İzmit’in kardeş şehri Estergom

esytergonnTuna boyundaki kale kenti Estergom’un eski adı Gran olup,eski Macar Krallığı’nın merkezi idi. Aziz Istvan’ın burada vaftiz edilmesi nedeni ile de kutsallaşan kent, günümüz Macaristan’ının da önemli merkezlerdendir. Tuna, Estergom Kalesi ile Slovakya sahilinde Osmanlı’nın Ciğerdelen adını verdiği kaleler arasında tüm haşmetiyle akmaktadır. Tuna üzerindeki muazzam demir köprü Macaristan ile Slovakya’yı birbirine bağlamaktadır. Slovakya, II. Dünya Savaşı öncesi’nde Macar arazisi olup, savaş sırasında bu köprünün yarısı yıkılmıştır. Nitekim Tökhöly’nin de mezarı ve baba arazisi Slovakya’da kalmıştır.

NEHİR YOLU İLE ULAŞIM MÜMKÜN DEĞİL
Estergon adı ile şiirlerimize türkülerimize geçen, İzmit’in kardeş şehri Estergom’u 4 Temmuz Çarşamba günü ziyaret ettik. Budapeşte’nin kuzeyindeki bu kente nehir yolu ile de ulaşımın mümkün olduğunu öğrendik.
Tüm büyük şehirlerde olduğu gibi Budapeşte’den çıkmak da çok zordu. Başkent o kadar büyümüş ki. Git git mega kent devam ediyor. Bol gölgeli ağaçların çevrelediği nehir ve kanallar, sivri çatılı evleriyle küçük kasaba ve köyler, yol boyu bize eşlik ettiler. Estergom’a geldiğimizde otobüsümüzü, Katedralin ve kalenin bulunduğu tepenin eteğindeki meydanda bıraktık. Burası bir park alanı olarak düzenlenmişti. Kaleye çıkışı sonraya bırakarak kentte yürümeğe başladık. Yokuş aşağı giden yolun sağ yanı kale, sol yanı evlerin ve en tepede bir kilisenin yer aldığı bir tepe yamacı idi. Yol bizi doğruca trafiğe kapalı bir meydana çıkardı. Meydanın sonundaki, iki tarafında trafiğe açık yolların ortasında meydana cepheli bina, Belediye idi. Başkanın halka seslenebileceği bir balkonu ile dikkat çeken güngörmüş bina, sanırım yeni bir tamirat geçirmek üzere idi. Meydana cepheli az katlı, Macarlara özgü canlı renkleri ile dikkat çeken binalardan ve birbirine asla benzemeyen muhteşem kapılarından gözümüzü alamadık. Merkezde konumlanmış anıtsal çeşmesi, yer kaplamalarından kanalizasyon kapaklarına kadar özenli ve dikkat çekici,sanki bir tiyatro dekoru gibi idi. Mimaride ‘’yeni düşkünü’’ olduğumuzdan eski yapımız kalmadı.Eskisine iyi bakarak, yenileyerek, pırıl pırıl tutanların meydanlarını görünce dekor sanmağa başladık.
EKONOMİK SIKINTILIRLA BOĞUŞMAKTA
Meclis çoğunluğunu elinde bulundurmadığını, muhalefetle ve ekonomik sıkıntılarla boğuşmakta olduğunu öğrendiğimiz Estergom Belediye Başkanı mimar EvaTetenyi’nin konuğu olduk. Başkan Eva Tetenyi, İzmit’e geldiğinde tanıdığı Ertunç Baykal, Numan Gülşah ve derneğin diğer üyeleri ile İzmit’li misafirleri sevgiyle karşıladı. Kendisine Gölcük Belediyesi’nin katkılarıyla Gölcüklü sanatçılar tarafından yapılan Türk- Macar desenleri ile bezeli çini tabak sunuldu. Leyla Kaya Hanımefendi, kendi el emeği ebru tablolarından hediye etti. Başkan Tetenyi de bizlere Estergon’la ilgili kitaplar hediye etti. Kendisi için ayırdığı diyet atıştırmaları bile bizimle paylaştı. İzmit Belediyesi’nin daha önce kendisine armağan ettiği kupalarını eline alarak verdiği pozla, Başkan Nevzat Doğan’a fotoğraflı mesaj göndermiş oldu. Salonda, eski kalenin merkez olduğu Estergom duvar posteri ile soylu ailelerin geleneksel simgeleri-aile armaları dikkat çekiyordu. Masaların ve sandalyelerin mütevazılığından çok etkilendik. Sıcak dayanılır gibi değildi. Bardaklar dolusu sular içildi. Karşılıklı dilekler duygular dile getirilirken, Erkan Kiraz’ın kıvrak diplomatik çeviri dili etkileyici idi.
KALEYİ GEZDİK
Belediye’den ayrılarak kaleyi gezmek üzere yola çıkıldı. Yol, Tuna’nın körfez gibi içeri giren küçük bir kolunu takip ediyordu. Tuna ile bu kol arasında yerleşim vardı.Tuna’nın bu bölümünde çocuklar kanoları ile dolaşıyorlardı. Bu ara bölgede nehire basamaklar inşa edildiğinden Tuna’nın yağışlara göre yükselmesinin buradaki spor faaliyetlerini engellemediği anlaşılıyordu. Görkemli eski evlerin önünden geçerek giden yol, bizi kolayca kalenin altına çıkardı. Osmanlı dönemi dış sur kalıntıları ile kalenin alttan görünümünü izledikten sonra otobüsümüzün olduğu yere, oradan da kaleye tırmanışa geçtik.
ESTERGOM KALESİ
Kalenin hayli dik yolunu çıkarken zorlandık. Kale düzlüğüne ulaşılınca
heybetli katedralin yanından geçerek kale kapısına ulaştık. İzmit’in “Kardeş Şehri”nin tarihi kalesi Estergom, kapılarını bize, biletsiz ve yasaksız açtı. Kalenin Savaş Müzesi olarak hizmete açılan bölümleri ile birlikte Boticelli’nin fresklerinin de yer aldığı henüz ziyaret açık olmayan kısımların da olduğu açıklandı. 7 krala saray olan kalenin salonları, Osmanlı askerinin nöbet beklediği kulelerini

