2025. Temmuz 7.
Türkinfo Blog Oldal 18

ERASMUS PROJESİYLE MACARİSTAN’A EĞİTİM YOLCULUĞU

Kaynak: akcaabatgazetesi.com.tr

Akçaabat Anadolu Lisesi Öğrencileri ve Öğretmenleri Macaristan’da eğitim faaliyeti gerçekleştirdi.

Akçaabat Anadolu Lisesi, Trabzon İl Milli Eğitim Müdürlüğü Erasmus Okul Eğitimi Akreditasyonu KA121 Projesi kapsamında Macaristan’ın Budapeşte şehrinde önemli bir eğitim faaliyeti gerçekleştirdi. Okul Müdürü Mehmet Bayram, öğretmenler Sara Bayram, Ebru Sivrikaya ve Betül Yıldız ile birlikte, öğrenciler Zeynep Nur Kalyoncu, Başak Ataoğlu, Hayrunnisa Bulut, Tara Başak Feyzioğlu, Umay Yiğit, Bircan Parmak, Enis Emre Köroğlu, Deniz Boran Şafak ve Affan Kitapçıoğlu’nun yer aldığı grup, Deak Deak Enek-zenei Altalanos Iskola es Gimnazium’da işbaşı gözlem ve öğrenci grup faaliyetlerine katıldılar. Ayrıca, Lise Müdürü Eren Çavdaroğlu ve Of Necmi Çakır Anadolu Lisesi Felsefe Öğretmeni Zeynep Çakır da faaliyette yer aldılar.

Faaliyet boyunca, grup Macaristan’ın tarihi ve kültürel mirasını keşfetti. Katılımcılar, Budapeşte’nin eşsiz tarihi dokusuna hayran kaldılar. Kahramanlar Meydanı’nda Macar tarihi hakkında bilgi edinirken, Parlamento Binası ve işleyişini gözlemlediler. Ayrıca Tarım Müzesi’nde tarımın sanayi ve mimariyle buluşmasını incelediler. Tuna gezintisinde “Gazi Osman Paşa / Plevne Marşı” eşliğinde yapılan turda, Buda Kalesi’nde Osmanlı izlerini aradılar. Kanuni Sultan Süleyman’ın bizzat Cuma namazı kıldırdığı Fetih Camii’nin Aziz Matthias Kilisesi’ne dönüşümünü de anlamlandırmaya çalıştılar. Estergon Kalesi’ni Estergon Marşı eşliğinde gezme planı yaparken, Estergon Bazilikası’nın görkemine tanık oldular.

Katılımcılar, Budapeşte’deki Müzik Müzesi’nde ortak çalışmalar gerçekleştirdiler ve doğa, tarih, sanat ve medyanın birlikte kullanımının önemine dikkat çektiler. Ayrıca Szentendere Sanatçılar Köyü’nde, bölgenin kültürünü yakından tanıma fırsatı buldular. Yenilikçi öğrenme tekniklerinin nasıl kullanılacağı ve okullarda nasıl entegre edilebileceği üzerine görüşmeler yapıldı.

Deak Deak Enek-zenei Altalanos Iskola es Gimnazium’daki eğitim-öğretim faaliyetlerine katılan öğretmen ve öğrenciler, hareketlilik sayesinde yeni proje fikirleri ve kalıcı dostluklar edinerek ülkemize döndüler.

Kaynak: akcaabatgazetesi.com.tr

Szigetújfalu

Macar Kültür Merkezi’nde “Edebiyat Pikniği” düzenlendi

– Macar edebiyatı, yayıncılığı ve çeviri faaliyetlerinin tanıtıldığı “Edebiyat Pikniği” etkinliği, Liszt Enstitüsü-Macar Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi-

Macar edebiyatı, yayıncılığı ve çeviri faaliyetlerinin tanıtıldığı “Edebiyat Pikniği” etkinliği, Liszt Enstitüsü-Macar Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

“2024 Türk-Macar Kültür Yılı” kapsamında gerçekleştirilen etkinliğe katılan Erdelyi Szalon Yayınevi’nin sahibi Attila Zoltan Kovacs, “Macaristan’da Yayın Dünyası” başlıklı bir sunum yaptı.

