2024. Kasım 25.
Türkinfo Blog Oldal 602

Kütahya’nın kardeş şehri Avrupa’nın Kültür Başkenti

pecs4Peç, sakin, kargaşasız, trafiksiz ve sadece 150 bin nüfuslu bir şehir. Ama ne şehir! Bir peri sihirli çubuğu ile dokunup, bu şehirde zamanı dondurmuş. Hiç kimse (bir Türk’ün asla anlayamayacağı vatandaşlık terbiyesiyle) asırlar öncesinde inşa edilen binalara bir çivi olsun çakmamış, dokunmamış, yıkıp yerine yenisini yapmamış, üzerine kat çıkmamış. Böylece Batı Roma, Osmanlı, Gotik, Barok ve Rokoko üslupları doğa afetlerinin dışında hiçbir tahrifata uğramadan bu güne kadar gelebilmiş. Avuç içi kadar bir kent, her biri pırlanta taşı değerinde binalarıyla bir açık müze oluşturuyor, sokaklarında dolaşanlara bir insanlık ve medeniyet dersi veriyor. Peç’de gezerken ortaçağdan bu güne, tarihin içinde dolaşıyorsunuz.

BİRARADA YAŞAMA KÜLTÜRÜ KÖK SALMIŞ

Hayat Peç’de 6 bin yıl önce Keltler ve İliryalılarla başlamış. 2’nci yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun sonra da sırasıyla Hun, Ostrogot nihayet Frankların eline geçmiş. Macarların burada resmen bir devlet kurmalarının belgeli tarihi, 23 Ağustos 1003, fakat ülke sonradan çok işgal görmüş. Sırbistan’la savaşmış, 16 – 17’inci yüzyıllarda, 150 sene boyunca Osmanlı İmparatorluğunun parçası olmuş. “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik/ Bin atla o gün dev gibi bir orduyu yendik/ Geçtik Tuna’dan bir yaz günü kafilelerle”, diye mısralar döşenmiş Yahya Kemal, Mohaç seferi için ama 1780’de Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’na devretmişiz aldığımız yerleri.

1. Dünya Savaşı sonrasında, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’nun da çökmesiyle, Macaristan nihayet özgürlüğüne kavuşmuş. Peç’in geçmişinde böyle gamlı günleri var ama şehrin kültürel kaderi, tarihinden hep çok daha parlak olmuş. İlk üniversitesini 1367, ilk kütüphanesini 1774 yılında kurmuş. Bu gün 34 bin öğrencili, 10 fakülteli üniversitesi, sanatın tüm alanları kapsayan ve sürekli düzenlenen kültür etkinlikleriyle çağdaş ve hareketli bir şehir. Aynı zamanda, değişik etnik ve dini grupları hiç ayırım yapmadan kucaklamasıyla da ünlü. Çünkü çok işgal görmüş. Peç’de Macarların yanı sıra Şvaplar, Sırplar, Hırvatlar, Müslüman Boşnaklar ve Yahudiler yanyana ahenk içinde yaşayabiliyor. Yahudi veya Müslüman çocukların devam ettiği okulların önünde onları muhtemel saldırılara karşı korumak üzere bekleyen polis araçları olmadığı gibi, değişik inançlara sahip dini ibadet yerlerini de yüksek duvarlarla korumaya almaya gerek görmüyorlar. Çünkü kimse ötekinin inancına karşı husumet beslemiyor. İnsanlar huzurlu, mutlu ve özgür, bu şehirde.

İNANÇLARI BULUŞTURAN SZCEHENYI MEYDANI

Bizim Taksim Meydanı’mıza tekabül eden Szcehenyi Meydanı’ndaki Gazi Kasım Paşa Camii’nin damında İslamı sembolize eden yarım ayın üzerinde bir haç var, tam önünde de 1713’de yaptırılan Holy Trinity Meryem Ana heykeli. Meydanın bir başka köşesinde Macarları Türkler’in boyunduruğundan kurtaran milli kahramanları Janos Hunyadi’nin koskocaman bir heykelini dikmişler. Ama daracık sokakları ve cumbalı minik evleriyle Peç’in en romantik mahallesi olan Tetye’nin adının, Türklerin burada tekke olarak kullandıkları bir mekandan geldiğini de inkar etmiyorlar, tıpkı 16. Yüzyılın sonlarında, “aziz” olarak kabul ettikleri Baba İdris adlı Osmanlı âliminin türbesini hâlâ korudukları ve anısını saygıyla yâdettikleri gibi.

Peç’in sokakları ve meydanları kahvehanelerle, barlarla, lokantalarla dolu. Sokaklarda müzik yapan öğrenci grupları dolaşıyor. Özellikle hafta sonları bir üniversite şehri olduğu için, yollar eğlenen gençlerle dolup taşıyor. İstanbul’da nasıl adım başına bir banka varsa, Peç’de de adım başına bir kitapçıya rastlamak mümkün. Kitapçı bolluğu kültür eşikleri hakkında bir fikir verebiliyor. Marka satan dükkanlara hemen hemen hiç rastlanmıyor ama sokak satıcılarının kişisel ürünlerini sergiledikleri pazar yerleri çok revaçta. Macarların uzun süren Sovyet rejiminin etkisinden kurtulmaları belli ki bir zaman alacak, servis sektörü hâlâ çok yavaş işliyor. Bırakın bir yemeğin bir bardak içkinin dahi gelmesi için en az 15 dakika beklemek zorunda kalıyorsunuz. Sabırsız Türkler için dayanılması zor bir durum. Ayrıca Macarlar bizlere göre çok sakin ve mesafeli. Gençlerin doldurduğu kafeteryalarda dahi bağıra çağıra konuşan ya da kahkahayla gülen kimseye rastlamadık.