“Estergon Kalesi su başı durak,
Kemirir gönlümü bir sinsi firak,
Gönül yar peşinde yar ondan ırak,
Akma Tuna akma! Ben bir dertliyim,
Yar peşinde koşar kara bahtlıyım”

dizelerini dilimize dolayarak gezdik.Gezgin Nadir Sarışeker, Macaristan ziyaretlerinde Estergon’u “Kızılordu” askerlerinin takibinde dolaştıklarını anlatmıştı. Estergom, Macaristan’ın Sovyet işgalinden kurtulmasından sonra Kızılordu’nun en geç terkettiği üslerinden biri idi.

TUNA’NIN YEŞİLİNE KARIŞMIŞ

Estergom Kalesi’nin restorasyonu tamamlanmış. Bir kulesinde çatının gölgelediği 360 derecelik “seyir terası” elde edilmiş. Buradan panoromik olarak Estergom ve Slovakya sahilleri gözler önüne serilmiştir. Bir tarafta kalenin de üstünde, Macaristan’ın en büyük katedrali , diğer taraflarda çatıları tüm güzelliği ile Tuna’nın yeşiline karışmış Estergom kentinin tümü ayaklar altındadır. Mimari ustalıklar, kale ve saray restorasyonunun incelikleri, sarayın atmosferi birbirinden çarpıcıdır. Celalzade Mustafa Çelebi’nin yazdığına göre, bu yüksek kalenin ve sarayın su ihtiyacı Tuna üzerinde kurulan su dolapları ile sağlanmıştı. Osmanlı’nın ince donanmasına ait, Varna beş çifteleri, aktarma, üstü açık, celiyye, çamlıca, şayka, işkampavye, frikate, kalite (kalyota) diye adlandırılan gemilerinin buralarda faaliyetleri; Tuna’nın “denizler arasında bir boğaz gibi” olan yapısı sayesinde idi.
KEMERLİ GEÇİT
Kale ve katedral’in bulunduğu meydanın altında birbirine paralel iki geçit var. Her iki kemerli geçit de tuğla örgüleriyle bezenmiş olup birbiri ile bağlantılıdır. Biri arabaların diğeri insanların diğer yana geçebilmeleri için yüksek kemerli uzunca geçitlerdir. Dışardan bakıldığında sadece arabalar için olanı belirlidir. İkinci geçit kapı ile muhafaza altına alındığından, keşfetmek ya da bilmek gerekir. Restoran ve barların sıralandığı bu geçit düzenlemesinde asıl ilginç olanı kale ve katedrale çıkmak için kullanılan bir asansör ilave edilmiş olmasıdır. Kaleye çıkarken bu asansörü keşfedemediğimiz için önce hayıflandık ise de “kale çıkışının zorluğunu nasıl anlayacaktık” diyerek memnun olmaya çalıştık. Yine de Estergom kalesine gideceklere iniş ve çıkış için asansörü öneririz.