Macarcadan Türkçeye çevirisi yapılan eserlerin çoğunlukla Macar klasikleri olduğunu aktaran Kovacs, bu eserler dışındaki çeviri faaliyetlerinin ise oldukça az olduğunu söyledi.

Kovacs, Macarcadan Türkçeye yapılacak çevirilerde zorunlu olarak bir seçme işlemi yapmak zorunda kaldıklarının altını çizerek, şu bilgileri verdi:

“Macar edebiyatı çok zengin bir edebiyattır. Bu eserlerin tamamını çevirmek ise tahmin edeceğiniz üzere imkansız. Burada çevirisi yapılacak eserlerden kastım, son 150 yılda yazılmış modern eserler. Daha eski tarihlere gidecek olursak mesele giderek daha fazla zorlaşacaktır. Bu eserlerin çevirisini yapmak için dönemin Macarcasını da çok iyi bilen özel çevirmenlere ihtiyaç vardır. Bu çevirmenleri bulmak çok zor. Ayrıca piyasada rağbet gören modern edebi ürünler olduğu için kendimizi son dönemle sınırlandırmak zorundayız.”

– “Şu anda Türkiye’de ne kadar Macarca eser varsa Macaristan’da o kadar Türkçe eser var”

Macar edebiyatı içinde çok az sayıda yazarın yurt dışında eserlerinin çevrildiğini sözlerine ekleyen Kovacs, “Yapılan çevirilerden dolayı yazara ne yazık ki çok iyi bir telif de ödenemiyor. Yazara kalan sadece eserinin tanıtılması oluyor. Şu anda Türkiye’de ne kadar Macarca eser varsa Macaristan’da o kadar Türkçe eser var. Macaristan’da Türk yazarlara ilişkin yapılan araştırmalarda Macar okurların Türk yazarları bilmediğini görüyoruz. En iyi bilinen Türk yazar ise Orhan Pamuk.” ifadelerini kullandı.

Attila Zoltan Kovacs, Macar edebiyatının da dahil olduğu Orta Avrupa ülkeleri arasında da çeviri faaliyetlerinin çok iyi bir durumda olmadığını vurgulayarak şunları kaydetti:

“Ne yazık ki karşımızda küçük bir piyasa var. Söz konusu ülkelerin dünya piyasasında büyük bir yere sahip olması için birlikte hareket etmesi gerekiyor. Ama bu da oldukça zor çünkü arka planda edebiyattan daha çok siyaset önemli bir rol oynuyor. Ne yazık ki devlet desteği olmazsa çeviri faaliyetini sürdürmek neredeyse imkansız.”

Türkiye’den Macar edebiyatı üzerine çalışan araştırmacı bulmakta zorlandıklarını aktaran Kovacs, sene sonuna kadar yapılacak çeviri faaliyetiyle toplam 12 eserin Türkçe’ye kazandırılacağını söyledi.

– “Bartok Anadolu’ya geldiğinde Macar folklorunun asıl mirasının burada olduğunu görmüştü”

Etkinlikte Macar besteci, etnomüzikolog, piyanist Bela Bartok’un hayatını anlatan “Bartok’un İzinde” belgeselinin Türkiye prömiyeri de gerçekleşti.

Yapımcı Csaba Farkas da AA muhabirine yaptığı açıklamada, belgesel için öncelikle Macaristan’ın ünlü folklor araştırmacısı ve “Anadolu’da Bartok’un İzinde” eserine imza atan Janos Sipos ile görüştüğünü belirterek, “Sipos’a, Bartok’un Türkiye’de geçirdiği zamanları anlatan bir belgesel yapmak istediğimi söyledim. Kendisi bu fikrime oldukça olumlu bir şekilde yaklaştı. Belgeselin draftını hazırladım. Daha sonra ise Türkiye’ye gelerek bir süre araştırma yaptım. Bartok’un asıl amacı Macar kültürünün kaynaklarına ulaşmaktı. Bunun için birçok yeri ziyaret etti. Bartok Anadolu’ya geldiğinde Macar folklorunun asıl mirasının burada olduğunu görmüştü. Bu yüzden benim de en çok merak ettiğim nokta, Bartok’un hem yaşadığı hem de ziyaret ettiği yerlerin son haliydi.” şeklinde konuştu.

