TÜRK-MACAR KÜLTÜR YILI: KEŞFEDİLMEYİ BEKLEYEN ÇOK ŞEY VAR

“Kardeş Toprağım” dediği Macaristan’ı 1952-1956 yılları arasında birçok kez ziyaret eden, Macar Radyosunun Türkçe yayınında konuşmalar yapan Nazım Hikmet, “Macaristan’a geldiğimde biraz da memleketimin güzelliğini görür gibi oluyorum, Macar insanı benim insanlarıma benziyor” demişti. Bir şiirinde, “Gün olacak senden bize, bizden sana misafir gidilip gelinecek/Bir bahçeden bir bahçeye geçer gibi” diye yazmıştı. Kadirbilir Macarlar, Nazım’ın Budapeşte’ye geldiğinde kaldığı, bir zamanlar Dışişleri Konukevi olarak kullanılan Andrassy Otelinin önüne 2012 yılında, anısına Türkçe ve Macarca bir plaket koymuşlardı.

Kültürün Türk-Macar ilişkilerinin tarihinde geniş bir yeri var. Macarlarla dil, müzik ve ortak yaşam benzerliklerimizi keşfe çıkmak keyifli bir uğraş. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin Budapeşte bölümüne göz gezdirmek ya da  Macaristan’ın dünyada Türkolojinin beşiği olduğunu anımsamak bile bunu doğrulamaya yeter.

Budapeşte’de dört yıl görev yaptım. Orada olup da bu  kültür bahçesini yakından tanımamak, hele ki kültürün ikili ilişkilerin bir tür anahtarı ve işlenecek daha epeyce yönü olduğunu görmemek mümkün müydü? Macarları yakından tanıdıkça, eğitimli, çok okuyan, en az bir enstrüman çalabilen, bir yabancı dili konuşabilen bu insanlarla ülkemizin ilişkilerinin daha üst düzeylere çıkarılması yönünde bir potansiyel bulunduğu kolayca görülüyordu. Türkiye’yle işbirliği heyecanı duyan Macar Türkologların, diplomatların, tarihçilerin ve çevirmenlerin varlığı, karşılıklı iş üretme olanaklarını artırıyordu. Dostlar edindikçe kazanılan ivme de güçleniyordu.

Evet, kültür ilişkileri, bu verimli alan, sonraki yıllardan birinin “Kültür Yılı” ilan edilmesini hak ediyordu. O zamanlar bunu Ankara’ya önermiş biri olarak 2024’ün iki ülke arasında “Kültür Yılı” adıyla kutlanıyor olmasından kıvanç duymamak mümkün mü?

TARİHİ KÖKLER

Macarların kökenini kimi tarihçiler Türklere, kimileri Finlere bağlıyor. Türkologlar, Macaristan’ın Varşova Paktında bulunduğu 1945-1989 döneminde Türk dünyasıyla bağlarının güçlenmesini arzu etmeyen Sovyet rejiminin, Macarların Fin kökenli olduğu savını işlediğini söylerler. Günümüz tarihçileri, Macarların soyunun Hunlar, Başkurtlar, Avarlar, Kumanlar, Peçenekler ve Hazarlarla bağlantılı olduğunu, Milattan Sonra 650-950 yılları arasında hüküm süren Hazar devletinin egemenliğinde Macarların Türk kavimleri ile yakın temas halinde yaşadığını, akrabalık derecesinde kaynaşmanın o dönemlerde gerçekleştiğini belirtiyor. Macar tarihçi F. Eckhart, Macaristan Tarihi adlı kitabında, Macarların Batıya doğru göç ederken siyasi teşkilat ve ekonomik yaşam itibarıyla Türklerden farklarının olmadığını ifade etmektedir. Bu bağlamda, Macarların ve onlarla yakın akraba Sekellerin XVI. yüzyıla kadar Yenisey Türk alfabesini kullandığını kaydedebiliriz. Gerçekten, bizim de dahil olduğumuz Ural-Altay dil grubunda yer alan Macarca dilinde Orta Asya Türkçesinden gelen yüzlerce sözcük olduğu kabul ediliyor. Kendisi de Macar olan  Onüçüncü Kabile kitabının yazarı Budapeşte doğumlu Arthur Köstler (1905-1983), Macarcada Hazarların kullandığı Türkçeden (Çuvaş lehçesi) 200  sözcük bulunduğunu yazıyor.

Atatürk, 1934 yılında Güven Mektubunu takdim eden Macaristan Büyükelçisi Jungerth Arnothy’ye şunları söylemiş: “Bu iki halk (Türkler ve Macarlar) tarih boyunca bir kere yan yana gelip akrabalıklarının farkına varsaydı, Doğu Avrupa tarihi çok farklı olurdu.”

