini- atlayıp doğrudan yurttaş yapılabilmesi, ayrı bir tartışma konusu haline gelmiş durumda.
Bugün yaşadığımız sığınmacı problemlerinden farklı olarak, eskiden bizi böyle kara kara düşündürmeyen sığınmacılarımız da oldu. Örneğin, Nazi zulmünden kaçarak gelen, üniversitelerimize ve Anadolu aydınlanmasına ciddi katkılarda bulunan, toplumumuzla kaynaşabilen onlarca Avrupalı bilim insanını sayabiliriz. Bunlardan ilk akla gelenler arasında, şarkiyatçı Helmut Ritter’i, mimar Bruno Taut’u, Berlin Belediye Başkanı Ernst Reuter’i, besteci Paul Hindemith’i, iktisat profesörü Fritz Neumark’ı, tiyatro yönetmeni Carl Ebert’i anmak mümkün. Bu insanların birçok Avrupa ülkesi dururken neden özgürlükleri için o dönemin Türkiye’sini seçtiklerini de düşünmekte yarar var. Bu tercih Atatürk döneminin sağladığı güven ve ışığa susamışlık ortamını anlamaya da yardımcı olacaktır.
Cumhuriyet döneminde ayrıca Troçki ve İmam Humeyni gibi ilginç şahsiyetler de ülkemizde ikamet etmişlerdi.
Osmanlı’da ise, Batı’dan gelen, arkalarında unutulmaz izler bırakan hayli ilginç sığınmacılarımız oldu. Öyle olaylar yaşandı ki, insanın gerek iltica edenler, gerek Osmanlı Yönetiminin aldığı tutum karşısında, gerçekten “Nerde o eski mülteciler?” diyesi geliyor.
SIĞINAN GENERALLER, DEVLET ADAMLARI
Ondokuzuncu yüzyılda savaşta yenik düşen bazı Polonyalı ve Macar generaller Osmanlı İmparatorluğuna sığınmıştı. Bu askerlerden, kabul edenlere daha gelir gelmez orduda üst düzey görevler verildi. Sığınanlar inanç ve tercihlerinde serbest bırakıldı. Bunlardan Polonya asıllı Jozef Bem (1794-1850), Macar özgürlük ve bağımsızlık hareketinin Habsburg hanedanı tarafından 1849’da bastırılması üzerine Türk topraklarına sığınmış, kendi isteğiyle müslümanlığa geçmiş, Murat Paşa adını almış, o zamanki en üst rütbeyle hemen Halep’e atanmıştı. Macarlar seneler sonra Budapeşte’ye, Dışişleri Bakanlığı binasının önündeki meydana, ulusal kahraman olarak gördükleri Bem’in büyük bir heykelini diktiler. Budapeşte’de Türkler ve Türkçe bilen Macarlar arasında o meydana “Murat Paşa Meydanı” diyenler vardı. 1956 yılı Ekim’inde Sovyet işgaline karşı direnişin ilk kıvılcımı, üniversite öğrencilerinin bu meydanda, Murat Paşa’nın heykelinin altında toplanmasıyla yakılmıştı. Paşayı bir kolu sargıda canlandıran bu heykelin diğer kolu ise uzakları, Doğu’yu gösteriyordu. Bir gün Osmanlı Paşası olacağını, hayata oralarda veda edeceğini nereden bilebilirdi?
Keza Genelkurmay Başkanı iken 1849’da Osmanlı’ya sığınan Macar generali Richard Guyon (1813-1856) da Müslüman olup Hurşit Paşa adını almıştı. Yine ihtida eden general Kmetty (1813-1865), İsmail Paşa adını almış, Osmanlı ordusuna çeşitli hizmetlerde bulunmuştu (İsmail Paşa daha sonra İngiltere’ye gittiğinde tekrar Kmetty adını kullanmıştı).
Yine Osmanlı devletine sığınan devlet adamlarından, Macar özgürlük kahramanı Lajos Kossuth (okunuşu Layoş Koşut) (1802-1894), kendisini Rusya ve Avusturya’nın baskılarına rağmen iade etmeyip iki yıl Kütahya’da misafir eden Türkler için, Londra’da kaleme aldığı anılarında şunları yazmıştı: “Türkler yüksek hislerle ve insan haklarına saygılı oluşlarıyla tehditlere boyun eğmediler. Türk milleti bu yönüyle üstün bir güce sahiptir… Türklerden gördüğüm lütuf ve saygının hatıralarıyla yaşayacağım.”
