ODTÜ Mimarlık Tarihi Bilim Dalı Profesörü Prof. Dr. Ali Uzay Peker ile Zigetvar´da ortaya çıkarılan Osmanlı yerleşkesi üzerine bir röportaj…
· Tarihe ve arkeolojiye meraklı herkesin ilgisini çeken bir keşfin mimarları arasındasınız. Söz konusu keşfin önemi nedir?
Bu keşif her şeyden önce dünya tarihinde geniş yer bulmuş Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan’daki türbesinin içinde bulunduğu palankanın ortaya çıkartılmış olması açısından önemlidir (palanka: hendekle çevrili küçük ahşap kale, tabya). İkinci konu, Macaristan’da tamamen yok olmuş bir Osmanlı yerleşkesinin kendi bütünlüğü içinde ortaya çıkarılma girişimi olarak bir ilktir. Ayrıca, Macaristan’ın ortak tarih mirasımıza olumlu yaklaşımının en görünür simgesidir. Macaristan Hükümeti kazılara maddi destek vermiştir. Ancak kazıları başlatan TİKA ve onun başkanı Dr. Serdar Çam oldu. Macar kazı ekibinin başkanı Norbert Pap kazıların başlamasını sağlayan desteğinden ötürü Sayın Çam’ın şahsında TIKA’ya minnettar olduğunu her vesileyle söyler. Son olarak bu keşif Macar ve Türk bilim insanlarının verimli işbirliği ve iki ülke halklarının yakınlaşması açısından da önemlidir. Macar bilim insanları arasında Norbert Pap, Erica Hancz ve Maté Kitanics’in katkılarını özellikle vurgulamak gerekir.
· Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan’daki ölümünden ve sonrasında defin işleminden biraz bahseder misiniz?
Sultan Süleyman 1566 yılındaki Zigetvar Kalesi’nin fethinden bir gece önce 08 Eylül 1566 tarihinde vefat etti. Sefere katılan veziriazam sırkatibi Feridun Ahmet Bey seferi anlattığı eserinde Sultan’ın bedeninin tahnit edildiğini belirtir. Ahmet Bey tahnitte misk ve anberin kullanıldığını yazar. Ona göre, Kanuni’nin “Ta’biye ve terbiye” edilen bedeni otağında saltanat tahtının altına (taht-ı saltanatı tahtında) gömülmüştür. Tarihçi Gelibolulu Mustafa Ali’nin verdiği bilgiye göre iç organları da gömülmüş ve üzerine daha sonra bir türbe inşa edilmiştirç
· Bulunan mezarın Kanuni Sultan Süleyman’a ait olduğunu doğrulayan buluntuları, yazılı kaynakları, araştırma ve analiz sonuçlarını bizimle de paylaşır mısınız?
