András Bíró: Gelecekle ilgili vizyonum gerçekçi

Aslında alternatif Nobel-ödülü sahibi  Andras Biro’ya yani, sadece şu dönemde değil, neredeyse 95 yıllık hayatında “yeşil siyaseti” hep ilke edinmiş “yeşil insana” iklim felaketi hakkında sorular sorumak istiyorduk. Ancak araya salgın girdi, iki konu, iklim felaketi ve koronavirus, birbirlerinden bağımsız gözükmemektedir. Tıpkı ülkemizin durumu gibi, tepkiler ve resmi politika da bu ikisinden bağımsız değil, bu nedenle her üç sorun hakkında da yazar, insan hakları savunucusu Andras Biro’dan düşüncelerini sorduk.

Röportaj: İmre Tompa – Népszava

Türkçeye çeviren Salih Çardak

İ.T: Bu ülkeyi çok farklı durumlarda gördünüz, Nyilaslar döneminde (faşist terör ç.n.), Rakosi döneminde (Matyas Rakosi, Stalin döneminin Macar Devlet Başkanı ç.n.), 1956’da… Daha sonra kuşaklar boyunca yurtdışında yaşadıktan sonra 1986’dan itibaren artık rejim değişikliğinin demokratik teşebbüsünü memleketten takip ettiniz. Gerçek şu ki, dünya yeniden istikrarsızlaşmakta ve liberal demokrasi yeniden yenilgiler almaktadır. Ve otoriter yöneticisi tarafından da illiberal devlet olarak adlandırılan Macar modeli buna çok uygun düşmektedir. Çoğu kişi bunu “Parti Devleti”nin yeniden dirilişi olarak yaşamaktadır. Kim bilir kaderimiz bizi  nereye götürecek?

A.B. Macaristan dünyanın burnunda çıkan bir sivilce oldu …

İ.T: Tanrının şapkasında çiçek demeti değil mi? (Ünlü Macar Şairi Sandor Petöfi’nin (“Ha a föld isten kalapja, hazank a bokreta rajta!” Şayet dünya tanrının şapkası ise vatanımız onun üzerindeki bir bukettir!  Dizesine atıf ç.n.)

A.B. Böyle olması bizim düşümüzdü. Ancak „buket” toplumumuz Bibo’ya özgü (İstvan Bibo, macar demokrat politikacı, Toplumbilimci) özü kavrama yeteneğine sahip olmadıkça ve (Freud’dan alıntılarsak) baba figürlerinin „üstesinden gelmedikçe” ister istemez çocuk kalacaktır. Belki de farklılığımız budur. Bence toplumlar süt şişesi gibidirler, dıştan bakınca içi görünmüyor. Toplumların gerçek hareketlerini görmüyoruz, kimse görmüyor. 1956’da Kossuth Meydanında 400 bin kişi gösteri yaptığımızda kimse birkaç saat sonra Devlet Güvenlik Örgütü elemanlarının ateş açmaları sonucunda devrimin patlak vereceğini aklından dahi geçirmedi. Polis Floyd George’nin boynuna diziyle bastırdığında ABD’de bundan ötürü alevlerin yükseleceğini kimse düşünmedi: 2000 yerleşim biriminde #BlackLivesMatter sloganıyla gösteriler devam ediyor. Geçen yıl sonbahardaki yerel seçimlerin sonucunun bu olacağını kimse beklemiyordu. Ne olacağını bilemiyoruz, ama bir şeyden eminim: memleketimizdeki olaylar, dünya politikası, küresel dünya ekonomisi ve iklim değişikliklerinin bir sonucu olarak değişecektir. Şayet NER (Orban rejimine verilen ad) kaçınılmaz ve önemli orandaki işsizlikle yüzleşmek zorunda kaldığında veya otomobil üretimimiz çöktüğünde sözde istişareler buna yanıt veremeyecektir. Gerçi hâlihazırdaki iktidar seçmenlerin önemli kısmının güvenini kazanmayı başarmıştır, kanımca küresel kriz adına da tehlike çanları çalmaya başlamıştır. Şayet dramatik biçimde ifade edecek olursam: bu sistemin artık günleri sayılı. Yalnız daha bundan sonra kimin ve neyin geleceğini bilmiyorum… Home-Offıce modelinin ortaya çıkması aslında bir yönüyle özgürlük duygusunu kendisiyle birlikte getirdi: ne zaman istersen o zaman çalışır, işini bitirirsin. Bu ise büroda geçirilen sekiz saatlik zorunlu iş günü anlamına gelen günlük köleliğe oranla, radikal biçimde yeni bir deneyim. Bu artık gelecekteki yapısal değişimlerin bir unsuru olabilir, çünkü artık arabaya dahi oturmak gerekmiyor, her sabah şehirlerdeki hava daha temiz olacaktır. Diğer yönüyle bu değişim iş hanlarının, kiracıların eksikliğinden dolayı gereksiz hale gelmesine kadar gidecektir, oysa domino-etkisi 20-30’lu yılların dünya buhranını duvara resmetmektedir. Küreselleşen ekonominin karmaşıklığından dolayı krizler katlanarak büyümektedirler. Dünya genelinde oldukça fırtınalı bir dönem beklentisindeyim.

