Macaristan – Budapeste & Sziget

budapesteGezmiş olduğum şehirleri burada kaleme alırken, şehirlerin bir çoğundan övgüyle bahsettim. Her ne kadar durum böyle olsa da, satır aralarında aslında pek de Avrupa hayranı olmadığımı anlamışsınızdır. Fakat, Avrupa’ya bir türlü kanı ısınamayan ben, ilk defa bir Avrupa kentine aşık oldum. Tatile çıkarken kafamda canlandırdığım o dökük, pis Macaristan imajı şöyle dursun, hemen şu an yerleş deseler, hiç düşünmeden bavulumu toplayıp havaalanının yolunu tutacağım nadir yerlerden biri artık Macaristan. Yemyeşil doğası, geniş caddeleri sokakları ve dünya tatlısı yerlileri ile, Budapeşte, ölmeden önce kesin görülmesi gereken şehirlerden. İşin kötü yanı, kendimi böylesine ait hissettiğim bir şehirde, doya doya gezmek için, çok kısıtlı vaktim vardı. Zira, orada bulunmamın asıl sebebi, konseri iptal olduğunda buhranlardan buhran beğendiğim Muse’un, Sziget Festvali’nde gerçekleştireceği canlı performansı seyretmekti. Festivalin tam gün sürmesi ve yalnızca küçük bir haftasonu ziyareti gerçekleştirebilecek olmamdan ötürü önümde iki seçenek vardı: ya makul insanların yapacağı gibi, unnamed-2.jpgsakince turistik noktaları gezecek, bel çantalı Japonlar misali adım başı fotoğraf çekecek, ertesi gün de, önceki akşam erkenden odama çekilmiş olmanın verdiği enerji ile festivalin yolunu tutacaktım ya da karaborsa uçak bileti almışçasına benliğimi saran “her köşesini görmeliyim” hissiyatı ile, hiç uyumadan şehirdeki 30 küsur saatimi oradan oraya koşturarak değerlendirecektim. Seçimimi tahmin etmişsinizdir..

1.GÜN

Budapeste’ye indiğimde ilk iş bavulumdan kurtulup, kendimizi sokağa attık. Şehri gezmenin en hızlı yolunun, turist olduğumuzu anlayıp bize köşeden bisiklet-taksisinin ziliyle kling kling yapan adam ile pazarlık edip, o önde biz arkada şehirde panoromik bir tur yapmak olduğuna karar verdik. Ve böylece, ilk durağımız Parlamento Binası’na doğru yola koyulduk.

Sizler benim gibi zatürre olmak konusunda ısrarcı değilseniz ve en azından elinizde bir harita varsa, bisiklet-taksiye binmeyip, Budapeşte’nin yaygın metro ağını kullanabilir, 2. hat ile parlamento binasına kolayca ulaşabilirsiniz.

PARLAMENTO BİNASI. Bina, Buda ve Peşte olarak ikiye ayrılan Budapeşte’nin, Peşte tarafında bulunuyor. Tuna nehrine bakan 691 odalı bina, İngiltere ve Almanya Parlamentolarından sonra en büyük olanıymış. Çevresi boyunca da, gelmiş geçmiş toplam 88 Macar kralının heykelleri dizilmiş. Bina’ya, 27 farklı kapıdan girilebiliyor. Önünde de çok keyifli bir alan var. Budapeşte’de devlet binalarının önünde insanları uzak tutmak amacıyla toma vb. türlü zırhlı araçların bekletilmesi şöyle dursun, halk, parlamento binasının önündeki bu alanda oturup vakit geçirmeye teşvik ediliyor. Halkından korkmayan devlet erkanının hali de bir başka oluyor…

AZIZ STEPHAN BASILIKASI. Opera Binasının önünden geçip, Basilika’ya ulaştık. Güzel, görkemli ve devasa bir yapıt. Önünde güzel bir meydan ve geç saatlere kadar merdivenlerinde birasını, şarabını içen yerliler var. Buraya geç saatte vardığımdan, içeriyi görme fırsatım olmadı. Fakat, Budapeşte’nin mutlaka görülmesi gereken yerlerinden olduğunu duymuştum.

MATTHIAS KILISESI. Bir zamanlar camii olan bu kilisenin özelliği, kilise mensuplarının taç devri törenlerinin burada gerçekleştiriliyor olması. İçeride, tören esnasında tarafların giydikleri kıyafetlerin replikaları da bulunuyor.

Liberty Bridge
Liberty Bridge

LIBERTY BRIDGE. Burayı akşama bırakın ve biralarınızı almadan gitmeyin. Ama çok gecikmeyin çünkü oturacak yer kalmıyor. Liberty Bridge, yaya trafiğine açık, insanların demirlerinin üzerine oturup güneş batımını izleyebildikleri çok ama çok keyifli bir köprü. Manzarası da mükemmel. Köprünün en güzel yanı, hatta belki de şehrin en güzel yanı, kaybolsanız bile bulunduğunuz yerde bir yaya yolu olması. Yani bilinçsizce yürürken, hayatınızın geri kalanını burada nasıl ve nerede idame ettirmeniz gerektiğini düşünmeye başladığınız anda, bir şekilde, medeniyete ulaşmış oluyorsunuz.