Bulduğumuzu söylediğimiz palankadaki türbe Sultan Süleyman’ın Zigetvar’daki hatırasını yaşatmak için inşa edilmişti. Türbe Sokollu Mehmet Paşa’nın vakfiyesinde geçmez. II. Selim’in emriyle inşa edildiği tahmin ediliyor. Bugünkü bilgimizle Türbe’nin kesin olarak 1566-1577 arasında, büyük ihtimalle de 1573-1577 arasında bir tarihte inşa edildiği söylenebilir. Kazı ve araştırma çalışmalarının Macar koordinatörü Norbert Pap’ın editörlüğünde kazı öncesinde Macarca ve Türkçe yayımlanan Kanuni Sultan Süleyman’ın Sigetvar’daki Hatırası adlı kitaptaki makeleler Osmanlıca, Macarca ve Almanca pek çok belgeyi değerlendirir. Yazılı ve görsel kaynakların bize sağladığı bilgiye göre, türbe Sultan Süleyman’ın bedeninin tahnit edilerek geçici olarak yerleştirildiği otağının olduğu yerdeydi. Sefere tanıklık eden Feridun Ahmet Bey padişahın otağının Zigetvar Kalesi’nin karşısına (mukabelesinde) konumlandırıldığını yazıyor. Gelibolulu Mustafa Âlî ise Kanuni’nin iç organlarının defn edildiği yani gömüldüğü yer olarak yine “Sigetvar mukabelesinde” tarifini veriyor. Bu ifadeden anlaşıldığına göre otağ ve iç organlarının gömüldüğü yer Zigetvar Kalesi’nin karşısında yani dışında bir yerdeydi. Bu kadar da değil, 1576 yılından bir arşiv belgesi (MD, 26/815) Zigetvar dış kalesinden türbe palankasına asker gönderilmesini konu alır. Ayrıca, türbenin yanına Sokollu Mehmed Paşa bir cami ve tekke inşa ettirdi. Bunlar Sokollu’nun vakfiyesinde Zigetvar Kalesi’nin “haricinde” ve “kurbunda” yani “dışında” ve “yakınında” olarak tanımlanıyor. Demek ki kale dışında yer aldılar. Macar ve Avusturya yazılı ve görsel kaynakları türbeyi daha net olarak Zsibὸt Türbék’de, bugün Üzüm Tepesi (Szölöhegy) denilen yere konumlandırıyor.
Türbe ve palanka 1692 yılında Avusturyalılar tarafından tahrip edildi. Türbék’deki palanka alanı yıkıldıktan sonra Cizvitlere sonra da Zigetvar Kilisesi’ne geçti. Maté Kitanics’in belirttiğine göre, Kilise ile bölgede toprakları olan bir yerel aile arasındaki anlaşmazlık üzerine 1738 tarihli bir belgede 80 yaşındaki bir tanık Türbék’deki Türk tabyasından, tabya dışında yaşayan Hristiyanlardan, tabya içinde yaşayan Türkler, şeyh ve dervişlerden söz eder. Padişah otağının yerini veren Osmanlıca kaynaklar ve Türbék’deki yerleşimden bahseden Batı dillerindeki kaynaklar birbirini tamamlar. Mesela kış seferini gösteren bir gravürde (1664) Pál Esterházy’nin atının ayakları altında çizilen Türbék tepesinde, içinde cami olan bir Osmanlı kasabası yerleştirilmiş. Esterházy 1663-64 Osmanlı-Avusturya harbine katılan bir Macar asilzadesiydi. Esterhàzy’nin bu savaş sırasında çizdiği bir planda türbe, cami ve tekke bir palankanın içinde yer alıyor. Türbe savaşta hasar görmüş, Osmanlılar tarafından tamir edilmişti; 1692 yılına kadar da ayakta kaldı. Kısaca söylemek gerekirse, türbenin nerede olduğu yabancı ve Türkçe kaynakların karşılaştırmalı analizi yapılarak anlaşıldı.
2016 yılı Kanuni Sultan Süleyman’ın 450. ölüm yıldönümü. Kazı öncesi araştırmaların türbenin yeri hakkında oldukça önemli veriler sağlaması üzerine, Sultan Süleyman’ın Macaristan’daki anısını somutlaştırmak hedefiyle başlatılan kazılar 05 Ekim-06 Kasım 2016 tarihleri arasında sürdü. Arazi çalışması 2016 yılında, 20 Mayıs-15 Temmuz tarihleri arasında devam etti.