András Bíró

I.T: Takdir edilen tarihçilerden Harari krizden kurtuluş yolunun yalnızca işbirliği ve demokrasi olacağı yolunda bir şeyler söyledi.

A.B. Ben artık temsilci demokrasinin küreselleşmenin bu aşamasında toplumlara uygun bir koruma sağlayamayacağı inancındayım ki bu görüşüm giderek güçleniyor. Politik sınıfın inandırıcılığını yitirmesinden dolayı seçmenler dünya ülkelerinde iktidarı Trump, Bolsonaro, Boris Johnson veya Salvini gibi figürlere teslim ediyorlar. Beyaz üstünlük söylemleri tehlikeli biçimde tekrar duyulmaya başladı. Trump’ın “Make Amerika Great Again” biçimindeki seçim sloganını çoğu “Make America WHİTE Again” olarak algıladı veya Nigel Farage “We want our country back” sloganıyla kampanya yürüttüğünde çoğu bundan şunu algıladı: “We want our EMPIRE back”. Bu nasyonalist, otokratik eğilimin daha da güçleneceğini düşünüyorum, azalan GDP ve yükselen işsizlik, gerginlikleri sonuna kadar keskinleştirecektir, bu da şiddet sarmalını başlatacaktır.

İ.T: Bizim başbakanımız da bu dalga üzerinde sörf yapmakta.

A.B. Dehşetle duyuyorum. Başbakan tamamen başka telden çalıyor, muhalefet insan haklarının ortadan kalkmasından dolayı şikayet ediyor, elbette bu en asgari talep dile getirilmeli. Fakat muhalefet seçmenlere nasıl bir gelecek vaat etmektedir? Tavırlarıyla duruma çok hâkim lider imajına destek veriyor. Oysa bunun yerine orta oyununu göz önüne sermelidir. Hep pasif kalıyor, sadece tepki veriyor, oysa inisiyatifi ele almalı, girişimlerde bulunmalı. Oysa karantina altında geçen aylar insanları dünya sorunları, kaygı verici gelecek hakkında düşünmeye sevk etti. Şimdi artık sadece oligarkların yağmalarını değil, ki artık halk bundan bıkmıştır, başka şeyler hakkında da konuşma zamanıdır. Yanıtlarla öne çıkmaları gerekir.

İ.T: Yaygın bir biçimde paylaşılan çarpıcı bir görüş var: buna göre artık çok geç, ve eğer şimdi bir anda davranışlarımızı değiştirsek bile (ki bu, kardan başka bir şey gözetmeyen kapitalizmin amansız çevre tahribatını durdurmak ve CO2 emisyonlarını sıfıra indirmek anlamına gelebilir) yine de geç kalınmış olacaktır. Acaba gerçekten artık çok mu geç? Durum düzelme sürecine girebilir mi?

A.B: COVID-19’a neden olan korona virus dünyamızın durumunun bir metaforu. Şiirsel olmam gerekirse:  Gaia, toprak ana bizi cezalandırmaya geldi. Soru şu, acaba zamanında bizleri uyarmamış mıydı? Ya da artık çok geç mi kalındı? Bunu bilemem ama yine de bazı sezgilerim var. Korkarım ki gerçekten çok geç artık. Benim için temel sorun: acaba 7,5 milyar insan tüketim alışkanlıklarını radikal biçimde değiştirmeye istekli olacak mı? Big Data sahipleri kendi kendilerini sınırlandırmaya yahut ta üretimin çevreyi tahrip edici özelliğini değiştirmeye muktedir olacaklar mı? Big Brother yani siyasal denetimin sahibi ise sivil alan üzerindeki yükselen hâkimiyetinden vazgeçmeyi kabul edecek mi? Korkarım status quo’nun bu iki cerberusu „business as usual” geleneğine sadık kalacaktır. Karantinanın sona ermesinden sonraki Çin buna bir örnek, ayrıca Kore de. Bu iki ülkede hükümetler,  dünyada ilk olarak, sanki hiç bir şey olmamış gibi derhal ekonomik” reset” tuşuna bastılar. Diğerleri de bunu örnek aldılar. Koronavirus salgının ibresi ABD’de düşmeye başladığında Trump’ın ekonominin yeniden canlandırılmasına yönelik saldırgan talepleri üzerine bazı hükümetler zamanından önce karantinaya son verdiler ve bu da ibrenin tekrar yükselişine neden oldu. Öyle görünüyor ki, seçimi tekrar kazanmak için her şeyi yapmaya hazırlar.

