Türkiye ve Macaristan, bulundukları coğrafi konum, ölçekleri, sosyo-ekonomik yapıları, tarihsel gelişimleri farklı gibi görünse de, bugün Avrupa Birliği’nin çevresinde otoriterleşme eğilimleri gösteren ve bu bakımından da birbiriyle büyük oranda benzeşen iki ülke. Türk ve Macar başbakanları, Recep Tayyib Erdoğan ve Viktor Orbán’ın yürüttükleri popülist siyaset, iki ülkenin de Avrupa Birliği ile girmiş oldukları sıkıntılı ilişki ve İstanbul ve Budapeşte’nin, “Şanlı Geçmiş” dönemini yansıtacak şekilde kentsel dönüşümden geçirilmesi, bu benzerliğin en önemli boyutlarını oluşturuyor. Öte yandan, İstanbul’da, Taksim Meydanını yayalaştırma çalışmaları ve şu an durdurulmuş olsa da, Taksim Gezi Parkı’na, Topçu Kışlası’nın postmodern bir kopyasının inşa projesi, Budapeşte’de, 1990’li yıllardan beri yaşananlardan pek de farklı değil. Budapeşte’nin en önemli sembollerinden birisi olan Tuna Nehri kenarındaki Parlamento Binasının tam önündeki Kossuth Meydanı geçen yaz, tam da Türkiye’deki Haziran direnişi sırasında, Orbán hükûmeti tarafından başlatılan hummalı bir çalışmayla 1930’lu yıllardaki, diğer bir deyişle ülkenin sosyalist rejim öncesi haline geri getirildi. Bu uğurda, meydandaki ağaçların sökülmesi ve uygun görülmeyen tarihi şahısların heykellerin kaldırılarak, yerine Macar kimliğini ‘daha hakiki bir biçimde’ ortaya çıkaran ‘ulusal kahramanlarin’ anıtlarının dikilmesi, T.C vatandaşlarının gecen yaz itibarıyla pek de yabancılık çekmeyecekleri gelişmelerdi örneğin. İstanbul’un Taksim Meydanı ile Budapeşte’nin Kossuth Meydanı arasında da çok büyük benzerlikler bulunuyor. Bu iki meydanın geçmişi, işçi direnişleri, milli duyguların sergilenişi, güvenlik güçleri ve muhalif gruplar arasında çatışmalar ve eşcinsel ve kadın hakları için yürüyüşler gibi genelde ülkedeki egemen ideolojilere karşı düzenlenen, bazen gerici, bazen ilerici protesto gösterileri ile dolu. Durum böyle olunca ve resme özellikle de toplumsal mühendislik açısından bakıldığında, çoğunluğun oyuna sahip, Macaristan’da Fidezs ve Türkiye’de AKP hükûmetlerinin, bu sembolik mekânları kendi ideolojileri doğrultusunda dönüştürmeye çalışmaları pek de şaşırtıcı değil esasında. Ne de olsa kentler ve meydanlar, her zaman olduğu gibi bugün de, ideolojilerin materyal ortama kazınabildikleri en elverişli mekânları oluşturuyor.
Kentsel dönüşüm literatüründe genelde ileri kapitalist ülkelerden yarı çevre (semi-periphery) ülkelerine ihraç edilen kentsel dönüşümlerin ve neoliberal yönetimselliğin (neoliberal governmentality), yerel ihtiyaçlar dikkate alınmadan doğrudan tatbik edildiği öne sürülür (Böröcz, 1992; Kok, 2004: 23 Wei and Yang, 1998, Yücekuş ve Banerjee, 1998). Ancak, yakından bakıldığında, küresel ekonomin bir parçası haline gelmiş olsalar da, Türkiye ve Macaristan gibi yarı çevre ülkelerin ileri kapitalizmin neoliberal yönetimselliğini, birebir taklit etmedikleri, her şeyiyle benimsemedikleri görülüyor (Kok, 2004). Bugün ileri kapitalist Batı toplumlarında şanlı geçmiş teması üzerinden yürütülen bir kentsel dönüşüm projesine rastlamak pek mümkün değil. Bunun için, İkinci Dünya savaşı öncesi faşist dönem İtalya’sına ya da Nazi Almanya’sına uzanmak gerekiyor. Erdoğan ve Orbán gibi birbirine siyasi olarak akraba olan liderler ise örneğin, neoliberalizme, neo-otoriterlik sosu katarak ekonomik olarak liberal ancak iş din, toplum, millet, ‘şanlı geçmiş’ ve aile gibi değerlerin korunmasına gelince, geleneksel muhafazakar bir zihniyet içinde hareket ediyorlar. Örneklerine Rusya ve Çin’de de rastlanan bu tür bir neoliberal yönetimsellik, ileri kapitalizm neoliberal yönetimselliğinden farklı olarak, bireysellik yerine, kolektifi ön plana çıkartıyor ve küresel neoliberalizmi yerel siyasi dinamiklerle harmanlıyor. Bu nedenle de her yönüyle melez bir anlayışa ve yapıya işaret ediyor.
