OSMANLI’NIN BİR MACAR KONUĞU LAJOS KOSSUTH VE BAZI ÇAĞRIŞIMLAR

 

 

 

Kenan Mortan*

Abdullah Soykan**

*EİSTİ/Paris

**Balıkesir Üniversitesi

 

ÖZET

Osmanlı İmparatorluğu’nun önce Balkan toprakları, daha sonra Macaristan’ı fütuhatı sonrası, yerel ekonomiler için gereken para, yerel Osmanlı darphanelerinde basılan sikkeler yoluyla karşılanmıştır. Bu “Balkan Darphaneleri”, Osmanlı İmparatorluğu’nun toplam darphane sistemi içinde %50’lik bir ağırlık oluşturmuştur. İkincisi, Osmanlı’nın Balkan topraklarının tamamında ve Macaristan özelinde   “para rejimi” konusunda izlediği  “ducat/akçe” ikili sisteminden oluşan ultra-liberal tercihin arkasında hangi etkenler saklıdır? Egemenlik parasının dışında  birden çok ulusal  paranın dolanım serbestisine “konvertibilite rejimi” demek mümkün  müdür? Üçüncüsü, Osmanlı-Macaristan ekonomik ilişkilerinin atipik bir şekillenmesi, siyasi ilişkilerinde de çok benzerlik gösterir. “Osmanlı Mutlakiyetinin Karşıtı” ve Macaristan özgürlüğünün simge ismi Lajos Kossuth (1802-1894) Osmanlı topraklarında, Kütahya’da, 18 ay siyasi mülteci olarak kalır. Bu olay bir siyasi rehin alma mıdır? Yoksa bir Osmanlı hoşgörüsü mü? Kossuth bu konukluğu sırasında Osmanlı grameri üstünde çalışır ve bu manuskript Kütahya’daki “Macar Evi” nde teşhir edilmektedir. Türkçe’den, Macarca’ya geçmiş 1500 civarındaki sözcük etimolojik ve anlam olarak nasıl ayrıştırılır?

Lajos Kossuth kimdir?

L.Kossuth (1802-1894) meslekten avukattır. Macaristan’da özgürlük ateşini yaktığı için “Özgürlük Savaşçısı ve Macaristan Demokrasisinin Babası” olarak tanınıyor. Avusturya’ya ülkenin başkaldırısı başarılı olunca “Vasi Cumhurbaşkanı” seçiliyor. Devrim hareketi bastırılınca, Osmanlı’dan iltica hakkı talep ediyor, İmparatorluk Yönetimi onu kabul ediyor. İlginçtir, Macaristan’da 1848’deki demokratik başkaldırı aslında tüm Avrupa’nın mutlakiyetçi rejimlerine ve bu arada kaçınılmaz olarak Osmanlı yönetim sistemine de karşıydı. Sonuçta, Avrupa’nın Avrupa’daki 10 ulustan 8’i bu hareketten etkilenmiş ya Kral tahtan inmiş (Prusya) ya Cumhuriyet yönetimi kurulmuş (Fransa) ya da bir hükümet değişikliği (Avusturya) yaşanmıştır. Sarsıntı etkisinin derinliğini anlatmak açısından Komünist Manifesto’nun bu ortamda Şubat 1848’de yayınlandığını kaydedelim.[1] Kossuth bir “Macar Özgürlükçüsü”dür ama yazdığı anayasa tüm Habsburg İmparatorluğu’nda geçerli olacak ifadeler içermektedir.

Kossuth’ın 1848 Devrimleri’nin bu ortamında yaşadığı bu mültecilik statüsünü bir Osmanlı-Avusturya, Osmanlı-Rusya rekabetinin sonucu olarak kabul etmemiz gerekiyor. Kossuth’da “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” demiş olmalı ki, Osmanlı’ya iltica talebinde bulunuyor. “Kabul” alınca, İstanbul’a geliyor, kısa bir süre sonra Kütahya’da ikamet etmeye zorunlu kılınıyor.

Kossuth, Osmanlı topraklarındaki tek Macar özgürlükçüsü değil. Ondan önce Macar Prensi İmre Thököly Osmanlı topraklarına sığınacak ve Kocaeli’nde 1700-1705 arasında yaşayacaktır. Yine bir başka Macar özgürlükçüsü Rakoczi Tekirdağ’da 1720-1735 arasında sürgün olarak kalacak, burada ölecektir.

