“Oradan oraya savrulacağımız bir yazıda” daha birlikteyiz.
Bu kez Budapeşte’nin minik heykellerinden söz etmeyi amaçlıyorum. Solucanla başlayıp sihirbazla bitirmeyi hedefliyorum. Satırların aralarında google’ın derinliklerinde kaybolabilirim ya da Tuna kıyısında gölge bir ağaç altı bulabilirim ya da kimbilir… bu gidişin dönüşü olacak mı… ah nasıl yollarına bakacağım kim bilir… ufkunda batan güneş bu sabah doğacak mı… kalben ne kadar dertliiii olacağım kimbilirrr…
Malum akıl da, klavye de, T9 modunda kalmış gibi. Telefonlar hızlı mesaj yazmaya yarayan T9’dayken bir harfe basınca, güya ne dediğini tahmin edip başlıyor kafasına göre yazmaya. Benzeri bir hal. Tamam. “Kimbilir” yazdım. Ama konunun Kiboş ile alakası? Yok. Fırlayıp yazıya yerleşiverdi. Engelleyemiyorum. Kısaca demek istediğim:
Sıkı tutunalım ve okurken-yazarken savrulduğumuz yerlerde dönüp önceki satırları yakalayalım lütfen!
Mümkün mertebe derli toplu anlatmaya çalışacağım.
Kuşluk vakti kabusumdan kalktım . Maalesef, bu aralar oluyor böyle…
“Evim istila edilmiş. Sarayın adamları kapıdan taşıyor. Cumhurb içerde. Hoşgeldiniz diyorum. Cumhurb “bakın halkım beni seviyor” diyerek birilerine beni gösteriyor. Evet manasına başımı sallıyorum. Sonra da kulağına eğilip yavaşça: “Nuriye ile Semih kalbimi çok acıtıyor. İşlerine iade edin!” diyorum. Dilekçe yaz, diyor.
Yazamadan, ağlayarak uyandım. Kan ter içinde kalmışım. Yüzümü yıkadım. Ardından da hemen bir çizgi film açtım . Bir çeşit regresyon hali. Çizgi filmlerin tedavi edici değilse bile ferahlatıcı bir yanı oluyor.
Favori çizgi filmim: Büyük ba-ba-balıkçı ve Başsolucan…
Solucan baş karakter. Filme adını veren Büyük ba-ba-balıkçının emrinde, olta yemi olarak çalışıyor. Patronu suya girmesini emrettiğinde oltanın ucuna bağlı kemeri beline geçirip suya atlıyor. Olta yemi, balıklardan kimi zaman bir midye kabuğunun altına saklanarak kaçıyor, kimi zaman onlarla beraber büyük ba-ba-balıkçıya sürpriz yapıyor ve hep birlikte maceradan maceraya koşuyorlar. Macar televizyonu için on üç bölümlük iki yapım halinde hazırlanan bu çizgi filmin müzikleri de pek güzel.
İşte geldik gidiyoruz…gidiyoruz yok… T9 çık aradan … Baştan alalım. İşte geldik… zurnanın zırt dediği yere…Yazımızın asıl konusuna… Çizgi film karakteri baş solucanın Budapeşte’de bir heykeli var. Miniminnacık bir heykel. Anlatmaya geçmezden evvel Budapeşte’nin minik heykelleri hakkında üç kuruşluk, üç beş satır:
Budapeşte’nin minik heykelleri…
Bu minik heykelleri Macar asıllı Ukraynalı bir sanatçı yapıyor: Mihajlo Kolodka. Eserlerini çoğunlukla su kenarlarına yerleştiriyor. Heykellerin en büyük özelliği boyutları. Cebe girecek kadarlar. Aç parantez- “cebe girecek kadarlar” cümlesi suça teşvik mahiyetinde algılanmasın lütfen, kabul ediyorum; kışkırtıcı, ancak ben ölçü verme amaçlı yazdım- kapa parantez.
Heykeltraş Kolodka’nın Budapeşte’de şimdilik üç minik heykeli var: Başsolucan heykeli, Tank heykeli ve Houdini heykeli….
Başsolucan heykeli:
Çizgi film karakteri baş solucanımızın heykeli Buda tarafında, Tuna’nın kıyısında. Peşte’de termometreler 37 santigradı gösterirken ve beynime har varken bana göre gidilebilecek en iyi yer burası. Esintilidir. Yan gelip yatacağım bir söğüt altı bulamasam bile solucan heykelinin hemen dibindeki akasya ağacı iyi gölge yapar. Ağacın altındaki, evsiz numarası yapıp yatabileceğim bank da cabası…
En uygunu, kırmızı metro ile gitmek. M2 kentin iki yakasını Tuna’nın altından geçerek birbirine bağlıyor. Benzetmek gibi olmasın bir çeşit Marmaray… Önemli not, inilecek durağın adı: Batthyány…
C çıkışından sürünerek yeryüzüne varıyorum. Zincirli köprüye doğru bir durak yürümeyi gözüm yemiyor. Sıcak bütün enerjimi almış. Çıktığım yerden bir (sayı ile 1) adım atıp tramvay durağında dikiliyorum.