UNVANI HAK EDİYORLAR Macarlara eğlenmek, gülmek, alışveriş etmek ve hızlı servis vermek adına pek çok şey öğretebiliriz ama onlardan öğreneceğimiz çok önemli bir şey var. Onu da bir örnekle anlatmaya çalışayım: 2000’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren bir Necropolisleri var. 3’üncü yüzyıla ait bu çok katlı Hristiyan mezarlığını ilk kez 1780’de bulmuşlar. Erken devir freskolarını da ihtiva eden mezarlığın kazıları hâlâ sürüyor. Dönem eserlerinin bulunduğu bu mekan ilginç bir geçişle bizi bu günün eserlerinin sergilendiği bir başka mekana çıkarıyor. Ve işte o alanda bir heykel var ki, belki de tüm dünya halklarının etrafında dolaşıp ibret alması gerek! Yakında Vatikan’a taşınacak olan heykele bir yönünden baktığınız da Yahudi yıldızını, diğer yönünden baktığınızda Hristiyanlığın sembolü haçı, bir başka yönden baktığınızda ise İslamı sembolize eden ay yıldızı görüyorsunuz.

Sanatçı, üç semavi dinin sembolünü dahiyane bir uygulamayla bir bütün haline getirmiş. İşte Macar’ların en önemli özelliği bu bence, dinleri, görüşleri, fikirleri bir araya getirip bütünleştirebilme becerileri. Farklılıklardan çatışma değil, bütünleşme yaratabilmeleri. 6 bin yıllık geçmişlerini, tarihin akışı içinde uğradıkları işgalleri, ezaları filozoflara has bir bakış açısıyla, zerre kadar husumet duygusu barındırmadan değerlendirebilmeleri. 6 bin yıllık geçmişi olan bir şehrin birikimini ruhlarına sindirebilmiş insanların yaşadığı Peç, bir Dünya Kültür Başkenti olmayı hak etmiyor mu sizce? Ben kendi hesabıma bu ünvanı onlara helal ettim, gitti!

Peç’te ikinci Türk istilası Peç sakinleri, 20 – 23 Mayıs’ta bir kez daha Türklerin istilasına uğradı. Bu sefer bin atlıyla değil, iki yazar, birer besteci, soprano, neyzen ve dansçıyla gittik. Yazarlardan söz edişim sadece Perihan Mağden’le iki ayrı okulda ve Belediye Salonunda yaptığımız okumalar yok sayılamayacağından. Yoksa ne okursak okuyalım, muhteşem bir konser ve dans gösterisi dururken, bizim okumalar ne yazar! Beslediği Mevlana-Simyacı senfonik şiiriyle ve piyanosuyla Tuluğ Tırpan, neyiyle Burcu Karadağ, sesiyle Sertap Erener ve dansıyla Su Güneş Mıhladız, Macarları resmen büyüledi, esir aldı, gönüllerinde taht kurdu. Bu konsere katılan Peçliler, bundan böyle Türkleri, Burcu’nun ruhlarına üflediği neyle, Sertap’ın Mevlana’nın, Yunus’un, Abdülkadir Meragi’nin mısralarını seslendirdiği kristal sesiyle, Tuluğ’un bestesiyle hatırlayacak. 45 dakika boyunca, üst üste giydiği tennureleriyle hiç duraksamadan dönerek, egosundan arınıp, yeniden doğmayı sembolize eden Su Güneş’i ise hiç unutmayacak. Keşke tüm ülkeleri fethe hep aynı ekiple çıksak! Hiç elimiz boş dönmezdik!

Boynumuzda bardakla köyü gezdik Perihan Mağden’le üç gün boyunca, Goethe Enstitüsü’nün Yollarda projesinin kapsamında üzerimize düşenleri hiç itiraz etmeden yerine getirdik, okumalarımızı yaptık, soruları yanıtladık, video çekimleri yaptık. Pazar günü organizatörler ekibi ödüllendirmek için yakınlarda bir köydeki şarap festivaline götürdü. Akdeniz iklimini andıran güneşli bölgenin zengin toprağında yetişen üzümlerden çok güzel beyaz şarap üretiliyormuş. Hem 630 hektarlık bağlarda yetişen Chardonnay ve Cirfandli şaplarından tadacağız, hem de Villany bölgesinin kırmızılarını. Köyün girişinde boynumuza birer şarap bardağı astılar, elimize şarap kuponlarımızı ve değerlendirme karnelerimizi tutuşturdular. 14 değişik şarap evinin şarabından tadıp, şaraplara not vereceğiz.

Saat 16.00’da aracımız bizi bıraktığı noktadan alacak. Goethe Enstitüsü’nden çifte Claudia’larla önümüze çıkan ilk eve daldık. Dördüncü evden sonrası pek net değil ama galiba Claudialardan birini arı soktu, ben yerden çamur alıp yanağına yapıştırdım. Perihan çiğnenmiş ekmek uygulamasını sağlık verdi. Son hatırladığım, ani bastıran yağmurun altında araç beklerken sırılsıklam olmamızdı. Akşam konserde Viyana Orkestrası Tuluğ’un eserini yorumlarken gözümden durmadan akan yaşları, tattığım şaraplara yorduğum oldu ama yanımda oturan Alman çiftle arkamda oturan Macarlar da en az benim kadar heyecanlıydı. Sanatın ve şarabın iyisi sınır filan tanımıyor arkadaşlar. Bizde ikisi de var ama her ikisini de dünyaya kendimizi tanıtmak için kullanmasını bir türlü öğrenemiyoruz.