Kossuth, Kütahya Börekçiler Mahallesi’nde daha sonra “Macar Evi” olarak anılacak ve halen resmi bir müze olan 2 katlı, sokağa yüzünü göstermeyen 7 odalı Bedrettin Efendi Evi’nde ailesi ve yakın ekibiyle konuk olarak 18 ay geçirecektir.1851’de ABD Kongresi onu “ABD’ye kabul etme kararı” alacaktır. Kossuth ve beraberindeki 50 kişiden oluşan yakın ekibiyle 1851’de İzmir’e kendisini almaya gelen bir ABD zırhlısı ile Anadolu topraklarından ayrılacaktır.

Kossuth 1860’da yayınlanan  “Memory of My Exile” adını taşıyan anılarında Osmanlı topraklarındaki sürgününü şükranla anar: “Hayatımı ve hürriyetimi beni ve arkadaşlarımı muhafaza eden Türklere borçluyum” ifadesini kullanır.[2] Macaristan Bağımsızlık Bildirgesini ve Macar Anayasası’nı yazarak modern Macaristan’ın kurucusu olarak kabul edilen Kossuth’un bu  içten ifadesi önemlidir. Zira Budapeşte Macar Ulusal Müzesi’nde sadece “Osmanlı’nın Macar Toprakları İşgali”  ve  Kossuth’un  “Osmanlılarca Esir Alınan Özgürlük Savaşçısı”  olduğu  yazılıdır. Uzun yıllar Bilkent Üniversite’sinde eğitmenlik yapan ve halen bu ülkede resmi görevlendirmeyle Macaristan tarihini yazan Prof. Norman  Stone’un  bize şu sözleri  bu noktada  tam bir yerindelik  taşıyor: Macar tarihini yazmak çok ama çok zordur!.

Kossuth’un özgürlükçü olmak dışında fevkalade önemli bir şahsiyet olduğunda kuşku yok: Sadece ülkesinin Anayasası’nı yazmakla kalmamış, azınlık haklarının savunucusu bir ilk olarak bu olayın yasal çerçevesini hazırlamıştır. Çok katmanlı/çok uluslu bir Macaristan için bu çok önemli bir çıkıştır. Kossuth azınlıkların dillerini öğrenme ve kullanma hakkını savunmaktadır. Tuna (Nehri) Federasyonu’nu ilk kez öneren O’dur. Ülkeleri kavrayan bir federasyon günümüzde kurulmamış olsa bile nehirlerin taraf ülkelerce ortak yönetimi dünyada bir tek Tuna nehri üstünde geçerlidir. Tuna Konvansiyonu uygulaması günümüzde etkin ve sorunsuz olarak yürütülmektedir.

Macaristan’ın demokrasi önderi L. Kossuth için 1930, 1946 ve 1984’de 3 kez para  basılmış olup, acıdır ki,  halen emisyonda olan bir  kağıt parası yoktur. Elimizdeki örnek,  savaş ortamının hiper enflasyon parası 1 Milyon Forint değerindedir. Buna karşılık bir diğer özgürlük önderi olan F. Rakoczi için 2018’de 500  Forint’lik  bir  kağıt  para  basılmıştır.

 

