Odada artık herkes uyuyormuş.
Sıkıca kapalı perdelerden içeri sızan ayışığı odayı hafifce aydınlatıyormuş.
Duvardaki çalışkan saatin hiç ara vermeden çıkardığı tik-tak tik –tak sesinden başka da ses yokmuş.
Ev sakinleri çoktan uyumuş.
Ama sadece evc sakinleri mi, evdeki dolaplar, mobilyalar, eşyalar da derin bir uykuya dalmışlar.
Evdelerdeki eşyaların da uyuduğunu bilmiyordunuz, öyle değil mi? Oysa onlar da sahipleri gibi geceyi uyuyarak geçrirler ve sahipleriyle birlikte uyanıp günlük hayata dönerler.
İşte şimdi size anlatacağım öykü, bu evdeki gardrobun rüyası olacak.
Mevsimlerden ilkbaharmış.
Kırmızı gagalı, sarı bacaklı bir kuş uzun bir süredire kanat çırpıyormuş. Çünkü bu kuş çok uzak ülkelerden geliyormuş. Sonbaharda terk ettiği ülkeye geri dönüyor, yuva kurmak istiyormuş.
Geldiği bu ülkede çok büyük bir çınar ağacının olduğunu duymuş, o ağacı bulmak, yuvasını oraya kurmak istiyormuş.
Yorgun kanatları artık zavallı kuşu zor taşıyormuş.
Oysa üstünde bulutlardan, altında da zaman zaman rüzgara kapılıp uçan yapraklardan başka birşey göremiyormuş.
Kuş çok yorgunmuş.
Çünkü o güne kadar dokuz nehir, üç dağ, doksan dokuz çayır geçmiş.
Yolda çalılıklarla çok karşılaşmış elbet, ama onlara konmamış. Çünkü eğer konarsa bir daha uçamayacağını, orada kalacağını düşünmüş.
Orada kalamazmış, çünkü onun ulaşmak istediği hedef başkaymış.
Yola çıktığı ülkede, yine başka bir kırmızı gagalı, sarı ayaklı kuştan çok büyük bir çınar ağacının öyküsünü dinlemiş.
Bu öyle büyük bir ağaçmış ki, dünyada eşi benzeri yokmuş.
Rüzgar, mağarasından çıkıp bu dünyada esmeye başladığı günden itibaren yaşayan, büyüyen bir çınar ağacıymış bu.
İşte bizim kırmızı gagalı, sarı ayaklı yorgun kuşumuz bu ağacı bulmak, ne olursa olsun bu ağacın dallarına yuva yapmak ve yavrularına uçmayı bu ağacın dallarında öğretmek istiyormuş.
İşte böyle uçarken birden aşağılarda rüzgarla yolculuk eden bir yaprak görmüş.
Onunla biraz sohbet etmek istemiş:
-Nereye küçük yaprak? Ağacın olmadan nasıl yaşayacaksın?
-Ben sıradan bir yaprak değilim, diye seslenmiş sevimli yaprak, -ben sahibimden bir başka ağaca haber götürüyorum.
-Ne haberi götürüyorsun? Demiş sarı ayaklı, kırmızı gagalı kuş.
-Komşu ormandaki çınarın çocuğu olmuş, yani çınarın gövdesinin dibinden yeni fidan boy vermiş, onu tebrik ediyor benim sahibim
-Senin sahibin kim? Demiş kuş
-Benim sahibi gerçekten bilmiyor musun? Diye şaşırmış yaprak, -benim sahibim dünyanın en büyük çınar ağacıdır. Bu dünya kadar yaşlıdır sahibim.
-Gerçekten mi! Diye bağırmış sevinçle sarı ayaklı kırmızı gagalı yorgun kuş. –Ben de tam işte o çunarı arıyorum. O çınara ulaşabilmek için şimdiye kadar dokuz nehir, üç dağ, doksan dokuz çayır geçtim. Çalılıklara bile inmedim. Mola bile vermedim. Çünkü çalılıklara iner, mola verirsem, bir daha kanat çırpmak için güç bulamam diye korktum! Lütfen söyle, nerede bu sevgili ve bilge çınar?
-Çok kolay, çok kolay, demiş minik kuş. Şimdi buradan dosdoğru uçmaya devam et. Ne sağa ne de sola sap. Dokuz yüz doksan dokuz kere kanat çırpacaksın. Bininci kanat çırpmada ulu çınarı karşında göreceksin. Yolu kaybetmezsin, merak etme.
Gerçekten de minik yaprağın dediği gibi olmuş.
Sarı ayaklı, kırmızı gagalı kuş bininci kanat çırpmada ulu çınarı görmüş.
Sevinçle dallarına konmuş.
Kanatlarıyla ulu çınarın yapraklarını okşamış.
Çınar da sevgiyle hışırdamış.
Yorgun kuş, biraz dinlendikten sonra çınarın en yüksek dallardan birine, öyle büyük, öyle büyük bir yuva kurmuş ki, bütün ormanda ondan büyük ve güzel bir yuva daha yokmuş.
İşte o yaz, minik kuşla ulu çınar çok sıcak bir dostluk kurmuşlar.
Dostlukları yıllarca devam etmiş.
Minik kuş daha sonraki yıllarda da çınarın dallarına geri dönmüş.
Gardrob rüyasında gülümsemiş.
“O kuşu çok iyi hatırlıyorum” diye düşünmüş rüyasında.
Çünkü gardrob aslında o ulu çınarmış.
Kesildikten sonra, sağlam gövdesinden insanların evlerine eşya yaptıkları ulu çınar, bugün artık gardrob olarak o günleri anımsamaya devam ediyormuş.