2010-09-27
Ayşe KULİN – Hürriyet

Kardeş şehirler Edirne – Dunaujvaros sergisi

Edirne Ticaret ve Sanayi Odasındaki serginin açılışında konuşan Macaristan’ın İstanbul Başkonsolosu Szekely, Dunaujvaros kentinden bir heyeti Edirne’de görmekten mutlu olduğunu söyledi. Edirne ile Dunaujvaros arasında başlayan bu kültürel ilişkinin devam etmesinden ayrı bir mutluluk duyduğunu ifade eden Szekely, Türk fotoğraf sanatçısı Behiç Günalan’ın Dunaujvaros’da fotoğrafını çektiği köprünün iki ülke arasındaki bağları kuran önemli bir köprü olduğunu belirtti. Tarihçi olduğunu anımsatan Szekely, Macar ile Türk tarihleri arasında çok büyük benzerlikler olduğunu ifade etti. Macar Kralı II. Ferenc Rakoczi’nin yaşamının sonuna kadar Tekirdağ’da, Macar Kralı Tökeli İmre’nin de Kocaeli’nde yaşadığını belirten Szekely, şöyle konuştu: “Türk halkı onları kabul etti. Bu küçük tarih bilgileri ne kadar önemli bir halk olduğunuzu anlatıyor. Bugünkü ilişkilerimiz herhangi bir sorun olmadan devam ediyor. Macaristan, Türkiye’nin AB’ye girmesini destekleyen ülkelerin başında geliyor.

İki ülke arasında önemli ekonomik ticaret anlaşmaları var. Bu ilişkilerin dışında iki ülke arasında kültürel anlamda çok güzel gelişmeler olabilir. Başkonsolosluk olarak bu konuda her türlü desteği vereceğiz.” Edirne Belediye Başkan Vekili Namık Döleneken de Edirne Belediyesinin iki kent arasındaki ilişkileri sadece kağıt üzerinde kuru bir protokol olarak görmediğini ifade ederek, “Fotoğraf sergisiyle çakılan bu dostluk kıvılcımı Dunaujvaros ve Edirne’ye yansıyacak. Bir süre sonra Edirneli biri Dunaujvaros’da bir arkadaş edinecek. Aynı şekilde oradakiler için de bunun Edirne’de bir karşılığı olur” dedi. Dunaujvaros Belediye Başkanı Andras Kalman ise “Osmanlı döneminde burada bir kale vardı.

Bu kalenin varlığını Evliya Çelebi’den öğreniyoruz. Dunaujvaros’u fotoğraf sanatçımız bize başka bir gözle gösteriyor. Edirne de Dunaujvaros gibi Roma döneminde kurulmuş bir kent. Bu çalışmanın sonucunda iki kentin birçok alanda çalışacağına inanıyoruz” diye konuştu. Fotoğraf sanatçısı Behiç Günalan da iki kent arasında dostluk ilişkisi bulunduğunu, bunun geliştirilmesi gerektiğini söyledi. Konuşmaların ardından, 40 fotoğrafın yer aldığı, bir hafta açık kalacak serginin açılışı yapıldı.

2010-09-27
www.hurriyet.com.tr

Kavaklı ile Szabadbattyan 2011 yılında Kardeş Şehir Protokolü imzalayacak

Türkiye’ye Kapıkule Sınır Kapısı’ndan yaklaşık 4 saatlik bir bekleyişin ardından giriş yapan Macar kafilesi, Türkiye gezileri kapsamında ilk olarak Kavaklı Beldesi’nden başladılar. Belediye binası önünde kardeş şehirden gelen Macar kafilesini karşılayan ve 2011 yılının Haziran ayında Szabadbattyan kenti ile kardeş şehir protokolü imzalayacaklarını ifade eden Kavaklı Belediye Başkanı İnci Tunç kardeş şehir olarak görülen Macaristan’dan güzel insanları ağırlamaktan mutlu olduğunu belirterek şunları kaydetti; “inşallah dostluğumuz ve kardeşliğimiz bundan sonra daha da ilerleyecek. Daha güzel işlere, daha güzel buluşlara imza atacağız. Biz 2008 yılında Szabadbattyan Belediyesi ile kardeşlik anlaşmasına vardık fakat daha bunu imzaya dökmedik.

Önümüzdeki yılın Haziran ayında bizler Szabadbattyan’a gidip orada Kardeşlik Protokolü imzalayacağız. İnşallah bu protokolden sonra kardeşliğimiz dostluğumuz daha güzel olacak ve daha da ilerleyecek. Avrupa Birliği projelerinde de yer alıp güzel işler başaracağımıza inanıyorum. Biz Macarlarla kardeş halkız, geçen yıl biz Macaristan’ı ziyaret ettiğimizde onlar şuna inanıyorlar; “Bizler Atilla’nın torunlarıyız, bizlerin bir kısmı Türk ve bizim Türk’lerden öğreneceğimiz çok şeyler var” diye bize güzel temennilerini ifade ettiler. Şimdi onlarda gelip Kırklareli’de, Kavaklı’da ve Türkiye’de Türklerin bu dostluklarını ve misafirperverliklerini burada yaşamak istiyorlar. Bizim Szabadbattyan’da bir kulemiz var, Türkler yapmışlar ve bu kulenin anısına her yıl festivaller düzenleniyor. İskender’in torunları diye orada bir kule oyunları diye geçiyor ve orada kılıç kalkan ekibi yer alıyor. İskender’in o dönemde gerçekleştirdiği savaşların temsili gösterisini yapıyorlar. Kule’yi nasıl kurtardıklarının bir temsili gösterisi oluyor. İnşallah Kavaklı’dan ve Kırklareli’den daha çok insan götürüp oradaki kule oyunlarını ve festivallerini Türk insanına da yaşatırız” *