Bir aydan fazla süren ilk dönem sonunda ortaya çıkan yapı temelleri ve buluntular şaşırtıcıydı. Yaptığımız mimarlık tarihi çalışmasına göre, çıkan temeller bir kenarı dıştan 7.80 m. olan kare planlı, verandalı ve kıbleye yönlendirilmiş bir binaya ait. İçinde bulunan dekoratif mimari parçalar, on altıncı yüzyılda inşa edilen cami ve türbe yapılarında görülmekte. Yapının kıbleye yönelik olması türbe veya cami olduğunu gösteriyor. Nispeten mütevazı ölçüsü bir türbe olduğunu düşündürmekte. Genişliği 90 cm olan oldukça kalın olan duvarları bir kubbeyi taşıyabilirdi. Yapıda, muntazam kesme taştan palmetler, altıgen ve altı kollu yıldız kompozisyonları, mimari parçalar ve bir eşkıya çukuru bulundu. Altıgen ve altı kollu yıldız motifli kompozisyon hem Feridun Ahmet Bey’in Zigetvarname minyatürlerinde Kanuni’nin cenazesini taşıyan at arabası üzerinde, hem de bir başka Kanuni konulu minyatürde Topkapı Sarayı giriş kapısı üzerinde, ayrıca İstanbul’daki Kanuni Türbesi vitraylarında görülür. Palmetler de hem İstanbul’daki türbesi üzerinde hem de döneminden cami giriş kapılarında yer alır. Tuğla cidarlı moloz taş dolgulu duvarlar Macaristan’da Şikloş Malkoç Bey Camisi’nde görülür. Bütün bulgular bunun bir Osmanlı yapısı olduğunu gösteriyor. Buna ek olarak dekoratif elemanlar Sultanî bir yapı olduğuna delil olarak değerlendirilebilir. Belki de türbe olduğu hakkındaki en somut gösterge yapının tam ortasında açılan eşkıya çukuru oldu. Belli ki mezar hırsızları burada Kanuni’nin iç organlarının gömülü olduğu söylenen efsanevi altın kabı aramış. Kazı öncesinde yapılan tarihi coğrafya ve jeofizik çalışmalar, Esterhàzy Pàl’ın çizimindeki palanka içindeki tekke, cami, türbe ve yeniçeri odalarından oluşan külliyenin yerini ortaya çıkardı. Kazılarda bulunan yapı ile birlikte, önce Kanuni Sultan Süleyman’ın otağının kurulduğu, daha sonra iç organlarının gömüldüğü, hatta bedenininin bile 42 gün gömülü kaldığı yerde yapılan türbenin içinde olduğu palankanın (veya Türk Tabyası) ilk somut izi bulunmuş oldu. Ben bütün açıklamalarımda türbe değil palankanın keşfedildiğini özellikle vurguladım. Çünkü bu aşamada türbenin diğer yapılarla ilişkisi tam olarak ortaya çıkarılmadan yapının %100 türbe olduğunu söylemek doğru olmazdı. Ancak 2016 Mayıs-Temmuz kazılarında Esterhàzy planına uygun bir şekilde türbenin kuzeyinde ortaya çıkartılan cami ve yanındaki tekke yapıları alanın Sultan Süleyman Türbe-Palankası olduğu yönündeki varsayımlarımızı doğruladı. Ortaya çıkan cami yapısının 50 cm yüksekliğindeki temelleri caminin kıbleye yönelmiş olduğunu, üç bölümlü bir son cemaat yeri olduğunu ve kalın beden duvarlarının merkezde moloz taş, iç ve dış cidarlarında tuğla kaplı olduğunu gösterdi. Bir metreyi bulan duvar kalınlığı iç mekân üst örtüsünün kubbe olduğunu düşündürmekte. Bir kenarı dıştan dışa yaklaşık 10.00 m. olan kare plan bu varsayımı desteklemekte. Caminin son cemaat yeri ile birlikte ölçüsü dıştan yaklaşık 10.00X14.00 m. Caminin kuzey batısında, son cemaat yeri ve ibadet mekânının duvarına bitişik bir minarenin temeli ortaya çıktı. Aynı zamanda caminin doğu tarafında tekkenin dört odasının temelleri ortaya çıkarıldı. Burada buğday taneleri, buğday öğütmek için taş, küçük bir tırpan bulundu, ayrıca kemer, çanta tokası, mahmuz, çizme demiri, gülle gibi metal objeler, seramik parçaları, pipo, oyun için âşık kemikleri, pencere camı parçaları, Macaristan’a özgü pişmiş toprak soba gözü parçaları da bulundu. Bu buluntular Osmanlı dönemini işaret ettiği gibi bir tekke yapısının içinde bulunabilecek objeler. Tekkenin doğusunda yapılan bir sondajla palanka hendeğinin izlerine de ulaşıldı. Burada bir Osmanlı gümüş akçesi bulundu.
