2025. Kasım 19.
Türkinfo Blog Oldal 626

Evrenle yarışan şair: Attila József

jattilafiatalSanırım onu ilk kez şu şiiriyle tanımıştım.

TEMİZ YÜREKLE (TISZTA SZÍVVEL)

Ne anam var ne babam,
ne tanrım ne memleketim,
ne beşiğim ne kefenim,
ne aşkım ve ne de sevgilim.

Üç gündür bir şey yemedim,
ne az ne de çok dedim,
yirmi yaşım her şeyim,
yirmi yaşımı, veririm!

Kimse almazsa eğer
şeytanın olsun bu değer!
Temiz vicdanla çalarım!
Gerekirse cana kıyarım!

Yakalar ve asarlar.
Kutsal toprağa koyarlar.
Ölüm getiren ot biter,
bu tertemiz yüreğimde!

21 yaşındaydım. Kısa hayatıma sığıveren onca tufanın ardından, sakin bir liman gibi sığındığım Budapeşte’de, Macarca öğrenirken keşfettiğim, yüreğimde esen fırtınaları bu kadar iyi dile getiren bu mısralar kor gibi benliğime işlemişti.

Benim yaşımdaki “bu genç”, her kimse, benim ruhuma sesleniyordu.

Söyledikleri, benim, hangi dilde olursa olsun anlayabileceğim türden şeylerdi.

Genç yıllarımın, kimliğimi ararken bastığım toprağımın hırsını haykırıyordu!

Ama şairle tanıştıkça, çığlığının gerisinde keşfettiğim çılgın çaresizlik ve bazı şiirlerindeki tarifsiz umutsuzluk da çok tanıdıktı.

ACIM TARİFSİZ (NAGYON FÁJ)

Çepeçevre kuşatılmışken
ölüm pusuya yatmışken
(kaçıp deliğe sığınmış fare gibi çaresiz)

alevlendikçe ruhun
bir kadında çare arayacaksın,
onun eline, dizine kucağına sığınacaksın.

Sadece sımsıcak kucak değil seni çağıran,
ürperten tutku değil,
çaresizliğin de ona iter seni.

İşte bu yüzdendir ki,
ölümün soluk yüzü çıkıp gelene kadar
sarılır kadınına onu bulabilen talihli.

Çifte yük ve
çifte hazine çünkü bu,
ama âşıksan, ve aşkında bile yalnızsan

Kuytularda çişini yapan
vahşi bir hayvan kadar
acınası ve muhtaç olacaksın.

Sığınacak liman yok başka.
Bıçağını ananın gırtlağına daya,
o kadar cesursan eğer.

Bak işte, çığlığını
anlayan kadın da çıkar karşına.
Ama yine de iter seni, ıssızlığa.

İnsanlar arasında
böyle yaşayamam ben
Acıların doruğunda.

Elindeki çıngırağını
sallayan terk edilmiş bir çocuk gibi
yapayalnız bir başına.

Onunla ya da onsuz
ne yapmam gerek?
Bulmalıyım bunu utanılacak da olsa

nasıl olsa dışlıyor bu dünya,
ışıkta kamaşan gözlerde
düşlerden duyulan dehşetli korkuyla..

Kültür mü?
Aşıkların sevişirken çıkardıkları elbiseler gibi
dökülüyor üzerimden hızla.

Peki ama o nerede?
Ölümün üzerime sıçrattıklarıyla
boğuşmamı nasıl seyredebiliyor hala?

Kadın doğururken,
bebek de acı duyar, ama,
çifte acıyı alçak gönüllülük dindirir, unutma.

Bana para kazandırıyor
acı dolu türküm, ama neye yarar.
Gölge gibi katlanıyorum utancıma.

Yardım edin bana!
Siz çocuklar, gözleriniz
önünüze aksın onu gördüğünüzde!

Siz masumlar!
Zalim çizmelerin altında çığlık çığlığa,
feryat edin; acım tarifsiz!

Siz sadık köpekler!
Ezilin tekerleklerin altında
inleyin; acım tarifsiz!

Siz gebe kadınlar!
Düşürün bebeklerinizi kanlı gözyaşıyla
hıçkıra hıçkıra; acım tarifsiz!

Siz insanlar!
Düşün, kırılsın kolunuz beliniz
sızıldanın; acım tarifsiz!

Siz erkekler!
kan dökün kadın uğruna
ve haykırın; acım tarifsiz!

Atlar, boğalar!
Yük taşımak için erliği burulanlar
böğürün: acım tarifsiz!

Dilsiz balıklar!
Buzun altında oltaya takılanlar!
Sessiz çığlığınızla; acım tarifsiz.

Siz canlılar!
Acıyla kıvranan canlar!
Alevlerle kavrulsun eviniz!

Küller içinde
Cansız yatarken bedeniniz
mırıldanın son bir gayretle; acım tarifsiz!

Son nefesine kadar duyacaksın!
Uzatmadığın elin neye yarar artık
Zalim nazınla bir başına kalacaksın

Çepeçevre kuşatılmışken
hayat pusuya yatmışken
Sığınabileceğim son limanı da yaktın.

Kimdi bu adam?

Macar şairi Attila József’le işte böyle tanıştım.

1905’de doğmuş, 1937’de de intihar ederek ölmüştü.

Budapeşte’nin yoksul bir işçi semtinde, Avrupa’nın devrimlerini, krizlerini, XX. Yüzyılın kanlı gelgitlerini yaşayarak büyümüştü.

Yetimliği, hiç unutamadığı anne sevgisi, bilincine vardığı dehasının ağırlığı ve bitmek tükenmek bilmeyen yalnızlığından daha önemli tek bir şey vardı hayatında;

Çaresizliğine rağmen hayatla pazarlık etmeme direnci!

Bize benzeyen, hırsları ve tutkularıyla içten içe tutuşan, ancak bunu bize benzemeyen bir şekilde hep bastıran Macar insanına ayna tutmuştu.

İsyancı oldu;

Radikal oldu;

Komünist oldu;

Hümanist oldu;

Ama sonuna kadar aslında kendisi, neyse o kaldı!

