Budapeşte Batı Garı’ndan notlar

Mıknatısla çekilir gibi gene geldim buraya. İki aydır, belki üç aydan beridir, en az haftada üç kere. On bir ile on ikinci peronlar arasındaki banka oturuyor sonra da etrafıma bakıyorum. Boş gezenin boş kalfası olduğumdan olabilir. Ama niye burası? Yazınca anlarım umudundayım. Bu da yazının amacı olsun…

Katiller cinayet mahalline dönermiş.

“Gelen-Giden Trenler” tabelasının altındaki Noel süsleriyle bezeli çam ağacını, arkasındaki bilet otomatını geçip bankıma oturdum.

Nasıl bir cinayet işledim, kimi öldürdüm de buradayım?

Fotoğraf: Senem Çopur

Batı Garına ilk meftun oluşum…

O zamanlar daha buralar dutluk değildi. Ama garın bulunduğu meydanın adı Marx’dı. Mazimiz o kadar eski. Rejim değişikliğinden sonra pek çok yer gibi buranın adı da değişti. Batı garının bulunduğu meydana artık Batı Meydanı anlamında “Nyugati tér” diyoruz. Burayı ilk olarak 1986 yılının çok soğuk bir kış günü gördüm.

Meydandan ön cephesine baktığımda gar olduğunu anlamamış, Marx’ın evi olduğuna hükmetmiştim. Gerçi büyük düşünür Almandı ama bu çıkarımı nasıl yaptım acaba… Büyük bir insana böyle kuleleri falan olan büyük bir ev yakışır diye düşünmüş olmalıyım. Gençlik işte.

Bol camlı, sade görünümlü bu binaya baktıkça her defasında başka bir ayrıntıyı fark ediyorum. Ana bölümdeki demir konstrüksiyon tavanın  yan cephe duvarlarına eklemlendiği yerdeki demirlerin işçiliği beni benden alıyor: Mavi demir güller…  

Fotoğraf: Senem Çopur

Başımı kaldırıp uzun uzun tavana bakıyorum, en yüksek noktasına. Yirmi beş metre. Uzunluğu: Yüz kırk altı. Oturduğum bankın önünden 11. ve 10. peronlar ve ardındaki yan cepheye kadar yirmi bir. Genişlik kırk iki metre olduğuna ve ben de tam ortada oturduğuma göre… Birden hesap kitap işlerini bırakıp her şeyi unutan şu kafamın lüzumsuz bilgileri şıppadanak nasıl hatırlıyor olduğuna şaşırıyorum. Ardı sıra üşüyor. Ardı sıra sıkılıyor. Ardı sıra garı gezme kararı alıyorum:

Sisi’nin salonu

Yeşil kapılardan birinin önündeyim. Kapının alınlığında VIRIBUS UNITIS yazıyor.  Latince bu söz Avusturya kralı Franz Josef’e ait: “Birleşik Güçle” demek. Malum bir zamanlar Avusturya Macaristan İmparatorluğu vardı. İşte o zamanlar burası da kraliyet ailesinin bekleme salonuydu. Arka tarafta bir de yaz bahçesi var. Kraliçe Sisi nazik ayaklarıyla garın ana giriş bölümüne açılan bu kapıdan çıkıp hemen önündeki trenine biniveriyordu öyle mi? Sisi bu salonu yirmi yıl kullandı. Sonra başka politikacılar… Mesela; Miklós Horthy. Bana göre;  Macar siyasi tarihinin en tuhaf politikacılarından…

Fotoğraf: Senem Çopur

Horty’nin treni: Turan

Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun amirali ve Macaristan naibi ( kralın yerine bakan, ya da “kral vekili” gibi bir şey). Birinci dünya savaşında komutan. Macarlar yeniliyorlar ve 1920’de imzalanan anlaşmayla topraklarının büyük bölümünü kaybediyorlar. Yenilen doymazmış misali, denizsiz kalan ülkenin amirali Horthy de Trianon’la kaybettikleri toprakları geri alma hülyasıyla Macaristan’ı ikinci dünya savaşına sokuyor.

Horthy işlerin yine ters gittiğini, yine kaybedenler kulübünde olduğunu anlayınca “Nasıl sıyırırız?” hesabı yapmaya başlıyor. Sıyıramıyor. Kader işte. Müttefiki Almanlar tarafından tutuklanıyor, falan filan.

Sadece nazik ayakları ile Sisi değil, Horthy de kapının önündeki  raylardan bu özel kraliyet trene binmiş. Ve fakat yaşanılan dönemin milliyetçi damarına uygun olarak kraliyet trenine yeni bir isim vermiş: Turan!

