Tarihle yüzleşebilmek kolay değildir. Bu yüzleşme bir aynadır çünkü…
Sizin kendinize tuttuğunuz bu ayna tüm hatalarınızı, kasıtlarınızı, yanlışlıklarınızı ve suçlarınızı bütün çıplaklığıyla ve acımasızca gözler önüne seriverir.
Aradan geçen süre bir zamanlar yapılan insafsızlıkları artık durdurulmuş bir film karesi gibi net göstermektedir çünkü.
Bunca yılın ardından, o zamanların gergin atmosferinde yaptıklarınızı haklı gösteren gerekçeler önemsizleşmiştir.
Ve bunca yılın ardından geriye kalan sadece gözyaşı ve derin acıdır!
Ve elbette tarifsiz utanç!
Tarihle yüzleşebilmek kolay değildir. Bu yüzleşme bir aynadır çünkü…
Sizin kendinize tuttuğunuz bu ayna tüm hatalarınızı, kasıtlarınızı, yanlışlıklarınızı ve suçlarınızı bütün çıplaklığıyla ve acımasızca gözler önüne seriverir.
Aradan geçen süre bir zamanlar yapılan insafsızlıkları artık durdurulmuş bir film karesi gibi net göstermektedir çünkü.
Bunca yılın ardından, o zamanların gergin atmosferinde yaptıklarınızı haklı gösteren gerekçeler önemsizleşmiştir.
Ve bunca yılın ardından geriye kalan sadece gözyaşı ve derin acıdır!
Ve elbette tarifsiz utanç!
İşte geçmişle yüzleşmek bu nedenle insan ruhunu arıtan, toplumsal barış sağlayan kolektif bir ibadet gibidir.
İşlediğiniz günahları kavradığınızda, neden olduğunuz çilelerin gerçek boyutunu anladığınızda, çektirdiğiniz o anlatılması zor acılar elbette ortadan kalkmayacaktır, ama zedelenmiş ruhların iyileşebilmesi için ilk adımı böylece atmış olursunuz.
İşte bu nedenle unutmamak ve unutturmamak, bir daha yaşamamanın en etkili ilacıdır.
II. Dünya Savaşı’nda Macaristan’dan 400 bin Yahudi’nin Almanlar tarafından toplama kamplarında imha edilmesi dehşeti elbette Nazilerin günahıydı.
Ancak kendi ülkesinin Yahudi vatandaşlarını fişleyip, toplayıp, trenlere yükleyip Almanlara teslim Macar devlet memurlarının bu işte ortaklığı neydi?
Peki, komşusu, mahalledeki bakkalı, işyerindeki meslektaşı, üniversitedeki sınıf arkadaşı alıp götürülürken gıkını çıkarmayan, vicdanının olası sesini bastırmak için bakışlarını başka tarafa çeviren sıradan insanların? Onlar tamamen masum mu sayılmalıydı?
İşte Macar toplumu II. Dünya Savaşı sonrası bu yüzleşmeyi araştırmalarıyla, sanat eserleriyle, roman ve filmleriyle hep yaptı.
Budapeşte’deki eski bir sinagogda açılan Soykırım Müzesi; şehrin Peşte yakasında, rıhtım üzerinde kurşuna dizilip Tuna’ya atılan Yahudileri simgeleyen ayakkabı heykelleri…
Yazarına Nobel ödülü getiren ve ölüm kamplarındaki bir çocuğu anlatan “Kadersizlik” romanı bunlara örnektir.
Ve Macar toplumunun tarihle ve geçmişiyle yüzleşmesinde son örnek olan Şaul’un Oğlu da Cannes’daki ödülün ve Golden Globe adaylığının ardından şimdi de Oscar’ın en büyük adaylarından biri olarak anılıyor.
Macar yönetmen László Nemes filmde Auschwitz’de cesetlerin yakıldığı bir fırında çalışan ve hayatta kalmaya uğraşan Şaul’un, bir gün oğlunun cesediyle karşılaşması sonrası yaşadıklarını anlatıyor.
Oğluna dininin gereği olan cenaze törenini yapabilmek için her şeyi göze alan bir tutsağın ölüm kampında yaşanan tüm dehşete rağmen nasıl insan kalabildiğini gösterebildiği için film başarıdan başarıya koşuyor.
Filmin mesajı insan kalabilmek!
Ölüme ve acılara rağmen!
“Savaş tüccarlarının” tüm çabalarını boşa çıkaracak, belki de insanlığı kurtaracak tek ilaç işte galiba tam da bu.
Bir bayrak gibi gururla taşımaktan asla utanmadığımız insanlığımıza sarılmak.
Bıkmadan usanmadan tek silahımızı; insan olmayı, insan kalmayı vurgulamak.
Ve yüzleşmek.
Orjinali: >>>