Macaristan’da geçen pazar günü yapılan seçimi muhafazakâr Fidesz Partisi’nin lideri Viktor Orban’ın rahatça kazanması bir sürpriz yaratmasa da, bu sonuç yine de bütün Avrupa’da geniş bir şekilde yankılandı. Avrupa Birliği içinde de ciddi bir sarsıntı söz konusu.
Sarsıntı, çünkü seçimin sonucu AB’yi, bünyesi içinde birliğin kurallarına meydan okuyan, aynı zamanda otoriterleşmeye kayan ve seçimde kendisine karşı açıktan kampanya yürüten bir yönetime nasıl karşılık vereceği sorusuyla karşı karşıya bıraktı.
AB’nin önünde bir Macaristan, daha doğrusu Viktor Orban meselesi de var artık.
ORBAN SEÇİMİ OYUNU ARTIRARAK KAZANDI
Orban, seçimi altı muhalefet partisinin kendisine karşı oluşturduğu büyük ittifaka fark atarak, üstelik 2018’deki seçime kıyasla oyunu artırarak kazandı. Bir önceki 2018 seçiminde oyların yüzde 49.27’sini alan Orban, bu kez oy oranını yüzde 54.18’e çıkarttı. Toplam 199 sandalyeli parlamentodaki milletvekili sayısı da 133’ten 136’ya yükseldi. Kendisine karşı ittifakın oy toplamı ise yüzde 34.22’te kaldı. İttifak 55 sandalye alabildi.
Böylelikle, Orban 2010’dan itibaren girdiği seçimleri kesintisiz bir şekilde dördüncü kez kazanmış oluyor.
Yapılan değerlendirmelerin çoğu seçimin adil rekabet koşullarında gerçekleşmediği noktasında birleşiyor. Zaten 12 yıllık iktidarı döneminde yargıyı önemli ölçüde kendisine yakın bir çizgide yeniden kurgulayan, ülkedeki geleneksel medya mecraları üzerinde büyük bir kontrol elde eden Orban’ın seçim kampanyası sırasında devlet imkânlarından da geniş bir şekilde yararlandığı bir sır değil.
Örneğin, TV yayınlarında muhalefet partileri çok az süre alabildi. Keza kampanya sırasında billbordlarda Orban’ın Fidesz Partisi ülke genelinde 20 bin billboarda çıkabilirken, muhalefet ancak 2 bin billboarda ulaşabilmiş.
SEÇMEN İÇİN HAZİNE’NİN MUSLUĞUNU AÇTI
Sandıkta Orban’ın lehine işleyen önemli faktörlerden birinin ekonomi olduğu anlaşılıyor. Önceki gün The New York Times’da “Batırılamaz Viktor Orban” başlıklı yazısında seçimi analiz eden Budapeşte’deki “Politika Çözümleri“ isimli düşünce kuruluşunun direktörü Andras Biro-Nagy’nin değerlendirmesinde ekonomi boyutu geniş bir vurgu alıyor.
Macar siyaset bilimci, pandeminin yol açtığı hayat pahalılığının ardından Orban’ın seçimden önce devlet bütçesinden harcamaları artırarak bir dizi adım attığını, bu çerçevede vergi indirimlerine gittiğini, asgari ücreti yükselttiğini, akaryakıt ve bazı temel gıda ürünlerinin fiyatlarını dondurduğunu hatırlatıyor. Uzmana göre, bütçeye ağır bir yük getirecek olmasına karşılık, Orban başvurduğu bu önlemlerle ekonominin kötüye gittiği algısını seçimden hemen önce değiştirebildi.
HALKI DÜŞMANLARDAN KORUMA SÖYLEMİ
Biro-Nagy’nin özellikle altını çizdiği bir faktör, Orban’ın siyasi mesajında, iletişim stratejisinde kendisini Macar halkı karşısında “koruyucu” bir kimlik üzerinden tanımlamış olmasıdır. Orban, her seferinde halkı demografik değişikliklerden, kültürel dönüşümlerden, ekonomik krizlerden koruduğu söylemini ön plana çıkartıyor.
Macar analizci, bu çerçevede Orban’ın geçen on yıl zarfında “düşman” olarak tanımladığı göçmenlere, AB kurumlarına, George Soros’a, sivil toplum kuruluşlarına, IMF’ye, Batılı liberallere karşı mücadele yürüttüğünü anlatıyor.
Ve Orban’ın özellikle kırsal kesimde zaten kuvvetli olan desteğini bu seçimde iyice sağlamlaştırdığı ortaya çıkıyor. Muhafazakâr değerleri sahiplenmesi Orban’ın siyasi kimliğinin önemli bir öğesi.
Son seçimde başvurduğu ilginç bir taktik hamle, aynı zamanda ülkenin eğitim politikalarında çocuklara ailenin izni olmadan cinsel yönelim konularının öğretilip öğretilmemesi gibi soruların da yöneltildiği bir referandumun da yapılmasıydı. Orban, bir anlamda seçimi bir alt tema olarak dolaylı bir şekilde LGBT başlığı üzerinden de bir referanduma dönüştürmüş oldu.
