Osmanlı idarî sisteminin ayrıntıları üzerinde uzun bir müddet için hemen hemen hiç durulmamıştı. Bu alanda ilk ciddî çalışma 1973 yılında Klaus Röhrborn tarafından gerçekleştirildi,[1] ancak bu önemli eser Türkiye’de pek tanınmıyor. Beş yıl sonra Metin Kunt bu konudaki araştırmalarını bir kitap haline getirerek neşretmişti,[2] daha sonra ise eserin oldukça değiştirilmiş İngilizce şekli de çıktı.[3] Bu kitapta beylerbeylerinin ve sancakbeylerinin atanmaları hakkında son derece önemli tespitler vardır. Zengin arşiv malzemesine dayanarak yapılan bu çalışma merkez ile taşra yerleri (başka bir deyişle uçlar) arasındaki farklara teferruatlı bir şekilde değinemedi. Bu yüzden benim bu alanda sürdürdüğüm araştırmalar kısmen bu istikamete yoğunlaştırıldı: acaba imparatorluğun Macar uçlarında merkezî bölgelerde müşahede edilen tandanslara mı rastlanıyor, yoksa işler başka bir biçimde mi yürütüldü?
2. Macaristan’da Osmanlı İdarî Sisteminin İlk Evresi
Macaristan’da Osmanlı idarî sisteminin oluşturulduğu devir imparatorluk bürokrasisinin zirvesine ulaşma dönemine rastlıyor. Bu bakımdan bu alanda izlenen politikanın safhalarını başka dönem ve mıntıkalarda kolay kolay anlaşılamayan özelliklerine karşın daha açık bir şekilde ortaya koymak mümkündür.
Buda (Budin, Budun) kalesinin 1541 tarihindeki ele alınmasından hemen sonra burada yeni bir vilayet kurulmuştu. Tayin edilen ilk valisinin, Süleyman Paşa’nın ve kısa bir süre sonra yerine geçen Bali Paşa’nın hasları ancak büyük zorluklarla sağlanabiliyordu,[4] çünkü Buda’nın yakınında o dönemde daha bir tek köy bile Osmanlılara vergi vermiyordu.[5] Tuna-Drava çizgisinden kuzeye düşen ilk sancağın kurulmasına kadar da bikaç ay beklemek gerekiyordu. Bu yüzden ilk iki valiye sadece o zamana kadar Rumeli’ye bağlı olan sancaklardan kimi gelirler tahsis edilebiliyordu.[6] İlgili yerlere haritada baktığımızda Buda’ya en yakın olanının bile 200 kilometrelik bir mesafede bulunduğu aşikar oluyor.[7] Bu yerlerden nasıl para toplanabildiği ayrı bir konudur, çünkü yollar daha tam anlamında kontrol edilemiyordu. Bali Paşa haslarının başka bir özelliği 19 büyük bloktan meydana gelişidir. Bu bkoklardan biri selefinin haslarıdır, bir ötekisi kendisinin daha önce çiftlik olarak kullanabildiği dört köydür.[8] Geri kalan 17 birim, tımar ve zeamet sahiplerinden alınan gelir kaynaklarından oluşuyor ve bunlar, durum başka bir şekilde çözülemediğinden hasa çevrildi. Yeni vilayetin kurulmasına hazinenin hazır olmadığına en açık şekilde mirmiran haslarının bu denli heterojen bir bünyeye sahip olması delalet eder; aynı zamanda, siyasî kararların alınmasında malî ahenkleştirmenin hemen hemen hiç bir rol oynamadığını da açıkça gösteriyor.
