Budapeşte manzaraları: Takma adı “Çukur” olan meydan

 Metrodan yeryüzüne çıktıktan sonra ise istikamet; dönmeyen dolap. Pahalı olduğu için ne turistler ne de Peşteliler itibar ediyor. İşlediğini hiç görmedim. İşte dönme dolap gayesi ile yapılmış dönmeyen dolabın bulunduğu bu yer ve yöresi Erzsebet meydanı, nam-ı diğer; Çukur!

– Senin çorbadan var, ayırayım mı?

-Ayır! Dönüşte alırım.

“Döner de çok güzel. Bir defa dene” ısrarlarına karşı koyuyorum. Taze fasulyeli, bol etli, içinde hamur topakları olan, kremalı bu çorba yeter. Doyurucu, besleyici, leziz, üstelik de beş yüz forint. Daha ne olsun?

Fırat, bir önceki Blaha yazısına bozulmuş gibi. Öğrenci kıza dönerini verirken yarı şaka yarı ciddi: “Bak yine beni yazma kapışırız” demesinden anlıyorum.

– Sen benim kilometre taşımsın. Hani Buda tarafında kaleye çıkarken var ya; sıfır taşı. Macaristan’daki bütün mesafeler oradan ölçülüyor. Onun gibi…

– İyi, taş olalım bakalım! Nereye?

-Çukura!

Dönmeyen Dolap, Tuna Çeşmesi ve Muhsin Ertuğrul

“Fırat’ın oradan iki durak”.  Kırmızı metroyla Astoria’dan sonraki durak. Gidiş bu kadar basit.

Metrodan yeryüzüne çıktıktan sonra ise istikamet; dönmeyen dolap. Pahalı olduğu için ne turistler ne de Peşteliler itibar ediyor. İşlediğini hiç görmedim. İşte dönme dolap gayesi ile yapılmış dönmeyen dolabın bulunduğu bu yer ve yöresi Erzsebet meydanı, nam-ı diğer; Çukur!

İlk ismi “Yeni Meydan”. Bilahare “Pazar Meydanı” adını almış. 1858’ den 1946’ya kadar “Erzsebet Meydanı” denilmiş. Sonrasında meydanda isim bakımından cinsiyet değişikliğine gidilmiş ve “Stalin Meydanı” oluvermiş.

“Taştandı tunçtandı alçıdandı kâattandı iki santimden yedi metreye kadar

taştan tunçtan alçıdan ve kâattan çizmeleri dibindeydik şehrin bütün meydanlarında (…)

Stalin; 5 mart 1953’de hakkın rahmetine kavuştuğunda, Nazım Hikmet’in şiirindeki gibi, Macarlar için de “kalktı göğsünden baskısı”… haliyle meydandan da ismi.

Artık Engels Meydanıydı. Tevellüt meydana çıkacak ama ben o halini biliyorum. Dutluk değildi otogardı. Beheheyyy!

Her neyse konuyu dağıtmayayım 1990’da rejim değişikliğinden sonra tekrar; Erzsebet Meydanı oldu. Günümüzde halen (okunuşuyla yazalım bu defa) Erjebet Meydanı. Meydanın adının peşi sıra yaptığımız kısa tarih yolculuğuna noktayı koyup Macar alfabesi, Türk abecesini de bir yana bırakalım. Bu kentte yaşayanlar için adı kısaca “Çukur!

Tuna çeşmesi bu meydanda. Çeşmenin üzerinde Tuna’yı temsilen Danubius’un heykeli var, onun altındaki üç kadın figürü Macaristan’ın Tuna’dan sonraki üç büyük nehrini ( Tisa-Drava –Sava) simgeliyor. Anıt kısmı bu kadar. Gerisi insanlar, insanlar…

Alkol tüketmek isteyenler ellerinde biralarla havuzun kenarına konuşlanırlar ya da Fröcsterasz ya da Akvarium denilen (açık hava barı olarak tarifleyebileceğim) yerlere. Belki de bol alkol tüketildiğindendir; umumi tuvaletler de burada. Noel zamanı pazar kurulur. Noel gibi sıcak yaz gecelerinde de iğne atsan yere düşmez. Baharın bu ilk günlerinde ise sakin oluyor.