Macar evinde Türkçe dilbilgisi

Kossuth’un Kütahya’daki ikametgahı sonrasında belgelenen el yazmalarından onun Türkçe dilbilgisi üstünde çalıştığını anlıyoruz. Nedeni hakkında bir hükme varmak zor. Ancak bir kestirim yapabiliriz: Onun sürgün yıllarında Türkçe, Macarca ve Fince aynı dil grubunda kabul ediliyordu. Büyük bir olasılıkla Kossuth, bu uzantıda Türkçe ve Macarca’nın ortak paydaları ve farklılıkları üstünde çalışmış olmalı.  Denildiği gibi bir Türkçe dilbilgisi kitabı yazmış değil, çünkü böyle bir eser,çünkü Müze’deki belgeler arasında bu yok. Macarca ve Türkçe’nin kesişmesi ve ayrışması konusunu filolog Dr. Günay Karaağaç’ın “Dil, Tarih ve İnsan” çalışmasından öğreniyoruz.[3] Dr. Karaağaç, Fince, Macarca gibi Ural dilleri ile Türkçe, Moğolca, Mançurca, Tanguzca, Korece ve Japonca’nın temsil edildiği Altay dillerinin aynı kökten çıkmış gibi bir “sanı”nın var olduğunu kaydeder. Oysa bunların “ayrı”  dil grupları olduğuna dair bulgu ve saptamalar artık öne çıkmaktadır. Bu araştırmalar süredursun, kesin olan şu: 50 milyonluk bir insan grubundan oluşan Ural Dil Ailesiyle, 700 milyon insandan oluşan Altay Dil Ailesi arasında yoğun bir  “sözcük ödünçlemesi” yaşanmış ve yaşanıyor. İki dil grubunun coğrafi alandaki yakınlığı dikkate alınırsa bunda hayret edilecek bir yan yok. Dolayısıyla Macar’daki Türkçe sözcükler, Osmanlı’nın bu coğrafyayı ele geçirmesinden çok öncesine dayanmaktadır. Bu sözcüklerin sayısını Dr. Karaağaç 1500 olarak vermektedir. Araştırmacımız devamla “Macarca üzerindeki Türkçe tesiri o kadar kuvvetlidir ki bugün Macarlar’ın yaşattığı bizim unuttuğumuz Türkçe kelimelerden bile söz açmak mümkündür” demektedir.  Osmanlı döneminde Macarca’ya giren 1312 kelimenin yanında, 402 şahıs adı ve 224 yer adı bulunmaktadır. Ancak her 2 dönem aradında önemli bir fark var: Osmanlı döneminde kullanılmaya başlanan sözcükler daha çok “kültür” sözcüğü iken,15.yy.’dan önceki

dönemde Macarca’ya  geçmiş olanlarını “kavram” sözcükleri oluşturmaktadır. İşin kayda değer yanı Macarca’dan Türkçe’ye geçiş yapmış sözcük sayısının azlığıdır. Bunun yorumunu yapacak yetiden yoksunuz, ancak bu konunun altını çizmekle yetiniyoruz. Üstelik Osmanlı’nın nüfuz sahasına hiç girmemiş Rusça’da  bile 580 beslenme ve giyinme  kültürü ile ilgili  kelimenin varlığı, bu  Türkçe’den komşu ülke dillerine  tek yönlü kelime/deyim etkileşimi üstünde bizi düşünmeye davet etmektedir.

 

Osmanlı ve Macaristan para rejimleri

     H.Mert Kaya’nın İstanbulun 100 Sikkesi ‘’ başlıklı çalışması, MÖ 660-1923 yılları arasında İstanbul’da basılan 100 sikkenin 64’ünün Osmanlı döneminden olduğunu belgeliyor.[1] Osmanlı İmparatorluğu’nun 16.yy’da sayısı 35 olan toplam darphanesinin 14’ü Balkanlar ve Ege’dedir. Sultan II. Mehmet’den sonra, 224 yıl boyunca, 9 Osmanlı sultanı resmi para birimi olan akçeyi Balkan darphanelerinde kestirmiştir. Bununla kalmamış, II. Mehmet ve II. Beyazıt döneminde büyük bir olasılıkla bir  “egemenlik simgesi” olarak, sadece Balkan coğrafyasında dolanımı olan bir “Onluk Akçe” basılmıştır.

Macaristan ise Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında bulunduğu 1526-1683 döneminde Almanca’nın geçerli olduğu bölgenin parası olan gümüşten olma 12 ayrı “taler” basmıştır (Bu para birimi 1901’e dek  “thaler” adını taşıyordu. Biz son kullanımını yeğliyoruz. ABD 1792’de “dolar” adlı para birimine karar verirken, adını bu taler’den aldı. Romanya’nın günümüzdeki parası Leu ve Bulgaristan’ın Lev‘i de bu etimolojik kökden gelir. Taler, Habsburg Hanedanlığı’nın resmi para birimidir ve Macaristan Osmanlı egemenliği altında bu para rejimi içinde kal(abil)mıştır. Macaristan’ın “taler” i geçerli bir egemenlik parası olarak kullanımı Osmanlı egemenliğinden 34 yıl öncesine 1499’a dayanmaktadır. Bir başka anlatımla, Macaristan’ın hakim para birimi hep talerdi. Akçe, Macaristan coğrafyasında  ‘’ikame para‘’ olma unvanı bile elde etmemiştir veya daha büyük bir olasılıkla Osmanlı yönetimi böyle bir girişimde bulunmamıştır.