Yüreğinin ona fısıldadığını, o herkese haykırdı!

Macardı, ama aynı zamanda evrenseldi; Kırılganlığına rağmen, salt insan olmanın yüceliğini hissederek, bir şiirinde “yıldızlarla ölç kendini” dizesiyle insana evrenle yarışmasını öğütlüyordu.

Ve 32 yaşında hayata “elveda” dediğinde, Macar dilinin ve Macar şiirinin en ustaları arasındaydı.

Ve bu gerçek, dünya görüşü, hayat tarzı vb anlamında onu sevmeyenlerin de tartışmasız kabul ettiği bir vakaydı.

Macar ulusu, ona olan saygısını, doğum günü olan bugünü, yani 11 Nisan’ı “Macar Şiir Günü” olarak ilan ederek gösterdi.

Ve insan kaderlerinin nasıl kesiştiği üzerine ilginç bir ayrıntı daha: ben bugün Budapeşte’nin Ferencváros semtinde oturuyorum, yani yüzyılı aşkın bir süre önce, o zamanlar yoksul bir işçi semti olan ve Attila József’in doğduğu büyüdüğü semtte.

O dönem bir iki katlı barakalardan oluşan mahalle, daha sonra çok katlı modern evlerle şehrin önemli bir semtine dönüşmüş.

Ve tarihin garip bir oyunu, bugün oturduğum binanın duvarında şöyle bir levha duruyor: “Ünlü Macar şairi Attila József bu binanın yerinde olan eski bir evde yaşamıştı”

Yüzyılı aşkın bir süre içinde mekânlar değişse de, hayatımın en önemli şairlerinden birinin çocukluğunun geçtiği alanlarda soluk alarak; O’nu var eden Budapeşte’nin solgun, ama tutkulu sokaklarında dolaşarak şimdi onu daha iyi anlıyorum.

Ve “temiz yürekle” çıktığı bu yolda şairin asla yalnız kalmayacağını da artık çok iyi biliyorum.

Tarık Demirkan

11 Nisan 2014
Ferencváros – Budapeşte

Pal Sokağı Çocukları

palsokKitabın Adı: Pal Sokağı Çocukları
Yazarı: Ferenc Molnar
Çevirmen: Tarık Demirkan
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Yaş Grubu: 9 yaş ve üzeri
Anahtar Kavramlar: Arkadaşlık, dostluk, fedakarlık, diğergamlık.

Ana Tema: En değerli varlığımız dostlarımız, en değerli duygumuz fedakarlığımızdır.

Volkan Tekdemir

Ferenc Molnár

(12 Ocak 1878, Budapeşte – 1 Nisan 1952, New York). İlk öyküleri 19 yaşındayken yayımlanan Macar oyun yazarı ve öykücü Molnár, 1907’de Az ördög (Şeytan) adlı oyunuyla tanındı. Hukuk öğrenimi gördü ama gazeteciliğe geçerek Birinci Dünya Savaşı’nda savaş muhabirliği yaptı. Pek çok oyunu Avusturya, Almanya, ABD gibi yabancı ülkelerde oynanıp sevilen Molnár, yoksulların sorunlarını duygusal bir tonda işlediği, her biri başyapıt niteliğinde öyküler de yazdı. Öte yandan, çok sayıda romanı olmasına karşın sadece başyapıtı sayılan A Pál utcai fíuk (1907; Pal Sokağı Çocukları) başarılı oldu ve Molnár bütün dünyada bu romanla tanındı.

Pal Sokağı Çocukları

1907 yılında Macaristan’da bir grup çocuğun bir dönemini anlatır romanımız. Ancak okuyanların belki de tamamı onda unuttukları çocukluklarını bulur. Kitabın çocuklar kadar yetişkinler tarafından da sevilmesinin, çocuklukta okunmuş romanın defalarca tekrar edilmesinin nedeni budur belki de. Yazarının, vatan sevgisi, dostluk, fedakarlık, cesaret ve hatta şehitlik gibi kavramları çocuğun dünyasından aktarabilme gücü eserini dünya klasikleri arasına sokmuştur. Eser Macar edebiyatının gurur kaynağı olmuş, yazılışının 100. Yılında Pal Sokağı’nda heykeli dikilmiştir.

Roman kendilerine Pal Sokağı çocukları adını veren bir grup çocuğun ve oyunlarını oynadıkları “arsa”nın etrafında döner. Bu sokağın çocukları farklı birer dünya, farklı birer renktir. Boka liderdir, yaşının üzerinde bir olgunluğu vardır. Gereb, arkadaşlarına ihaneti göze alabilecek hırslara sahiptir. Csele titiz ve kibardır. Csanakos, trenden daha gürültülü ıslıklarıyla nam salmış neşeli bir çocuktur. Barabas ve Kolnay Macun Toplama Derneği liderliği için birbirlerini yer durur. Ve romanımızın gizli kahramanı Nemecsek. Grubun en zayıf, en küçük çocuğu. Asker oyununun tek rütbesiz eridir.

Pal Sokağı Çocukları, üzerinde top oynayabilecekleri, asker oyunlarında kaleler kurabilecekleri eşsiz bir arsaya sahiptirler. Bu bakımdan Budapeşte’nin bu yoksul mahallesinin çocukları aslında Budapeşte’nin en şanslı çocuklarıdırlar. Arsanın Pal Sokağı Çocuklarından başka da talipleri vardır. Bunların başında Kızıl Gömlekliler Çetesi gelir. Bu çete güçlü kuvvetli çocuklarıyla bilinmektedir. Kitabın başından itibaren Kızıl Gömleklilerle Pal Sokağı Çocukları arasında geçen mücadelenin sebebi arsaya sahip olma mücadelesidir. Pal Sokağı çocuklarının gözünden bakıldığında güçlü, zalim ve yırtıcı görünen bu çocuklara yazar kendi gözüyle baktığında arsayı ele geçirmek için amaçlarındaki çocukça masumiyeti gösterir bize: “çünkü top oynayacak başka yerimiz yok”.