GELELİM KARABATIR MEHMET BEYE
On Dokuzuncu yüzyılda Osmanlı’ya sığınanlar arasında, hikâyesi belki de en gizemli, bir o kadar tartışmalı şahsiyet, İstanbul’a geldikten sonra Karabatır Mehmet Bey adını alan, 1864-1868 yılları arasında İstanbul Emniyet Amirliği de yapan Janos (okunuşu Yanoş) Bangya idi. Toprak sahibi soylu bir aileden gelen, 1817 Macaristan doğumlu Bangya, Avusturya ordusunda subay eğitimi aldıktan sonra terfi etmiş, 1849 yılında Albay rütbesiyle Macar bağımsızlık savaşına katılmıştı. Ancak Bangya yenilgiden sonra kaçarak Viyana’ya iltica etmiş, 1850’de Avusturya gizli polisi için çalışmaya başlamıştı. Aynı yıl Viyana’dan Paris’e giden Bangya, orada Macar, Avusturyalı ve Alman mültecilerden oluşan bir komitenin Başkan yardımcısı oldu. Ancak işin tuhaf tarafı, bu komitede görevli yedi kişiden beşinin ajan olduğu söyleniyordu.

Albay Bangya, bu sıralarda Paris’te faaliyette bulunan ve Alman mültecilerle siyasi nedenlerle yakından ilgilenen Alman düşünür Karl Marks’la (1818-1883) ve onun güvendiği siyasi çevreyle, kolayca tahmin edilebilecek nedenlerle ilişki kurmayı başarmıştı. 1852 Şubat’ında Bangya kendini Macar devriminin sürgündeki lideri, yukarıda bahsigeçen Lajos Kossuth tarafından yetkilendirilmiş gibi göstererek Marks’a yaklaşmıştı. Marks ise bu dönemde arkadaşı Friedrich Engels (1820-1895) ile birlikte siyasi eleştiri yazıları kaleme alıyor, ancak yazıları bastırma işinde sıkıntılar yaşıyordu. Bu nedenle Proudhon’un kitabı hakkında yazdıkları eleştirileri yayınlatamamışlardı. Aynı şekilde Nisan ve Mayıs aylarında Alman “küçük burjuva” liderlerinin görüşlerine yanıt olarak kaleme aldıkları “The Sages of Revolution” (Devrimin Bilgeleri) başlıklı broşürü bastırmanın yollarını araştırırken, karşılarına Bangya çıkıyor. Bangya, Marks’a yazıları Berlin’e götürerek basılmasını sağlayabileceğini söyleyerek elyazmalarını alıyor.
Alış o alış; bir daha bu yazılardan haber alınamıyor. Marks ise Bangya’nın bunları Prusya polisine teslim ettiğini fark ettiğinde, hemen New York Kriminal Zeitung gazetesine bir açıklama yaparak Bangya’yı deşifre etmiş, ama iş işten geçmişti. Elyazmaları bir daha ortaya çıkmayacaktı. David Maclellan’ın Karl Marx, His Life And Thought adlı kitabının 219uncu sayfasında, Bangya için hiç de hoş olmayan bir ifade yer alıyordu: “Bangya en çok kim para veriyorsa onun hizmetine giren bir ajandır.”
KARABATIR’IN OSMANLI SERÜVENLERİ
Bu olayın Avrupa felsefe dünyasında nasıl bir etki yarattığı, Proudhon’un bu işten kazançlı çıkıp çıkmadığı araştırma konusu oldu mu bilinmiyor. Ancak bu gelişmeler üzerine Bangya, belki de Avusturya Polisiyle bağlantısı açığa çıktığından olacak, çareyi 1853 yılında Osmanlı İmparatorluğuna “geçmekte” buluyor. İstanbul’a gelir gelmez Osmanlı devleti onu albay rütbesiyle orduya kabul ediyor.