Belgeselin Türkiye’deki çekimlerinin 11 gün sürdüğünü kaydeden Farkas, “Belgeselimizin Macaristan prömiyerini yaptık. Bunun yanı sıra önemli bir festivale katıldık. Her iki etkinlikte de Türkiye’den gelen misafirlerimiz vardı. Onların belgeseli izlediklerinde oldukça iyi duygular hissettiğini gördüm. Filmimizin bugün de Türkiye prömiyerini yapacağız. Umuyorum buradaki izleyiciler de benzer duyguları paylaşır.” dedi.

– “Bu hızlı çağda özellikle gençlerin Bartok’un hayatını merak etmelerini sağlayabilirsek çok mutlu olacağız”

Yönetmen Kalman Kazsmer, Bartok’un Türkiye’ye yaptığı ziyaretin çok fazla bilinmediğini ve Macar folklorunun geçmişiyle ilgili yaptığı ziyaretlerde kendisini en fazla Türkiye’de rahat hissettiğini dile getirdi.

Bartok’un Türkiye ziyaretinde buradaki halkın hayatını tüm detaylarıyla araştırdığına dikkati çeken Kazsmer, sözlerini şöyle sürdürdü:

“O, burada düğünlerden tarlada çalışanlara kadar insanların yaşamını görmeye ve anlamaya çalıştı. Bartok ancak bunu yapabilirse halkın kültürünü tam olarak anlayabileceğini biliyordu. Biz de onun bu önemli hayat hikayesini filmimizle tekrar gün yüzünü çıkarmak istedik. Belgeselde, birbiriyle Bartok’un eserleri üzerinden tanışan Türk ve Macar iki genç var. Onlar Bartok’un bu gezdiği rotayı 100 yıl sonra yeniden geziyor. Bu hızlı çağda özellikle gençlerin Bartok’un hayatını merak etmelerini sağlayabilirsek çok mutlu olacağız.”

Yoğun bir katılımın gözlendiği etkinlik, Erdal Şalikoğlu ve Ferda Ereren’in, Bartok’un Anadolu derlemeleri ve Macar varyantlarını seslendirdiği konserle sona erdi.

Szigethalom

B52 – Néhány Perc

Haritamdaki Budapeşte- V : Múseum Körút

En sık kullandığım güzergahlardan birisi. Genellikle Astoria Oteli’nin köşesindeki durakta inip oradan Kálvin Tér’e doğru yürürüm. Hep sağdan. Sol taraf 19. yüzyıldan kalma, müze ve üniversite olarak kullanılan heybetli binalarla doludur. Bölge 18. yüzyılın son çeyreğinde, soylu Batthyány ailesine aitmiş. 1813 yılında Magyar Nemzeti Múzeum (MNM- Macar Ulusal Müzesi) tarafından satın alınmış.

Bir doğa müzesi kurma fikri, modern Macar tarihinin yapı taşlarından olan Kont István Széchenyi’den çıkmış. Fransız İhtilali’nin etkisiyle Avrupa’da ulusal müzeler inşa edilmeye başlar başlamaz Széchenyi (tam olarak 1802 yılında), zengin koleksiyonunu Macaristan’a bağışlamak için İmparator I. Ferenc’e başvurmuş ve hükümdarın onayını alarak Macar Ulusal Müzesi’nin kurulduğunu müjdelemiş. Tabii ki ortada bir müze yokmuş, ama bu illüzyonla MNM, Avrupa’nın üçüncü ulusal müzesi olarak kayıtlara geçmiş. Günümüz patent hikayelerinin bir önceli gibi ya da düğmeye ilk basanın kazandığı yarışma programlarının.