Çocukların gözünden anlatılan bu mücadele her ne kadar gerçek savaşları aratmayacak bir ciddiyete sahipse de çocukluğun masumiyetini de yansıtır. Büyüklerin savaşlarından çok daha adil, çok daha merhametli ve çok daha saygılı bir savaştır aslında bu. Bu noktadan bakıldığında Pal Sokağı Çocukları hayat oyununun nasıl oynanacağı konusunda büyüklere verilmiş birer örnektir aslında.

Roman bu savaş oyunu çevresinde dönse de arada bir önemli ayrıntılara da dikkatimizi çeker. Bunlardan biri macun toplama derneğidir. Kitabı çocuk yaşlarda okuyan çoğu kişinin hayatında unutulması zor anılar da bırakan macun toplama derneği, çocuklar için hayatın ne kadar ciddiye alındığının, bize dışarıdan oyun gibi görünen şeylerin bile onların dünyasında ne kadar da çok gerçeğe tekabül ettiğinin bir göstergesi olsa gerek. Öyle ki ölüm döşeğindeki Nemecsek’in bile aklına hala bu dernekte kendisi hakkında alınan haksız ve küçük düşürücü karar gelmektedir.

Roman, Frenc Molnar’ın çocuk edebiyatındaki zekasına ve çocuk romanlarında son zamanlarda görmeyi özlediğimiz gerçekçiliğe bizi hayran bırakıyor. Önce kızıl gömleklilerle yapılan mücadele sırasında birkaç kez soğuk suya girmek zorunda kalan ve bundan dolayı ağır bir şekilde rahatsızlanan Nemecsek’in ölümü ile sona yaklaşıyor. Ardından kızıl gömleklilere karşı Boka’nın bir savaş dehası olarak planladığı ve korkusuz bir lider olarak ordusunun başında giriştiği savaşta “Arsa”nın yani Pal Sokağı Çocukları’nın Vatanı’nın bir müteahhit’in eline geçmesiyle sona eriyor. Yani kitabın sonunda sizi ablak bir gülümsemeyle kitaptaki gerçekçiliğe ve duygu yüküne yakışmayan bir mutlu son beklemiyor. Kitap gerçek hayattaki bir çok hikayede olduğu gibi “acı” bir şekilde son buluyor.

Bu gerçekçi tarz aslında çocuklarımız açısından artık unutmaya başladığımız bir gerçeği de vurguluyor bize. Çocuklar hep gülerek yetişmez. Hayatta lezzet olarak sadece tatlılar yoktur. Acı da bir lezzettir ve hüzün bir çocuğu olgunlaştıran, kalbinin incelikler kazanmasını sağlayan bir duygudur. Acıların en büyüğü olarak görülebilecek ölüm bile aslında o kadar uzağımızda değildir. Romanın en sevimli kahramanı Nemecsek’i kaybettiğinizde bunu çok iyi anlıyorsunuz.

Pal Sokağı Çocukları kitabının sonuna geldiğinizde bu kitabın neden çocuk edebiyatının bir klasiği haline geldiğini ve yüz yılı aşkın bir zamandır hala neden en çok okunan ve aranan çocuk kitapları listesinin başlarında yer aldığını anlıyorsunuz. Pal Sokağı Çocukları hem çocukların gerçek hayattan bir kesitle eğitilebileceklerini, ağlamaktan mutluluk duyarken, gülerken içlerinde bir sızı hissedebilecekleri bir roman hem de yetişkinler için çocuğun dünyasını onun gözüyle yansıtabilme konusunda başarısını kanıtlamış bir belgesel. Çevirideki ustalık da kitabı Ferenc Molnar’ın kendisinden dinliyormuşsunuz izlenimi veriyor. Bundan dolayı bu romanı dokuz yaş ve üzerindeki çocuklarınıza ve anne babalar olarak sizlere şiddetle tavsiye ediyoruz.

Eleştirel Düşünme:

Kitabın içerisinde geçen Macun Toplama Derneği hakkında konuşarak neden böyle bir dernek kurulduğunu, çocukların niçin bilye toplama derneği değil de macun toplama derneği gibi bir dernek kurmak istediklerini çocuğunuza sorun. Acaba bugün kendi arkadaşları arasında böyle bir dernek kurmak ister mi? Kursa bu derneğin ismi ve görevi ne olurdu? Sorularının üzerinden çocuğunuzla bu konuşmayı sürdürün, farklı fikirlerini mutlaka not edin.

Kitabın sonlarına doğru Erno Nemecsek’in ölümü üzerine konuşun. Onun ölümünü arkadaşlarının ve ailesinin nasıl karşıladığı konusunda sohbet edin. Nemecsek’in ölümünün sıradan bir ölümden farkı var mıdır? Acaba Nemecsek’in ölüm sebeplerinin Nemecsek’in saygı ile anılmasına etkisi var mıdır? Sorularıyla konuşmanıza devam edin. Çocuğunuzun farklı fikirlerini mutlaka kaydedin.

Kitabın alternatif sonu konusunda çocuğunuzla konuşun. Kitabın sonucunu beğendi mi? Beğenmediyse kendisi nasıl bir alternatif son yazmak isterdi? Onun alternatif sonuç fikrini de alın. Onun yazmak istediği sonucun acaba eleştirilebilecek yönleri var mı? Onunla bu konuda konuşmanızı bu yönde geliştirebilirsiniz.

www.aileakademisi.org

2014-01-27

Attila Jozsef: Flora

jozsef_attila_3FLORA

Şimdi iki milyarlar zincirlemek için beni

Benden bir çoban köpeği yapmak niçin kendilerine

Fakat iyilik, şefkat ve nicelik duyguları

Göç ettiler onların dünyasından Güney’e.

Artık ışık içinde göremiyorum bu dünyayı

Göremiyorum , deney tüpüne bakan bir doktor rahatlığıyla

Diz çöküyorum, haykırıyorum yenilgimi

Sevgilim, bir an önce gelmezsen yardımıma

Köylü nasıl toprağa muhtaçsa

Yağmura, güneşe nasıl muhtaçsa, muhtacım sana

Bitki nasıl ışığa muhtaçsa

Ve klorofile, fışkırmak için topraktan,

Muhtacım sana, çalışan kalabalık

Nasıl işe, ekmeğe, özgürlüğe muhtaçsa

Ve nasıl avuntuya muhtaçlarsa kuşatıldıklarında

Çünkü gelecek doğmadı daha acılarından.