Bu kazı çalışması, günümüzde oldukça ilerleyen tıp alanında yapılan ameliyatlara benzedi. Şöyle ki elinizdeki teşhis, inceleme ve araştırma imkânları belli bir düzeye erişmişse ameliyatta bıçağı nereye vuracağınızı, ne göreceğinizi, ne elde edeceğinizi ve nasıl bir müdahalede bulunacağınızı bilirsiniz. Bu kazı da benzer bir alt yapıyla sağlam yöntemlerle ilerliyor. Bugüne dek kazı verilerini değerlendiren Budapeşte’de bir basın toplantısı ve İstanbul’da bir panel düzenledik. Basından gelen bilgilendirme taleplerini cömertçe yanıtladık. Ayrıca ilk dönem kazı çalışmaları hakkındaki bir raporu da internette paylaştık. Bu açıklık politikası sayesinde belki de ilk defa bir Osmanlı arkeolojik alanı bu denli ilgi çekti ve takip edilir oldu.
· Araştırmaya ne zaman başlandığını ve araştırma sürecini anlatır mısınız? Böyle bir araştırmanın başlamasında ve işleyişinde kimlerin katkısı oldu?
Bu kazıya götüren TIKA desteğiyle başlayan araştırmalar 2012 yılına geri gidiyor. Ancak aynı Macar ekipten bazı üyelerin daha önce Zigetvar civarında yaptığı arazi çalışmaları bulunuyor. Örneğin Erika Hancz önderliğinde Kanuni’nin iç organlarının gömüldüğü yerin üzerine inşa edildiği söylenen Meryem Ana Kilisesi’nde 2009 yılında yapılan arkeolojik çalışma gibi. Bu çalışmadan elde edilen veriler kaynaklarda geçen palankanın Kilise civarında olduğuna dair bir veri sağlamamış. Araştırmalardaki disiplinler arası yoğunlaşma 2012’den sonra başladı. Yukarıda sözü edilen kitaba götüren çalışmalar Osmanlı türbelerinin incelenmesi, Osmanlı kaynaklarının Türkiye’deki arşivlerde çalışılması, Avusturya ve Macaristan’da Almanca, Macarca ve Latince kaynakların incelenmesi, tarihi peyzaj rekonstrüksiyonu, GIS teknik analizleri, hidrografi, TerrSet (Idrisi) LCM modellemesi, USLE toprak kaybı modellemesi ve jeofizik alan modellemelerinden oluştu. Araştırmalar yukarıda bahsettiğim kitapta yayımlandı. Aslında her şey Dr. Norbert Pap’ın Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’na (TİKA) proje teklifiyle başvurup destek sağlamasıyla başladı. Arşiv ve arazi araştırma çalışmaları Dr. Norbert Pap, Dr. Erika Hancz, Dr. Péter Gyenizse, Zita Bognár, Dr. Máté Kitanics, Tamás Tóth ve Zoltán Hámori tarafından gerçekşeltirildi. 2015’de başlayan kazılarda Macar ekibi, Arkeolog ve Türkolog Dr. Erika Hancz (Pécs Üniversitesi) başkanlığında, Arkeolog Béla Simon (Janus Pannonius Müzesi) ve Coğrafyacı Dr. Maté Kitanics’den oluşurken; Türk ekibi, Sanat ve Mimarlık Tarihçisi Prof. Dr. Ali Uzay Peker (ODTÜ) başkanlığında, Osmanlı Arkeolojsi uzmanı Abdullah Deveci (Anadolu Üniversitesi), Mimar Meral Özdengiz Başak, Jeofizik Mühendisi Yard. Doç. Dr. Fethi Ahmet Yüksel (İstanbul Üniversitesi) ve epigraf Harun Yeni’den (Bilkent Üniversitesi) oluştu. Türk ekibi olarak bulguları Kasım ayında hazırladığımız bir raporla tanıttık (academia.edu). 2016 kazı dönemindeki çalışmalar aynı ekip tarafından asistan ve öğrencilerin de katılımıyla sürdürüldü. Türk kazı ekibi farklı üniversite ve farklı disiplinlerin bir araya geldiği zengin bir araştırmacı topluluğundan oluştu.