Trenin hikayesi pek garip: Almanlar 1945’de Kraliyet treninden bozma Turan’ı Çekya’ya götürüyorlar. Macarlar savaş sonrasında geri istemişlerse de nafile. Çekler vermiyorlar. Turan’ı geri alabilmek için yapılan tüm teklifleri uzun yıllar reddettikten sonra nihayet 1989’da  MAV12 adlı araba taşıyan bir yük treniyle değişiyorlar.

Kraliyet salonunu Horthy’ den sonra  Matyás Rákosi kullanıyor. 1945- 1956 yılları arasında Stalinist bir politika izleyen, Komünist Parti lideri. Treni: “Hargita”. Onun hakkında pek bir şey bilmiyorum.

Ama en müthişi; Kádár’ın treni “Gümüş Ok”. Birazdan geleceğim oraya…

Gardaki kraliyet bekleme salonu ve dahi politikacıların özel trenleri ile Macaristan siyasi tarihine bakmaya devam…

Rákosi’nin ardından 1956’dan sonraki yıllarda Macaristan yine sosyalist bloka dahil. Demir perde ülkesi. Ama büyük ağabey Sovyetler 1956’daki ayaklanmayı bastırdıktan sonra dik başlı Macarlara pek de fazla karışmamak gerektiğini anlamış sanki. Kádár’ın liderliğinde daha yumuşak bir sosyalizm yaşıyorlar. Hatta 70’li yıllarda “gulaş komünizmi” denilerek vurgulanırdı Macaristan’ın bu kendine özgülüğü…

Kádár kraliyet salonunu kullanan sonuncu politikacı. 1956 yılından 1988 tarihine kadar 32 yıl boyunca Macaristan’a Başkanlık yapmış, Macar Sosyalist İşçi Partisi Genel Sekreteri. János Kádár’ın uçak korkusu varmış. Bu nedenle daima trenle seyahat eder, hükümet toplantılarını çoğunlukla trende yaparmış.

Kádár’ın treni: Gümüş Ok

Hükümet treni de denilen Kádár’ın “Gümüş Ok’u içinde telefon teçhizatı bulunan, radyo anteni olan özel bir tren. Tavanı ve tabanı diğer trenlerden daha kalın ve camları güçlendirilmiş. Mutfak, banyo, salon, uyuma alanlarının yanı sıra  Kádár’ın isteği üzerine satranç oynamak için küçük bir oda bulunuyor. Ses yalıtımlı. Kliması bile sessiz çalışıyor. “Gümüş Ok”un periyodik bakım ve onarımı da ayrı alem… Bu işler büyük sır.

Ayak üstü okuduğum Demiryolu kitabına göre; “Gümüş Ok’un bakım ve onarıma ilişkin belgeler yok edildi. Çünkü, sosyalist ülkelerde üretilen bazı parçalar onarım için uygun değildi ve dolayısıyla kapitalist ülkelerden ithal ediliyordu! Yoldaşların o dönemki gizli sloganı şuydu: “Ne kadara mal olursa olsun, yeter ki kaliteli olsun!”.

Gümüş Ok’un kalkış ve varış saatleri de devlet sırrıydı. Hareket ettiğinde başka  trenlere izin verilmezdi. Demiryolu geçitleri kapatılır, demiryolları işaretlenirdi. Maazallah o gün bir yerlere gidecek olan varsa bütün günü mahvolurdu. Velhasıl Macar milleti çok çekmiş “Gümüş Ok”tan…

Horthy’nin Kraliyet treninden bozma “Turan”ı, Rákosi Matyás’ın motorlu treni, “Hargita”sı ve  Kádár’ın “Gümüş Ok”u… Bütün bu trenler bugün Macar Demiryolu Tarihi Parkı’nda (Vasúttörténeti Park). Şiddetle gidip o trenleri görmek istiyorum.

Benim trenim: Mikulás

Kraliyet bekleme salonunun birkaç kapı ilerisindeki Macar Devlet Demir Yollarının hediyelik eşyaların, kitapların, özel tren turlarının satışının yapıldığı bürodayım. Ayak üstü okuduğum kitabın neredeyse sonuna yaklaştım. Karıştıracakmış gibi alıp baştan sona okumak, ayıp ama bu hep yaptığım bir şey.

Fotoğraf: Sunahan Develioğlu

Satıcı kız “yardımcı olabilir miyim?” diye soruyor. Bu da satıcıların hep yaptığı bir şey.  Teşekkür ediyorum. Ansızın; “Aslında belki yardım edebilirsiniz” diyorum “Mesela Demiryolu tarihi Parkı’nın nerede olduğunu söyleyebilirsiniz”.