Bir köye nasıl okul, elektrik

Su, taştan evler gerekliyse

Çocuk nasıl gereksenirse oyuncaklara

Isıtan bir sevgiye;

İşçi için bilincin

Ve gözüpekliğin anlamı neyse

Yoksul için onurun;

Ve bulanık çocuklarına bu toplumun

Bir hayat çizgisi nasıl gerekliyse

Ve nasıl gerekliyse hepimize

Akıl, uyanıklık, yol gösteren bir ışık

Flora! Yüreğimde yerin işte öyle.

 

Çeviren: Ataol Behramoğlu

2014-01-18

Miklós Radnóti : Kollarında (Két karodban)

radnoti_miklosMiklós Radnóti : KOLLARINDA (KÉT KARODBAN)

Kollarında sallanıyorum
sessizce.
Kollarımda sallanıyorsun
sessizce.
Kollarında çocuğum ben
suskunum.
Kollarımda çocuksun sen
coşkunum.
Kollarınla kucaklarsın
korkarsam.
Kollarımla kucaklarım
ve artık korkmam.
Kollarında ürkütmez
ölümün korkunç sessizliği bile.
Kollarında ölüm
sanki bir uyku
dalarım içine

20 Nisan 1941

(Çeviri: Tarik Demirkan)

Macar şairi Géza Képes’dan bir şiir: Sonsuz Evren Türküleri

kepesMacar şairi Géza Képes 1909 yılında doğdu. Alman dili ve edebiyatı eğitimi gören Géza Képes daha sonra dil öğrenmeye olan eğilimiyle İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Fince, Türkçe, Moğolca, Yunanca, Bulgarca, Arapça, Japonca öğrendi, bu dillerden şiirler çevirdi.

Daha sonra Macar radyosunda programlar da yapan Géza Képes pek çok edebiyat ödülü aldı.

1989’da ölen şairin Sonsuz Evren türküleri adlı destanından bir şiirini tanıtıyoruz.

Sonsuz Evren Türküleri (1946-1957)

72.

Ve işte insan eli uranyumu eriterek

Azad etti cevherinin bağrından

Ve artık radyum kuyularının

Çağıltılarıdır derinliklerde yankılanan ki

ışınının okları ölümcüldür ölümlüye!

Ve ”bölünmez” denilenin çekirdeğini

Parçalara ayırdı nötron ve proton.

Acaba ıslah olacak mı bu korkunç

ve obur güç! Bu betonu eriten yeni ateş?

Ademoğlu, yol ayrımındasın!

Mucizende kullandığın su bile

Lağımlarda sefil etti kurbağaları,

dört başlılar ve bedenleri, yara bere içinde!

Ademoğlu, geleceğin tehlikede!

Hangi deliğe sığınacaksın şimdi?

İnsan olmanın canavarlığını unutabileceğin hangi ine?

(çeviri: Tarık Demirkan)

2013-10-15
Turkinfo-Budapeşte

Çamura bulanmış kan – Orhan Tüleylioğlu

rmMiklós Radnóti, insanların mutlu ve adaletli bir dünyaya kavuşacağı umudunu yitirmeyen, boyun eğmeyen şiirsel bir direnişin simgesi oldu Çağdaş Macar şiirinin en önemli temsilcilerinden Miklós Radnóti, 35 yıl gibi kısacık yaşamına onlarca kitap sığdırdı. Yapıtlarıyla dirençli insanlığın onurlu bir sözcüsü oldu. İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmin toplama kamplarına sürdüğü Radnóti’nin şiiri, barbarlığa tanıklığın bu acı ve zorlanışın şiiriydi.

Miklós Radnóti, 1909 yılında Budapeşte’de dünyaya gelir. Doğum sırasında annesi ile ikiz kardeşi ölür. 12 yaşında bu kez babasını yitiren şairin eğitimini varlıklı amcası üstlenir. 21 yaşında ilk şiir kitabı yayımlanır. Bir yıl sonra yayımlanan “Yeni Türden Çoban Türküsü” adlı ikinci kitabı “dine hakaret” suçlamasıyla toplatılır, hakkında dava açılır. Şiir yazmayı sürdürür, art arda kitapları yayımlanır. 1937 yılında Nyugat (Batı) dergisinin sürekli yazarlarından biri olur. 20. yüzyılın en çalkantılı döneminde, iki dünya savaşı arasında yaşamın sancılarını yapıtlarında yetkin bir biçimde dile getiren Radnóti’nin kitapları ödüllendirilir, ancak kimliğinden dolayı baskı görmekten kurtulamaz.

Üzülmüyorum bile,
alıştım bu korkunç dünyaya
öyle ki acısını kimi zaman
duymuyorum artık
tiksiniyorum yalnızca.

Duyarlılığıyla gelecekteki acılı günlerin habercisi olan ozan için Kemal Özer şunları söyler: “Miklós Radnóti’nin şiirlerini okuduğumda sanatın bütün olumsuzluklara, zorluklara, acılara karşılık, taşıdığı dönüştürücü gücü görüyorum. Sıradan bir olaya, bir ayrıntıya kazandırdığı derinliği, insanı çölleştirici koşullara şiirin güzelleştirici etkisiyle getirdiği direnişi görüyorum. Ve Miklós Radnóti’nin trajik sonunun gözlediğimde, çağdaş ozanın tanıklıkta ulaştığı bir dorukla yüz yüze geliyorum. Ayaklar altına alınmak istenen insanlık onurunu, yerle bir edilmek istenen direniş ahlakını, paltosunun cebinde bulunan şiirlerle nasıl savunduğunu görüyorum.”