Bu sırada Kırım Savaşı (1853-1856) başlıyor. Habsburg Hanedanı Rusya’nın karşısında İngiltere ve Fransa’nın yanında yer alıyor. Osmanlılar savaşta Bangya’yı Kafkas cephesinde görevlendiriyor. Türk-Macar Dostluk Derneği tarafından 2010 yılında yayınlanan Türkiye’de Kendilerine Sığınma Hakkı Tanınan Macar Mültecilerin Özyaşamlarından Özetler başlıklı kitabın 33 ve 34üncü sayfalarında “Yanoş Bangya” başlıklı ayrıntılı bir madde yer alıyor. Bu kitapta, Kafkasya’da Çerkez savaşı sırasında Bangya’nın Çerkez kökenli Sefer Paşanın kurmay başkanlığına getirildiği, işin ilginç tarafı, 6 Eylül 1859’da Rus generali Baryastinskiy Kafkasya’nın özgürlük kahramanı Şeyh Şamil’i (1797-1871) baskın yapıp esir aldığında, onu Bangya’nın ele verdiği söylentilerinin dolaştığı kaydedilmiş. Tabii bunun doğruluğu kanıtlanmış değil.
Bangya’nın Kafkasya macerası gerçekten ilginç olsa gerekir. Şeyh Şamil’in Rusların eline geçmesinde onun bir rolü var idiyse bunu üçüncü bir devlet adına yapmış olup olmadığı da bilinmiyor. Yukarıda elyazmaları olayında kendisine yöneltilen iddiada olduğu gibi bunu maddi bir çıkar karşılığında mı yapmıştı? Bu da bilinmiyor, ama konuyu biraz daha kurcalayalım:
Balıkesir Üniversitesi öğretim üyesi Zübeyde Güneş Yağcı’nın “Kuzey Kafkasya’nın Uluslararası Lideri: Sefer Zaniko” başlıklı ilginç tarih araştırmasında, Kafkas cephesinde çarpışan Sefer Paşanın yanında Albay Karabatır Mehmet Beyin de görevli olduğu belirtiliyor. Bu makalede, Albayın bir süre sonra çift taraflı hareket ettiği, Rus generali Fillipson ile mektuplaştığının ortaya çıktığı, bu mektuplarda Karabatır’ın, Çerkezlerin Gürcistan gibi Rusya’ya bağlı yaşayabileceklerini yazdığının anlaşıldığı kaydediliyor. Bunun üzerine Karabatır 3 Ocak 1858’de hain ilan ediliyor. Özellikle ordudaki Rusya karşıtı Leh subaylar onun idam edilmesi için baskı yapıyor, ancak Sefer Paşanın müdahalesiyle idam edilmeyerek Istanbul’a gönderiliyor. Karabatır’ın 1858’de İstanbul’a gönderilmesi ile Kafkas Müslüman lideri Şeyh Şamil’in teslim olduğu 6 Eylül 1859 tarihi arasında uzun bir dönem olması, Şamil’i gerçekten onun ele verip vermediği konusunun tam aydınlanmadığını ortaya koyuyor.
Karabatır Mehmet Bey 1864’te İstanbul’a gelerek önce Emniyet Müsteşarı, sonra da vefat ettiği 1868 yılına kadar İstanbul Emniyet Müdürü oluyor. Osmanlı devleti ona bu önemli görevi verirken herhalde özgeçmişi ve kişisel özellikleriyle ilgili bir değerlendirmede de bulunmuş olmalı, ancak İstanbul’da görevli olduğu döneme ait maalesef pek fazla bilgiye ulaşılabilmiş değil. Sadece kendisine onur nişanları, armağanlar verildiği ve bir Tatar prensinin 15 yaşındaki güzel kızıyla evlendiği, bu evlilikten Hatice, Fadime ve Adile adlarıyla üç kızının, Mustafa Asım adıyla bir oğlunun dünyaya geldiği biliniyor. Bu bilgiler ışığında Karabatır ailesinin soyağacını araştırmaya merak duymak olağan gibi gelse de, böyle bir gayret, özel hayatın gizliliğine saygıda kusur etmek anlamına gelebilir. Onun için isterseniz elimizdeki verilere dayanan kısmıyla öykümüzü burada noktalayalım.