Hasların belirlenmesinde pratikte bir nokta daha zorluk teşkil ediyordu ve bu unsur yerleşim yerlerinden beklenebilen yıllık gelir ortalamasının çok düşük olmasıydı. Bu nedenle Bali Paşa için, aralarında Varadin Petervarad, ve Karlofça (Karloca) gibi önemli şehirler de bulunmakla beraber, 450’den fazla köy ve kasaba ayırtılmıştı. Daha sonraki istikrarlı dönemlerde bu rakam 100’e kadar inip gelirler ise bazı dalgalanmalarla birlikte, aynı seviyede kaldı.[9]
Buda beylerbeylerine tahsis edilen gelir kaynaklarının coğrafî dağılımı daha sonra büyük değişikliklere uğradı. Üç-dört yıl içerisinde Buda’ya bağlı olan yerlerin sayısı önemli bir artış gösterdi ve 1546 icmal defterinde görüldüğü gibi,[10] o zamanki valinin paşa sancağından kaynaklanan gelirleri tüm haslarının yüzde 20’sini teşkil ediyordu. Ancak, cebine akan meblağların aslan payı, yüzde 40’ı Mohaç (Mohâcs), yüzde 20’si ise Semendire (Szendrö) livasından olmak üzere hâlâ güneydeki sancaklardan temin ediliyordu. Böyle olmakla birlikte, beylerbeyine verilen köy ve şehirlerden oluşan şerit kuzeye doğru kaymış bulunuyordu. En önemli değişme 13 yıl sonraki, yani 1559’da yapılan tapu defterlerinde göze çarpar; bu yıl Buda sancağındaki paşa gelirleri tüm haslarının yüzde 40’ına kadar ulaştı.[11] Bu oran bir sonraki, 1562’de gerçekleştirilen defterlere göre tekrar dinamik ilerleme gösteriyor ve mirmiranın kendi sancağından aldığı paralar ilk defa 500.000 akçeye yaklaşarak tüm hasları arasında yüzde 50’ye yükseldi.[12] İşin yine enteresan tarafı ister meblağ, ister oran bakımından yüzyılın sonuna kadar belirgin yeni bir değişmenin meydana gelmemesidir.[13]
Yukarıda öne sürüldüğü gibi, ilk yıllarda Buda vilayetinde yeni kurulan bir sancak yoktu. Başlangıçta Semendire, İzvornik, Alaca Hisar, Vulçetrin ve (Pojega) Pozsega livaları Buda’ya ilhak edildi. İlk meydana getirilen Mohâcs livasından bir ruznamçe kaydından haberdar oluyoruz.[14] Çeşitli açılardan da ilginç olan bu notta[15] Mohaç sancakbeyi Kasım Bey’in 11 Mart 1542 tarihli bir tezkeresi anılmaktadır ki buna göre bu idarî birimin 1542 yılının başlarında kurulmuş olmasını varsayabiliyoruz.
Öteki livaların ad ve kuruluş tarihleri burada anılmayacak.[16] Ancak bu alanda izlenen politikanın kimi özelliklerine değinilecek.
3. İdarî Sistemin Oluşturulmasında İzlenen Politika
Mohaç’tan herhalde psikolojik amaçla bir sancak merkezi yapıldı, çünkü bu ad herkese 1526 meydan savaşını hatırlattı. Aynı şekilde (Estergon) Esztergom ve (İstolni Belgrad) Szekesfehervâr şehirleri de bilinçli olarak sancak merkezi görevini ifa etmek için seçildi. Halbuki Estergon Macar Krallığı’nın başta gelen dinî merkezi, yani kardinalin oturduğu yer idi, İstolni Belgrad ise kralların taç giydirme yeri olarak biliniyordu. Buda ile birlikte bu üç şehir Ortaçağ Macaristanı’nın simgeleri idi, bunların Osmanlıların eline geçmesi ve onlardan idarî birimlerin merkezleri yapılması halkın gözünde her şeyin kaybolmuş olması anlamına geliyordu.[17]
Bundan, yani 1543’ten sonraki dönemde ne stratejik, ne de psikolojik açıdan bu kadar bilinçli bir politikanın uygulanmış olmasından bahsedebiliriz. İkinci ve üçüncü seviyede önemi haiz kalelerden de sancak merkezi oldu. Örnek olarak tekrar Mohaç sancağını ele alalım: ilk yıllarda Balaton gölünden güneye düşen tüm topraklar ona bağlı iken,[18] bu geniş saha üzerinde daha sonra beş uzun ve iki kısa ömürlü sancak meydana getirildi.[19] Kanuni’nin son, (Zigetvar) Szigetvâr seferi neticesi olarak bu mıntıkada, topraklarının büyük bir kısmı yine Mohâcs sancağından ayırt edilen altıncı liva da kurulmuştu.[20]
Hayatı kısa süren idarî birimlerden (Bobofça) Babocsa livası zikredilebilir. Buranın mirlivası ilk olarak 1555 ve 1556 yıllarında anılmaktadır.[21] Kale az sonra elden çıktı ve adını 30 yıl için sancaklar arasında görmüyoruz. 1585 yılında ise çok tuhaf bir şekilde tekrar karşımıza çıkıyor: o zamana kadar bir zeamet sahibi olan yeni sancakbeyi buranın ve üç başka küçük palankanın başına atandı. Böylesine “dört merkezli” livaya başka bölgelerde de pek rastlayamadım, ayrıca da sancakbeyine has olarak henüz fethedilemeyen köylerin verilmesi bu idarî birime tam anlamında hiç bir toprağın bağlanamamasını gösteriyor.[22] Bu tip sancakları sancak nüvesi veya hayalî sancak olarak adlandırabiliyoruz ve kurulmalarının hedefi herhalde yeni fetihleri teşvik etmek idi. Söz konusu bey başarılı olamadığı için sancağı az sonra feshedildi, zira kaynaklarda bir daha anılmıyor.