Radnóti, 1944 yılında Almanların Macaristan’a girmelerinden sonra zorunlu hizmete çağrılır. Alman Todt örgütünün Yugoslavya’da, Bor yakınlarında kurulu Heidenau kampına sürülür, yol yapımında çalıştırılır. Eylül ayında geri çekilmeye başlayan Naziler, tutsakları Batıya doğru yürümeye zorlarlar. 9 Kasım’da bu yürüyüş sırasında bitkin düşen 21 arkadaşıyla birlikte Radnóti de Anda köyü yakınlarında öldürülür.

Toplu gömüt açıldığında Radnóti’nin paltosunun cebinden son aylarda yazdığı şiirlerinin elyazmasını içeren Bor Defteri bulunur. Bulunan şiirler “Köpüklenen Gök” adı altında yayımlanır.

Radnóti insanların mutlu ve adaletli bir dünyaya kavuşacağı umudunu yitirmeyen, boyun eğmeyen şiirsel bir direnişin simgesi oldu. İşte öldürülmeden dokuz gün önce yazdığı bir şiiri:

Yanına yuvarlandım, gövdesi öte yana devrildi
ve kasılıp kaldı, bir yay gibi, boşandı boşanacak.
Enseye bir kurşun. – Böyle olacak senin sonun da –
diye mırıldandım, – kal böyle kımıldamadan.
Sabrın vereceği çiçek şimdi ölüm. –
Bu daha kımıldıyor – dedikleri duyuldu.
Çamura bulanmış kan kulağımda kurudu

(Türkçesi: Kemal Özer – Edit Taşnadi)

2013-08-28

Nazım Hikmet’in Budapeşte’de Bıraktığı Anıları – Selçuk Ülger

nazimVe konuk şair, kentin her yerinden görünen Gelllert Tepesi’ndeki bu 106 metrelik dev anıtın önüne, ”Halkım adına..” diyerek dost Macar Halkına elindeki kır çiçeklerini saygıyla bırakır…

Budapeşte’de son günüm. Yurdumun büyük şairi Nazım Hikmet’in yıllar önce bu güzel kentte bıraktığı anılarına ve şiirlerine dokunmak için bu sabah erkenden yollara düştüm…

Şandor Petöfi, Attila József, Mikloş Radnoti, Andre Ady… gibi devrimci Macar şairlerin anıtlarıyla donatılmış parklardan, yine onların adlarıyla anılan bulvarlardan, köprülerden geçtim. Kentin en güzel köşelerine dikilmiş bu anıtların önlerinde, ellerinden tuttukları küçük çocuklarına şairlerini tanıtan ve onları saygıyla selamlayan anne babalar gördüm. Ve yine Tuna boyunca sıralanan parkların çimenliklerine oturmuş, bu devrimci şairlerinin şiirlerini onların anıtlarının ayakucunda okuyan bilinçli Macar gençleri…
İçimi coşkuyla dolduran bu güzellikleri imrentiyle izledim…
Gericiliğin kara girdabından bir türlü kurtulamayan güzel yurdum, Tuna kıyılarında da düştü aklıma…
Genç yaşında katledilmiş, memleketlerinden ayrı bırakılmış, yaşamları zindan edilmiş kederli şairlerimizden buruk bir yürekle defalarca özür diledim. En başta, ”Ülkeme dönmek için ölmek zorundayım” diyen Nazım Hikmet’ten…
Bu yakıcı sözleri bile ne kadar iyimsermiş meğer. ‘Vasiyet’ şiirindeki o küçük dileğini bile yerine getiremedik. Yıllarca hasretini çektiği, şiirini yazdığı Anadolu’nun bir köyünde hala bir çınar altı bulamadık o koca yürekli şairimiz için…
Öldükten sonra bile dönemedi ülkesine…
Vefasızlığımız, duyarsızlığımız yalnız Nazım Hikmet’e mi?..

Trakya’nın bir fundalığında katledilen ve kırık gözlüğü, kanlı gömleğiyle hala gömütsüz yatan Sabahattin Ali…

Uzun hapisliklerin ve çektiği işkencelerin sızılarıyla Seyranbağları Huzurevi’nin yoksul odasından bu dünyaya küskün giden Enver Gökçe…
Yobazların ilkel naralarla ateşe verdiği bir otelin merdivenlerine çökmüş, umarsızca ölümü bekleyen Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar…
Ve daha niceleri…
Nazım Hikmet’in anılarını ve şiirlerini aradığım güneşli Budapeşte sokaklarından, Tuna’nın bulanık sularına hüzünlü şiirler okumaktan başka bir şey gelmedi elimden…
Ferihegy Havaalanı, Temmuz 1952

NAZIM HİKMET’İN BUDAPEŞTE’DEKİ İLK ZİYARET YERİ
11 Temmuz 1952’de Budapeşte Ferihegy Havalimanı’na Berlin’den bir uçak iner…
Uçakta, Moskova’da yaşayan efsane bir Türk şair vardır. Macar şair Benjámin László’nun bir şiirinde onu betimleyişle söylersek: ”Kocaman gülümseyişli bir Türk şair”.
Havalimanı’nda onu Sosyalist Macaristan’ın ünlü aydınları, şairleri ve yazarları büyük bir gazeteci topluluğunun önünde çoşkuyla karşılarlar. Çünkü, ülkelerinde ilk kez ağırlayacakları bu ünlü şair, barış ve özgürlük şiirleri dünyanın her köşesinde coşkuyla okunan Nazım Hikmet’tir…
Budapeşte’de yayımlanacak Seçme Şiirler kitabı için Macar Yazarlar Birliği tarafından ülkeye davet edilmiştir. Bu kitap onun Macarcadaki ikinci kitabıdır. Şiirleri Macaristan’a kendisinden yıllar önce gelmiş şair, birkaç gün için geldiği bu toprakları çok sevecek ve dokuz gün kalacaktır…
Şairi uçaktan iner inmez ellerinde çiçeklerle karşılayanlar arasında, onun şiirlerini çeviren genç Macar şairleri Somlyó György ve Kuczka Peter de vardır. İlk kez geldiği Macar toprağındaki bu sevgi seli Nazım Hikmet’i çok mutlu eder…

