Seçimli otokrasi!

Mehmet Y. Yılmaz

23 Eylül 2022

Her şey, hepimizin gözünün önünde olup bitiyor. Macaristan’dan çok daha iyi bir durumda değiliz.

Avrupa Parlamentosu (AP), Macaristan‘ın “demokratik” bir ülke olmadığı ile ilgili bir karar tasarısını kabul etti.

Macaristan’ın yönetim biçimi artık “seçimli otokrasi” olarak kabul ediliyor.

Macaristan, Anayasal sisteminin işleyişi, seçim sistemi, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, yolsuzluk, cinsel ayrımcılık ve medyanın kısıtlanması konularında AB tarafından eleştiriliyor.

Böylece, Türkiye’de uzunca bir süredir geçerli olan bir yanılgıyı düzeltme olanağına da sahip olmuş bulunuyoruz: AB üyeliği, tek başına demokrasinin ve demokratik hakların garantisi olamıyormuş!

İşte gördüğünüz gibi AB üyesi bir ülke var, AB’nin “ortak değerler sistemine” aykırı ne varsa yapabiliyor, “seçimli otokrasi” ile yönetiliyor.

Bir kez daha ortaya çıkıyor ki asıl olan her ülkenin kendi iç dinamiği.

Kendi ülkende, kendi demokratik kurumlarını güçlendirmediğin, otokratik, teokratik akımları marjinalize edemediğin zaman istediğin kadar AB üyesi ol, durum değişmiyor.

AP’nin bu kararı, adını bir türlü tam olarak koyamadığımız Erdoğan rejimine de bir tür “isim babalığı” yapıyor: Seçimli otokrasi!

Macaristan’a yöneltilen, yukarıda saydığım eleştirilerin birebir aynısını Türkiye için de yapmak mümkün.

Anayasa uzunca bir süredir uygulanmıyor. Meşruiyetini Anayasa’dan alan yürütme ve yargı sanki Anayasa yokmuş gibi davranıyor.

Anayasa’nın garanti altına aldığı özgürlükler kullanılamadığı gibi, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamak gibi tutumlar artık sıradan uygulamalar haline gelmiş durumda.

Hukukun üstünlüğü diye bir mefhuma da artık çok uzağız.

Yargı bağımsız değil, rejimin beğenmediği kararları veren hakimlerin hiçbir güvenceleri yok.

Yargılamalar sürerken mahkeme heyetleri değişebiliyor, daha önce beraat etmiş kişiler, aynı suçtan bir kez daha yargılanarak mahkûm edilebiliyor.

“Hâkim gözetimindeki serbest seçimlerin”, Seçim Kanunu’nda yapılan değişikliklerden sonraki akıbetinin ne olacağını önümüzdeki seçimde izleyeceğiz.

Yolsuzluk, medya üzerindeki baskılar ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararıyla zirvesine çıkan cinsiyet ayrımcılığı üzerine de çok söz söylememe gerek yok.

Her şey, hepimizin gözünün önünde olup bitiyor.

Bu konularda Macaristan’dan çok daha iyi bir durumda değiliz.

Onun için Türkiye’nin bugünkü yönetim biçimini de “seçimli otokrasi” olarak tanımlayabiliriz.

O seçimi doğru dürüst yapabileceğimiz her ne kadar şu an için meçhul olsa da!

“Cari fazla” mı dediniz?

“Türkiye Baş Ekonomisti” Recep Tayyip Erdoğan, New York’ta iş insanlarına Türkiye Ekonomi Modeli’ni anlattı.

Erdoğan, bu modelin yatırım, istihdam, üretim, ihracat, cari fazla yoluyla ülkeyi büyütme üzerine kurulduğunu söyledi.

Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilere de değindi.

“Amerika’dan Türkiye’ye yönelik doğrudan yatırımlar 14,1 milyar dolara ulaştı” dedi.

Bu sözlerini okuyunca “demek ki” diye düşündüm, “Türkiye ekonomisini batırmak için operasyon çeken dış güçlerden biri ABD değilmiş.