Neden bu kadar çok sancak meydana getirildi sorusu aklımıza geliyor. Bu soruyu cevaplandırmak o kadar kolay değildir. Hedeflerin biri herhalde Habsburgların karşısında mümkün olduğu kadar büyük askerî güçlerin bulunması olabilir. Daha fazla sancak aslında askerlerin sayısını pek fazla etkilemediyse de, daha etkin kumandayı sağlayabiliyordu. Bunun dışında bir beyin refakatında olan cebelilerin kanunda tespit edilen sayıdan daha yüksek olacağı ve bunların sıradan bir sipahininkilerden daha disiplinli olmaları ümit ediliyordu.
Bir başka düşünceye göre Osmanlılar Macar topraklarının daha zengin olduğunu sanarak sancakbeylerinin sayısını çoğalttılar. Daha sonra kimi livaların gelirlerinin sancakbeyi haslarını bile zor karşılayabildiği anlaşılıyordu.[23] Bu yüzden vilayet muharrirleri ara sıra bazı sancakların feshedilmesini önerdiler.[24]
Göze çarpan özelliklerin başka birisi: ikinci Macar vilayeti olan Temeşvar’ın (Temesvâr) meydana getirilmesinden sonra, 16. yüzyılın sonuna kadar bu bölgede sadece livaların kurulmuş olmasıdır. 1593 ile 1606 arasında cereyan eden 15 yıllık savaş veya uzun harp sırasında ve daha sonraki dönemlerde ise sadece yeni vilayetler oluşturulup sancakların sayısı hemen hemen hiç değişmedi.
1594 ile 1600 arasında Macar topraklarında -kısmen kısa ömürlü olmakla birlikte- beş yeni vilayet (Zigetvar Yanık/Gor, Papa/Pâpa, Eğri/Eger ve Kanije/Kanizsa) kurulurken bunlara 1660’lı yıllarda iki tane (Vârad/Varat ve Ûyvâr/Ujvar) daha eklendi. Yeni paşalıkların böylesine ard arda, hemen hemen zorla ve bazen birbirine 50 kilometre mesafede bile olmayan yerlerde ihdas edilmesine neden ne olabilmişti sorulabilir.
En çok akla yakın sava göre, uzun harbin boşuna yürütülmemesini iç politika açısından bu şekilde uygun göstermek istediler. Başka bir deyişle, savaşların bu kadar çok önemli, yani bir vilayet merkezi haline getirilebilecek kale ve şehirlerin fethiyle neticelendiği halde askerî alanda her şeyin hâlâ iyi gittiği ve herhangi bir buhranın olmadığı intibaını uyandırmak niyetindeydiler. İstanbul’da ve daha uzak bölgelerde, Yanık ile Papa şehirlerinin birbirine böylesine yakın olmasını, yeni vilayetlerin hinterlantı (yani içbölgeleri) hemen hemen hiç olmadığını ve bu yüzden onlara bağlı toprakların Buda ve Bosna vilayetlerinden ayırt edildiğini çok az kişi biliyordu.
Yeni vilayetlerden iki tanesinin mevcudiyeti hakkında önceden haberimiz yoktu. Bu alanda kimi vakanüvislerinin düşürdüğü notlar konu ile ilgilenen birkaç yazarın dikkatini çekmişse de bunun ötesine gitmediler ve bu bilgileri arşiv kaynaklarından ispat etmeye kalkmadılar. Araştırmalarım sırasında ruznamçelerde vakanüvisleri teyit eden bazı kayıtlara rastladım.