İlk Ziyaret yeri olan Özgürlük Anıtı Önünde, 1952
Macar basınına verdiği ilk demeçte, yurdundaki hapislik günlerinde, serbest bırakılması için Macar halkının ve aydınlarının verdiği büyük desteğe içtenlikle teşekkür eder…
Bu ilk Macaristan gezisinde, 13 yıl hapisliğin ardından özgürlüğünü zorla etmiş bir şair olarak, Budapeşte’de seçtiği ilk ziyeret yeri çok anlamlıdır: ‘Özgürlük Anıtı’.
Ve konuk şair, kentin her yerinden görünen Gelllert Tepesi’ndeki bu 106 metrelik dev anıtın önüne, ”Halkım adına..” diyerek dost Macar Halkına elindeki kır çiçeklerini saygıyla bırakır…
Şimdi Gellert Tepesinde, Nazım Hikmet’in Budapeşte’de elinde kır çiçekleriyle ilk ziyaret ettiği yerdeyim… Yaz güneşinin ışıttığı Budapeşte ve Tuna köprüleri güzel bir tablo gibi duruyor karşımda…
Nazım Hikmet’e, ”Dünyanın en güzel iki kenti Budapeşte ve İstanbul’dur.” dedirten, şimdi seyrettiğim bu güzellikler olmalı…
Özgürlük Anıtı’nın eşiğine, ”Bu güzel kentte güzel anılar ve hüzünlü şiirler bırakıp geçen, dilimin büyük şairi Nazım Hikmet’e sevgilerimle…” diyerek bir dal karanfil bıraktım…
Ve yemyeşil bir parkın incecik, taş merdivenlerinden çıktığım bu tepede beni ılık rüzgarıyla kucaklayan Budapeşte’yi, büyük şairimizin bu toprakları coşkuyla selamladığı ‘Macar Toprağı’ şiirinin ilk dizeleriyle selamladım…

”Merhaba Macar toprağı
sen bu yaz vakitleri
fırından yeni çıkmış ekmek gibisin
kabarık,
yaldızlı, esmer
ve ekmek gibi sırlarınla dolu
ekmek gibi mübareksin…”

SIRT ÇANTAMDAKİ KİTAP: “NAZIM’IN MACAR TOPRAĞI”
Pusta Ovasında uçuşan akasya çiçekleri altında dolaşırken kendime bir söz vermiştim:
”Halkının özgürlüğü için çarpışırken 26 yaşında at üstünde can veren yiğit şair Petofi’nin yaya yürüdüğü dikenli toprak yolları, halkına ve çok sevdiği karısı Julia’ya geceleri mum ışığında şiirler yazdığı eski hanı (Hortobágy Csárda) nasıl bulmuş ve onun eşsiz şiirlerini hanın bahçesinde okumuşsam, dilimin en büyük şairi Nazım Hikmet’in de Budapeşte’de bıraktığı şiirlerinin izlerini bulup, geçtiği yollardan onun şiirleriyle yürüyeceğim…”

DevamI ve resimler>>>

2013-04-09
http://www.gercekedebiyat.com

Miklós Radnóti: Savaş Günlüğü

radnoti

 

Ünlü Macar şairi Miklós Radnóti 5 Mayıs 1909’da doğdu ve 9 Kasım 1944’de sürgün edildiği NAZİ „çalışma kampında” yaşamını yitirdi.

 

 

SAVAŞ GÜNLÜĞÜ

PAZARTESİ AKŞAMI

Dehşetin pençesini duyuyorsun yüreğinde

ve bazen sadece uzaklardan gelen bir haber gibi dünya;

çocukluğun artık sadece anılarda, tırmandığın

yaşlı ağaçlarda.

 

Endişeli sabahlar ve korkunç geceler arasında

savaşın dehşetiyle geçti yarı ömrün,

ve işte şimdi de sana doğrultulan süngünün

hedefinde göğsün.

 

Rüyalarında bazen kırları görüyorsun,

şiirin oradan beslendi, ve onun özgür dokusu

seninle hep, ve sabah uyandığında

burnunda hala kokusu.

 

Diken üstündesin her daim, çalışırken bile eğreti.

Ve sanki bir balçık denizinde yaşar gibi

yavaş, becerikli elindeki kalemin, ve

ruhun dipsiz kederin de dibi.

 

Yeni bir savaşa döndü dünya, aç bulutlar

kemiriyor gökyüzünün çivit mavisini,

ve bastıran kurşunilikte  hissediyorsun hıçkıran

genç karının ürkek elini.

 

(Çeviri: Tarık Demirkan )

 

 

 

 

 

 

HÁBORÚS NAPLÓ

1. HÉTFŐ ESTE

Immár a félelem sokszor sziven érint
és néha messzi hír csak néked a világ;
egyre régibb emlékként őrzik gyermeki
korod a régi fák.

Gyanakvó reggelek s vészes esték között,
háborúk közt élted le életed felét
s most is ellened hajló szuronyok csúcsán
villog a rend feléd.

Még álmaidban néha fölötlik a táj,
verseid hona, hol szabadság illan át
a réteken és reggel, ha ébredsz, hozod
magaddal illatát.

Ritkán, ha dolgozol, félig és félve ülsz
asztalodnál. S mintha élnél lágy iszapban,
tollal ékes kezed súlyosan mozdul és
mindig komorabban.

A világ új háborúba fordul, éhes
felhő falja föl egén az enyhe kéket,
s ahogy borul, úgy féltve átkarol s zokog
fiatal feleséged.

Pál Sokağı Çocukları – Ferenc Molnar

pal_heykeliPal Sokağı Çocukları
Ferenc Molnar
Yapı Kredi Yayınları
Orjinal Adı: A Pál utcai fiûk
Çeviri: Tarık Demirkan

Herşey bir Edebiyat öğretmeninin, öğrencileriyle beraber bir okul gazetesi çıkarmak istemesiyle başlar. Edebiyat öğretmeni Kornel Rupp gazete için eski öğrencilerinden de yardım ister, bu eski öğrencilerinden biri de gazeteci ve hikaye yazarı olan Ferenc Molnâr’dır. Molnâr öğretmeninin ricasını kırmayarak bir şeyler yazmaya başlar, yazdığı büyük- küçük milyonlarca okuyucuda derin izler bırakan ve tam 5 kez beyazperdeye uyarlanan Pal Sokağı Çocukları’dır.