TÜRK DÖNEMİNDE ESTERGON
Budin alındıktan sonra Osmanlı ordusu, yol üzerindeki Estergom’u kuşattı ve sonra Viyana üzerine yürüdü. 1529 da Kanuni Sultan Süleyman’ınViyana Kuşatması sırasında önemli dini merkezlerden biri olan Estergom’un kale anahtarları ruhani reisleri tarafından Viyana önlerine getirilip teslim olundu. Estergom’un daimi olarak alınması; Kanuni’nin 1543 Macaristan seferi iledir.1595 te kaybedilen kale XVII yüzyılda 1606 Osmanlıların Estergom’un yeniden fethi ile 1683 e kadar sınırlarımızda kalmıştır.

İbrahim Peçevi Efendi’nin Tarihi’ne göre “Estergon Kalesi”
Pecs’de doğan İbrahim Peçevi Efendi’nin Tarihi’ne göre “Estergon Tuna kıyısında Yüksek bir tepe üzerine kurulmuş öyle bir eşşiz, yapımı zor bir kaledir ki anlatılması nitelendirilmesi imkansızdır. Özellikle acaip görünüşlü bir kilisesi vardır ki bunun kapı duvarları renkli mermer taşları ile kaplı, çeşitli resim ve heykellerle süslenmiş, bir rastlantı sonucu olarak islamlar için mihrap yerinde olan acaip kubbesi yaldızlı bakırla kaplıdır. Bu kilise öyle bir binadır ki bir eşi ve dengini bu güne dek hiç kimse dünyanın hiç bir yerinde görmüş değildir.
Kalenin bulunduğu yüksek tepenin eteğinde Tuna gibi denize benzer bir ırmağın kırk elli zira’ kadar uzağında bir değirmen çarkı döndürür kalınlıkta bir ılıcası vardır. Ustası bu ılıcanın suyunu o kadar büyük bir maharetle bent ve kanallar içine almıştır ki, bunun ne zaman ve kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Tam yüz yıldır Müslümanların elindedir. Bu güne kadar hiç bir onarıma gerek duyulmamıştır. Hatta ılıcanın kaynağını ve yeraltı su yollarını gereği gibi tanıyan kimse de yoktur. Yapan usta su yolunu yer altından kalenin kurulu bulunduğu tepenin dibine kadar getirmiş ve iki adam boyu kadar yükseğe çıkararak burada bir su deposu kurmuştur. Deponun dibine bir çark yerleştirmiş ve bu çarkla suyu dar tunç borular içinde zorlayarak kalenin doruğuna çıkarmıştır. Dorukta yaptığı bir çeşmeden gece gündüz su akar. Çark dibinden çeşmeye kadar uzanan yol, dik ve tam 460 zira’ uzunluğundadır(Zirâ’; 0.758m.). Hele saraydaki çok sayıda sapkın kral resimlerinin som kırmızı ve beyaz mermer kaplı garib dehlizlerin, bezekli kemer ve salonların tanımlanması mümkün değildir. Estergon Kalesi 3.VIII.1543’te fethedildiğinde kale ortasında bulunan kilise camiye çevrildi. Kadı, dizdar ve koruyucu asker tayin edildi. Budin Beylerbeyliği’ne bağlandı”.