Ziyaretçileri; köpekleri ile oynamak isteyen birkaç kişi ile benim gibi açık havada kitap okumak isteyenler…

Nerede okuyacağımı genellikle elimdeki kitaba göre seçiyorum. Bugünün kazananı: “Çukur”. Çünkü; elimdeki kitap ; “ Ölmeyi Bilen Adam-Muhsin Ertuğrul” (Can yayınları 1.basım 2013 Ayşegül Çelik) . Muhsin Ertuğrul, tiyatrocu, yönetmen, oyuncu, yapımcı. Batılı anlamdaki Türk Tiyatrosu’nu kuran kişi. Konservatuar binası, tiyatro binası için çabalayıp durmuş. Bu uğurda politikacılarla kurulan mecburi temaslar, gerçekleşmeyen vaatler hepsi, hepsi elimdeki kitapta anlatılıyor. Muhsin Ertuğrul’un hayatı Peşte’de ancak “Çukur” da okunabilirdi. Çukur’un kısa hikayesini duyunca sanırım siz de bana hak vereceksiniz:

Çukurun öyküsü

On dokuzuncu yüzyılda Macaristan’da Alman tiyatrosunun hakimiyeti vardı. Peşteliler bu işe bozuluyor ve milli bir tiyatroları olsun istiyorlardı. Milli Tiyatro’yu ilk olarak Astoria’da açtılar sonra tiyatro Blaha- Afife meydanına (Fırat’ın karşı köşesine) taşındı.

Bina altmışlı yıllarda metro projesine kurban gitti. Metro yapılırken güzelim Milli Tiyatro binasını yıktılar! İşte bu durumu Peşte halkı hiçbir zaman hazmedemedi.

Amerika’da yaşayan tiyatro oyuncusu Spaeter Erzsebet her sene- Erzsebet isimlilerin günü olarak kutlanan 19 Kasım’da- memleketine geliyordu. Matyo halk kıyafetlerinden ilham alan, garip kıyafetler içindeki bu medyatik kadın -tabiri caizse- “milli tiyatro binasının olmaması”na takmıştı. “Bize yeni bir milli tiyatro binası lazım” konulu kampanyasında ilk büyük bağışı yapan da kendisiydi. Ne yazık ki emeline nail olamadan öldü.

Spaeter’in manevi mirası Gabbi Hilda’ya intikal etti. Gabbi’ Milli Tiyatro’ya kafayı takan ikinci kişiydi. “Tiyatro için bir tuğla da sen koy” kampanyasıyla epey para toplandı. Ancak tiyatro binası yapılması için Spaeter’in bağışı ve Gabbi’nin kampanyası ile toplanan bu paralar sistem değişikliğiyle toz oldu gitti. Kimse ne olduğunu bilmiyordu. Para yok olmuş, yaklaşık otuz yıl süren çabalar sonuçsuz kalmıştı.

1998 yılına gelindiğinde çok şükür ki; yeni hükümet “Milli Tiyatro Meselesi”ne sahip çıkmıştı.  Projeler çizildi. Uzun yer arayışlarından sonra inşa edileceği yer belirlendi. Erzsebet Meydanı’nda olacaktı. Nihayet ilk kazma vuruldu fakat tartışmaların ardı arkası kesilmiyordu. “Meydan bu bina için uygundu-uygun değildi” tartışmaları sürüp giderken ve dahi meydanın ortasındaki inşaat alanında kocaman bir çukur açılmışken projeden ansızın vazgeçildi.

Böylelikle Milli Tiyatro hayalinden Peştelilere kocaman bir “çukur “kaldı, yadigar!

Şehrin hafızasına kaydedilen bu olay; muzip Macar halkının yaratıcı yanını vurguluyor. Peştelilerin “Çukur”u , politikacıların vaatlerinin de anlatısı. Milli Tiyatro 2002 yılında dokuzuncu bölgede Tuna kıyısına yapıldı. Çoğunluk, “bodur-ionik sütunlu” yeni binaya ısınamadıysa da hikâyenin sonu iyi bitti diyebilirim…

“Çukur” da merdiven basamaklarının sandalye ve masalarla dolu olduğu “Akvarium” isminde bir kafede oturabilirim. Kısa bir tereddütten sonra havuz başını tercih ediyorum. Havuzda yüzen bir ördek bile var.

Tek sıkıntım arkamdaki bulvardan geçen taşıtların sesi. Her şeyin bedeli var, buraya kadaaaar…

Aslında böyle yazmak istememiştim. Kitaba odaklanabilmek, gürültüden kurtulabilmek için kulaklığımı taktım. Müslüm Gürses’in sesi yazıya karıştı. Silmiyorum. Uydu sayılır. O halde son cümle bir kez daha. Müslüm Baba’dan geliyor: “Her şeyin sebebi var, buraya kadar!”.

 Sunahan Develioğlu-Türkinfo

1 COMMENT

Comments are closed.