· Mezarın bulunduğu alan hakkında bilgi verir misiniz? Mezarın bulunduğu yerde ve çevresinde başka yapı kalıntısına veya buluntuya ulaşıldı mı?
Mezarın bulunduğu alan bugünkü Zigetvar’a 1 saat yürüme mesafesinde, 4.2 km uzaklıkta, Üzüm Tepesi denilen yükseltide yer almakta. Kazılar öncesi yüzey araştırmasında Balkanlarda yaygın kap-kacak ve Çin porseleni parçaları, cam, demir ile çok sayıda tuğla kalıntısı bulundu. Kazı öncesi çalışmalar hakkında Macar ekibin Die Erde’de (146/4) çıkan makalesinde bilgi var. Ayrıca bugün bağ ve bahçelik olan alandaki çiftlik evlerinin inşaatında eski yerleşkeden geldiği anlaşılan taş malzemenin kullanıldığı halen gözlemlenebilir. Palankanın içinde ve dışında binalar olduğunu kaynaklardan biliyoruz, arazide yapılan jeofizik çalışma palanka içindekileri gösterdi. Kazı sırasında ortaya çıkan artık türbe olduğuna kanaat getirdiğimiz kare planlı yapıdan sıva üzerine uygulanmış Osmanlıca yazı parçaları, üzerinde demir pencere kafesi yuvaları olan bir lento, yeşil sırlı seramik parçaları, daha önce sözünü ettiğim palmetler ve altıgen motifli mimari bezeme parçası çıktı. Bunlar yapı ve yerleşke hakkında yeni veriler sağladı. 2016 kazı döneminde türbenin kuzeyinde üç bölümlü son cemaat yeri olan bir cami ve onu kuzeyde saran tekke yapısı ortaya çıkarıldı.
· Bu mezarın izlerinin zamanla kaybolmasını nasıl açıklıyorsunuz?
Osmanlıların 1683’deki II. Viyana kuşatmasının başarısız olması ardından Avusturyalıların bölgeye hâkimiyeti türbe ve içinde olduğu palanka bölgesine yani Türbék’e Cizvitlerin sahip çıkmasına neden oldu. Yerel kaynaklar burayı Cizvitlerin takdis ettiğini yazar. Bir süre sonra, 1692 yılında Gallo Tesch adlı bir ordu tahkim subayı türbeyi yıktırıp kurşun çatısını ve âlemini satılmak üzere Viyana’ya gönderir. Gallo Tesch bu yaptığından ötürü üst makamlar tarafından daha sonra suçlansa da iş işten geçmiştir. Gallo Tesch burayı neden yıktırmıştır? Benzer olaylarda yaşandığı gibi yıkımı hazırlayan bir süreç ve Tesch dışında da failler olmalı. Yerel aktörler mi? Alt rütbeli ordu mensupları mı? Bunları bilmiyoruz. Yıkımdan sonra arazi bağ ve bahçelik alan olarak kullanıldığı için dümdüz edilmiş durumda. Duvar kalıntıları toprak üstünden 40-60 cm. derinlikte bulundu; temel alt kotu ile toprak üstü arasındaki mesafe de 1,00-1,50 metre olduğuna göre Osmanlı dönemi palanka zemini yerin 1,00-1,50 metre altında bulunmakta. Dolayısıyla bugün Osmanlı yerleşkesi tamamen toprak altında.