Evliya Çelebi’ye göre Estergon kalesi
“Budin kalesinin kuzeyinde bir merhale uzaklıkta, göğe yükselmiş ve Tuna kenarına düşmüş bir tabii tepe üzerinde badem şeklinde yani akça tahtası gibi kıbleden kuzeye uzunca bir kaledir. Kurucusu Koca Laslo’dur.Bulutlar içinde beyaz kuğu gibi burç ve bedenleri, kapı, kule ve dirsekleri görülür. Bu kaleye “Orta Macar Kızılelması” derler. Karahisar duvarı üzerinden etrafı tam bin yüzaltı adımdır.”
…Kale’de Paşa Sarayı’nın dış duvarı dibinde bir çeşme var. Ta aşağı Tuna nehrinden üç minare boyu yüksek yere bu çeşmeye usta san’atkar san’at ile su çıkarmış ki, akıllara durgunluk verir. Bütün su yolları dik yukarı şadırvan gibi aşağıdan yukarı çıkmıştır. Tuhafı şu ki bu su çırçır dolapları ile çıkmaktadır. Bu çeşmenin karşısında on adet taş merdivenle çıkılan bir camii var.
Estergon Kızılelması Camii
Bu camiin kapısının üzerinde tam yüz on basamak merdivenli yüksek minaresi var. Minare taştan yapılmış olup, gayet san’atlı ve Osmanlı usulüdür. Usta mühendis bu minareyi camiden biraz uzakta yapmıştır. Çünkü kuşatma sırasında top güllesi ile bu minare yıkılırsa camiin kubbesine zarar vermemesi düşünülmüştür. İki kere kuşatma belasına uğradığı halde yine bu camie girenler hayret içinde kalırlar. Evvelce bu camiin dış avlusu iki kat iken top güllelerinden dış avlusu berbat olmuştur. Halen kale halkı ve muhafızları oturmaktadır. İç katındaki küçük avlu sağlam kalmıştır. Etrafındaki tak ve revaklar hala durur. Öyle san’atlı ve ibret verici bir şekilde döşenmiş bir avludur ki, her taşı yeşim, mermer, somaki ve sair taşlardan meydana gelmiş bir avludur. Benzeri yoktur. Kıble kapısının alt eşiği çeşitli mermer ile süslenmiş bir camidir. Üst ve alt eşikleri burma, kıvırma, san’atlı, cilalı, somaki direkciklerden meydana gelmiştir. Herbiri birer Rum haracı değerindedir. Bu harem kapısı üzerinde evvelce çan kulesi varmış. Bu kapının dış yüzünde sağ ve sol tarafında somaki mermerden yapılmış arslan heykelleri var. Bu camiin duvarlarında o kadar heykel ve resimler var ki her biri sanki canlıdır. Harem kapısından içeri camiin kıble kapısı da harem kapısından daha süslüdür. Bu kapının üzerinde latince yazı vardır. Bu kapı ile mihrab arası tam yüz ayak olup, genişliği seksen ayaktır. Bu camiin dört tarafı zemininden ta kubbe kenarlarına varıncaya kadar sekiz kıt’a yekpare uzun kırmızı somaki kaplı duvarlardır. Bu sekiz adet biçme tahta somakiler, camiin duvarında durur. Usta hakkak bu kırmızı renkli mermerleri öyle cilalamıştır ki, aşağıda namaz kılanların bütün hareketleri ayna gibi görünür. Minalı kubbesi dahi yekpare kırmızı bakır ile yapılmış tersine dönmüş bir kubbedir. İçine giren insan hayran olur. Bakır tas gibi olup içinde kaplama altın kakılır. Bu kubbedeki san’at hiç bir camide yoktur. Kenarları çeşit çeşit taşlarla kıymetli şeylerle süslenmiştir. Kıble tarafında somaki mermerden yapılmış bir sanduka vardır. Orada olan mermer san’atını Mora’da ki Atina şehrinden başka yerde görmedim. Bu sandukanın etrafında oyulmuş olan gül, reyhan, sünbül ve şakayıkların her biri bir sihir eseri gibidir. Yine mermerden bir sürahi içinde çeşitli çiçekler oyulmuş, ve bir salkım üzüm yapmış ki, sanki hemen şırası damlayacak. Yine kubbenin kıblesi dışında dışardan görünür bir mermer çanak içinde yine mermerden oyulmuş pirinç pilavı göstermiş, pirincinin her bir tanesi sanki revan pirinci gibi tane tane duruyor. Allh bilir ki bu camideki garip ve acaip sesleri gözümüzle gördüğümüz için bu derecede yazdık. Hatta Süleyman Han bu kaleyi fethettiği zaman camii kilise halinde seyredip buyururlar ki “Ah bu gül endamlı kubbeye benzer ve bunun gibi bir mihrab ve minber olsa?”Bu inci sözler padişahın ağzından çıkınca Koca-Mimar Sinan yer öüp der ki “inşaallah padişahımızın yüksek himmeti ile öyle bir mihrab, minber ve müezzin mahfeli ve vaiz kürsüsü yapayım ki cihan seyyahları görmemiş olalar”. Süleyman Han istolni Belgrat gazasına gidip gelince görür ki bir mihrab ve minber yapılmış ki dil ile tarif olunmaz. Hele Koca Sinan padişahlara mahsus öyle bir mahfel yapmış ki insan kudretinin dışında dır. Bu mahfele sütunsuz bir merdiven inşa etmiş ki insan üzerine basmaya korkar. Sütunsuz sanatlı bir taş merdivendir ki her basamak taşlarının birer uçları cami duvarına bitişiktir. Basaak yerleri tamamen boşluktadır. Merdivenin cami içi tarafına bir demir parmaklık yapmış ki pek gariptir. Demir ustası bunda da hünerini göstermiştir. Mahfelin kenarlarına çeşit çeşit şimşir ve saireden korkuluk pencereler ve kafesler yaptırmıştır ki aklı kafes içinde şaşar kalır. Zarif pencerelerinde o kadar süslü ve san’atlı pencere kapakları vardır ki tarifinde dünya dilsiz kalır. Bu mahfel duvarında bir küçük buhurdan konacak dolabının pirinç teneke üzerine halis altın sıvamış bir kapağı vardır ki, babamız Dergah-ı Ali kuyumcubaşısı Derviş Mehmet Zıllî’nin elinden çıkmıştır. Hatta kendi eli ile dolap üzerine şu beyiti yazmıştır:
Hüsnünün eshabını hıfzetmeye ey gühertab
Oldular didelerim iki kapaklı dolap
Hata babamız merhum gençliğinde bize bu estergon gazasını ve buradaki camie yaptığı san’atlı dolabı anlatırlardı.