“Kardeşlik temelini derinden kazacağımıza yürekten inanıyorum” Kardeş şehir Macaristan’dan gelen Turistlerin Kafile Başkanı Magdıelena Erdelyi Türkiye’ye sınırlarına yaklaştıklarına kendi evlerine gelmiş gibi hissettiklerini ve Kapıkule Sınır Kapısında gösterilen ilgi ve alakadan dolayı son derece memnun olduklarını ifade ederek şunları kaydetti; “Biz burada sizlerde kardeşliği ve dostluğu gerçekten gördük. Biliyoruz ki bizi burada bekleyen Türk kardeşlerimiz var. Biz bu sevgiyi ve kardeşliği aynı zaman da bizim şehrimize gelerek daha sıklaştırmak ve pekiştirmek istiyoruz. Bize bu olanağı sağladığınız için size çok teşekkür ediyoruz. Biz elimizden gelen tüm gayreti göstereceğiz ki sizlerle daha derin bir dostluk ve kardeşlik bağı kurabilelim. Derinleştirmek için daha çok çalışacağız sizlerle beraber. Türkiye’ye gelmemizin ve ilk olarak Kavaklı Beldesine gelmemizin ilk duyguları gerçekten çok güzel oldu. *

“Türkiye’nin AB’ye girmesini isterim” Türkiye sınırlarına geldiğimiz zaman Kapıkule sınır kapısında görmüş olduğumuz sıcaklık bizi gerçekten mutlu etti. Her bakımdan kendimizi iyi hissettik. Kendi evimize gelmiş düşüncesiyle sizleri görmeye buraya geldik. Eğer biz iki kardeş olarak yan yana bulunuyorsak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) girmesini isterim. Ben şuna inanıyorum Szabadbattyan ile kardeş şehir olacağınızdan dolayı Szabadbattyan kasabasının da aynı derin duygularla bu kardeşliği daha da pekiştireceğini bununda temelini daha da derinden kazdığına yürekten inanıyorum. Bu kardeşliğin gerçekleşeceğini ve dostluğun en üst seviyeye ulaşacağı konusunda bütün kalbimle destek veriyorum.

Her hangi bir zaman Macaristan’a yolunuz düşerde gelirseniz, inanınki sizi bekleyen ve aynı sıcaklıkta karşılayacak olan bir kardeş şehriniz, kasabanız daha var. Bizi de öyle kabul edin, bizde sizi aynı sıcaklıkta aynı duygularla karşılayacağız” dedi. Ayrıca Erdelyi Szabadbattyan’da bulunan Vandorbot (göçmen derneği) adını Türk ve Macar Deneği olarak değiştireceklerini ifade ederek Kavaklı Belediye Başkanı İnci Tunç’a bir takım hediyeler takdim etti. Başkan Tunç ilk olarak Belde Meydanı’nda bulunan, Meydan Parkında ağırladığı Macar Turistlere, Pohaça, Çay ve Türk Baklavası ikram etti. Beğeni ile yedileri baklavaların tadına doyamadıklarını ifade eden Macarlar Belde de bulunan çocuklara bir takım şekerleme dağıttılar. Başkan Tunç Belediye Binasını gezdirdiği Macarlara, Macaristan’da olmayan ve ilk defa görmüş olanlara kolonya ikram ederek geç haber verildiğini ve hazırlık yapamadığını ifade ederek Kafile Başkanı Erdelyi’e kahve fincanı hediye etti. Belediye binasının gezilmesinin ardından Kafile ilk olarak Tekirdağ ve İstanbul’a gideceği belirtilerek Beldeden ayrıldılar. (ue)

2010-09-27
www.trakyagundemi.com

Mâko Belediyesinden Ziyaret

Mâko Kenti Kültür Müdürü Eva Rozsnyal’ın nisan ayında Nazilli Belediyesi itfaiye müdürlüğüne yapmış olduğu ziyareti sırasında Nazilli Belediye Başkanı Haluk Alıcık; “Nazillimizin düşman işgalinden kurtuluşunun 88. Yıl dönümünde sizleri de aramızda görmek istiyoruz” dedi. Mâko Kenti Kültür Müdürü Eva Rozsnyal Nazilli Belediye Başkanı Haluk Alıcık’ın bu davetini kırmayarak 5 Eylül Kurtuluş Bayramı nedeniyle Nazilli Belediyesini ziyaret etti. 5 günlük ziyaretlerinin ardından Belediye Başkanı Haluk Alıcık’ın makamında getirmiş oldukları divit kalem ve mürekkepli kalem takımını hediye ederken Belediye Başkanımızda kendilerine Nazillimize özgü yetişen ürünlerimizden hediye etti. Daha sonra veda yemeğine katılan misafirler buradaki organizeden ve misafirperverlikten memnun olduklarını dile getirerek en kısa zamanda tekrar ziyaretimize gelmek temennisiyle şirin kentimiz Nazillimizden ayrıldılar.

2010-09-15

Avusturya-Macaristan’ın 1908’de Bosna’ya İşgaline İlk Trabzonlular Tepki Göstermiş

AAvusturya-Macaristan’ın 5 Ekim 1908 yılında Osmanlı Coğrafyası’ndaki Bosna’yı işgal etmesine ilk Trabzonlular tepki gösterirken, Trabzon halkı tepki olarak Avusturya mallarını boykot ederken, Trabzon Limanı’na gelen Avusturya gemilerine yük yüklemeyi ve indirmeyi bırakmış.

O dönemde Avusturya-Macaristan Devleti’nin Trabzon’da görev yapan Konsolosu General Mösyo Dimoris, konuyla ilgili Osmanlı Hükümeti’nden izahat isterken, verilen cevapta; bu kararın kişisel hürriyet ve serbest ticaret açısından milli hislerle alınmış bir karar olduğu ve medeni ülkelerde sıkça görülen bir durum olduğu kaydedilmiş.