Kont István Széchenyi

1807 yılında Macar Parlementosu, varolmayan müzeyi milletin malı olarak kabul ederek, halkı bağışta bulunmaya çağırmış.1908’de Szechenyi’nin karısı Julianna’nın, mineral koleksiyonunu saraya bağışlaması bir sıçrama tahtası olmuş ve bugünkü Doğa Bilimleri Müzesi’nin temellerinin atılmasını sağlamış. Binanın yapımı için parlementodan onay çıkması neredeyse çeyrek yüzyıl, Mimar Pollock’un 1937’de inşaatına başladığı binayı tamamlaması da on yıl sürmüş. Heykel süslemeleri geçici olarak Milano’dan Peşte’ye taşınan Rafael Monti tarafından yapılmış ve nihayet 1846’da III. Ulusal Sanayi Sergisi ile açılmış.

Bunlar hep meraktan, yoksa dediğim gibi ben hanidir sağdan yürüyorum. Daha önce farklı ülkelerde ve kentlerde pek çok benzerini görmüş olmakla birlikte, karşıya geçme fırsatı bulsam, bu müzeyi de ziyaret etmekten mutluluk duyacağım. Ama bazen kısa gibi gözüken mesafeleri aşmak uzun zaman alabiliyor. Kaldı ki sağ yakadaki binalar da geçen yüzyıldan kalma ve neredeyse tamamı tescilli. Her neyse, aslında Astoria Oteli’nin oradan yürümeye başlayıp Ferenczy István utca’nın köşesine varana kadar otel, galeri, Mc Donalds, eczane filan derken buranın özel konumunu fark etmezsiniz bile. Yine de o kadar çabuk geçmeyin derim. Budapeşte’deki eski binaların avluları, daima sürprizlere gebedir.

Derken sağanak başlar. İlk sahaf iki farklı binanın altına yayılmış ve içeriden birleştirilmiş buranın ağır abisi Központi’dir. Vitrinler çarpar önce insanı. Pek az görebileceğiniz haritalar, ciltleriyle bile baş döndüren nadir kitaplar, gravürler. Ama ürkütücüdür. Başlarda çekinerek girip şöyle hızla bir göz atıp çıkardım. Ta ki, hanidir vitrinde gördüğüm Baedeker’s’in Constantinople seyahatnamesini çıkarttırana kadar. Fiyatını öğrenmem olayların gidişini kolaylaştırmadı. Yine de bir eşik aşılmıştı işte. Sonra yağmurlu bir günde… O gün bugün geçerken vitrinlerine bakar ama burayı en sona bırakırım.

Bir adım ötedeki Lira Könyvesbolt’la hiç işim olmaz ama hemen yanındaki müzik ve enstrüman mağazası Zoltan Kodály’da daima oyalanırım. Burası klasik ve caz tutkunları için cennettir. Müzik kitapları, notalar, enstrümanlar falan da var ama onlar benim görüş alanımın dışında kalır varsa yoksa eski plaklar.

Hemen ötesinde, isminden de kolayca anlaşılabileceği gibi daha çok yeni kitaplar satan Freshwater vardır. Onu pas geçip, Városfal sahafında soluklanırım. Burası ince uzun, dikdörtgen bir mekandır. İki duvar kitaplarla doludur ve ortada hem yanları hem üstü dolu geniş kitaplıklar bulunur. Kitaplar iyi düzenlenmiştir. Girince sol dipte, ufak eski bir masanın arkasında hep aynı orta yaşlı kadın oturur. Girenlerle göz göze gelip başıyla selamlar. Dükkanda hiçbir zaman iki müşteriden fazla olduğumuzu hatırlamıyorum. İçeride neredeyse kesintisiz bir sessizlik hüküm sürer. Buranın hazineleri sağ dipte yer alan ve daima kapalı camlı vitrinli büfede durur. Ayrıca kadının arkasında küçük bir kör oda daha vardır ki, orada bir başka kilitli vitrin vardır ve hemen yanında ufak bir masa, alçak tabure ve karton kutular içinde efemeralar. Macaristan sahaflarında fiyatlar, kitabın son sayfasında kurşun kalemle yazılır. Bizde olduğunca, sığır damgalar gibi, yapışkan etiketlerle kitap kapaklarının arkası örselenmez.