· Osmanlı’nın en parlak dönemlerinden birini yaşatan padişahın mezarının başkentten bu kadar uzakta yer almasının bir misyon uğruna yapıldığı akla geliyor. Mezarın tarihsel süreç içindeki işlevinden biraz bahseder misiniz?
Türbe bir “makam” olarak inşa edildikten sonra türbedar olarak Ali Dede Bosnevî atandı. Türbenin yanına bir halvetî tekkesi inşa edildi ve Ali Dede bunun şeyhi oldu. Türbeye olan ziyaretçi akını sonucunda, palanka dışında, kaynaklarda “kasaba” olarak geçen, içinde konaklama için bir han da bulunan yerleşke oluştu. Türbeye “Meşhedi Süleyman” yani “Süleyman Şehitliği” adı verildi. Bilindiği gibi Macaristan, yani Budin eyaleti, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuzey batı sınırında, Avusturya’ya komşu stratejik açıdan çok kritik bir bölgeydi. Burada yetişmiş tarihçi Peçevî Macaristan’da geceleri silahla yattıklarını söyler. Bu durum Osmanlı egemenliğindeki 150 yıl boyunca devam etti. Sultan Süleyman’ın Zigetvar’daki hatırasına inşa edilen türbe, Macaristan’da yaşayan Müslümanlar için çok önemli bir manevi varlık nedeni olarak görülmüş olmalı. Ayrıca türbe, Osmanlı askeri için de Macaristan’ın bırakılmaması, savunulması gereken sınırdaki toprakların simgesi olarak önemini korumuştur. Nicholas Vatin bir makalesinde türbenin inşa edilmesinin asıl nedeninin Kanuni’nin iç organlarının burada olması değil, o dönemde Georges Zirínyi’nin bölgedeki hak iddialarına bir yanıt olarak Sultan türbesi aracılığıyla sahiplenilmesi ve savunulması gereken bir kutsal alan oluşturma isteği olduğunu belirtir. Bu örnekte olduğu gibi, bir hanedanlık türbesinin inşa edilmesinin nedenleri çeşitli sosyo-politik etkenlerle açıklanabilir. Benzer bir süreç Kudüs’deki Kubbet-üs Sahra’nın oluşturulmasında yaşandı. İlk yapılma nedeni daha çok sosyo-politik etkenler olan bir anıt zamanla zengin bir dinî içerik kazandı.
· Son olarak, araştırmanın bundan sonraki sürecinin nasıl işleyeceğini ve bundan sonra ne tür bulgulara ulaşılması hedefleniyor?
Kazı çalışmaları ve paralelinde yürütülecek olan arşiv araştırmaları palanka ve kasabanın tümünü ortaya çıkartacaktır düşüncesindeyiz. Daha sonra burası bir arkeolojik park alanı olarak ilan edilecek. Parkın dışında bir sembolik türbe ve ziyaretçi merkezi inşa edilmesi TİKA ve Macaristan otoriteleri tarafından planlanmakta.
· Basında daha önce Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının Zigetvar’daki Kanuni Camisi’nin bahçesine gömüldüğüyle ilgili haberler yer almıştı. Çokça tartışılan bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz? Araştırma ekibini mezarın burada olduğunu düşündüren fikre ne kaynaklık etti?