Türk ve Macar örneklerinde de detaylı bir şekilde gözlemlenebilen bu melez yönetimsellik, yerel farklılıklar gösterebiliyor elbette. AKP tipi neoliberal yönetimsellik, özellikle oniki yıllık AKP iktidari boyunca, yerini artık giderek sağlamlaştırmış ve özellikle de kentsel dönüşüm alanında çok daha agresif bir karaktere bürünmüşken, Orbán’ın Fidesz’i, muhtemelen henüz ikinci dönemine yeni girmiş olması sebebiyle “sömürgeci uluslararası sermaye”ye karşı savunmacı bir tavır takınıyor (Korkut, 2012). Neoliberal kentsel yönetimselliğin her iki ülkede de farklı seviyelerde seyretmesi, doğal olarak bu tür bir yönetimselliğe karşı gelişen ‘kent hakki’ (Lefebvre, 1978, 2003; Harvey, 2008, 2012) direnişinin, çeşitlilik göstermesine de yol açıyor. Türkiye’de direniş, daha militan karaktere bürünürken, Macaristan’daki, daha temkinli, iktidar ile işbirliğine daha yatkın ve cılız kalıyor. Macaristan’daki kent hakkı direnişinin cılız kalmasının başka nedenlerinden biri de, militan aktivizmin, bu ülkede, bugün daha çok aşırı sağa ait olması. Seçimlerde de önemli bir başarı elde eden Macar aşırı sağı, Fidesz iktidarının kentsel dönüşüm projelerine doğrudan destek veriyor. Budapeşte’nin başka önemli bir kamusal alanı Özgürlük Meydanı’na (Szabadsag Ter) yakın bir gelecekte yapılması planlanan ve Macaristan’ı Alman işgali sırasında sanki de mağdurmuş gibi gösteren heykel, aşırı sağ ve bugünkü muhafazâkar Macar iktidarı arasındaki koalisyonu açıkça ortaya çıkartıyor. Macar hükûmeti bu heykelle, İkinci Dünya savaşı sırasında yaşanan olayların sorumluluğunu sadece Almanlara yüklemeye ve toplama kamplarında öldürülen Macar Yahudilerinin Macar hükümetleri ile hiçbir ilgisi yoktur anlayışını topluma yerleştirmeye çalışıyor. Ayni zamanda, gerici bir tarih okumasının, anaakım bir görüş haline getirilmesi için de çabalıyor. Bunun yanısıra, Fidesz yönetiminin şehir merkezindeki turistik mekânları kendilerine mesken tutan evsizlere ceza kesmesi, Macar Çingenelerinin mahallerini dönüştürerek, onları Macar kırsalına taşınmaya mecbur bırakması, sol eğilime sahip fikir kulüplerine yüksek meblağlı vergi cezaları keserek şehir merkezinden uzaklaştırması, Yahudi asıllı ve komünist dönemle ilişkili Macar siyasetçilerinin, sanat adamlarının ve entelektüellerin kentin önemli merkezlerindeki heykellerinin kaldırılması, komünist dönem ile ilişkilendirilen tüm sokak ve meydan isimlerinin değiştirilmesi, hem Macar orta sınıfının büyük bir bölümünden hem de Macar aşırı sağından büyük destek görüyor.
