Rapor, tasarı, sonra oylama ve karar, Avrupa siyaset sahnesinde ilginç bir bölünmeye, bu arada bazı kayma ve tavır değişikliklerine yol açtı. Karar öncesinde AP’de konuşan Viktor Orban, tahmin edilebileceği gibi kendisini ve hükümetini gene milliyetçi bir söylemle savundu. Macaristan’ın “içişlerine müdahele”den, “şantaj”dan ve “hakaret”ten dem vurdu. Ama AP merkez-sağının çoğu tarafından terkedilmekten kurtulamadı.
Dün, yani 12 Eylül, Türkiye’nin yakın tarihindeki en sert askerî müdahelenin 38. yıldönümüydü. 1980’de Macaristan neredeydi peki? Hemen bütün diğer Doğu Avrupa ülkeleri gibi, Sovyetlerden klonlanmış bir komünist tek parti diktatörlüğünden çıkıp çoğulculuğa, seçimlere, kuvvetler ayırımına ve insan haklarına dayalı, normal diyebileceğimiz bir parlamenter demokrasiye kavuşmaya çalışıyordu. Bir bakıma bu açıdan avantajlıydı da. Zira gerisinde 1956 ayaklanması vardı. Sovyet tanklarınca ezilmişti gerçi. İktidarda ve parti lideriyken halkın safına geçen İmre Nagy, sığındığı Yugoslav elçiliğinden bir hileyle çıkartılmış, kendisine verilen söz hilâfına tutııklanıp önce Rusya’ya kaçırılmış, sonra geri getirilip kapatıldığı hapishanede gizlice yargılanarak kurşuna dizilmiş — ama unutulmamıştı (Türkiye’de Terakkiperver Fırka’nın, Takrir-i Sükûn’un, Yassıada idamlarının unutulmaması gibi). Geçmişin mücadelesi, bugünü besliyordu.
Oldu nitekim. 1979-80 dalgasında Çekoslovakya, Polonya, Doğu Almanya, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya ve Arnavutluk “halk demokrasileri” peşpeşe yıkılırken Macaristan da kavuştu özgürlüğüne. Ama sonrası pek iyi gelmedi gibi. Zigzaglı bir seyirden sonra, Polonya’da, Belarus’ta, Ukrayna’da ve tabii en başta Rusya’nın kendisinde olduğu gibi Macaristan’da da, giderek sağa kayan bir milliyetçileşme yeni bir otoritarizmin iktidar temelini oluşturdu. Göçmen ve her türlü yabancı düşmanlığı alıp yürüdü. ABD’de Trump, İngiltere’de (Nigel Farage ve Boris Johnson başta olmak üzere) Brexit’çiler, Hollanda’da Geert Wilders, Fransa’da Marine Le Pen, Almanya’da AfD, son seçimlerde yüzde 18’e yaklaşan neo-Nazi “İsveç Demokratları” ile aynı familyaya mensup Fidesz partisi ve lideri Viktor Orban, iktidarını tamamen bu milliyetçilik yükselişine dayandırdı.
Dün, yani 12 Eylül Salı günü, Avrupa Parlamentosu’nda kritik bir oylama yapıldı Macaristan hakkında. Hollanda Yeşilleri’nden Judith Sargentini’nin raporundan hareketle, AP benzersiz bir adım attı. Üçte ikiyi aşan bir çoğunlukla, Avrupa Birliği’nin “temel değerleri”ni ihlâl ettiği sonucuna vardığı Macaristan’ı ağır bir şekilde kınadı ve hakkında disiplin önlemleri alınmasını Avrupa hükümetlerine tavsiye etmeye karar verdi. Avrupa Parlamentosu kararının temelini, Orban hükümetinin göçmenlere kapıyı hemen tamamen kapatması, hattâ sığınmacılara yardım eden avukat ve aktivistleri “kanun dışı” sayan yeni bir yasa çıkarması, inanç ve ifade özgürlüğünü kısıtlaması, akademik özgürlüğü ve örgütlenme hakkını baskı altına alması, mahkemelere müdahelesi, azınlık (Roma ve Yahudi) haklarını tanımaması… gibi gerekçeler oluşturdu.
Rapor, tasarı, sonra oylama ve karar, Avrupa siyaset sahnesinde ilginç bir bölünmeye, bu arada bazı kayma ve tavır değişikliklerine yol açtı. Karar öncesinde AP’de konuşan Viktor Orban, tahmin edilebileceği gibi kendisini ve hükümetini gene milliyetçi bir söylemle savundu. Macaristan’ın “içişlerine müdahele”den, “şantaj”dan ve “hakaret”ten dem vurdu. Buna rağmen muhafazakârlar arasında ciddî bir çatlak belirdi. AP’nin merkez-sağ grubunun lideri Manfred Weber, müttefiki olageldiği Orban’ı bu sefer terketti ve disiplin önlemleri alınmasını içeren Madde 7’nin harekete geçirilmesi lehinde oy kullanacağını açıkladı. Buna karşılık asıl milliyetçi-muhafazakârlar bir kere daha Orban’la saf tutttu. Merkez-sağ gruptan Forza Italia ile bazı Bulgar ve Alman sağcılarına ilâveten Brexit’çi İngiliz Muhafazakâr Parti mensupları Budapeşte’ye arka çıktı. Gene İngiltere’den Nigel Farage kabahati AB’nin “otoritarizmi”ne buldu. İslâmofobisiyle ünlü Geert Wilders, Macaristan’ı bütün Avrupa’ya “örnek” gösterdi. Orban’ı “kahraman” ilân etti ve Nobel Ödülü’ne hak kazandığını savundu.
Bir yanda Amerika’nın “yaptırım” ve diğer yanda Rusya’nın “İdlib” baskılarına maruz kalan Türkiye’nin, başından beri en makul alternatif olan, ama geçmişte biraz fazla zıtlaştığı Avrupa Birliği’ne şimdi yeniden yaklaşmaya çalışmak dışında ciddî bir alternatifinin kalmadığı, giderek daha fazla konuşuluyor.
Peki, nasıl olacak bu? Hangi değerler ve uygulamalarla? AP ile Macaristan (ya da AP ile Polonya) arasındaki zıtlaşmanın, Türkiye neresinde? 12 Eylül 1980’in 38. yıldönümünde, AP’deki 12 Eylül 2018 oylaması Türkiye’de herhangi bir yankı uyandırdı mı? Farkında değilim doğrusu.
Halil Berktay – Serbestiyet
Macarisanda ancak merkez sağ ve aşırı sol taraf bulunur. Aşırı sol partiler ise uluslararası kızıl mafya tarafından yönetilen kuklalar. Tabii uluslar arası kızıl mafya macarlara çamur atar. 1989 yılında Macaristanda ancak gösteriş değiştirildikten sonra soğuk iç savaş başladı. Nöbetleşe güçlü liberal-kommünist ve zayıf hırıstyan-milletçi hükümetler nöbet değiştirmişler. 2010 yılında aşırı sol taraf soğuk iç savaşı kaybettiği yüzünden şimdilik macaristandaki kızıl mafya uluslar arası kızıl mafyanın müdahalesini bekliyor.
Macaristandaki liberal partiler aşırı sol komünistlerden biraz daha solda bulunuyorlar.