Cevap kısa: “Kış tatilinde. Kapalı”.

Masada oturan memurelerden biri yüzümdeki hayal kırıklığını görmüş olmalı. “Kapalı ama belki gidebilirsiniz, bakalım” diyerek ekranda araştırmaya başlıyor. Eşlikçi bilgisayar klavyesinin kavgacı tıkırtılarının ardından bu muamma gibi sözlerin berraklaştığı an geliyor:

-Öğleden sonra saat ikide Mikulás (Aziz Nikolas, Noel Baba yani) treni parka gidiyor. Çok şanslısınız. Bir adet boş yer var!

Günde bir sefer hareket ediyormuş. Sadece üç gün çalışacakmış.

Buharlı nostaljik bir trenle yolculuk yapacağım ve o trende sadece bir adet yer kalmış. Adeta benim için boş kalmış. Çok isteyince, yürekten isteyince oluyor galiba. Hava soğuk, yanaklarımı al basmış. Büronun karşındaki peronların yanından tam olarak 17.peronun oradan açık havaya çıkıyorum.

Eyfel Meydanı

Eyfel meydanındayım. “Avrupa En İyi Meydan Düzenlemesi Ödülü”nü almış bu meydan. Garın yan cephesini dışından seyredebilmek için Eyfel ofis binalarının önündeki daha çok sigara içenlerin kullandığı sıralardan birine oturuyorum:

Dış cephedeki pembe, sarı tuğlaları, olağan üstü güzellikteki mavi demir işleri, pencereleri, kuleleri, ek binaları ile gar binası tabak gibi meydanda.

Garın yan cephesindeki bir saati şimdi fark ettim. Ön cephedeki, herkesin altında buluştuğu saat malum da, bunu görmemiştim. Saatin üzerinde MDCCCLXXVII… 1000+500+ üç tane 100, etti: 1800 ve  bir tane 50 ve iki tane 10 daha etti mi 1870 gerisi kolay 7.

Roma rakamları ile imtihanım bittikten sonra ayılıyorum: Gar 1877 yılında yapıldı!

Üzerinde bulunduğum meydanın isminden de anlaşılacağı gibi “Budapeşte’deki Batı garını Gustave Eiffel yaptı”diye bilinse de bu tam olarak doğru değil. Açılan proje yarışmasını Avusturyalı mimar August De Serres ile beraber kazanıyor. Bir diğer ortak tasarımcı Bernárd Viktor. Demir işlerini tasarlayan, projelendiren mimar ise Eiffel’in bürosunda çalışan Seyring Theofil. İnşaat iki yıl sürüyor. 28 Ekim 1877 günü gar açılışından on yıl sonra Paris’deki ünlü Eyfel kulesini yapmış. Budapeşte garı inşaatı sırasında Eiffel kırklı yaşlarını sürüyor ve gar inşaatının bittiği yıl karısı ölüyor… Üç çocuğu ile dul kalan mimar bir daha hiç evlenmemiş. Bin sekiz yüzlü yılların magazincisi içimdeymiş de fırlamış gibi, adamın dulluğu, çocukları filan, neler yazıyorum böyle…

Trenimin kalkmasına hayli zaman var. Gazeteciden bir defter bir de tükenmez alıyorum. Ana girişten çıkıp, kör balon satıcısı ve köpeğini geçip garın eklentisi olan adı lazım değil yere kahve içmeye gidiyorum…

Fotoğraf: Sunahan Develioğlu

Vaktiyle burası gar lokantasıymış: Restaurant Venüs. Şimdi bir Amerikan fast food zinciri yerleşik. Restorasyon sırasında “Nyugati- Batı mavisi” demirler siyaha boyanmış. Avrupa’nın en güzel fast food dükkanı seçilmiş. Espressom bitiyor. Gazeteciden aldığım defteri açıyor ve tükenmez kalemle yazmaya başlıyorum:

BATI GARINDAN NOTLAR

Ne yazı yazmayı, ne buraya gelmeyi, ne de trene binip yolculuk yapmayı planlamıştım. Baştan başlayacak olursam…

Yazının başına dönebilirsiniz.

Bitti.

(*) Bazen hayatı akışına bırakmak, o akışla gitmek iyi oluyormuş. Demiryolu Tarihi Parkı’nda şahane bir gün geçirdim.

Sunahan Develioğlu – Türkinfo


1 COMMENT

Comments are closed.