Çok duramazsınız Városfal’da, ısrarlı sesizlik gerilim yaratmaya başlar bende derhal bir adım ötedeki Weöres Sándor sahafın, gürültülü sessizliğine kaçarım. Burası sokağın en özensiz, düzensiz ve elbette en ucuz yeridir. Daracık bir dükkandır ve yüksek tavanları nedeniyle daha çok bir kuleyi, kitap kulesini andırır. Orada sırt çantasıyla dolaşamazsınız. Dükkanda biri varken bir ikinci kişi içeri giremez. Arkadaki raflara ulaşmanızı engelleyen üst üste adam boyu yere yığılmış kitapların kalabalığı içinden bir şey bulmanız mucize kabilindendir. Üstelik bir tasnif de yoktur. Yine de her gerçek kitap meraklısı gibi hayvani bir dürtüyle, burada eşelenmekten zevk alırım. Aldığım tek tük kitap, otuzlarındaki dükkan sahibinin vitrinde sergilediği iki dilde basılmış kent kitaplarıdır genellikle.

Kárpáti és Fia çok şey vaat eder ama Weöres Sandor kadar kesattır, üstelik oradaki hazzı da vermez. İçerde çok iyi mallar vardır ama her şey ateş pahasıdır ve dükkanın aksi suratlı, sürekli gözü müşterilerin üzerindeki sahibi çekilir nane değildir. Bakıp bakıp da hiç bir şey almadığım tek yer burasıdır desem abartı olmaz.

Honterus Gallery ve mezat evi, sokağın iki başaltı dükkanından ilkidir, ikincisi Antiques Museum’dur. Her iki dükkanda büyük olmamakla birlikte, içi dolu turşucukturlar: Afişler, haritalar, eski reklamlar, gravürler, çizim kapaklarıyla göz alan deri ciltler, sıra sıra dizilmiş seyahatnameler.  Hangisinden, şimdi hatırlamıyorum, 1904 Viyana baskısı bir Atlas almıştım. Gerçek bir heyulaydı. Eve kan ter içinde varmıştım.

Bu iş, tıpkı alışveriş tutkunu kadınlarda olduğunca arzu, tutku ve derin bir boşluk barındırır. O yüzden elim kolum fazla dolu değilse, sanki saatlerdir onca kitaba bakan ben değilmişim gibi, hareketli caddeyi geçip Kálvin Tér Meydanı’ndaki seyyar arabalı sahafın etrafını da tavaf etmeden duramam.

Ama ne olursa olsun sahaf turum, ağızda daima iyi tat bırakan Központi’de nihayet bulur. Her yer çepeçevre ahşap raflarla doludur ve onlar da kitaplarla. Tavanla ahşap rafların arasındaki boşlukta Macar afiş tarihinin en nadide örnekleri yer alır. Dikkat, boynunuz tutulmasın. Etrafta bir sürü camlı ve çekmeceli dolap göreceksiniz. Evet, en değerli malzemeler bunlarda tutulur. Kapıdan girince ilk salonda çoğunluk daha yeni kitaplar vardır ama yan bölüme geçtiğinizde nereye bakacağınızı şaşırırsınız. Buraya adım atınca Macarca bilmediğime sevinirim içten içe. Hemen solda, sadece salondan ışık alan iyi aydınlatılmış kör bir oda vardır. Benim mekanım orasıdır, çünkü yabancı dildeki kitaplar burada bulunur. Macaristan coğrafi, kültürel ve siyasal bağlarından ötürü eski Almanca kitaplar bulabileceğiniz önemli merkezlerden biridir. İlk kez Almanca kitapların nerede durduğunu sorduğumda, çalışan bir kadın beni buraya getirip bırakmış, bir süre sonra üst raflara ulaşmam için ahşap bir merdiven de getirmişti. O andan itibaren kendimi buraya ait hisseder oldum.