Siyasi sığınmacı olmak, vatanını terketmek zorunda kalmak kolay iş değil. Ayrılırken mutlaka derinlere gömülmüş sırlar, gelinen ülkede ise atlatılacak sayısız badire, yaşanacak düzinelerce macera vardır. Yanoş Bangya’nın Avusturya ordusunda başlayan hayatı da serüven dolu dönemeçlerden geçmiş; ülkesinin bağımsızlık savaşına katılmış, Avusturya gizli polis teşkilatına girmiş, Londra ve Paris’te gazete muhabiri olarak çalışmış, bu dönemde Marks’tan el yazmalarını bastırma bahanesiyle alıp Prusya polisine teslim etmiş, sonra Osmanlı toprağına “geçmiş” veya sığınmış, orada din ve isim değiştirmiş, Osmanlı ordusunda albay rütbesiyle Kafkas cephesinde görev yaparken Şeyh Şamil’i ele verdiği ileri sürülmüş, orada hain ilan edilmiş ama arkasından İstanbul’a emniyet müdürü yapılmış. İstanbul’da evlenip çoluk çocuğa karışmış. Mülteci olarak geldiği Osmanlı toprağında ölümüne dek geçirdiği on beş senenin başka gizemleri var mıdır bilinmez.
Bize ne demek düşer? Allah rahmet eylesin mi, yoksa toprağı bol olsun mu?
YAZAR
Şakir Fakılı
Mülkiye 1976 mezunudur. Batum (1992-1993) ve Nürnberg (1995-1999) Başkonsolosu, Kuveyt (2004-2009), Lefkoşa (2009-2010) ve Budapeşte (2013-2017) Büyükelçisi, merkezde Konsolosluk Genel Müdürü(2010-2013) görevlerinde bulundu. Kuveyt, Ankara ve Budapeşte’de yağlıboya, suluboya ve karakalem resimlerden oluşan üç kişisel sergi açtı. Dördüncü sergisi, düşünce kuruluşu Ankara Politikalar Merkezinde (APM) çevrimiçi ortamda düzenlendi. Emekliye ayrıldığı 2018’den sonra mesleki anılarını Bir Büyükelçinin Gözünden adlı kitapta topladı. İzmir Ekonomi ve Kâtip Çelebi Üniversitelerinde misafir öğretim üyesi sıfatıyla Diplomatik İletişim dersleri verdi. APM’de ve İzmir’de İlkses gazetesinde makaleleri vardır. Macaristan Devlet Liyakat Nişanı sahibidir. İngilizce ve Almanca bilmektedir. Evlidir.
(Araştırma Ankara Politikalar Merkezi’nde yayınlanmıştır.)
Masal Gibi Bir Şehir: Budapeşte | Ayrıcalıklı Rotalar
Ayrıcalıklı Rotalar, Macaristan’ın başkenti, Tuna Nehri’nin incisi Budapeşte’de. Saffet Emre Tonguç, bu masal gibi şehrin en ayrıcalıklı yönlerini izleyicileri için karış karış geziyor. 0:00 → Budapeşte’yi Geziyoruz 04:30 → Gellert Tepesi ve İlginç Hikayesi 06:27 → Balıkçı Tabyası ve Aziz Matthias Kilisesi 09:18 → Şehrin Simge Yapısı Zincirli Köprü 11:10 → Aziz Istvan Bazilikası 13:00 → Parlamento Binası 16:30 → Soykırım Anıtı 18:15 → Dohany Sokağı Sinagogu 19:53 → Kahramanlar Meydanı 21:34 → Andrassy Bulvarı 28:49 → Gül Baba Türbesi
Milli güreşçiler Macaristan’da
Milli güreşçiler, olimpiyatlar öncesi Macaristan’da düzenlenecek turnuvada mücadele edecek.
Başkent Budapeşte’de yarın başlayacak 9 Haziran’da sona erecek Polyak Imre ve Varga Janos Memorial Turnuvası’na Türkiye, serbest, kadınlar ve grekoromende toplam 10 güreşçi ile katılacak.
Serbestte İbrahim Çiftçi, kadınlarda Evin Demirhan Yavuz, Zeynep Yetgil, Nesrin Baş, Buse Tosun Çavuşoğlu, grekoromende Enes Başar, Burhan Akbudak, Alperen Berber, Ali Cengiz, Rıza Kayaalp minderde ter dökecek.
Macaristan’ın Budapeşte kentinde, 6-9 Haziran 2024 tarihlerinde gerçekleşen Polyak Imre&Varga Janos Memorial Ranking Serisi’nde, serbest stil 97 kilogramda ülkemizi temsil eden sporcumuz İbrahim Çiftçi, İranlı rakibi Abolfazl Davoud Babaloo’yu 4-3 yenerek bronz madalyanın sahibi oldu.