Detaylar: >>>

2014-12-18
http://www.sondakika.com/

Macaristan ve ABD arasındaki gerginlik tırmanıyor. – Hüseyin Sabri

orban_hun_afp_nocreditGeçtiğimiz günlerde Amerikan senatosu üyesi John McCain, bir oturumda Macaristan başbakanını “neo faşit diktatör” olarak tanımlamıştı. Macaristan başbakanı da bir radyo konuşmasında Amerikan senato üyesi John McCain’in sözlerini değerlendirirken “Macaristan’ın ekonomik ve mali bağımsızlığı birilerinin hoşuna gitmiyor ve bu yüzden bize saldırıyorlar” dedi.

Bu gelişmeyle Budapeşte ve Washington arasındaki ağır sorunlar de yeni bir aşamaya ulaşmış oldu.

İki NATO üyesi ülke arasında son dönemlerde yaşanan gerginlik, geçen ay Amerikan yönetiminin 6 üst düzey Macar devlet bürokratına Amerikan vizesi verilmeyeceği açıklamasıyla başladı. Kim oldukları ne Washington ve ne de Budapeşte yetkilileri tarafından belirtilen bu üst düzey bürokratlar arasında Gümrük ve Vergiler Kurumu Başkanı İldiko Vida’nın da bulunduğu kısa süre içinde ortaya çıktı.

Amerikan yetkililer bu şahısların yolsuzluklara ve vergi kaçakçılığına karıştıklarını ve hatta Macaristan’da faaliyet gösteren Amerikan şirketlerinden rüşvet istediklerini belirterek, Macar hükümetinden konuyla ilgili işlem yapmasını ve soruşturma açmasını beklediklerini söylediler. Ancak Macar hükümeti ise, bu konuda kendilerine gelen bilgilerin yeterli olmadığını, eğer bu tür yolsuzluklar söz konusuysa bunun Amerikan hükümeti tarafından kendilerine delillerle bildirilmesinin doğru olacağını söylediler. Ve hükümetin çok önemli bürokratlarından olan İldiko Vida da görevden alınmadı. Hatta Gümrük ve Vergiler Kurumu’nda bu iddialar nedeniyle açılan ön soruşturmanın da İldiko Vida’nın yönetiminde sürdürülmesi kararlaştırıldı. Yani Gümrük ve Vergi Kurumu başkanı kendisi hakkında açılan soruşturmayı kendisi yürütmüş oldu.

Hükümet çevreleri ve hükümete yakın medya, Amerika’nın bu tavrının gerisinde, Macaristan’ın Rusya’ya karşı takındığı temkinli ama olumlu ilişkiler olduğunu iddia ediyorlar. Bilindiği gibi Macar hükümeti Ukrayna nedeniyle Rusya’ya karşı uygulanan ekonomik ve ticari ambargoyu engellemeye çalışmıştı. Macaristan’ın tek nükleer santrali Paks’ın genişletilmesi projesi de uluslararası bir ihale açılmadan Rusya’ya verilmişti. Öte yandan Macaristan geçtiğimiz günlerde Putin’in Türkiye ziyareti esnasında, inşaatından vazgeçtiklerini açıkladığı Güney Akımı projesine de destek veriyordu ve bu tavrı nedeniyle de Avrupa Birliği içinden olumsuz tepkiler alıyordu. Putin de bir konuşmasında Macaristan’ı Avrupa’daki “en önemli politik, ticari ve ekonomik” partner ülkelerden biri olarak tanımlamıştı.

Amerikan senatosunun güçlü isimlerinden John McCain’in Macar başbakanını ağır bir dille “Putin’le yatağa giren yeni faşist diktatör” diye tanımlamasının ardından Macar hükümeti bu açıklamaya sert tepki göstermişti. Macar dışişleri sözcüsü Kovacs, senatörü Macaristan hakkında en küçük bir bilgisi olmamakla, gazete haberlerinden edindiği bilgilerle yüzeysel ve haksız ithamlar yapmakla suçladı. Bunun ardından da Çarşamba günü John McCain yeni ve detaylı bir açıklamayla, bu suçlamasının nedenlerini gerekçelendirdi. Bu gerekçeler aslında son dört yıldır Macar hükümetinin hayata geçirdiği ve hem Avrupa Birliği ve hem de dönem dönem Amerika Birleşik Devletleri tarafından eleştirilen tüm anti demokratik uygulamaların bir listesi niteliğinde.

Bu gelişmelerin ardından Amerikan’ın Budapeşte büyükelçiliğinde bir süredir vekil büyükelçi görevini yürüten André Goodfriend’i dışişlerine çağırdı. Amerikan diplomat, Amerikan senatörünün açıklamasının Washington’un resmi tavrı olmadığını söyledi, ancak, bu açıklamalarda gündeme getirilen eleştirilerin de sürpriz olmadığını belirtti.

2014-12-05
Hüseyin Sabri

Gece Yarısı Ekspresi’nden Muhteşem Yüzyıl’a… – Özay ŞENDİR – Star

suleyman_minaturaYunanistan’da bir yapım şirketi, Yunan ordusunun Anadolu’yu işgalini anlatan bir dizi yapsa, bu dizi Türkiye’de yayınlanabilir mi?

Sanmam, öyle bir diziyi yayınlayan kanalın başı kesin belaya girer.

Bir adım öteye gidelim, Avusturya’da bir şirket Viyana kuşatmasını da kapsayan dönemin dizisini yapsa, dizide Osmanlı İmparatorluğu’nun hatalarından söz edilse, o dizi Türkiye’de yayınlanabilir mi?

Yok, o da yayınlanamaz…

Nereden biliyorsun diyeceksiniz, değil mi? Gece Yarısı Ekspresi filmini seyreden kişi sayısı yok denecek kadar azdır ama herkes bu filmin adını ve Türk düşmanı olduğunu bilir.

