Sanırım onu ilk kez şu şiiriyle tanımıştım.
TEMİZ YÜREKLE (TISZTA SZÍVVEL)
Ne anam var ne babam,
ne tanrım ne memleketim,
ne beşiğim ne kefenim,
ne aşkım ve ne de sevgilim.
Üç gündür bir şey yemedim,
ne az ne de çok dedim,
yirmi yaşım her şeyim,
yirmi yaşımı, veririm!
Kimse almazsa eğer
şeytanın olsun bu değer!
Temiz vicdanla çalarım!
Gerekirse cana kıyarım!
Yakalar ve asarlar.
Kutsal toprağa koyarlar.
Ölüm getiren ot biter,
bu tertemiz yüreğimde!
21 yaşındaydım. Kısa hayatıma sığıveren onca tufanın ardından, sakin bir liman gibi sığındığım Budapeşte’de, Macarca öğrenirken keşfettiğim, yüreğimde esen fırtınaları bu kadar iyi dile getiren bu mısralar kor gibi benliğime işlemişti.
Benim yaşımdaki “bu genç”, her kimse, benim ruhuma sesleniyordu.
Söyledikleri, benim, hangi dilde olursa olsun anlayabileceğim türden şeylerdi.
Genç yıllarımın, kimliğimi ararken bastığım toprağımın hırsını haykırıyordu!
Ama şairle tanıştıkça, çığlığının gerisinde keşfettiğim çılgın çaresizlik ve bazı şiirlerindeki tarifsiz umutsuzluk da çok tanıdıktı.
ACIM TARİFSİZ (NAGYON FÁJ)
Çepeçevre kuşatılmışken
ölüm pusuya yatmışken
(kaçıp deliğe sığınmış fare gibi çaresiz)
alevlendikçe ruhun
bir kadında çare arayacaksın,
onun eline, dizine kucağına sığınacaksın.
Sadece sımsıcak kucak değil seni çağıran,
ürperten tutku değil,
çaresizliğin de ona iter seni.
İşte bu yüzdendir ki,
ölümün soluk yüzü çıkıp gelene kadar
sarılır kadınına onu bulabilen talihli.
Çifte yük ve
çifte hazine çünkü bu,
ama âşıksan, ve aşkında bile yalnızsan
Kuytularda çişini yapan
vahşi bir hayvan kadar
acınası ve muhtaç olacaksın.
Sığınacak liman yok başka.
Bıçağını ananın gırtlağına daya,
o kadar cesursan eğer.
Bak işte, çığlığını
anlayan kadın da çıkar karşına.
Ama yine de iter seni, ıssızlığa.
İnsanlar arasında
böyle yaşayamam ben
Acıların doruğunda.
Elindeki çıngırağını
sallayan terk edilmiş bir çocuk gibi
yapayalnız bir başına.
Onunla ya da onsuz
ne yapmam gerek?
Bulmalıyım bunu utanılacak da olsa
nasıl olsa dışlıyor bu dünya,
ışıkta kamaşan gözlerde
düşlerden duyulan dehşetli korkuyla..
Kültür mü?
Aşıkların sevişirken çıkardıkları elbiseler gibi
dökülüyor üzerimden hızla.
Peki ama o nerede?
Ölümün üzerime sıçrattıklarıyla
boğuşmamı nasıl seyredebiliyor hala?
Kadın doğururken,
bebek de acı duyar, ama,
çifte acıyı alçak gönüllülük dindirir, unutma.
Bana para kazandırıyor
acı dolu türküm, ama neye yarar.
Gölge gibi katlanıyorum utancıma.
Yardım edin bana!
Siz çocuklar, gözleriniz
önünüze aksın onu gördüğünüzde!
Siz masumlar!
Zalim çizmelerin altında çığlık çığlığa,
feryat edin; acım tarifsiz!
Siz sadık köpekler!
Ezilin tekerleklerin altında
inleyin; acım tarifsiz!
Siz gebe kadınlar!
Düşürün bebeklerinizi kanlı gözyaşıyla
hıçkıra hıçkıra; acım tarifsiz!