İ.T: Geçtiğimiz günlerde çözümü, yolu,  virus ve krizin şekillendireceğini yazmıştınız, bu açıkça Yeşil New Deal olabilir. Bu görüşün köşe taşları nelerdir?

A.B. Alternatif teknolojilerin, AI’nın (Artificial Intelligence – Yapay Zeka), dijitalizasyon ve robotik gelişimi yalnızca tüketimin daha da fazlalaştırılması için değil, yeni bir paradigma aracı olarak ta kullanılmalıdırlar. Çünkü ekonominin, eğitimin ve sağlık sisteminin radikal biçimde değiştirilmesi gerekir, şayet kurtulmak istiyorsak. Eski yeşil slogan: „think globally and act locally” şu anlama gelmektedir, bu teknolojilerin yerel topluluklara dayanarak kullanılmasına başlanmalıdır. Şöyleki, yalnızca hükümetlerin kararlarına dayanarak değil, hizmette yerellik adına, aşağıdan gelen girişimlerin entegrasyonuyla değişim açısından yol alınabilir. İlke olarak şayet karar vericiler de farklı olanın kaçınılmazlığını kabul ettiklerinde iki istek te birbirine bağlanabilir. Üzgünüm ama tepedekilerin hümanizmine ve misyonerlik yetisine pek güvenmiyorum. Ve acaba alttan gelen enerjiler ve Yeşil New Deal planı, yaşamın anlamını tüketimde gören toplumda derin kökleri bulunan paradigmayı değiştirmeye yetecek midir, bundan da emin değilim.

Önceden de belirttiğim gibi, Big Data ve Big Brother mutlu bir anlaşma içersinde yaşıyorlar. Bana kendisini piyasa zorlamadığı sürece şimdiye kadar yaptıklarını üretmemekle ilgilenen öyle bir dünya şirketi gösterin. Kanımca radikal bir değişiklik çizgisi gerçekleşti. Bu yerkürede şimdiye kadar 7,5 milyar insan, 193 devlet, çılgınca hızlanan AI ve innovasyon ritmi; derinleşen toplumsal polarizasyon, Croesus’u utandıran zenginleşme-konsentrasyonu aynı anda var olmamıştı. Mega krizlerden bahsetmiyorum bile: iklim değişimi, göç, terör, nükleer savaş tehdidi, toplumların yapısının dağılması. Dünya bugünküne benzer bir tehdit karmaşasıyla karşılaşmadı.

İ.T: Geleceğe temkinli bir karamsarlıkla bakmaktasınız.

A.B. Ben bunu ne temkinli bir bakış olarak ve ne de karamsarlık olarak adlandırmazdım. Korkarım gelecekle ilgili vizyonum realist. Yine de bazen kararsız kalıyorum,  dünyadaki şeyleri bana karanlık renklerde gösteren acaba Methuselah’taki yaşım mı, değil mi diye. Paris anısı: bir gazeteci dostum kararlı iyimserleri „chers imbéciles”, sevgili aptallar olarak betimledi, kendimi o zamanlar öyle gördüğüm gibi. Fakat yine öyle olmak istiyorum…

András Bíró kimdir:

 1925’te Sofya’da doğdu, yani bu yıl 95 yaşında. 1957’de Yugoslavya sınırı üzerinden Macaristan’ı terk etti, kuşaklar boyunca yurtdışında kaldı, Oxford’tan Kenya’ya, Benin’den Roma’ya, Yeni-Delhi’den Mljet adasına kadar dünyayı dolaştı. Üçünü dünyada FAO adına, gazeteci ve danışman olarak çalıştı. En fazla belki de Roma ve Meksika’da yaşadı, burada kurmuş olduğu, bugün de faaliyette olan balıkçılık kooperatifini yaşamının en önemli projesi olarak görmektedir. Alternatif Nobel ödülü aslında Doğru Yaşam Biçimi Ödülüdür (Right Livelihood Award), bu ödülü günümüz dünya sorunlarına gerçek alternatif yanıtlar veren ve gerçekleşmesinde de önemli ve uzun vadeli sonuçlar elde eden kişi ve kurumlar almaktadır. András Bíró özellikle çevre koruma, insan haklarına, güncel yaşamın kolaylaştırılması ve yaşam kalitesinin düzeltilmesine yönelik çabalarından dolayı bu ödüle layık görülmüştür.