İnime girince önce çanta ve ceket gibi fazlalıklardan kurtulur, kitapları uzaktan seyrederek soluklanırım. Ciltleri sırtından görerek raflar boyunca ileri geri dolaşmaya başlarım. Bazılarına elim gider, bulundukları kuytudan şöyle bir çıkıp ön kapaklarının bir kısmını gösterirler ve hızla eski konumlarına geri dönerler. Derken biri bitişik nizamdan kurtulur, elde tartılır. Hanidir gün yüzü görmemiş sayfaları havalanır. Niye onu değil de bunu seçerim ki? Yıllar içinde geliştirilmiş bir melekedir bu. Başka izahı yok. Tesadüflerin küçük tanrısına inanırım ama onu görmek, size tuttuğu o bir an parıldayıp sönen ışığı fark etmek için, tam olarak ne olduğunu bilmeseniz de bir şeyler arıyor olmanız gerekir. Bütün bu süreç filme çekilseydi, onu seyreden ya hiçbir şey anlamaz ya da bir tansıka tanık olduğu izlenimine kapılırdı.

Böyle bir anda karşılaşıp tanıştım Ferdinand Ossendowski ile. Kitabın gri, yeşil, sarı arasında gidip gelen ama tam olarak hiçbiri olmayan ve çerçeve içinde çerçeve olarak kurulmuş kapağında uzun örgülü saçlarıyla, gözünü dikmiş, başka bir zamandan ve coğrafyadan bana bakan o yaşlı adama takılmıştım. Bir de çocukluk kitaplarını çağrıştıran o başlığa: “Ormanların ve insanların cangılında.” (In den Dschungeln der Wälder und Menschen, Frankfurt 1924).

Ferdinand Ossendowski

1924 basımı kitabın ilk boş sayfasının sağ üst köşesinde Regensburg’lu Dr. Fritz Buchmann’ın kaşesi vardı. Oracıktaki sandalyeye oturup, ağdalı bir Almancayla yazılmış kitabın girişini okumaya başladım. “Sibirya gezileri ile ilgili kitabı yazdığımda ona bu başlığı vermiştim. Kuşkusuz kulağa biraz romantik, hatta aforizma gibi gelen bir başlık. Sibirya’nın uçsuz bucaksız genişliklerini, ormanlarla son bulan İskandinav tundrasını, bozkırları, yüksek vahşi dağlarla birleşen ve Moğol göçebe kabilelerinin yuvasına dönüşen yerleri, nehir kıyılarını ve Kuzey Pasifik Okyanusu’nun gri dalgalarla dövdüğü adaları, karanlık ormanları… Sakinleri sıradan insanlar ya da suçlular olan Sibirya’yı gözümde canlandırdığımda, kitabımın adının bir gerçekliğe gönderme yaptığını düşünüyordum.”

Eve dönünce Camambert peyniri, karabiberli Macar domuz salamı, Spar’dan alınmış hazır salata ve Villány şarabından oluşan soframı kurup, günün ganimetlerine baktım hızlıca. Sonra internette Ossendowski’yi araştırmaya başladım. Çeşitli dillerde farklı yazılar okudum, çoğunu yapay zeka Deeply ile çevirmem gerekti. İkinci şişeyi açtığımda, karşımda asla unutamayacağım bir insan portresi şekillenmişti.

1876’da Letonya’da doğmuş bir Polonyalı’ydı. Çocukken, doktor olan babasıyla birlikte St. Petersburg’a taşınmış, babası bir süre sonra ölmüş, evi annesi geçindirmişti. Kimya, matematik ve fizik okumuş, Polonyalı Botanikçi Prof. Alexander Zalewski’nin asistanı olarak Kafkasya, Dinyeper, Yersey ve Kuzey Afrika’ya düzenlenen gezilere katılmıştı. 1899’da Çar’a karşı ayaklanan öğrencilerin içindeydi ve aranıyordu. Rusya’dan ayrılıp Paris’e gitti, Sorbonne’da fizik ve kimya eğitimi aldı. 1905’te Rusya’ya döndükten kısa süre sonra Japon-Rus Savaşı başlayınca ordu için gerekli hammaddeleri araştırması için Mançurya’ya gönderildi. Aynı yıl Çar’a karşı düzenlenen kalkışmada Mançurya’daki Yüksek Devrim Komitesi başkanlığına seçildi. Girişim başarısız olunca yakalandı, ölüm cezasına mahkum oldu ve şansına cezası iki yıl hapse çevrildi. 1908’de serbest kaldı. 1911’de hapishane günlerini anlatan ilk kitabını yayımladı.