Osmanlı’nın Tuna Donanması gemileri
Osmanlıların kullandıkları gemiler kürek ve yelkenli ile yalnızca yelkenli olarak iki cins idi. Kürekle yürüyen gemilere çekdiri denilirdi. Bunların oturak adetleri ile çeşitlenirdi. Çekdiriler ince donanma ve büyük donanma olarak iki kısımdı. Tuna gibi nehirlerde Osmanlılar ince donanmaları ile ordunun ikmalini sağlarlardı. Tuna Donanması’nın başlıca gemileri; Varna beş çifteleri, aktarma, üstüaçık, celiyye, çamlıca, şayka, işkampavye, frikate, kalite(kalyota) idi.
Üstüaçık; bir dümencisi 8 kürekçisi vardı. Nakliyatta kullanılırdı.
Çamlıca: Nakliyatta kullanılan diğer gemi çamlıca idi.
Şayka; altı düz büyük bir kayık olan şaykalar 20 ila 50 muharip alırdı. Üç topla donatılmıştı. Ocaklık olarak Tuna sahillerinde şaykalar vardı.
İşkampavye; haberci gemisi olarak da kullanımıştı.
Frikate: On ila 17 oturaklı idi. Ker küreği ikişer üçer kişi çekerdi. Onsekizinci asır başlarında Tuna nehrinde 5 büyük 28 küçük olmak üzere 33 frikate vardı.
Kalite(kalyota); 19 ile 24 oturaklı bir gemi olup, boyu 33 zira’ idi. Tuna donanması’nda 18. Yüzyıl başında 19 kalite vardı. Bilhassa takip hizmetinde kullanılan kalitelerde harb zamanında 220 kadar cenkçi bulunurdu. Baş tarafında topu bulunurdu.

2012-07-26

http://www.kocaeligazetesi.com.tr