Kaynak: Türkiye Güreş Federasyonu Başkanlığı Facebook

EURO 2024’te A Grubu: Macaristan
2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda (EURO 2024) A Grubu’nda yer alacak Macaristan, ev sahibi Almanya, İskoçya ve İsviçre ile mücadele edecek.
Orta Avrupa ülkesi, Almanya’nın ev sahipliğinde 14 Haziran-14 Temmuz tarihlerinde düzenlenecek EURO 2024’te sahne alacak 24 takımdan biri olacak.
Avrupa Şampiyonası finalleri tarihinde daha önce 4 kez yer alan Macaristan, iki kez yarı final oynama başarısı gösterdi. İlk katıldığı 1964 Avrupa Şampiyonası’nda üçüncü olan Macaristan, 1972’deki turnuvada dördüncülük ünvanını aldı.
Sonrasındaki 44 yılda dev organizasyona katılamayan Macaristan, hasretini 2016’da dindirdi. Bu şampiyonada son 16 turuna yükselen Macaristan, son olarak EURO 2020’de mücadele etti. Macarlar, son şampiyonada grup aşamasını geçemedi.
EURO 2024, bir döneme damga vuran Macar futbolunun beşinci Avrupa Şampiyonası olacak.
Elemeleri namağlup tamamladı
Macaristan, EURO 2024 Elemeleri’nde yenilgi yüzü görmedi.
Elemelerde G Grubu’nda yer alan Macaristan; Sırbistan, Karadağ, Litvanya ve Bulgaristan ile karşılaştı. Yaptığı 8 müsabakada 5 galibiyet, 3 beraberlik alan teknik direktör Marco Rossi’nin öğrencileri, topladığı 18 puanla grubunu lider tamamladı.
Macaristan’ın elemelerde aldığı sonuçlar ve puan durumu şöyle:
Macaristan-Bulgaristan: 3-0
Karadağ-Macaristan: 0-0
Macaristan-Litvanya: 2-0
Sırbistan-Macaristan: 1-2
Macaristan-Sırbistan: 2-1
Litvanya-Macaristan: 2-2
Bulgaristan-Macaristan: 2-2
Macaristan-Karadağ: 3-1
Takımlar O G B M A Y Av. P
1. Macaristan 8 5 3 0 16 7 9 18
2. Sırbistan 8 4 2 2 15 9 6 14
3. Karadağ 8 3 2 3 9 11 -2 11
4. Litvanya 8 1 3 4 8 14 -6 6
5. Bulgaristan 8 0 4 4 7 14 -7 4
Öne çıkan futbolcusu
Macaristan’da gözler Liverpool’un yıldız orta saha oyuncusu Dominik Szoboszlai’de olacak.
Avrupa Şampiyonası Elemeleri’nde Macaristan’ın kaydettiği 16 gole 7 farklı futbolcu imza attı. Dominik Szoboszlai ile Barnabas Varga dörder, Martin Adam ile Roland Sallai ikişer, Adam Nagy, Willi Orban ile Balint Vecsei birer gol kaydetti.
Mevcut kadroda Szoboszlai 40 milli maçta, Sallai ise 47 milli müsabakada 12’şer kez ağları havalandırarak takımın en golcü oyuncuları oldu.
Kadro
Teknik direktör Marco Rossi’nin belirlediği Macaristan’ın aday kadrosunda şu futbolcular bulunuyor:
Kaleciler: Denes Dibusz (Ferencvaros), Peter Gulacsi (Leipzig), Peter Szappanos (Paks)
Savunma: Botond Balogh (Parma), Endre Botka (Ferencvaros), Marton Dardai (Hertha Berlin), Attila Fiola (Fehervar), Adam Lang (Omonia Nicosia), Willi Orban (Leipzig), Attila Szalai (Freiburg)
Orta saha: Bendeguz Bolla (Servette), Mihaly Kata (MTK), Milos Kerkez (Bournemouth), Laszlo Kleinheisler (Hajduk Split), Adam Nagy (Spezia), Zsolt Nagy (Puskas Akademi), Loic Nego (Le Havre), Andras Schafer (Union Berlin), Callum Styles (Sunderland)
Hücum: Martin Adam (Ulsan Hyundai), Kevin Csoboth (Ujpest), Daniel Gazdag (Philadelphia Union), Krisztofer Horvath (Kecskemat), Roland Sallai (Freiburg), Dominik Szoboszlai (Liverpool), Barnabas Varga (Ferencvaros).