Ben okuma alışkanlığımı okul kütüphanesi sayesinde kazandım. Okulumuzun kendi imkanlarıyla oluşturduğu mütevazi kütüphanemizde ne varsa okumak istiyordum ama ne yazık ki kütüphanemizde Pal Sokağı Çocukları yokmuş. Bu yüzden ben Nemecsek’in hissettiklerini onun yaşlarında okuyamadım. Uzun süredir okunacaklar listemde olan kitapı çok beğenerek okudum.

Hangimiz, henüz kendimizi bile tanımazken ufacık boyumuzla bir arsa, küçük bir kum tepesi ya da bir futbol sahası için savaşmamıştır. Kitap beni o yıllara götürdü. O saf duygularımıza geri döndüm, hiç bir şeyin önemi yoktu o yıllarda, küçük bir kum tepesi kadar. Okul çıkışından akşam ezanına kadar olan sürede o kum tepesi bizim tek değerli varlığımızdı. Bizim kum torbalarımız yoktu fakat tüftüflerimiz ve tahta kılıçlarımız vardı, adı Nemecsek olan bir arkadaşımız da yoktu ama hepimizin içinde biraz Nemecsek, biraz Boka hatta biraz da Feri Âts vardı.

Kitapta Nemecsek ve arkadaşları ile Kızıl gömleklilerin bir arsa için olan savaşını konu alıyor. Savaşta bile olsalar, güçsüzü korumayı, cesurluğu alkışlamayı bilen, kuralları olan çocuklardı onlar. Nemecsek’in kendini adamışlığı ve cesareti, Boka’nın kurnazlığı, Pâsztor kardeşlerinin hırsı ve Feri Ârts’ın onurlu duruşu….

Her yaşta okunabilecek bir kitap, özellikle ilköğretim öğrencilerine okutturulmalı. Bir öğrenci için hediye edilebilecek en güzel kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum.

2012-02-24
http://beyazkitaplik.blogspot.com

Yüzünün Arkasında Mayıs

yuzunun-arkasinda-mayis-2ab1-211x300Artshop Yayıncılık, 1. Basım, Mayıs 2007 [11 Macar Kadın Ozandan 39 şiir / Türkçesi: Kemal Özer – Edit Tasnádi / Sayfa sayısı: 72 / Basım sayısı: 1000 / Baskı: Arı Matbaacılık]

S U N U Ş: KİTAP VE ÇEVİRİLER ÜSTÜNE BİRKAÇ SÖZ Mart ayı anlaşılan dünya çapında şiirin ve kadınların ayı: uluslararası kadınlar günü 8 Marttan sonra uluslararası şiir günü de 21 Martta kutlanıyor. Başkentimizde bu yıl (2004) üçüncü kez düzenlenen Dünya Şiir Günü’nde (birincisinde Tuna üzerinde mekik dokuyan “şiir gemisi”nin güvertesinde diğerleri arasında Macarca çevirisiyle birlikte Kemal Özer’in Kulağımdaki Ses şiiri de okunmuştur) dünyanın otuz kadar ülkesinden gelen kadın şairlerin şiirleri kendilerince, Macarca çevirileri ise tanınmış sanatçılarımızca sunuldu. Aynı münasebetle düzenlenen İlk Uluslararası Kadın Şairler Gecesini açan genç Kriszta Bódis “Kadın şair değilim, bugün erkek soket giydim” diye sözlerine başladı. Şiirlerin okunmasını izleyen sohbette her şeyden önce kadınlara özgü nitelikler, ayrıca eserlerin kadıncalığı ile ilgili soruları yanıtlayan Macar kadın şairleri költö – költönö (şair – kadın şair) ayrımını görüş birliğiyle ayrımcılık olarak nitelediler.

Edebiyatçılar, eleştirmenler, denemeciler arasında “kadın yazar”, “kadın şair” ayrımının anlamı olup olmadığı hakkındaki tartışma belki de kadınların kaleme sarılması ile birlikte başlamış. Macar edebiyatının ilk eleştirmenlerinden Pál Gyulai Írónöink (Kadın yazarlarımız) başlığıyla 1858′de yayımladığı eleştiride kadın yazarlara karşı pek sempati göstermemekle suçlandığı zaman, Macar şiirinin devi (”en Macar ozan” diye adlandırılan, şiirleri belki de bu yüzden çevril/e/mediğinden ülke dışında tanınmayan) János Arany şu sözlerle Gyulai’den yana tutum alıyor: “Kadınlar yazsınlar, seslerini duyursunlar ama eleştiri karşısında ayrıcalıklı bir durum istemesinler… aksi halde edebiyatın hayat kökü tehlikeye sokulur.” Arany şunu da ekliyor: “Kötü kadın yazar nezaket nedeniyle, kötü milliyetçi yazar vatan adına, aristokrat yazar mevkii için, demokrat biri eşitlik isteyerek, didaktik yazar ahlak değerleri neden gösterilerek, kiliseye bağlı olan cüppesine bakılarak, sırf aç olduğu için ilham perilerinin sofrasına gelenler ise mide haklarına saygı gösterilmesi uğrunda imtiyaz isterse edebiyatın hali ne olacak?!” Antolojimize aldığımız kadın şairlerimizin umarız, herhangi bir imtiyaza gereksinimleri yok, görüşümüze göre her bakımdan en ciddi ölçülerle ölçüldükleri takdirde bile poeta adına lâyıklar. Aynı zamanda kadınlar -biyolojik yapıları ve toplumdaki yerleri nedeniyle- dünya hakkında erkeklere kıyasla bazen farklı şeyleri, bazen de daha fazlasını da bilebilirler. Bu farklılıklardan, fazlalıklardan seçtiğimiz şiirler bir şeyler yansıtabilirse ne mutlu bize! Macar kadın şiirini tanıtıyoruz diye bir iddiada bulunamıyoruz elbette. Edebiyatımızda -Türk edebiyatında da olduğu gibi- ta başlangıçtan itibaren başta gelen her zaman lirik şiirdi. Edebiyat tarihimizde, daha 16. yüzyılın ortasından beri kadınlar şiirleriyle seslerini az çok yetenekle hep duyuruyorlardı. (İlk önemli Türk kadın şairi Nigâr Hanım’ın, yenilgiye uğranan 1848/49 özgürlük savaşımızın mültecilerinden olup uzun yıllar boyunca Harbiye’de hocalık yapan Macar Osman Paşa’nın kızı olduğunu da burada hatırlatmadan geçmeyeyim.) Ne var ki sizlere çağdaşlarımızın duygu ve düşüncelerini, dünyamızı algılayışlarını göstermek istediğimizden, önceki yüzyılların şairlerini tamamen seçkimizin dışında bıraktık. Macar dili, fonetik yapısıyla hem zengin uyaklarla, hem de çeşitli vezinlere göre şiir yazmaya fevkalâde uygundur. Ancak değerli ozan dostum Kemal Özer koyu bir serbest şiir taraftarı olduğu için, uyaklı, vezinli şiirleri de bir kenara bıraktım. Bu nedenlerle, küçük seçkimiz denizde damla misali Macar kadın şiirini yansıtıyor demeye bile dilim varmıyor. Bir tek isteğim, bir düzineye yakın ozanın bu bir avuç şiiri, ister kadın ister erkek olsun, okurun ruhuna değsin! Edit Tasnádi