AKP’nin yarattığı neo-liberal kentsel dönüşüm projesi, Fidezs’inki ile benzerlikler gösterse de, ölçeği ve içsel çelişkileri bakımından farklılıklar gosteriyor. Muhafazakârlık genelde statükocu olmakla tanımlandığı için ve AKP’nin de yürüttüğü politika Türkiye Cumhuriyetinin yakın zamana kadarki egemen ideolojisi Kemalist tabuları şehirleşme alanında da yıkmaya yönelik olduğu için (Akçali, 2010a, 2010b), birçok yorumcu AKP’yi muhafazakar olarak nitelemekten kaçınmıştır bugüne dek örneğin. Ancak, kentsel dönüşüm projelerinin sosyal ve kültürel ayağına bakıldığında AKP’nin tam anlamıyla sağ muhafazakâr bir parti olduğu görülüyor. AKP’nin çılgın projeleri kapsamında yapmayı planladığı, Kanal İstanbul ve Boğaz üzerinde üçüncü köprünün yanısıra, Çamlıca tepesine ve Taksim Meydanına konumlandırılacak olan devasa camiler bu muhafazâkar özelliğin izdüşümü örneğin. Bunun yanısıra AKP, agresif bir bicimde başka tarz bir kentsel dönüşüm uyguluyor ve tarihi baştan yaratmak projelerine devasa gökdelenler, alışveriş merkezleri, çevresi dikenli tellerle çevrili rezidanslar eklemliyor. Bu da AKP’nin neoliberal anlayışının, gerçekte neo-otoriter bir vizyonu olduğu gerçeğini ve bu bağlamda da klasik neoliberal yonetimsellik anlayışına birebir uymadığı gerçeğini belirginleştiriyor.
Bu neo-otoriter anlayış, İstanbul ve Budapeşte’nin bugünkü kaderlerinin kesiştiği noktayı da belirliyor zaten. Mekânsal anlamda muhalif olanı göz önünden ayırıyor ve iktidarın ideolojisine uymayanları merkezden geriye çekerek, hem Macar hem de Türk neoliberal muhafazakârlığını demokratik olmaktan uzaklaştırıyor. Peki tüm bunların, umutsuzluğa sürükleyici gelişmeler olarak mi kaydedilmesi gerekir? Bir yandan, bu durum her iki şehirde de, laiklik – dini muhafazakârlık, milliyetçilik- kozmopolitanizm ve refah devleti – neoliberal düzen arasında gittikçe sinir bozucu bir kutuplaşma yaratırken, ayni zamanda bu kutupların herhangi birine eklemlenmeyi reddeden direniş hareketlerini de ortaya çıkartıyor. Harvey, kent hakkının artık sadece entelektüel bir jimnastik olmaktan ibaret olmadığını, Lefebvre’in anladığı biçimde devrimci bir karaktere sahip olduğunu önerir(Harvey, 2012: 12). Bugün, kurum ve siyasi partilere karşı hayalkırıklıkları sadece ileri kapitalizmin çevresinde değil, merkezinde de yaşanıyor. Dünyanın her yerinde, vatandaşlar siyasete daha yaratıcı yollardan nasıl katılım yapabilirler, bunun usullerini araştırıyorlar. Durum böyleyken, ne İstanbul, ne de Budapeşte, kentsel dönüşüm yoluyla kültürel ve sosyal mekânlarının neo-otoriter ve neoliberal yonetimsellikle ele geçirilmesine direnmekten yakın bir gelecekte de vazgeçmeyecek gibi görünüyor.
——————————————————————————-
KAYNAKÇA
Akçali, E. (2010a). “The ambivalent role of national monuments in the age of globalisation: The case of Atatürk’s mausoleum in Turkey” Borderlands 9, no. 2.
Akçali, E. (2010b). “EU, Political Islam and Polarization of Turkish Society”, in M.Pace (Ed.), Europe, the USA and Political Islam: Strategies for engagement (pp. 40-57). Basingtoke: Palgrave Macmillan.
Böröcz, J. (1992). “Dual Dependency and Property Vacuum: Social Change on the State Socialist Semiperiphery” Theory and Society, 21(1): 77–104.
Harvey, D. (2012). Rebel Cities From the Right to the City to the Urban Revolution. New York and London: Verso.
Harvey, D. (2008). The Right to the City. New Left Review, 53: September-October.
Lefebvre, H. (1978). De l’Etat: Les contradictions de l’Etat moderne, 4, Paris, Union Generale d’Editions.
Lefebvre, H. (2003). The Urban Revolution. Minnepolis: Minnesota University Press.
Kok-Tasan, T. (2004). Budapest, Istanbul and Warsaw: Institution and spatial change. Eburon: Delft.
Korkut, U. (2012). Liberalization Challenges in Hungary. New York: Palgrave Macmillan.
Yücekuş, E. & Banerjee, T. (1998). “Xidan Street, Beijing: Reading and Writing Urban Change”, in H.C. Dandekar (Ed.), City Space and Globalization (pp. 88–95).Ann Arbor: University of Michigan.
Wei, K. & Yang, M. (1998). “Urban Revitalization and Cultural Memory: Rethinking Taipei’s Urban Renewal Plan Regarding Wan-Hua”, in H.C. Dandekar (Ed.), City Space and Globalization (pp. 76-79). Ann Arbor: University of Michigan.