6 dalda aday gösterilip 2 dalda Oscar almış bir filmdir Gece Yarısı Ekspresi. Amerika ve Avrupa’da 1978’te gösterime giren filmin ardından Türkiye yönetmen, oyuncu ve yapımcıların ülkeye girişlerini yasaklamak dahil çeşitli tepkiler vermişti.

Hikaye burada bitmedi, Gece Yarısı Ekspresi filminin yönetmeni Oliver Stone, 2004 yılında, Büyük İskender filminin tanıtımı için Türkiye’ye geldi, bir basın toplantısı düzenlendi.

Toplantıda Kanal D Muhabiri Ayşegül Ataç, Oliver Stone’a “Türklere düşman mısınız?” diye sordu, bu soruya Oliver Stone değil ama Türkiye’deki dağıtım şirketinin sahibi tepki verdi, sağa sola şikayette bulundu.

Dağıtıcının derdi elbette paraydı.

Aradan 26 yıl geçmesine, Gece Yarısı Ekspresi Türkiye’de hiç gösterilmemiş olmasına rağmen seyircinin Oliver Stone’u cezalandıracağı ve Büyük İskender’e gitmeyeceğini düşündü.

Tarih dediğimiz şey aslında yaşananların kazananların gözünden anlatılmasıdır biraz da…

Macaristan’da Muhteşem Yüzyıl’ın yayınlayan ve diziye 6 hafta ara veren kanalın seyirci tarafından protesto edildiğini görünce geldi bunlar aklıma…

Muhteşem Yüzyıl’da en uzun ve başarılı savaş sahneleri Kanuni’nin Macaristan seferine ait olan sahnelerdir.

Macarlar asırlar süren Osmanlı hakimiyetinin başlangıcını da kapsayan bir diziyi seyretmeye neden bu kadar hevesliler?

Belki de tarih kitaplarında yazanları bir de kazananın penceresinden izlemek istemiş olabilirler ama kabul edelim ki Türkiye için geçerli olmayan bir örnek bu.

Gerekçesi ister koyu milliyetçilik olsun ister hiç esaret altında yaşamamış olmanın sonucu, fark etmez.

Macarlar Muhteşem Yüzyıl’dan ne öğreniyorlar bilmem ama Macarların dizinin yayını için gösterdikleri ısrara bakıp bizim düşünmemiz gerekenler olduğu kesin…

2014-10-06
Özay ŞENDİR – Star

Bir anma, bir kutlama – Ahmet Külahçı

Woman looking through a hole in the Berlin Wall.Son dönemlerde dünya gündemine iyice yerleşen Rusya-Ukrayna sürtüşmesi, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü kirli savaş ve Almanya’da dış istihbarattan sorumlu Federal Haberalma Teşkilatı’nın (BND) Türkiye’yi de yıllarca gizli dinlemesi gibi olaylar yüzünden özgürlükle doğrudan bağlantılı tarihi iki olay biraz arka planda kaldı.

Bunlardan biri, Batılıların Utanç Duvarı, Doğuluların “Faşizme geçit yok duvarı” olarak nitelendirdikleri Berlin başta olmak üzere iki Almanya arasında duvarların örülmeye başlanmasının 53’üncü yılındaki anma töreniydi.

Hala duvarların bir bölümü ile bir gözetleme kulesinin korunduğu Berlin’in Bernauer Caddesi üzerindeki Berlin Duvarları Anma Evi’nin önünde bir tören düzenlendi.
Törene Berlin Eyalet Başbakanı Klaus Wowereit ile çok sayıda politikacı katıldı.
Vatandaşlar da…

* * *
28 yılı aşkın bir süre Almanya’yı Almanya’dan, Almanları Almanlardan ayıran bu duvarların örülmesine 13 Ağustos 1961’de başlandı.
Hem de, dönemin eski Doğu Almanya olarak bilinen Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin (DDR) Başkanı Walter Ulbricht, aynı yıl haziran ayında düzenlenen bir basın toplantısında kendisine yönetilen bir soru üzerine, “Bu sorudan, Batı Almanya’da bizim DDR’nin başkentindeki inşaat işçilerini mobilize edip bir duvar ördüreceğimiz arzusunun olduğu sonucuna varıyorum. Öyle mi? Böyle bir niyet olduğunu bilmiyorum. Zira inşaat işçileri yeni konutlar inşa etmekle meşguller ve tüm güçlerini o yönde kullanıyorlar. Hiç kimsenin bir duvar örme niyeti yok” dediği halde.
45.8 kilometresi Doğu-Batı Berlin arasında olmak üzere 167.8 kilometre uzunluğunda duvarlar.
Doğulular her ne kadar “Faşizme geçit yok duvarı” deseler de, bu duvarlar gerçekten özgürlüğe geçit yok duvarlarıydı…
Tam olarak bilinmemekle birlikte, resmi verilere bu duvarları aşıp özgürlüğe kavuşmak isteyen 138 kişi yaşamını yitirmiş.
Tahminlere göre özgürlük kurbanlarının sayısı 245’e ulaşmakta.
İşte 13 Ağustos’ta Bernauer Caddesi’nde bu özgürlük kurbanları anıldı…
Bernauer Caddesi’nden geçen duvarlar tam bir dram duvarıydı…
Binalar Doğu Berlin, kaldırımlar ise Batı Berlin sınırları içinde kalıyordu…
Caddeyi geçmek yasaktı…
Geçmek isteyeni ölüm bekliyordu…
Klaus Wowereit, “13 Ağustos her seferinde bize özgürlük ve hukuk devletinin kendiliğinden olmayacağını ve bunlar için her gün yeniden mücadele edilmesi gerektiğini hatırlatıyor” diyerek özgürlüklere sahip çıkılması çağrısında bulundu.
Ve bu gerçeğin yeni nesillere çok iyi anlatılması gerektiğinin de altını çizdi.