Atilla isminin bizdeki Mehmet kadar yaygın olduğu kadim akrabamız Macarları yakından tanımak isteyenler için tarih turuna, İstanbul’un  fethinden Macar Topçu Orban’ı, dünyanın en kısa meydan savaşı sayılan 1526 Mohaç Meydan Muharebesini, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1566’da Zigetvar’da vefatını, ilk matbaayı kuran Macar asıllı İbrahim Müteferrika’yı, 1859 Macar bağımsızlık savaşından sonra Osmanlı’ya sığınan ve Kütahya’daki evi müze yapılan özgürlük kahramanı Lajos Kossuth’u, Osmanlı ordusunda paşa olarak savaşan Macarları dahil etmek mümkün.

EVLİYA ÇELEBİ

Türk ve Macar edebiyatında tarihin derinliğinde kalanları, halkın yaşadığı olayları ve ortak deneyimleri anlatan zengin ve keyifli bir alan var. Okumaya Evliya Çelebi’nin Seyahatname’siyle başlayabilirsiniz. Macar edebiyatından Tibor Déry, Arthur Köstler, Attila József, Magda Szabó, Ferenc Molnár, Imre Kertész, Sándor Márai ve daha birçoğuyla devam edebilirsiniz. Bizden, Nazım’a ilaveten şair Enis Behiç Koryürek’in, yaşayan yazarlar Tarık Demirkan ve  Gün Benderli’nin yapıtlarına göz atabilirsiniz. Bu bağlamda Macaristan konusunda Muğla Üniversitesi bünyesinde Prof. Dr. Melek Çolak hocanın başkanlığında değerli çalışmalar yürüten Türk-Macar Akademik ve Bilimsel İşbirliği Uygulama ve Araştırma Merkezini de belirtmek gerekir. Keza, 2019’da kaybettiğimiz, Budapeşte’deki dost çevremizden, ülkemizde de hocalık yapmış değerli tarihçi Prof. Dr. Norman Stone’un son yazdığı kitap (Hungary) Macaristan üzerineydi. Norman Hoca bu kitabın giriş bölümünde, tarihte Macar halkının büyük çoğunluğunun Habsburg Hanedanından  çekindiğini ama Türklere yakınlık duyduğunu yazmıştı.

Evliya Çelebi, 1660 yılında ya da ona çok yakın bir dönemde Budapeşte’yi, o zamanki adıyla “Nazlı Budin”i de gezmiş, şehirde hayli araştırma yapmış. Sonra izlenimlerini o bilinen sevimli üslubuyla yazıya dökmüş. Çelebi’den 350 yıl sonra Budapeşte’de geçirdiğim dört yıl içinde onun yazdıklarını ilgiyle, keyifle okudum. Tuna kıyılarında, Buda Kalesinde, tarihi özelliğini korumasına Macarların özen gösterdiği sokaklarda yürüyüşler yaparken, sayıca pek fazla olmasa da, Osmanlı döneminden geriye kalan burçları, hamamları, çeşmeleri gördükçe, ister istemez insanın gözünde onun yazdıkları canlanıyordu.

Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Budapeşte’nin Türk hamamlarını da ballandıra ballandıra anlatmış. Budapeşte’yi gezenler, Osmanlı döneminden beri hâlâ ayakta duran, onun deyimiyle “Herkesin aşık mâşuk ve safalı dostlarıyla sarmaş dolaş olup tazelik çağlarında gülüşüp oynaşıp eğlenip safalar ettiği”  Yeşil Direkli Ilıca ile Horoz Kapısı Ilıcasının kapılarından içeriye de şöyle bir bakmadan geçmemeli. Evliya bu ılıcaları Seyahatnâme’sinde uzun uzun anlatmıştı. Gezginimiz, o zamanlar “Tabahane”, günümüzde “Taban” diye bilinen, Buda Kalesinin hemen altındaki semtte bulunan ılıcadan da bahsetmiş; bu ılıcanın suyunun kükürtlü olduğunu, gümüşün üzerine bu sudan döküldüğünde saf altın rengi aldığını yazmış. Tabahane veya tâbhane, Osmanlı döneminde “Darüşşifa” olarak bilinen hastanelerin yanında kurulan nekahet yerlerine denirmiş. Bu ılıcanın suyundan “Ağrılı kadınlar içerse, o an kolaylıkla doğum yapıp bir altın parçası, ciğer köşesi doğar, çok denenmiştir” diye de yazmış gezginimiz. Ilıcaya girenleri yine de uyarmadan edememiş: “Ilıcaya girip kıpkırmızı olup dışarı çıkanlar hemen esvabın giyip kendini sıcak tuta. Yoksa 170 belâya uğrar.”