Maç takvimi
Macaristan’ın EURO 2024 A Grubu’nda oynayacağı maçların programı (TSİ) şöyle:
15 Haziran Cumartesi:
16.00 Macaristan-İsviçre (RheinEnergie)
19 Haziran Çarşamba:
19.00 Almanya-Macaristan (MHP Arena)
23 Haziran Pazar:
22.00 İskoçya-Macaristan (MHP Arena)
Kaynak: www.aa.com.tr
“Dahi Çocuk” Bartu ve Bartok
Paris Konservatuarı master sınıfı mezuniyet sınavında, Türkiye’den gelmiş bir öğrenciyi, Bartu Elçi-Özsoy’u onur listesinde ‘’üstün başarı ‘’ notuyla mezun etti!
Bartu’dan söz etmeliyim…
4 yaşında keman çalmaya, 5 yaşında beste yapmaya başladı. İlk resitalini Bilkent’de verdiğinde yaşı 6 idi. 10 yaşında İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın konuk solisti oldu.
Fransa’dan eğitimi için ‘’özel davet‘’ aldı, ki bu çok ender olarak yaşanır. Bu Konservatuar’dan İdil Biret 1957’de Birincilerin Birincisi olarak mezun olmuştu.

Mimarının Hasan Âli Yücel’in olduğu, Harika Çocuklar Yasası – ünlü İdil-Kan Yasası- artık uygunlamıyordu.
Bartu’nun ana-babası ‘’zor’’ ama ‘’onurlu’’ kararı verdi. Fransa’da uzman olarak çalışarak sağlayacak, Bartu’nun eğitimini pahası ne olursa olsun karşılayacaklardı.
Paris Konservatuarı’na kabul edildiğinde ‘’en genç öğrenci ‘’idi.
6 Şubat Depremi sonrası Bartu, UNESCO adına bir konser verdi, parası tümüyle depremzedelere ulaştırıldı. Aynı yıl UNİCEF’in Avrupa İklim Paktı elçisi seçildi.Bu kapsamda BM New York’ta bir ‘’Farkındalık Konseri’’ verdi. Dünyada karbon salgılamayan 3 ülkeden biri olan Surinam’da bir konser gerçekleştirdi.
Flüt sanatçısı Aliya Vodovozova dostum ‘’İşin onda dokuzu çalışmadan, onda biri yetenekten geçer’’ der. Ekler: Ama bu onda bir, çok ama çok önemlidir…
Bu sözler sanki Bartu Elçi-Özsoy için söyleniyor….

Anadolu ezgilerini yansıtan kendi bestesine alkışlarımız, yetenek ve çalışmasının bileşkesine oldu.
Harika Çocuklar Yasası’nın adının var ama kendinin ‘’yok’’oluşunu, ülkenin her alanda ‘’sıradanlığa’’ teslim oluşunun bir belgesi mi?
O yine de boş durmuyor: Eğer bir destekçi bulunursa Bela Bartok’un 1936’daki 90 parçadan oluşan Anadolu kayıtlarını tema alan besteleriyle oluşan seriyle konserler vermek istiyor.
Destek yaratma konusunu DEİK Macaristan-Türkiye İş Konseyi’nin ilgisine sunarken, 500 yıllık ortak geçmişin Bartok imzalı Anadolu dansları izlekli Bartu’nun parçalarından oluşan eserlerle taçlanmasının çok anlamlı olacağını düşünüyorum.
Türkinfo’nun bu konuda önemli bir iletişim köprüsü olacak…
Bartu Elçi-Özsoy’a kariyerinde ‘’bahtı açık‘’ bir müzik yolculuğu diliyor, Elçi-Özsoy çiftine, insanlığa bize bu özel armağan için teşekkür ediyorum.
Yaşar Kemal‘in sözleriyle ‘’Gülümse bitsin karanlık, Gülümse karamsarları şaşırt, Gülümse güller açsın yüzünde, Gülümsemenle yayılsın ışık’’…
Kenan Mortan