Macaristan’ın Osmanlı döneminde tedavüldeki ikinci para birimi “Macaristan Ducat” sıdır. Bu para birimi adını 1140-1797 arasında geçerli olan Venedik Ducat’ından alır. 3.5 gr. ağırlında olup, % 98 oranında saf altın içerir. Macaristan’ın bu para birimini, 1. Ferdinand’ın tahta çıktığı 1526 yılında basmış ve dolanıma vermiştir. 1526 yılına özellikle dikkat çekmek istiyoruz: Aynı yıl, Avrupa devletlerinin ve Latin dillerinin “Muhteşem” sözleriyle tanımladığı Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç Seferi’ni çıktığı yıldır. Savaşı Osmanlı’nın “koşulsuz” olarak kazanmış ve anlaşmayla Macaristan toprakları 1533’de kesin olarak Osmanlı İmparatorluğu’na ilhak edilmiş olması bu para birimimin konumunu hiç değiştirmemiştir. Macaristan,1915’e dek  “ducat”ı  dış ticaretinde kullanma amacıyla (trade coin) bu para birimini  düzenli olarak basmaya devam etmiştir. Avusturya’nın 1915’de Macaristan’ı kendine bağlayana dek “ducat” basma eylemi sürmüştür.

Bu noktada bir kestirim yapabiliriz: Osmanlı’nın 150 yılı aşkın egemenlik döneminde Osmanlı İmparatorluğu ile bağlı bölgesi Macaristan’ın ayrı 2 para rejimi vardı. Osmanlı’nın Macaristan‘ı fütuhatı bu ülkenin para rejimini değiştirmemiş, adeta dışında bırakmıştır.

 

Para rejimiyle Osmanlı ekonomisi

Ducat – Akçe ikilemi konusunda daha ötesini söylemek için Osmanlı para rejimi konusunda yaşayan tek uzman durumunda olan Şevket Pamuk’un ana yapıtı (opus magnum) durumunda olan “Osmanlı İmparatorluğu’nda Paranın Tarihi”  eserine başvurmak durumundayız.[2]

Dr. Pamuk’un verileri, bizi 4 temel alanda aydınlatıyor:

1-Venedik altın Duca’sı – Türkçe’de ısrarla düka deniyor, nedeni bilinmez –  Osmanlı’nın altın sikkesi “Sultani” ya da “Sultaniye” sinden daha değerli değilse de, ona baskın çıkmaktadır. Zira “Duca”nın gramaj ve değer eşitliği hiç bir zaman ve hiç bir konjonktür altında bozulmamıştır. Bu nedenle Avrupa’nın geçerli ticari sikkesidir ve konvertibldir. Değeri, içindeki maden değerine hep eşittir. “Sultani” ise  II. Mehmet döneminden  başlayarak, sikke değeri ve maden içeriği eşitsizliğine  göre kurgulanmıştır. Kur rejimi “spot” (ansal)  olarak belirlenmiştir. Açıklık getirmek adına, Osmanlı’nın büyüme(ci) dönemi olan 16.yy’a dek  sultani/duka  kuru 1‘e eşittir. Zira, sonradan altın içeriği azaltılınca, nominal ve reel değeri arasında bir farklılık oluştu. Sultani’nin kur değeri ise her kaybedilen savaş sonrası kırklanan (madeni azaltılan)  “akçe”ye göre hesaplanmıştır.

2-Osmanlı yönetimi, büyük bir olasılıkla, sadece dış ticaret amaçlı kullanılmak üzere, 1453’den bu sonra “Türk Altın Duka” sını İstanbul, Serez ve Edirne darphanelerinde “Türk” Altın Duca’sı basmıştır. Statüsü, 1456 tarihli Fatih Kanunnamesi’ne göre belirlenmiştir.

3-Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenlik alanı içinde değerce en fazla dolanımda olan paralar, “Duca”, “Eşrefiye” (Mısır Altını)  ve “Engürisiye” (Macar Altını)’dır.