Siz insanlar!
Düşün, kırılsın kolunuz beliniz
sızıldanın; acım tarifsiz!
Siz erkekler!
kan dökün kadın uğruna
ve haykırın; acım tarifsiz!
Atlar, boğalar!
Yük taşımak için erliği burulanlar
böğürün: acım tarifsiz!
Dilsiz balıklar!
Buzun altında oltaya takılanlar!
Sessiz çığlığınızla; acım tarifsiz.
Siz canlılar!
Acıyla kıvranan canlar!
Alevlerle kavrulsun eviniz!
Küller içinde
Cansız yatarken bedeniniz
mırıldanın son bir gayretle; acım tarifsiz!
Son nefesine kadar duyacaksın!
Uzatmadığın elin neye yarar artık
Zalim nazınla bir başına kalacaksın
Çepeçevre kuşatılmışken
hayat pusuya yatmışken
Sığınabileceğim son limanı da yaktın.
Kimdi bu adam?
Macar şairi Attila József’le işte böyle tanıştım.
1905’de doğmuş, 1937’de de intihar ederek ölmüştü.
Budapeşte’nin yoksul bir işçi semtinde, Avrupa’nın devrimlerini, krizlerini, XX. Yüzyılın kanlı gelgitlerini yaşayarak büyümüştü.
Yetimliği, hiç unutamadığı anne sevgisi, bilincine vardığı dehasının ağırlığı ve bitmek tükenmek bilmeyen yalnızlığından daha önemli tek bir şey vardı hayatında;
Çaresizliğine rağmen hayatla pazarlık etmeme direnci!
Bize benzeyen, hırsları ve tutkularıyla içten içe tutuşan, ancak bunu bize benzemeyen bir şekilde hep bastıran Macar insanına ayna tutmuştu.
İsyancı oldu;
Radikal oldu;
Komünist oldu;
Hümanist oldu;
Ama sonuna kadar aslında kendisi, neyse o kaldı!
Yüreğinin ona fısıldadığını, o herkese haykırdı!
Macardı, ama aynı zamanda evrenseldi; Kırılganlığına rağmen, salt insan olmanın yüceliğini hissederek, bir şiirinde “yıldızlarla ölç kendini” dizesiyle insana evrenle yarışmasını öğütlüyordu.
Ve 32 yaşında hayata “elveda” dediğinde, Macar dilinin ve Macar şiirinin en ustaları arasındaydı.
Ve bu gerçek, dünya görüşü, hayat tarzı vb anlamında onu sevmeyenlerin de tartışmasız kabul ettiği bir vakaydı.
Macar ulusu, ona olan saygısını, doğum günü olan bugünü, yani 11 Nisan’ı “Macar Şiir Günü” olarak ilan ederek gösterdi.
Ve insan kaderlerinin nasıl kesiştiği üzerine ilginç bir ayrıntı daha: ben bugün Budapeşte’nin Ferencváros semtinde oturuyorum, yani yüzyılı aşkın bir süre önce, o zamanlar yoksul bir işçi semti olan ve Attila József’in doğduğu büyüdüğü semtte.
O dönem bir iki katlı barakalardan oluşan mahalle, daha sonra çok katlı modern evlerle şehrin önemli bir semtine dönüşmüş.
Ve tarihin garip bir oyunu, bugün oturduğum binanın duvarında şöyle bir levha duruyor: “Ünlü Macar şairi Attila József bu binanın yerinde olan eski bir evde yaşamıştı”
Yüzyılı aşkın bir süre içinde mekânlar değişse de, hayatımın en önemli şairlerinden birinin çocukluğunun geçtiği alanlarda soluk alarak; O’nu var eden Budapeşte’nin solgun, ama tutkulu sokaklarında dolaşarak şimdi onu daha iyi anlıyorum.
Ve “temiz yürekle” çıktığı bu yolda şairin asla yalnız kalmayacağını da artık çok iyi biliyorum.
Tarık Demirkan
11 Nisan 2014
Ferencváros – Budapeşte