Bugün Ortadoğuda başımıza gelen birçok tür bela aslında 1900-1920 arasındaki geçmiş tarihten kaynaklanan olaylar. Ne olmuştu o günlerde? Fransızlar daha önce Süveyş Kanalını işgal edip, İngilizleri oradan geçirmemeye başlamışlardı. Bunun üzerine İngilizler karadan sömürgeleri Hindistana gidebilmek için o zamanlar Osmanlı eyaletlerinden oluşan Ortadoğuya saldırmışlardı. Osmanlıyı yenebilmek için de Hicaz Emiri Hüseyini üç çocuğuna birer krallık verme vaadiyle yanlarına almışlar ve Arap desteği sağlamışlardı. Osmanlının Almanlarla müttefik olması da işe yaramamış ve Osmanlı, topraklarını kaybetmiş ve kısmen işgal edilmişti. Bu arada üç adet de yeni ülke kurulmuştu: Irak, Suriye ve Ürdün. Ama Irak çoğunluğu Şii dininden olan Sünni azınlıklı yeni bir ülke idi ama zaman içinde Sünni yönetimlerin eline düştü. Diğer taraftan da Suriye, çoğunluğu Sünni olmakla beraber zaman içinde Şii yönetiminin eline geçmişti. Böylece bu ülkelerin hepsinde azınlık çoğunluğun tepesinde oturuyordu. Ürdün ise oldukça karışık bir nüfusa ve yapıya sahipti.
Yani bugünkü mezhep kavgasının temeli 100 yıl önce atılmıştı!
Bugün son savaş çıkmadan önce nüfusu 20,5 milyon kişi kadar olan Suriye, ülke içinde 7.6 milyon insanın yer değiştirerek kaçması, 1.5 milyondan fazla kişinin Türkiyeye sığınması, 1.2 milyon kişinin de Lübnana, 700 bin kişinin de Ürdüne geçmesiyle ve diğer ülkelere sığınanlar da eklenirse, 4 milyon kadar mülteci ve göçmen yaratmış bulunuyor.
Tabii mülteci (veya sığınmacı) kelimeleri ile göçmen kelimeleri ayrı kavramlar. Mülteciler ölümcül tehlikeden kaçan birileri, göçmenler ise daha çok yaşam standardını değiştirmek için ülke değiştiren birileri.
İkinci Dünya Savaşı Avrupada 15 milyon mülteci yaratmıştı.1950 öncesinde Hindistanın bölünmesi ise 14 milyon kadar mülteci üretmişti. 1960lı yıllarda ise Bangladeşin bölünmesi 10 milyon mülteciyi ortalığa dökmüştü. Almanya İkinci Dünya Savaşında yenildikten sonra Polonya, Çekoslovakya ve Sovyetler Birliğinden kaçan 14 milyon Alman mülteci oluşmuştu.
Bu dev sorunlar karşısında hümanist düşünce sahibi insanlar 1951 yılında Cenevrede toplanarak bir konferansta karar aldılar: Eğer ciddi boyutta ölümcül tehlike var ise mültecilerin korunması için önlemler alınması gerekiyordu ve (o zaman sadece Avrupa mültecileri için) kararlar alındı. Ancak 1967de karar tüm dünya mültecilerinin korunması şekline döndürüldü. Son 64 yılda tam 147 ülke bu kuralların altına imza attılar.
Bu yıl Suriye, Afganistan ve Eritrea (Sudanın batısında ve Kızıl Deniz kenarında) kökenli milyonlarca mülteci 1940lı yıllarda Avrupalı mültecilerin kullandığı yolları tersine kullanarak Avrupaya ve de özellikle Almanyaya geçmeye çalıştılar.
Bu yıl sonuna kadar da mültecilerin dışında 400 bin kadar göçmen de Avrupaya gelecek, tabii kabul edilirse!
Ama örneğin Macaristan Başbakanı Victor Orban tüm hudutlarını dikenli teller ve duvarlar ile kuşattı ve mültecileri bile içeriye sokmadı. Daha doğrusu Almanyaya gitmeye çalışan bu zavallı insanlara alenen hayvan muamelesi yaptı. Sırbistan da Macaristandan aşağı kalmadı. Çek Cumhuriyetinde yapılan ulusal ankette ise vatandaşların yüzde 71 kadarı hiçbir mülteci kabul edilmemesini talep etti.
En komik ve acı olan da Macaristan Başbakanı Victor Orbanın yaklaşımı idi. Orban vatandaşlarına şöyle bir açıklama yaptı: Suriyeli mülteciler Türkiyede hayati tehlike altında altında değiller, neden orada kalmıyorlar da Almanyaya gitmek istiyorlar? Bu sözler söylenirken Türkiye 1,5 milyondan fazla insana kucak açmıştı. Macaristana söylenebilecek tek şey çüş olabilir!
Macar Başbakanı Victor Orban gaddar biri ve Almanyaya gitmeye çalışan göçmenler de gündeme geldikçe (mülteci değil göçmenler için) Onlar Almanyanın sorunu, Avrupanın sorunu değil ki ! de diyebiliyordu.
Diğer taraftan Avrupa Komisyonu da mülteciler için ülkelere kota vermek için hukuki düzenlemeler yapıyor. Sizce bugünün Avrupası, mülteciler ve göçmenler konusunda önemli boyutta işbirliği yapabilir mi?
Orijinal haber: >>>