İlk olarak zaman açısından da ilk kurulan Zigetvar Beylerbeyliği’nden bahsetmemiz lâzım. Tiryaki Hakan Paşa’nın hayat öyküsünü yazan Cafer Ayanî Bey’e göre Estergon muhafazasında gösterdiği cesareti için kendisine bu sefer bir vilayet merkezi olarak tekrar Szigetvâr verildi.[25] Ve gerçekten: Temmuz ve Ağustos 1594 tarihlerinden kalma ruznamçe kayıtlarında Zigetvar sahibi bu rütbe ile anılmaktadır.[26] Bunun dışında kimi toprakların Zigetvar’a bağlandığını da müşahede ediyoruz. Bosna beylerbeyine yazılan bir mühimme defteri hükmünden anlaşıldığı gibi Pojega sancağı az önce Zigetvar Beylerbeyliği’ne ilhak edildi ve bu yüzden livanın mufassal ve icmal defterlerini bir an önce buradaki Hasan Paşa’ya teslim etmek gerekiyordu.[27] Aynı mühimme defterinin başka bir kaydından (Peçuy) Pecs, (Koppâny) ve Mohaç sancaklarının da Zigetvar vilayetine ilave edildiğini öğreniyoruz, ancak bu üç livadan, Buda’ya ard arda çavuşlar gönderilmesine rağmen, sadece Mohaç livasının defterleri buraya yollandı. Hükümde öteki defterlerin de Zigetvar’a gönderilmesi ve ilgili sancakbeylerine nereye bağlı oldukları hakkında talimat verimesi buyuruldu.[28] Bu idarî değişikliklerden hangilerinin pratikte de gerçekleştiğini bilmiyoruz. Belli olan şey, Zigetvar’ın bir numaralı yöneticisinin bir müddet için daha sonra da beylerbeyi olarak hitap edilmesidir.[29] 1597 Mayısında kaleme alınan bir ruznamçe kaydında ise Zigetvar başındaki kişi tekrar sancakbeyi olarak sınıflandırıldı[30] ve bu, adı geçen yerin tekrar daha aşağıdaki bir seviyeye inmiş olmasına delalet eder.
Papa vilayeti hakkında malumatımız daha da kısıtlıdır. Sadece birbirini izleyen iki valisinin adlarını biliyoruz. Şehrin 3 Ekim 1594 tarihinde alınmasından iki-üç hafta sonra, ilk beylerbeyi, İdris Paşa karşımıza çıkıyor ve daha sonraki ruznamçe kayıtlarında da bu kişinin aynı görevi ifa ettiğini görüyoruz.[31] Macarca yazılan mektupları ise son zamanlarda keşfedildikten sonra neşredildi.[32] 1598 tarihinde ise Naima tarihi, Semender Paşa adlı, daha önce bu hizmette bulunan bir kişiden bahsediyor.[33] Bu bilginin ışığı altında Selaniki tarihinde anılan Tata Beylerbeyi Semender Paşa hakkında yazılanları düzeltmek mümkündür: yer adı Papa olarak okunmalı.[34]
Bu vilayete hangi bölgelerin bağlı olduğu konusunda hemen hemen hiç bilgimiz yoktur. Macarca yazılan bir mektupta Papa paşası Kopan sancağını kendisine ait olan bir “il” olarak anıyor,[35] ancak bu malumatı başka kaynaklar teyit etmiyor; hatta yukarıda gördüğümüz üzere bu yönetim ünitesi prensipte Zigetvar’a ilhak edildi.
Konunun enteresan tarafı, şehrin 1598 yılında elden çıkışından iki yıl sonra, yani 1600 senesinde sadrazamın bir mektubunda Hasan Paşa adlı birisinin Papa beylerbeyi olarak anılmış olmasıdır.[36] Buna benzer bir kayda 1596 yılında Uyvar ile ilgili olarak da rastlanıyor. Alınmasından 70 yıl önce bu yerin Ali Paşa adlı birisine “verildiği” dikkate şayandır.[37] Böylelikle, hayalî idarî birimlerin yanı sıra, Osmanlılar için hayalî beylerbeyi sıfatı da tamamen yabancı bir kavram değildi denilebilir.