* * *

Evet, bu anma törenini Batı Berlin’in Wedding İlçesi ile Doğu Berlin’in Mitte İlçesi’nde görünmeyen sınır olan Bernauer Caddesi üzerindeki binaların pencerelerinden izleyen insanlar da vardı…
Onların aklından neler geçti, onlar neler söyledi, onlar neler düşündü bilemiyorum?
Diğer olay ise Macaristan’ın Avusturya sınırını geçici de olsa açmasıydı.
19 Ağustos 1989’da Macaristan Avusturya sınırında Pan Avrupa Pikniği düzenlenmişti.
İki komşu ülkenin ama iki farklı sistemde yaşayan insanları birlikte eğleniyordu…
Aralarında Doğu Almanya vatandaşları da vardı…
Özgürlüğe susamış, özgürlük tutkunu bu insanlar, Macaristan’ın sınır kapısını aralamasını fırsat bilip Avusturya’ya geçtiler.
Macaristan sınır koruma polislerinin seyirci kalması sayesinde 700’e yakın Doğu Almanya vatandaşı özgürlüğe kavuştu.
Tabii, sosyalist kardeş DDR’in tepkisi göz önünde bulundurularak Macaristan 40 dakika sonra sınır kapılarını yeniden kapattı.
Ama Macaristan-Avusturya sınır kapıları 10 Eylül 1989 tarihinde bir daha kapanmamak üzere açıldı.
İşte 19 Ağustos’ta özgürlüğe geçişi geçici de olsa sağlayan ve 9 Kasım 1989 tarihinde iki Almanya arasındaki duvarların tamamen yıkılmasında etkin rol oynayan Macaristan’a teşekkür kutlamaları vardı…
Thüringen’de düzenlenen kutlamalara Pan Avrupa Pikniği’ne katılan ve Macaristan’ın sınır kapısını açması üzerine Avusturya’ya, oradan da Batı Almanya’ya geçip özgürlüğe kavuşan insanlar da vardı…
Mutlulardı…
Birleşen Almanya’da, yani Federal Almanya Cumhuriyeti’nde (BRD) özgür bir şekilde yaşamanın tadını çıkarıyorlardı…

2014-08-24
Hürrıyet

Macaristan Turizmi

orszaghazMacaristan’da Turizm Turizm Macaristan ekonomisine önemli katkıda bulunmaktadır. Doğrudan ekonomik faaliyetler arasında yer almasa da geçmişten beri ülkeye döviz girdisi sağlamaktadır. Tarımdan sonra, Macaristan’ın ikinci en büyük net döviz kazanç kaynağı turizmdir. Başkent Budapeşte, çok sayıda müze, kilise, kalenin yanı sıra müzik ve drama alanında yıllık bahar festivallerinin olduğu kültürel bir turizm cazibe merkezidir. Ülke genelinde 100′den fazla devlet müzesi bulunmaktadır.. Balaton Gölü aynı zamanda tekne, balıkçılık ve yüzme gibi yaz rekreasyon faaliyetleri için popüler bir tatil beldesidir. (Nations Encyclopedia’dan…

2014-08-24
http://nereyegitmeliyiz.com

Macaristan’da Macarca bilen Osmanlı hocaları – Mustafa Armağan

pecs3Bu gidişle Macar tarihçiler kurtaracak Osmanlı’nın haysiyetini. Neden mi bu cümleyi sarf ettim burada? Çünkü efendim, Osmanlı tarihine kendi tarihlerinin şerefli bir sayfası olarak bakmayı çoğumuzdan önce öğrendiler de ondan.

Zaten Sandor Takats gibi dürüst ve ehil tarihçiler 1920’lerden itibaren Osmanlı idaresinin Macaristan’daki idare tarzının ifade ve icra ettiği çok seslilik ve çok renklilik üzerinde ısrarla duruyor ve bu dönemin, tarihlerindeki parlak sayfalardan biri olduğunu vurguluyorlardı. Takats’ın verdiği çarpıcı bilgiler arasında, Macaristan’da görev yapmış olan Osmanlı din adamlarının, özellikle de Kadı’ların, görevlerine başlamadan önce Macarca öğrendikleri ve Osmanlı mahkemelerinde gerektikçe Macarcanın kullanıldığı da vardı. Gerçekten de ister istemez şaşırıyor insan. Macarca bilen bir kadı? Olacak şey mi bu? Ama olur, çünkü bu, Osmanlı Devleti’dir! Havsalamızın almadığı ne kadar çok şey onun sınırları içerisine sığmıştır da bu mu sığmayacaktır?

Macaristan’ın yetiştirdiği değerli Osmanlı tarihçilerinden birisi de Budapeşte Üniversitesi Tarih Bölümü’nde Osmanlı tarihi okutan Gabor Agoston’dur. Agoston, yazdığı “Budin’de Osmanlı medreseleri ve müderrisleri” başlıklı makalede bize Osmanlı âleminin Macaristan pencerelerinden birisini aralıyor. Agoston’a göre, Osmanlı Avrupası’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi Budin’de de çeşitli eğitim kurumları bulunuyordu. Bu eğitim kurumları arasında camiler ve tekkeler de vardı; ama Osmanlıların Avrupa topraklarına ektiği en önemli kurumlar, medreselerdi.

Macar şehirlerinde yanar mahyalar!