4-Fidye, idari ödemeler ve vergi değerinin belirlenmesinde “duca” esastır. Devlet ödemesini ilke olarak  “akçe” ile yapmayı yeğlerdi. Askeri seferler sırasında, büyük bir olasılıkla isyanların önlenmesi için,  ödemede “duca” kullanılırdı. (Osmanlı tarihi üstünde çalışmalarıyla tanıdığımız tarihçi Dr. C. Finkel,  16.yy’da askeri seferler sırasında maaş ödemesinin % 67’sinin duca, %10’nun  Avrupa  kuruşuyla yapıldığını kaydetmektedir.[3]

Bu aydınlanmanın ışığında, dedüktif yöntemle 4 kaba sonuca ulaşıyoruz:

1-Osmanlı yönetimi, İstanbul ve çevresi dışında kalan tüm egemenlik alanında  “hakim para” neyse, onun varlığını koşulsuz olarak kabul etmişti. Bu kararın uzantısında faydacı (pragmatik) bir anlayışla fetih alanlarında o coğrafyada geçerli olan paranın dolanımı onaylanıyordu. Bu faydacılık o denli ileriye varmıştı ki, dış ticaret yaparken, bir ödeme aracı olarak “Türk Tipi Duca” basılıyordu.

2-İktisat tarihçisi Mehmet Genç’in “Devlet ve Ekonomi”de yetkince vurguladığı ve bizim artık bir ata deyişi gibi kullandığımız  “Osmanlı İmparatorluğu provizyonist bir ekonomidir”  tespiti, bu konuda da geçerlidir.[4] Provizyonizm, sözün kökü olan “provizyon”un anlamı olan “karşılık olması”dan çok “iaşecilik” dir. İaşecilik, mal ve ürünlerin, kaynağı nereden olursa olsun, tüketiciye en ucuz yoldan sağlanmasını öngörür. Bu iaşeciliğin diğer ayağı, söz konusu bir mal veya ürünün fiyatının artması halinde fiyatına “narh (üst sınır/tayınlama)sistemi” nin uygulanmasıdır. İaşecilikte, Osmanlı İmparatorluğu’nun “kulları” için yaşamsal önemdeki temel ürün ve malların arzının sağlandığı ya da karşılandığı durumda, ekonomik sistemde “genel denge” sağlanmış olmaktadır. Bu sistemde tek bir egemenlik para biriminin varlığı, izafi bir konudur. Zira Osmanlı bir “ticari devlet” değildir, dış ticaret fazlası yoluyla “çıktı”yı (fazla) arttırma çabası yoktur. Bu çıktı, savaş ve seferlerden sağlanmaktadır. İaşecilik Rejimi’nde önceleri kendini tek sorumlu olarak gören devlet, Tanzimat’ın ilanıyla, kulluk’tan, “vatandaş”lığa değilse de, “teba” lığa yükselmiş olan tüketicisine, bu sorumluluğunu “resmen” devretmiştir.

3-Bu uygulamanın adına “kısmi konvertibl rejimi” dememizde kanımızca yanlışlık yoktur. “Konvertibilite” modern çağ ekonomisinde, 1944’deki Bretton Woods Anlaşması sonrası bu deyim geçerlilik kazanmış olsa da, bu olayın tanımlanmasında “kısmi konvertibilite” deyiminin yerinde bir kullanım olacağını düşünüyoruz. Paranın içindeki madenin değeri, yazılı (nominal) değeri sağladığı sürece, İmparatorluk coğrafyasında her bir para biriminin “eşit söz hakkı”  bulunmaktadır. Akçe sadece eşitler içinde ilktir (primus inter pares). Bu Balkan bölgesinde böyle olduğu kadar, Mısır’da “Mısır Eşrefşiye”si ve Mağrip coğrafyasında Dinar/Dirhem ile benzeri uygulamayla karşımıza çıkmaktadır.

4-Osmanlı’nın altın sikkesi daha çok sultanın egemenlik izdüşümüdür, semboliktir. Bir “değişim aracı” değildir. Esasen gramajında seyreltim (tağşiş hali) Fatih Mehmet sonrası bir resmi uygulama aracı olmuştur. Böylesi bir para politikasının varlığında, resmi para biriminin uluslararası alanda bir “değişim parası” olmasını beklemek/ummak yanlış olacaktır.