Zigetvar’daki Sultan Süleyman Camii bugüne kalan Kale’nin içindedir. Türbe’nin parçası olduğu tekke ve cami ise Sokollu vakfiyesinde geçtiği gibi Zigetvar Kalesi’nin “kurbunda” yani yakınında ve “haricinde” yani dışında bir bölgededir. Sonuçta Zigetvar Kalesi’nin içinde değildir. Yine Vakfiye’de dendiği gibi Sultan Süleyman’ın “cesed-i şeriflerinin emanet konulan mevzide“dir. Yani daha sonra üzerine bir palanka yapılan otağ yerindedir. Zaten bugün görülen Osmanlı döneminde tamir edilen Zigetvar Kalesi Zigetvar kuşatmasını gösteren pek çok gravürde dört bölümlü Zigetvar şehrinin içinde, yanında şato (schloss) olan kale kısmıdır. Kısacası bu kale bir palanka değil Zigetvar şehrinin eski şehir, yeni şehir, kale ve iç kaleden oluşan dörtlü yapılanmasının bir parçasıdır. Başka araştırmacılar bunun böyle olmadığını düşünüyorsa, türbeyi Zigetvar Kale’sinin bugüne kalan kısmında aramaya devam edebilir. Bu fikir aslında yeni değil değerli araştırmacı Tayyib Gökbilgin’e (1907-1981) ait oldukça eski bir görüştür (Tarih Dünyası, 4, 1950). Onu fikirlerini ismini zikretmeden ve yeni bir araştırmaya dayanmadan tekrar edenler eğer Türk ve Macar bilim camiasını ikna edebilirlerse kazılara da başlayabilirler. Hayal edelim ve diyelim ki Kanuni’nin iç organları bilinmeyen bir tarihte Üzüm Tepesi’ndeki türbeden, hatta daha da önce otağından çıkartılarak Zigetvar Kalesi’ne getirildi; burada tekrar defnedildi; üzerine de bir türbe inşa edildi. Bu fikir şimdilik tamamen spekülatiftir; çünkü elimizde bugün bunu kanıtlayacak hiç bir yazılı, görsel, mimari ve de arkeolojik veri bulunmuyor. Dolayısıyla böyle bir spekülasyonda bulunmadan önce çok iyi araştırmak gerekirdi. Yapılması gereken öne sürülen tezleri her zaman sağlam disiplinlerarası bilimsel araştırmalarla desteklemektir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Türbe Kalesi’nin Zigetvar’a bir saat yakın olduğunu söyler. Dolayısıyla Türbe Zigetvar Kalesi’nin epey dışındadır. Evliya Seyahatname’de yaygın olarak geçen “varoş” tanımını iç kale dışındaki şehir anlamında kullanmıştır. Bu yüzden başka yerlerde “dışarı varoş” veya “taşra varoşu” terimlerini de kullanır. Seyahatname’den anladığımıza göre, Türbe Zigetvar varoşunda yani iç kale dışındaki şehirde değildir. Mesela Evliya başka yerlerde “varoş palankası”ndan bahseder. Seyahatname’de böyle bir ifade de bulunmuyor. Ayrıca, yine Evliya Çelebi’ye göre Türbe’nin yüksek bir tepe üzerinde, bağlık bahçelik, mesiregah yerde olması da bir kısım araştırmacı tarafından iddia edildiği gibi Türbe’nin bugün Türbe Kilisesi’nin olduğu yerde bulunamayacağını gösterir. Çünkü Kilise’nin olduğu yer bugün düz bir alanda, Zigetvar Kalesi ile aynı düzeydedir. Ayrıca, yapılan jeoenformasyon ve peyzaj rekonstrüksiyonu çalışmasına göre, Kilise’nin bulunduğu arazi o tarihte bataklıktı. Türbe Palankası’nın bugün Kilise’nin olduğu yerde olduğunu 1913 yılında ilk iddia eden Budapeşte Başkonsolosu Rumbeyoğlu Fahreddin oldu. Ancak o bu konudaki makalesini hiç bir yazılı arşiv belgesine veya tarih araştırmasına dayanmadan, hatta kaynak bile