Yeni kurulan vilayetlere çoğunlukla Buda vilayetinden yer ve toprak verildiğinden bu ana vilayet zamanla oldukça küçülmüştü. Böyle olmakla birlikte eski şöhretinden kaybetmedi. Bazı ipuçlarımızdan anlaşıldığı gibi öteki beylerbeyleri kimi bakımlardan Buda valisine itaat etmek zorunda kaldılar. Örneğin 1608 sonu 1609 başlangıcı civarında kaleme alınan tarihsiz bir hükümde yapılacak yoklama ile ilgili olarak Kanije beylerbeyine şu şekilde bir emir verildi:
“Kale muhafazasında hizmette olanları başka ve muhafazada bulunmayıp aharın hizmetinde olup, ulufe alıp kendi havasında olanları başka defter edip bir suretin südde-yi saadetime ve bir suretin Budun muhafazasında olan… vezirim Ali Paşa’ya irsal eyleyesin. Ve ol serhatlerin cumhur-ı umuru müşarünileyhin rey-i saibine müfevvaz olmağın müşarünileyh ile haberleşip daima hüsn-i ittifak ve ittihatla serhaddin hıfz ü hiraseti ve esas-ı sulh ve ahdın teyit ve istihkamı babında say ve ihtimam eyleyesin.”[38]
Çeşitli yönetim bölgelerinin oluşturulması açısından uzun zamandan beri tartışılan bir nokta şudur: acaba Osmanlılar, buldukları idarî sınırları mı kabul ettiler ya da kendi fikirlerine göre yepyeni bir sistem mi oluşturdular. Kimi Balkan ülkelerinde eski birimlerin muhafaza edildiği Halil İnalcık ve başkaları tarafından daha önce ispat edilmişti.[39] Macaristan’la ilgili olarak Tibor Halasi-Kun tarafından benzer görüşler öne sürüldü.[40] Kendisine göre özellikle nahiyeler seviyesinde eski Macar il sınırları korunmuştu. Ancak ilk bakışta mantıklı gözüken bu savı kanıtlamak için neşrettiği haritalarda sadece defterlerden elde ettiği neticeler bulunmaktadır, Macar verilerini aynı titizlikle benzer haritalarla göstermedi. Böylelikle bir mukayese yapmak mümkün değildir.
Söz konusu mıntıkalarda nihaî sonuç ne olursa olsun, şimdiye kadar üzerinde durduğum bölgelerde ben eski sınırların yaşatılmış olmasını pek görmedim. Tam aksine. Örneğin Halasi-Kun’un araştırdığı topraklara yakın olduğu için ilginç olabilecek eski Zarând ilinde nahiye ve sancak hudutları ne önceki Macar idarî biriminin ne de asılzadelerinin tasarrufunda olan yerlerin sınırlarını izlediler.[41] Yukarıda anılan Mohaç sancağının parçalanması da bu tespitimi doğruluyor. Aynı şekilde (Şimontorna) Simontornya sancağı içindeki Endrik (Endred) nahiyesine ait köyler daha önce dört Macar iline bağlı bulunuyorlardı.[42] Macar açısından bakıldığında Tolna ilinin yerleşim yerleri dört sancak arasında taksim edilmişti.[43] Örnekleri çoğaltmak mümkündür ama ülkenin çeşitli bölgelerinde eski Macar illerinin korunmamış olmasını kanıtlamak için bunlar da yeterlidir. Buna rağmen bu konuyu ileride de gündemde tutmak gerekecek: belki bazı asılzadelerin toprakları ile kimi nahiyeler arasında benzerlikler tespit edilebilecek. Bu alanda son zamanların sürprizi, neşredilen 1554 (Siçen) Szecseny sancağı defterinde köylerin adı yazıldıktan sonra sık sık hangi Macar kalesine bağlı olduklarının da not edilmiş olmasıdır.[44]
4. Macaristan’da Hizmet Yapan Ümeranın Gelirleri
Ümeranın gelirlerini tespit etme politikasına gelince diyebiliriz ki aşağı yukarı 1570-1580 yıllarına kadar yapılan tayinlerde atanan önde gelenlerin maaşı üzerinde pek fazla durulmadı, demek ki ilk olarak gönderilecekleri yer saptandı ve gelir kaynakları, ilgili bölgenin kapasitesi yetmediği halde, başka bölgelerden tamamlanmak suretiyle belirlendi. Yerli imkânların pek fazla aşılması istenilmedi ama ara sıra böyle atanmalar da yapıldı. Daha sonra, her sancağın icmalli hasları belli oldu ve yeni gelen ümeraya normal olarak aynı gelir kaynakları veriliyordu, onların dışına pek çıkılmadı. Bir dönem sonra bu icmalli haslar o kadar sabit oldular ki, toplam değerlerinin kaydedilmesi de lüzumsuz görüldü.[45] Bunun neticesi olarak bu kapsama giren köy ve kasabaların “hasılı” uzun vadede bile hiç değişmedi ve bu -kolayca yolsuzluklara imkân sağladığı için- orada yaşayanlar açısından sakıncalıydı.
Devami: >>>