Karşımda bütün ihtişamı ile parlamento. Dantel gibi bembeyaz. Nehirde süzülmekte olan bir kuğu sanki. Konumlandırılışı neogotik stildeki yapının kendisinden de güzel. Görüntü gündüz bile heyecan verici.
Gözlerimle parlamento binasının arasına sarı tramvay giriyor. Tramvayın homurtulu demir sesi, kalkarken kalın bir ciyaklamaya dönüşüyor. Gıcırtılarla yol alıyoruz. Halász yani balıkçı durağında ineceğim. Yani bir durak gideceğim. Bu nedenle yaşlılara ayrılmış yere otururken iki defa utanmam lazım. Utanmıyorum. Sıcak… İnince gözlerim bir süre aranıyor. Öyle küçük ki… Ben bile bulmakta zorlanıyorum. Ah canıııım… başsolucanım orada işte!
Kaparlar korkusuyla, ilk iş solucanın arkasına düşen banka çantamı atmak oldu. Solucanımla bir iki eğleştikten sonra çok fonksiyonlu banka kuruldum ve parlamentoyu, önümden geçen insanları, seyre koyuldum; bisikletlileri, yayaları…Yaşlılar, çocuklar, turistler geçiyor allı yeşilli, şortlu şapkalı.
İçlerinden bir tanesi bile kafasını çevirip solucana bakmıyor. Haberleri yok. Şehir rehberlerine girmediği sürece de olmayacak. On altı on yedi yaşlarında iki kızdan biri fark ediyor nihayet. Muhtemel ki, çantalarında ne rehber, ne harita ama bakmasını biliyorlar işte. Kızları kalkıp yanaklarından öpesim var. Hava sıcak fazla kımıldamaya gelmez. Tuna’dan esen hafif bir rüzgar yüzümü yalıyor. Kitabımı açıp okuyorum. Kitap sürükleyici aslında yine de üzerime ansızın bir şekerleme yapma ihtiyacı peydahlanıyor. Kıvrılıveriyorum çok fonksiyonlu banka. Şimdi yatağım oldu. Çantamı başımın altına yastık ettim. Evsiz modeli kıvrılmam pek uzun sürmemiş olmalı. Kemiklerimin eski düzenini alması için yürümem lazım. Bankı terk etme zamanı.
Minik Tank Heykeli…
Solucanın biraz ilerisinde eski Kossuth köprüsünün anısına konulmuş tabelanın hemen yanında. Minik tankın önündeyim. Tam adresi: I. kerület, Bem rakpart 27. Solucan, çirkin ama sevimli. Tank ise çirkin ve sevimsiz. Üzerinde “Ruszki Haza” , Ruslar evinize dönün mealli bir yazı. Solucanın hatırı olmasa asla görmeye gelmezdim. Doğruya doğru…
Üçüncü minik heykel: Harry Houdini
Heykeltraş Mihajlo Kolodka’nın yaptığı üçüncü minyatür heykel; Houdini. Bu heykeli görmek için Tuna kıyısından da Buda tarafından da ayrılmak gerek. Oldu olacak onu da görelim. Zaten Peşte’de, benim evin yakınında bir yerde. Erzsébetváros Belediyesi’nin K11 adlı bir kültür merkezi var. Heykel orada sergileniyor. Tam adresi: VII. kerület, Király utca 11.
Harry Houdini ünlü bir sihirbaz (1874-1926). Asıl adı ; Erik Weisz. Macar yahudisi. Dahası… ailesiyle küçük yaşta Amerika’ya göçmezden evvel bizim mahalledeki Csengery sokağında oturuyormuş! Amerika’da ayakkabı boyacılığından kravat fabrikasında işçiliğe kadar girmediği iş kalmamış. Nihayetinde kaçmak ve kurtulmak üzerine kurulu bünyesini keşfetmiş. Vücuduna kalın zincirleri dolayıp asma kilitlerle kendini kilitliyor sonra da şıp diye bu kilitlerden kurtuluveriyormuş.. Houdini’nin şovları o kadar meşhur olmuş ki “kelepçelerin kralı” diye anılır olmuş. Gözbağcılıkta kullandığı hilelerin bazılarının bugün bile çözülememiş olduğunu da yazayım.
Houdini’nin hayatını anlatan 1953 yapımı bir film var. Başrolde Tony Curtis oynuyor. Önemsiz bilgiler dağarcığı bu bilgilerden yoksun kalmasın diye not: Tony Curtis de Macar asıllı bir Amerikalı ve Houdini gibi Yahudi.
Yine Houdini’yi konu alan bir dizi film de hali hazırda TV kanallarında… Bahsi geçen dizide Houdini’yi Oscarlı oyuncu Adrien Brody canlandırıyor… Ayrıca, Buda kalesi civarında Houdini müzesi olduğunu da söyleyip bahsi kapıyorum.
Sözcüklerin savurduğu yerlerde dolanırken farkına varmaksızın yazının sonuna gelmişiz. Sıcakta çok bile yazdım. Veda; David Merlini’den gelsin… Houdin’ye öykünen Merlini 2004 yılında kendisini bilmem kaç ton betona hapsedip Budapeşte’de Tuna nehrinin derinliklerine salmıştı. Veeee…işte…Merlini şov, Budapeşte, Tuna nehri görüntüleri…
Sunahan Develioğlu – Türkinfo