göstermeden, sadece söylenceler ve Kilise rahibinin sözlü ifadesine dayanarak kaleme almıştır. Böyle bir fikrin o dönemdeki Osmanlı-Macaristan ilişkilerinin oluşturduğu politik ortamda ortaya atıldığı söylendi. Onun görüşünü bugün kullanan yazarlar sadece tahminler üzerinden spekülasyon yapıyor. Bu arkadaşların görüşlerini güvenilir belge ve kaynaklar ile arkeolojik-jeolojik çalışmalarla desteklemeleri gerekir. Dolayısıyla Üzüm Tepesi’ndeki çalışma Türbe’nin yeri hakkında ortaya atılan fikirlerin bilimsel dayanakları itibariyle en güvenilir olanı göz önüne alınarak başlatıldı. Sonuçta bugün ulaşılan somut arkeolojik veriler doğru yerin kazıldığını göstermiştir
Artık Macar ve Türk bilim insanları işbirliğiyle yapılan bu araştırma ve ardından gelen kazıyla Sultan Süleyman’ın Macaristan’daki Türbesi hakkında arşiv verileri üzerinden spekülasyon yapma dönemi kapandı. Elimizdeki yazılı, görsel belgeler ve teknik modellemeler kazıları Türbek’deki Üzüm Tepesi’ne yönlendirdi. Nitekim ortaya çıkan ilk buluntular ve yapılan jeofizik çalışmalar türbe, cami ve tekkenin içinde bulunduğu palankanın (tabya) burada olduğunu gösterdi. Böyle olduğu halde biz bütün sunuş ve konuşmalarımızda palankanın keşfedildiğini ortaya çıkan kare yapının ise türbe olabileceğini, içinde bulunan eşkıya çukuru ve mimari bezeme unsurlarıyla türbe olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu, bu konudaki kesin kanaate kazının ilerleyen aşamalarında varılacağını belirtik. 2016 yazında yaptığımız kazı çalışması sonrasında ise bunu artık çekincesiz ifade edebiliriz.
· Bu keşfin ne tür keşiflere kaynaklık edeceğini düşünüyorsunuz?
Her şeyden önce bu çalışma, son yıllarda yapılmış en önemli arkeolojik keşiflerden biri olarak Osmanlı tarihinin daha iyi anlaşılması için kazıların ne denli önemli olduğunu gösterir. Ayrıca mimari/arkeolojik verilerin yerleşme kültürü hakkında en az yazılı belgeler kadar önemli tarihî kanıtlar sağladığını ortaya koyar. Çalışmanın kazılar öncesinde oluşan sağlam araştırma alt yapısının çok iyi anlaşılmasını isterim. Bu araştırma, artık arazide çalışmaya başlamadan önce ne bulunabileceği hakkında yüksek oranda farkındalık yaratmanın iyi bir örneği. Bir başka konu da disiplinlerarası çalışmanın önemi. Günümüzde bazı tarihçiler arşiv araştırmasının sadece bir basamak olduğunu henüz kavrayamadı. Artık arkeoloji, coğrafya, antropoloji, sosyoloji, kültür, sanat ve mimarlık tarihinin katkısı ve yeni teknoloji kullanımı olmadan tarih araştırmasında bilimsellik iddiası zor. Başkalarının bilmediğine odaklanmak değil, bildiğine saygı göstermeye başlayıp, uzmanlaşmayı özendirmek ve uzmanlarla birlikte çalışma kültürünü öğrenmek gerekiyor. Disiplinlerarasılık doğaldır ki bu aşamadan sonra gündeme gelir. Sultan Süleyman Türbesi hakkında sağlam araştırmalara dayanmayan fikirler bu çalışma vesilesiyle zeytinyağı gibi su üstüne çıktı. Son olarak bu kazının kamuoyunun arkeolojiye ilgisini arttıran bir çalışma olduğunu söyleyerek bitirmek isterim.
Prof. Dr. Ali Uzay Peker, ODTÜ Mimarlık Tarihi Bilim Dalı
http://www.aktuelarkeoloji.com.tr