ENİS BEHİÇ KORYÜREK

Konu kültür olunca, Hariciye’den yetişen edebiyatçı Enis Behiç Koryürek’ten (1893-1949) söz etmeden olmaz. Beş hececilerden şairimiz Koryürek, Kurtuluş Savaşı başlar başlamaz vatanım tehlikede diyerek, Budapeşte Şehbenderliğindeki görevini, Fransız eşi Gabi’yi ve henüz bebek oğlu Hasan’ı bırakıp Anadolu’ya Müdafaa-i Milliye saflarına koşmuştu. Yıllarca göremediği oğluna sonradan yazdığı hasret mektupları, Budapeşte’ye Mektuplar adıyla Melek Çolak hoca tarafından kitaplaştırıldı, Macarcaya da çevrildi. Yaşamı filme konu olabilecek anılarla dolu Enis Behiç, aynı zamanda ünlü “Geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler, yıllar / Sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses ve içimde bir nefes olarak kalacaksın” şarkısının da güfte yazarıdır. Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini Macarcaya çeviren oğlu Hasan’ın Koryürek soyadını taşıyan çocukları da Budapeşte’de yaşıyor.

BÉLA BARTÓK

Müzik de Türk-Macar yakınlığında söz edilmeden geçilmemesi gereken bir alan. Aynı zamanda halk müziği alanında araştırmalar yapmış ünlü Macar besteci Béla Bartók (1881-1945), Türk ve Macar ezgilerinin melodik yapıları arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyordu. Ona göre Macar ezgileri zengin, özgün ve renkli Orta Asya ve Kuzey Karadeniz geleneğine dayanıyordu. Macar kültüründe Asya’dan gelen, Hazar Denizinin kuzeyinden, Volga boylarında bir arada yakın yaşamış olmaktan kaynaklanan bir Türk etkisi vardı. Bartók, “Fin-Ugor’dan çok Türklere yakınız. Türklerle yarı-kardeş sayılırız” diyordu. 1936 yılında gerçekleştirdiği Osmaniye seyahatinde Bartók, Yörük ezgileri üzerine yaptığı araştırmada, 93 melodinin kaydını yaptı. Elde ettiği bulgular gerçekten şaşırtıcıydı: Dinlediği melodilerin yaklaşık beşte birinin  Macar müziği ile bağı olduğunu gördü. Özellikle bunlardan dördü tıpatıp Macar melodisiydi. Altısı değişime uğramış (varyant), on birinin yapısı aynıydı.

KÜLTÜRÜN YERİ AYRI

Türk halkı için kültürün önemini en güzel anlatan söz, Atatürk’ün “Cumhuriyetin temeli kültürdür” özdeyişidir. Devletler arasında imzalanan metinlerde, “ilişkilerin geliştirileceği alanlar” bağlamında sıkça görülen kalıplaşmış, uzun sıralamalar vardır: “Siyasi, ekonomik, ticari, endüstriyel, sportif, akademik, kültürel…” diye ard arda yazılan sözcükler içinde, herhalde halktan halka ilişkilerin gelişmesine en çok yararı dokunan, en kalıcı alan kültür olsa gerek.  Uzun sözü kısası, Türk-Macar kültür ilişkileri de iki halkı yakınlaştıran hayli zengin bir alan. Bu kapsamda, Kültür Yılının kutlandığı bu dönemde ülkemizde görev yapan ve katkılarıyla öne çıkan, Türkçeleri mükemmel iki değerli diplomatı, Macaristan’ın Ankara Büyükelçisi Viktor Matis’i ve İstanbul Başkonsolosu Attila Pinter’i de anmak gerekir.

Macaristan’ın 2019’da Türk Devletleri Teşkilatına gözlemci üye olarak katılmış olmasının da kayda değer bir gelişme olduğunu belirtmekte yarar var. Bu sayede Macaristan’ın Türkiye ve Azerbaycan ile zaten yoğun olan işbirliği ilişkilerinin gelecekte tüm Türk dünyasına yayılması, kültür alanına da büyük zenginlikler katabilir.

Bu kültür denizi içinde daha birçok incelik, birçok ilginç ve anlamlı ayrıntı keşfedilmek için sizleri bekliyor.

Şakir Fakılı

Ankara Politikalar Merkezi yazarı