5-Balkanlardaki Osmanlı yönetiminin işletme sisteminde olan darphanelerde  “akçe” basımı (kesilmesi), Balkan coğrafyasının insanı (kulları) için değil, merkezi devletin kullanımı içindir. Akçe, basımı sonrası İstanbul‘a nakledilmektedir. O kadar ki, Osmanlı yönetim sistemi, vergi ve fidye vb.’lerin tahsilatını, akçe dışında kalan paralar üstünden yapılmasını kabul etmekte ve yapmaktadır.

 

Balkanlar mı ? Rumeli mi ?

     Tarihçi M. Mazower “Balkanlar” adını taşıyan eserinde  bu coğrafya için “Şiddet Yüklü Bir Coğrafya”  nitelemesini  yapar.[5] Oysa, Balkan toplumlarında etnik ayırımlar hayatın olağan bir parçası olarak hep göz ardı edilmiştir. “Çift isimlilik” yaygındır. M. Greene “A Shared World:Christians  and  Muslims in the Early  Modern Mediterranean” eserinde vurguladığı üzere, Balkanlarda uygarlıkların buluştuğu hep bir “Orta Dünya” vardır.[6] “Balkan” ve “Balkanlar” deyimleri,18.yy’ın sonunda ve özellikle 19.yy.’da ortaya çıkmıştır. Dedektif romanlarının unutulmaz ismi A. Christie’nin 1925’de yayınlanan “Köşkteki Esrar” romanında, romanın kahramanı, “kötü adam” Boris’in yurdu bu yakıştırmaya uygun olarak “Bir Balkan Ülkesi”dir.[7] “Balkanlar’’deyimiyle, “uydurulmuş/yakıştırılmış bir sözcük” ile karşı karşıya bulunduğumuzu söyleyebiliriz. Bu yakıştırma temelinde jeo-stratejik temellidir. I. DH ve onu izleyen ortam içinde kargaşa çağrıştıran anlamlar yüklemektedir. Bu olumsuz çağrışım hali halen tüm bölge ekonomisi analizlerinde tekrar tekrar karşımıza çıkmaktadır.

İkinci yakıştırma ise “Evladı-Fatihan” (Fatihlerin Soyu) deyimidir. Bu coğrafyayı nitelemede Türkçe yazında – sıkça olmasa da –  karşımıza çıkmaktadır. Deyim, Balkanlar’ın fethine katılan beylerin, fatihlerin soyundan gelenlere verilmiştir. Savaşan “Yörükler”  ve “Tatarlar” için bu deyimin kullanımı çok hakça bir kullanım idi. Oysa günümüz kullanımında tüm “Balkan Türkleri” için bu tamlamanın kullanımı yeğleniyor.

Bu zihni karışıklıkları gidermek için tarihçi Dr. Cemal Kafadar  “Kendine Ait Bir Roma” adlı anlamlı çalışmasında, Balkanlar yerine “Diyar-ı Rum” (Rumeli) sözünün ikame edilmesini öneriyor.[8] Bu yeniden deyimlendirme önerisi, Dr. Kafadar ile başlamış değil. İbn Battuta‘nın 1325-1354 arasında gözlemde bulunduğu 75.000  mil yolculuğun belgesi  olan “The Travels of İbn Battuta :In the Near East  Asia and Africa, 1325-1354” adıyla 14. yy’da  yayınlanan eserinde  “Urum İlleri Coğrafyası’ndaki Türk Toprakları”ndan söz eder. Yine Mevlâna, Batı yazınında “Rumi” olarak anılır.

Dr. Kafadar, Rumeli/Rum kavramının “derinlikli arkeolojisinden yararlanmamızı” önermektedir, bu sava katılmamak mümkün değildir.

Bu yeni adlandırmayı bir öneri olarak tarihçi dünyasının değerlendirmesine açmak istiyoruz. Eklemekte yarar var: Bu türden yeni bir söz, bu fiziki alana yüklenmek istenen “şiddet coğrafyası” nitelemesini ortadan kaldıracağı gibi, bilimi ve insanlığı bu algı yanlışlığından uzaklaştırmaya da yarayacaktır.

 

Sonuç yerine bir dilek

     Tarihçi Dr. Suraıya Faroqhi eserlerinin hemen tümünde  “Osmanlı tarihçileri kendi paradigmalarını üretecek ve başka alanlarda  ‘ithal’ edilen paradigmalara  bağımlılığa son vermeye” davet etmektedir. Onun isimlendirmesiyle “çaprazlama dölleme yöntemi” nereye gidersek gidelim, tarih araştırmalarda verimliliğin bir kaynağıdır.