Gençliğinin devrimci ruhu 1918’de Bolşeviklere karşı Beyaz Ordu saflarına katılmasıyla yön değiştirdi. Lenin’in Almanların Moskova’daki adamı olduğuna dair bir dizi belge yayımladı. Tamamının sahte olduğu iddia edilse de, daha sonra bazılarının doğru olduğu anlaşılacaktı. Bolşevik siyasi polisi Cheka tarafından hakkında yakalama emri çıkartıldı. 1920’de Beyaz Ordu’nun yenilgisi üzerine bir grup Polonyalı’yla, Sibirya’dan Moğolistan’a yürüdü ve oradan New York’a gitti.  1922’de Amerika ve İngiltere’de yayımlanan anı kitabı “Animals, Men, Gods”la büyük ün kazandı. Derken kitapta yazdıklarının bazılarının tamamen uydurma olduğu anlaşıldı. Aynı yıl Polonya’ya döndü. 1923’te ilk eşinden ayrılıp Evanjelist Reform Kilisesi’ne katıldı ve gençlik aşkıyla evlendi. Uzun zaman çeşiti ülkeleri gezerek, “seyahat romantizmi” olarak adlandırdığı pek çok roman yazdı. O yıllarda, dünyanın en çok okunan beş yazarından biriydi.

İkinci Dünya Savaşı’nda Polonya’daydı. 1943’te direniş hareketi Yeraltı Ulusal Partisi’ne katıldı. 1944 sonunda hastalandı, Varşova yakınında bir köye yerleşti ve 1945 başında savaş sürerken öldü. Ölümünden iki hafta sonra Kızıl Ordu birlikleri yaşadığı köyü ele geçirdiler. Sovyetler Birliği’nin arananlar listesindeydi, ve kitapları kütüphanelerden toplanıp imha edilmişti. Bulsalar asacaklardı, öldüğünü öğrendiklerinde, emin olmak için mezarını kazıp cesedini çıkardılar.

Serhat Öztürk- Türkinfo

Avusturya, Romanya ve Bulgaristan’ın Schengen’e katılmasını engelleyen vetosunu kaldırdı

AB Konseyi Dönem Başkanı Macaristan, Avusturya’nın Romanya ve Bulgaristan üzerindeki vetosunu kaldırmayı kabul etmesinin ardından Schengen’de büyük bir atılıma sahne oldu.

Avusturya, Romanya ve Bulgaristan’ın pasaportsuz Schengen Bölgesi’ne katılımı konusunda uzun zamandır uyguladığı vetoyu kaldırmayı kabul etti. İki Doğu Avrupa ülkesi yıllardır bu yönde çaba sarf ediyor ancak Viyana’nın vetosuyla karşılaşıyordu.

Bu gelişme cuma günü öğleden sonra, Romanya, Bulgaristan ve Avusturya İçişleri Bakanları ile Budapeşte’de bir toplantı düzenleyen AB Konseyi dönem başkanı Macaristan tarafından duyuruldu.

Macar bir sözcü, üç bakanın Schengen’e tam üyeliğin önünü açacak bir “ortak anlaşma” imzaladıklarını söyledi. Açıklamada üç ülke arasında düzensiz göç ve sığınma taleplerinin engellenmesinde kaydedilen “ilerleme” vurgulanırken, reddedilen başvuru sahiplerinin sınır dışı edilmelerinin hızlandırılması taahhüdü de yer alıyor.

Anlaşma pratikte, kalan son engel olan iç kara sınırlarındaki kontrollerin kaldırılması anlamına geliyor. Bu yılın başlarında Viyana tarafından verilen ilk tavizle deniz ve hava sınırlarındaki pasaport kontrolleri kalıcı olarak kaldırılmıştı.

Euronews

16,474FansLike
639FollowersFollow