Ayrıca Fidesz liderinin bir başka hamlesi, Ukrayna’daki savaşı da kendi lehine kullanmaya çalışmış olması. Muhalefet açıktan Ukrayna’nın yanında yer alıp Rusya’ya yüklenirken, Orban muhalefeti “ülkeyi savaşa sürüklemek”le eleştirip kendisini “barış ve istikrarın güvencesi” olarak takdim etmiş. Aslında hem NATO hem de AB’ye üye bir ülkenin lideri olarak her iki örgütte de alınan kararlara katılmakla birlikte, iyi ilişkilere sahip olduğu Rusya lideri Vladimir Putin karşısında köprüleri atmaktan kaçınan bir çizgi izlemiş.
MUHALEFET CEPHESİ NEDEN BAŞARISIZ OLDU
Buraya kadar aktardıklarımız, Orban’ın seçimi kazanmaya dönük kendi cephesinde izlediği stratejiyi anlatıyor. Peki “Muhalefet ne yaptı?” sorusuna bakıldığında, o cephede bir başarı öyküsü belirmiyor. Soldan sağa geniş bir siyasi yelpazeye yayılan altı partili ittifakın muhalefetin Orban karşıtlığında buluşmak dışında etkili bir performans ortaya koyamadığı konusunda genel bir görüş birliği var.
Bu konuda kaleme alınmış en bilgilendirici yazılardan biri, Budapeşte’de yaşayan gazeteci-çevirmen Tarık Demirkan tarafından geçen salı günü BBC Türkçe Servisi’nin web sitesinde “Orban karşısında birleşik muhalefet neden başarısız oldu?” başlığıyla yayınlandı.
Demirkan, son derece detaylı değerlendirmesinde muhalefetin kaybetmesinin gerisinde, zayıf bir başbakan adayı çıkartılması, muhalefet liderlerinin kendi aralarındaki çekişmelerin yarattığı güvensizlik, parti tabanlarının diğer parti adaylarını benimsememesi, negatif seçim kampanyası izlenmesi gibi bir dizi neden sıralıyor.
Yazar, muhalefet partilerinin oy toplamının bir önceki seçimdeki oylarının da altına düştüğüne dikkat çekerek, siyaset aritmetiğinin Macaristan’da “5 artı 1 eşittir 6” sonucunu vermediğini belirtiyor.
AB-ORBAN İLİŞKİSİNİ GERİLİMLİ DÖNEM BEKLİYOR
Seçim sonrasındaki dönemin en kritik sınamalarından biri artık birbirlerine karşı neredeyse iki hasım gibi konumlanmış olan Orban ile AB arasındaki ilişkide beliriyor.
Bunun nedeni, AB’nin Orban’ın otoriterleşmeye yönelmesinden duyduğu rahatsızlığın yanı sıra AB kurumlarıyla Macaristan arasında ciddi anlaşmazlıkların patlak vermiş bulunması. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula van der Leyen’in geçen salı günü Macaristan’a karşı “hukuk kurallarının ihlali” gerekçesiyle yaptırım işlemlerine başlandığını açıklaması yeni dönemin çalkantılı geçeceğinin habercisi oldu. AB fonlarının askıya alınması sonucunu doğurabilecek bu yöntem AB’de ilk kez işletiliyor.
Macaristan’a verilen AB fonlarının dağıtılmasında yolsuzluk yapıldığı yolundaki iddiaların soruşturulması konusundaki görüş ayrılıkları, sorunlardan bir diğerini oluşturuyor. Her halükârda Brüksel’de Macaristan’ın birçok alanda AB mevzuatına uymadığı hususunda kuvvetli eleştiriler söz konusu.
Buradaki temel problem, özellikle bugün AB tarafından mesele edilen otoriterleşme yönelişinin Macaristan’da birden ortaya çıkmamış olmasıdır. 2010’dan itibaren bu yönde adım adım yol alan Orban karşısında uzun süre seyirci kalan AB, duruma müdahil olmaya çalıştığında Macar liderin tasarladığı yönetim modeli önemli ölçüde yerleşmişti.
AB’nin sorunu, geçmişte üye ülkelerin birliğin kurallarından, normlarından, değerlerinden uzaklaşma eğilimlerini zamanında fark edip önleyici bir tutumla müdahale edebilme yeteneğini sergileyememesidir.
Sonuçta Macaristan’ın 2004’te tam üye olmasından sonra ülkesi AB fonlarını alarak refahını artırırken; aynı zamanda AB mevzuatından ve değerlerinden uzaklaşmaya başlayan, bunu yaparken AB’ye kafa tutan, böylelikle içteki siyasi konumunu da sağlamlaştıran bir siyasetçi Viktor Orban.
AB’nin Orban’la nasıl baş etmeye çalışacağı, aralarındaki ilişkinin nasıl seyredeceği önümüzdeki dönemin tansiyonlu bir konusu olacaktır.