Biliyorsunuz, Baş Ekonomist Erdoğan’ın ülkemizi uçurmasının önündeki en büyük engellerden biri “dış güçler”.

ABD’ye kadar gidip, orada kimseye bu nedenle posta koymadığına ve tam tersine adamlara bir de yemek ısmarladığına göre “dış güçler” arasında ABD yok sanırım.

Ancak Erdoğan’ın “cari fazla yoluyla büyüyoruz” demesi, etkilemeye çalıştığı iş insanları nezdinde nasıl bir etki yarattı bilmiyorum.

Karınlarını tutarak kahkaha atmadıklarına göre nazik insanlarmış diye düşünebiliriz.

Bıyık altından gülmüş olabilirler tabii.

Türkiye ekonomisi ile ilgili fikri olan herkesin bildiği gibi Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri cari açık vermesi ve bunun borç yoluyla finanse ediliyor olması.

Merkez Bankası’nın yayınladığı rakamlara göre geçtiğimiz Haziran ayında cari açık 3 milyar 460 milyon dolar oldu.

Böylece yılın ilk 6 ayındaki açık 32 milyar 700 milyon doları buldu.

Erdoğan, kendisini iktisatçı zannederek, “Nass var” prensibiyle ekonomiye müdahale ettiğinde, yandaş medyada ihracatın artacağı ve cari fazla verilebileceği hayali kurulmuştu.

Ancak değişen bir şey olmadı, cari açıktaki artış daha da hızlandı.

Yanındaki danışmanları böyle bir şeyi söylemeye cesaret edecek çapta değiller ama ben buradan kendisini uyarayım:

O tür yemeklere davet edilenler, domates – patates zamlarını Bey Kemal’in yaptığını zanneden bidon kafalılardan değiller.

Bu tür sözleri yurtta düzenleyeceğiniz mitinglere saklayın, oralarda böyle uyduruk açıklamalarla mahcup olmayın.

Ne de olsa Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ediyorsunuz, aklınızdan çıkarmayın.

Mübarek Cuma Soruları – 44

Üç haftalık bir aradan sonra sorularımı bir kez daha hatırlatayım.

Bu soruları bir yıldan fazla bir zamandır soruyorum bakalım iktidar değişmeden bir yanıt alabilmemiz mümkün olacak mı?

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir politikacının mafyadan maaş aldığını açıkladı.

Sonradan anladık ki bu kişi AKP’li bir politikacı imiş.

Bu adamın kim olduğunu bilip, ismini açıklamamak “soylu” bir davranış sayılmaz diye düşünüyorum.

Üstelik bu kişinin kim olduğunu bilen bir de savcı var, elindeki dosyayı işleme koymuyor bir türlü.

Bu AKP’li politikacı kim?

Kendisine gazeteci süsü veren birisi, iş adamı Sezgin Baran Korkmaz’dan (SBK), İçişleri Bakanı Soylu’ya verilmek üzere 10 milyon Euro istedi.

Böyle bir paraya ortak olmak da “soylu” bir davranış sayılır mı?

SBK, avanta alabilmek için “kendisine operasyon çekilirken bazı adamlarının içeride rehin tutulduğunu” da söylüyor.

SBK’nın adamlarını rehin tutan güvenlik görevlilerinin cebinde Ayetü’l Kürsi var mıydı acaba? Abdest durumları neydi?

Adalet Bakanı Yardımcısı yapılan bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, Sezgin Baran Korkmaz’ın mal varlığı üzerindeki tedbiri bir an için kaldırdılar.

Böylece 150 milyon dolarlık mal bu sayede uçup gidiverdi.

Savcı ve hâkim bu işi yukarıdan gelen bir emirle mi yaptılar, doğrudan doğruya rüşvet mi aldılar?

Bu eylemlerini “soylu bir eylem” olarak tasnif edebilir miyiz?

Bu soruları yanıtlayan soylu, yanıtlamayan soysuzdur gibi bir şey söylemeyeceğim.

Önce yanıtları alalım, sonra bu yanıtlara bakıp soy – sop bahsine gireriz.

Mehmet Y. Yılmaz

mehmetyyilmaz@t24.com.tr

23 Eylül 2022