Gün sonunda, bizi gezdiren bisiklet-taksicimizden, bizi vakit geçirebileceğimiz lüks fakat rahat, müzikli fakat klüp tarzının dışında bir mekana götürmesini istedik. Çok eğleneceğimizi ve Budapeşte’nin en keyiflisi olduğunu iddia ettiği yerin, aklın almayacağı türde şovlarla “renklendirilmiş” bir striptiz klübü çıkması ve misafirperver yerliler sanıp muhabbete daldığımız hanımların orada çalışan striptizciler olduğunu anlamamız üzerine, mekanı terketmeye yeltendik. unnamed-18.jpgBaşta 30 Euro olan giriş ücretinin üzerine, “muhabbet” parasının da eklendiğini söyleyip bizden orada geçirdiğimiz 10 dakika için 400 Euro isteyen mohikan görünümlü mekan işletmecilerinden yakayı zor kurtarıp mekanı terkettik. Daha sonra bunu Macar arkadaşlarıma anlattığımda, bu tarz olayların orada çok sık yaşandığını ve gece mekanlarında özellikle turistlerin çok dikkatli olmaları gerektiğini söyledi. Bu da kulağınıza küpe olsun.

GÜN 2

szigetSZIGET! SZIGET! SZIGET! Yıllardır adından bahsettiren, türlü müzik janraları ve her kesimden insana yer verilen, gün içinde müzik dinlemenin yanı sıra spordan sanata kadar yapılabilecek binbir türlü aktivite bulabileceğiniz, ister çadırda, ister otelinizde kalıp rahatça ulaşabileceğiniz devasa Festival! Ben o dönem çalıştığımdan ötürü, festivale, küçük bir haftasonu kaçamağı yaparak, günübirlik olarak katılabilecektim. Üstelik,unnamed-9.jpg
gitmeye karar verdiğim günden itibaren festivalin başlamasına 2 hafta kalmış ve bütün biletler tükenmişti. Normalde, festival 7 gün sürdüğünden, günübirlik biletler hemen tükenmiyor. Fakat, 2 hafta öncesinde, her türlü konaklama ve giriş imkanı tükenmişti. Hal böyle olunca, günübirlik biletimi festivalin kendi internet sitesinden değil, 50 Euro’ya, Viagogo üzerinden alabildim. Girişte de, hiçbir sıkıntı yaşamadım. Sziget, ismini, festivalin yapıldığı adadan alıyor. Sziget adasına ulaşım ise, karışık görünmekle birlikte aslında çok kolay. Çünkü festivalin kendi sitesinde bulunan yol planlayıcısından, bulunduğunuz yerden festivale kadar izlemeniz gereken adımlar detaylı olarak anlatılıyor. Üstelik planlayıcıda, her arkadaş grubunda minimum bir tane bulunan “ben metroya binmem, terliyorum”, “ben otobüse binmem, üşüyorum” diyen o cins birey için, alternatif gidiş yöntemleri de sunuluyor . Tabii, bu planlayıcıyı kullanabilmeniz için internet gerekiyor. Dolayısıyla internet erişiminiz olan bir yerde gidişinizi önceden planlarsanız, metroda, otobüste zorluk çekmezsiniz.

Alana vardığınızda, kısa bir yürüyüşün ardından gişelere ulaşıyor, bilekliklerinizi alıp festivale giriyorsunuz. Çok büyük bir alan. Dolayısıyla hemen girişte bulunan bankolardan”Szigen Passport”unuzu, yani festival alanını ve konser ajandasını gösteren kitapçığı almayı unutmayın. Ardından, kişisel zevkiniz veya mide durumunuz doğrultusunda, köpük partilerine katılabilir, yüksek atlama yapabilir veya dilim pizzanızı alıp gölgede hiç durmaksızın yükselen müzik sesleri eşliğinde değişik katılımcı profillerini gözlemlemeye çekilebilirsiniz.

Festival alanında gün çabucak geçiyor. Akşam saatlerinde ise, eğlence ve müzik doruk noktasına ulaşıyor. Sahne dekorları ve performansları mükemmel. Özellikle, uzun senelerdir en büyük hayallerinden biri Muse grubunu canlı izlemek olan biri olarak, benim için eşsiz bir deneyimdi.

Festival bitiminde, gerçekten bitap haldeydik. Hiçbir şey yapmayıp sadece bir köşede otursanız bile, kalabalık ve müzik insanı çok yoruyor. Fakat tabii ki, gece olup da başınızı yastığa koyduğunuzda, içten içe büyük bir keyifle ve hayatınızın geri kalanını sağır bir tek kulak ile nasıl geçireceğinizi düşünerek uyuyakalıyorsunuz.

Devamı >>>

N’apsak N’etsek