Avrupa’nın, belki dünyanın en ünlü, adına efsaneler üretilen, valsler yazılan, bazen uğruna dökülen kanla boyanan, kıyısındaki her şehir kalelerle kuşatılmış, kahramanlık hikayelerinin ve romantizmin membaı Tuna Nehri’nde yola düştüm bu kez. Viyana’dan başlayan turumuz Bratislava, Budapeşte çizgisinde, orta çağdan kalma mimari dokusu iyi korunmuş kaleleri, şatoları, kiliseleri, masalsı evleriyle bir düş yolculuğuydu sanki..
Çiçek Pasajı’nda çok yıllar önce Madam Anahit’in akordeonundan dinlediğim Valurile Dunarii bestesi, ‘Tuna Dalgaları’ sürükledi beni bu romantik sulara. İstanbul’dan Viyana’ya uçtuk, kısa bir yolculuğun ardından Tuna Nehri’nde sırtı geniş bir semendere benzettiğim, üç katlı, şirin Fidelio adlı gemimize ulaştık. Yolculuğumuz boyunca aç-kapa yapmayacağımız bavullarımızla, açılır pencereleri Tuna sularına bakan loş kabinlerimize yerleştik. Büyük gemilerin kalabalığından, gürültüsünden, telaşından eser yok.