“Rumeli tarih yazınında; “varsayım”, “genelleme” ya da “özgün kayıt okuma”, hangi yöntem olursa olsun, bu coğrafyanın anlamlı tarihçisi Dr. E. Causevic’in çağrısına uyarak  “belgenin kutsallığı” için “nefret kışkırtıcılığı yapmaktan kaçınmamız gerekir.

İki noktada oydaşma diliyoruz: Balkan tarihçiliğinde bizi konuları kategorize etmeye götüren  “normatif tarihçilikten” kaçınmak zorundayız. İkincisi “Bizler” ve “Onlar” diyen, bir “resmi tarih okuması” yapmamalıyız. Araştırma ve anlama çabamız, bu coğrafyanın insanlarının huzur ve barış içinde yaşamasına katkıda bulunmalıdır.

Ülkemizde sayısı 6 olan Türk- Macar Dostluk Dernekleri ve Budapeşte’de kurulu Türk-Macar Kültür Enformasyon ve Sanat Vakfı ve Vakfın  yayın organı Türkinfo web sitesi, bu dostluk misyonunun insanlığa neler kazandırdığının küçük ama anlamlı kanıtlarıdır.

 

Kaynaklar

Friedrich Engels – Karl Marx, Kominüst Manifesto, Can Yayınları, (Çeviri Celal Üster-Nur Deriş), İstanbul 2016.

Kossuth, Lajos, Memories Of My Exile, D. Appleton and Company, (Çeviri Ferencz Jausz), New York 1880.

Stone, Norman, İmparatorluk Oyunları Avrupa ve Ortadoğu’yu Şekillendiren Yıllar, Ketebe Yayınları, İstanbul 2018.

Karaağaç, Günay, “Dil Tarih ve İnsan”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 13/1, 2003, s. 441-450.

Kaya, Hasan Mert, İstanbul’un 100 Sikkesi, Kültür A.Ş Yayınları, İstanbul 2011.

Pamuk, Şevket, Osmanlı İmparatorluğunda Paranın Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2000.

Finkel, Caroline F, Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı / Osmanlı İmparatorluğu’nun Öyküsü 1300 – 1923, Timaş Yayınları, İstanbul 2017.

Genç, Mehmet, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2000.

Mazower, Mark, The Balkans: A Short History, Modern Library, New York 2000.

Greene, Molly, A Shared World Christians and Muslims in the Early Modern Mediterranean, Prınceton Unıversıty Press, New Jersey 2002.

Christie, Agatha, Köşkteki Esrar, Altın Kitaplar, (Çeviri Gönül Suveren), İstanbul 2018.

Kafadar, Cemal, Kendine Ait Bir Roma, Metis Yayınları, İstanbul 2017.

 

[1] Hasan Mert Kaya, İstanbul’un 100 Sikkesi, Kültür A.Ş Yayınları, İstanbul 2011

[2] Şevket Pamuk, Osmanlı İmparatorluğunda Paranın Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2000

[3] Caroline F Finkel, Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı / Osmanlı İmparatorluğu’nun Öyküsü 1300 – 1923, Timaş Yayınları, İstanbul 2017

[4] Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2000

 

[5] Mark Mazower, The Balkans: A Short History, Modern Library, New York 2000

[6] Molly Greene, A Shared World Christians and Muslims in the Early Modern Mediterranean, Prınceton Unıversıty Press, New Jersey 2002

[7] Agatha Christie, Köşkteki Esrar, Altın Kitaplar, (Çeviri Gönül Suveren), İstanbul 2018

 

[8] Cemal Kafadar, Kendine Ait Bir Roma, Metis Yayınları, İstanbul 2017

[1]  Friedrich Engels – Karl Marx, Kominüst Manifesto, Can Yayınları,   (Çeviri Celal Üster-Nur Deriş), İstanbul 2016

[2] Lajos Kossuth, Memories Of My Exile, D. Appleton and Company, (Çeviri Ferencz Jausz), New York 1880,

[3] Günay Karaağaç, “Dil Tarih ve İnsan”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 13/1, 2003