Macaristan topraklarında kaç medrese açıldı ve bunlar ne kadar süreyle faal kaldı? Bunları bugün tam olarak bilemiyoruz. Mesela Evliya Çelebi, 1660’lı yıllar itibarıyla Macaristan’da 77 medresenin bulunduğunu bildirir. Her ne kadar biraz abartılı gibi dursa da, Evliya Çelebi’nin rakamlarını bizim gibi bir kalemde geçmeyen Agoston, onun bilgilerini kontrolden geçirir ve Osmanlı hakimiyetindeki 32 şehir, kale ve kasaba hesaba katılacak olursa, bu 77 medresenin varlığını gerçeğe yakın kabul edebiliriz, sonucuna varır.

Macaristan topraklarında 1660’larda tam 77 medrese. Orta Avrupa sınırında bir ülkede yüzlerce müderrisin, yani din adamının yaşadığını buradan çıkarmak zor olmasa gerek. Bursa’da, Edirne’de, İstanbul’da gördüğümüz o medrese binalarının Avrupa topraklarını süslediğini, o odalarda hocaların ve öğrencilerin yatıp kalktıklarını, kazanlar kaynattıklarını, kandiller uyandırdıklarını, Kur’an tilavet ettiklerini, şehirlerin burçlarına ezan seslerinin kırık camlar gibi çarpıp medrese avlularına, hatta Peç’in meşhur Mevlevihanesi’nin tavanına döküldüğünü düşünmek bile yeterince hüzünlendiriyor insanı. Tabii, Macaristan’da Osmanlı medreseleri denilince ilk akla gelen, Sokollu Mustafa Paşa’nın Budin’deki ünlü medresesi oluyor. Kimdir bu Mustafa Paşa? Tarihlerimizden tanıdığımız Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa’nın amca oğlu olan Mustafa Paşa, tam 12 yıl süren Budin Beylerbeyiliği görevinde gönlünü kaptırdığı bu şehri birçok mimari eserle donatmış. Bu eserler arasında Mimar Sinan’a yaptırdığı medresenin ayrı bir yeri vardır. Görgü şahitlerinin ifadelerine göre, taştan yapılmış olan bu medresenin kubbeleri, diğer Osmanlı medreseleri gibi kurşunla kaplıdır. Onu son gören gözler, Kont Marsigli’ninkiler olmuştur. Bu medresede, klasik İslami ilimlerden kelam, fıkıh ve hadisin yanı sıra bizim “müspet ilimler” dediğimiz ilimler de okutulmaktaydı. Marsigli’nin kendi gözleriyle görüp kitabına kaydettiği ders kitapları arasında belagat (retorik), müzik, astronomi, mimarlık ve coğrafyaya ait kitaplar da yer alıyordu burada. Ayrıca tıp biliminin klasik metinleri de kitaplıktaki yerini almıştı Kont’umuz oraya gitmeden. Bunların arasında Bergamalı Galen’in kitabının Budin’de yapılmış bir tercümesi bile mevcuttu.

Agoston, yalnız bilgi vermeyi değil, şaşırtmayı da seviyor olmalı ki, bize İbn Sina’nın “Kanun” adlı, Avrupa dillerine de tercüme edilen meşhur kitabının, yalnız İstanbul medreselerinde değil, Balkanlardaki orta dereceli okullarda bile okutulduğunu söylüyor. Budin Müftüsü’nün kitapları arasında dikkat çeken eserlerden birisi de, İbn Baytar’ın “el-Mugni” adlı hastalıkları tasnif ettiği kitabıdır ve Arapçadan Türkçeye, Budin Beylerbeyi Hüseyin Paşa’nın emriyle çevrilmiştir. Böylece bir medrese kitaplığında bu tıp klasiklerinin ne aradığı gibi bir bilmecenin içine sürüklenmiş oluyoruz Agoston’la birlikte. Yoksa Budin’deki Sokollu Mustafa Paşa Medresesi’nde bir tıp fakültesinin kalıntılarına doğru mu ilerliyoruz?
Peşte ile birlikte bugünkü Budapeşte’nin çekirdeğini oluşturan Budin’deki bu medresede din adamlarını (müderrisleri), imparatorluğun diğer bölgelerinde görev yapanlar için tamamıyla meçhul mahalli örf ve âdetlerin cari olduğu Macar kanunlarını da öğrenme imkanını bulmuşlardır müderrislerimiz. Bunun içindir ki, diyor Agoston, Osmanlı Devleti ile Macar Kralları arasındaki siyasi münasebetlerde, barış görüşmelerinde Macaristan’da görev yapan Kadı ve Müftülerin bilgi ve tecrübelerinden yararlanılmıştır. Mesela Budin Müftüsü İsa Efendi, 1625 ve 1627 tarihlerindeki barış görüşmelerinde Osmanlı heyetine başkanlık bile yapmıştır.

Aslen Boşnak olan İsa Efendi Avusturya elçilerini alıp İstanbul’a gelmiş, Eyüp, Bursa ve İstanbul kadılığı yaptıktan sonra Anadolu ve Rumeli kazaskerliğine kadar yükselmiştir.

Bu, işin medrese kısmı. Tekkeler ve tasavvuf bahsi ise ayrı bir yazıyı hakedecek zenginliklerle dolu. Gül Baba en bilineni. Tarihçi Peçevi’nin memleketi olan Peçuy şehrindeki mevlevihâne bile başlı başına bir damgadır Avrupa’nın hafızasında. Mevlana’nın en batıdaki akıncısı olan Peçuy Mevlevihânesi’nde haftada iki defa semâ edildiği, Macar asıllı Arifi Ahmet Dede’nin İstanbul’da devam eden ve susan semâı, daha da hoş olanı, Hâfız’ın, Sâdi’nin, Hayyam’ın, Nizâmî’nin ve İbn Arabî’nin sesinin serhat boylarında bir buçuk asır boyunca çınlamış olması.

Gül Baba, gülme cehaletimize…

2014-05-30
http://www.e-tarih.org – MUSTAFA ARMAĞAN

16,474FansLike
639FollowersFollow