İ Ç İ N D E K İ L E R: Sunuş: Edit Tasnádi / Kitap ve Çeviriler Üstüne Birkaç Söz Şiirler: Anna Hajnal / 1. Ovada Türkü, 2. Ayrı Zaman, 3. Sana Türkü Söylüyorum, 4. Milan Füst’e – Kalıntı, 5. Uyan, İçimdeki Düş Magda Szabó / 1. Soğuyan Gözlerle, Ölü Gibi, 2. Karaağaçta Balık Ágnes Nemes Nagy / 1.Fakat Bakmak, 2. Nesneler, 3. Arasında Zsuzsa Beney / 1. Kılıf, 2. Yokaste, 3. Sunu, 4. Ne Gün…, 5.Aşk Ágnes Gergely / 1. Yılbaşı Gecesi, 2. Lâmbayı Söndürmeden Önceki Dua, 3. Protestan Papaz Wadsworth’un Eşinin Emily Dickinson’a Mektubu Erika Dedinszky /1. Nasıl, 2. Rüzgâr Anna Pardi / 1. Yaz, 2. Çocukluk, 3. Özdeşlikler, 4. Evlilik, 5. Soyunan Yaşlı Kadın Irén Kiss / 1. Batık Tarquinia, 2. Sokak Köşesinde Kehanet, 3. Ruh Vurgunu Judit Pinczési / 1. İlk İnsan, 2. İkimizin Eseri, 3. Yükün Yere Bırakılması, 4. Bağ, 5. Kalmaya Hazırlanıyorum Zsuzsa Rakovszky / 1. Gerilim, 2. Bir Başka Eve, 3. Öğle Erzsébet Tóth / 1. Yüzünün Arkasında Mayıs, 2. Alnının Işığında, 3. Hiçbir Yere

A R K A K A P A K: “Antolojimize aldığımız kadın şairlerimizin umarız, herhangi bir imtiyaza gereksinimleri yok, görüşümüze göre her bakımdan en ciddi ölçülerle ölçüldükleri takdirde bile poeta adına lâyıklar. Aynı zamanda kadınlar -biyolojik yapıları ve toplumdaki yerleri nedeniyle- dünya hakkında erkeklere kıyasla bazen farklı şeyleri, bazen de daha fazlasını da bilebilirler. Bu farklılıklardan, fazlalıklardan seçtiğimiz şiirler bir şeyler yansıtabilirse ne mutlu bize! Macar kadın şiirini tanıtıyoruz diye bir iddiada bulunamıyoruz elbette. Ne var ki sizlere çağdaşlarımızın duygu ve düşüncelerini, dünyamızı algılayışlarını göstermek istediğimizden, önceki yüzyılların şairlerini tamamen seçkimizin dışında bıraktık. Bu nedenlerle, küçük seçkimiz denizde damla misali Macar kadın şiirini yansıtıyor demeye bile dilim varmıyor. Bir tek isteğim, bir düzineye yakın ozanın bu bir avuç şiiri, ister kadın ister erkek olsun, okurun ruhuna değsin!”

EDİT TASNADİ Ş İ İ R L E R D E N Ö R N E K L E R:

Anna Hajnal: MİLAN FÜST’E KALINTI Seni övmeyi bilemem usta ama kabul et yüce ellerine döktüğüm gözyaşlarını, ay omzunun üstünden doğacak hep bundan böyle inleyen bir kulenin ardından doğar gibi ve sen duruyor olacaksın yücesinde yalnız sana yaraşan gecenin

Magda Szabó: KARAAĞAÇTA BALIK Horatius, Carmen saecularae I, 2. Gördüm ben, geçmiş hayaldeki gibi karaağaçta balığı da, bir tek gümbürtü üzerine yarılıp açılmasını da Barna sokağının çepçevre, çürüdüler alık alık bakan vücutlar onun dibinde ve sallandı semirmiş yeşil sineklerden oluşan duvak. Ve küçük arabalarda nasıl katar katar gidiyordu gördüm kentler köylere ve köyler kente doğru, cılız kör atlarını nasıl sürdü savaş. Ama görmedim denizi, halkların o güzel konuşmalarını bilmem, bana yalnız toplar seslendi. Gençler, kardeşlerim, benim yerime sizler yatıyorsunuz, barış dolu ağızlarınız yok olup gitmenin acı memelerine açıldı: nerde o midye ve kayalar arasında halkların oturduğu ve balığın geçmiş hayaldeki gibi karaağaçtan sarkarak değil, onların o güzel konuşmalarını dinlemek için kuyruğunun bir anlık parlamasıyla suyun altından çıkıverdiği kıyı? Zsuzsa Beney

kemalozer.org

16,474FansLike
639FollowersFollow