Rus tarihçi Gumilev, Kıpçaklar’ın sarışınlıklarını Avrupaoid atalara bağlar. Kıpçakların bronz çağında Minusin havzasında ve Altaylar’da yaşayan Avrupaoid Dinlinler’den türediklerini söyler.
Sarışın hatta renkli gözlü Türk olur mu? Olmaz demeyelim hemen. Çünkü var. Türkçe konuşan Kıpçaklar böyleydi. Ruslar onlara Polovets, Bizanslılar Kuman, Macarlar Kun, Moğol ve Çinliler Kıpçak diyor. Türkler ise Kıpçak veya Kıbçak adını vermiş. İslam tarihinde de Kıpçak olarak geçiyor adları.
Ayrıca “Bremenli Adam’ın 11. yüzyıla ait Latince eserinde zikrettiği palladi; 13. yüzyıl Orta Almanca ve Latince metinlerde görülen valwen; Edessalı Mateos’un 12. yüzyıldan kalmış Ermenice kitabında zikrettiği xarteşk’n adları da, komşuluk temaslarından sonra yapılmış birebir kelime tercümeleridir. Hem Türkçe’de hem de diğer dillerde Kıpçak – Kuman sözcükleri sarışın anlamına gelmektedir. Kıpçaklarda da diğer bazı Türk boylarında olduğu gibi bir ‘sarışın’lık ve açık renk göz durumu söz konusudur. Ayrıca görüşlerden bazıları etnonimin Rusça versiyonu olan polovets adının Slav dillerinde hep sarı değil, bazen mavi rengi (göz) de bildirdiğini belirtir.” [1]
KIPÇAKLAR’IN ATALARI KİMLERDİR?
Türkler’le ilgili konuşurken kana dayalı bir tanımlamanın ne kadar yanlış olduğunu yıllardır söylemeye çalışıyorum. Çünkü Türk adını taşıyan veya Türkçe ya da lehçelerini konuşan halkların tümü aynı kökenden gelmiyor. Asya Hunları yani Çinliler’in deyişiyle Hiong-noiler birçok başka halkları da içeriyordu. İçermek sözcüğünü özellikle kullandım. Hiong-noileri Türklerin atası olarak kabul edenler biraz hata yapıyor. Çünkü onlar yalnız Türklerin değil başka bazı halkların da atası. Yani bir göçebe federasyonuydu Hiong-noi “devleti”. Devlet deyince bugünkü anlamında kullanmıyorum tabii ki. O zamanlar devlet falan yoktu. Büyük veya küçük bir topluluğu yöneten yönetici vardı.
Hiong-noileri önceleyenler kimlerdi, bu konuda da kesinleşmiş bilgimiz yok. Ama Kıpçak boyu bize bu konuda çok anlamlı bir veri sunuyor. Türkmen değiller ve fiziksel özellikleri de onlara benzemiyor ama Türkçe konuşuyorlar.
Peki bu nasıl oluyor?
Rus tarihçi Gumilev, Kıpçaklar’ın sarışınlıklarını Avrupaoid atalara bağlar. Kıpçakların bronz çağında Minusin havzasında ve Altaylar’da yaşayan Avrupaoid Dinlinler’den türediklerini söyler. Bilahare Kimaklar’la birlikte yaşamaya başlamaları, daha önce ise Hunlar’ın bir kolunu teşkil etmeleri sebebiyle ırkî özelliklerinde değişiklikler olduğunu ve dış görünüşlerinde Hun tipinin bazı unsurlarının belirginleştiğini belirtir. Hunlar’ın (yani Çinlilerin verdiği adla Hiong’noilerin) mongoloid ırka mensup olmakla birlikte Kuzey Amerikalı yerlilerine birazcık benzeyen yüz hatlarına sahip olduklarını da ekler. “350 yılında Çin’de yaşayan Hunlar öldürülmeye teşebbüs edilince kalkık burunlu ve sakallı birçok Çinli de öldürülmüştü. Bu yüzdendir ki Kıpçak Kimak karışımı olanlar geniş yüzlü Avrupaoidler arasında fark edilmemektedirler” der.[2]
Gumilev, Kıpçaklar’ın güney komşuları Türkmenler’den farklı bir fiziğe sahip olduklarını kaydederek Çinlilerin Kıpçakları sarı saçlı ve mavi gözlü olarak nitelendirdiklerini söyler. Memluk hükümdarı Sonkor’un sarışın ve tabii ki Kıpçak olduğunu belirtir. Macaristan’daki Kuman torunlarına parlak, lepiska kıvırcık saçlı ve mavi gözlü oldukları için –aralarında esmerlerine rastlansa da- çango dendiğini aktarır. Ruslar’ın taktıkları Poloves lakabının polova kelimesinden geldiğini ve parlak saç rengini andıran ufalanmış saman anlamına geldiğini belirterek 14.yüzyılda yaşayan Arap coğrafyacısına göre Kıpçakların, kendilerine has dindarlıkları, cesaretleri, çeviklikleri, güzel çehreleri ve düzgün yüz hatları ve asaletleriyle diğer Türkler’den ayrıldığını söyler. Ruslar’ın ilk defa 1055’te onlarla çarpışıp barış anlaşması imzaladıkları dönemde ak gözlü ve sarı saçlı halleriyle dikkat çektiklerini kaydeder.[3]
KIPÇAKLAR’DA HATUN DA ERKEK GİBİ YARLIK VERİRDİ
Rus tarihçi A.Yakubovskiy, Kıpçaklar’ın halifenin sözünü dinlemediğini yani emirlerine uymadığını, yasalarını uygulamadığını kaydederek kadınların Kıpçak toplumundaki erkeklerle eşit ve hatta bazen üstün rolünü Arap tarihçi Omari’den naklen şöyle anlatır:
“Al-Omari şöyle diyor: ‘Kıpçak halkı (Irak ve Acem halkı gibi) halifenin yaptığı kanunlara göre hareket etmez. Kadınlar onlarla (erkeklerle) birlikte yönetime katılır. Verilen emirler onlardan (yani han ve hatunlardan), hatta daha çok hatunlardan çıkar… Gerçekten, bizim zamanımızda, bir kadının onun kadar hüküm sahibi olduğunu görmediğimiz gibi, bize yakın zamanlarda da buna benzer bir örnek işitmedik.”[4]
Al-Omari’nin “bizim zamanımız” veya “bize yakın zamanlar” demesine açıklık getirelim. Kendisi 1301 ile 1384 yılları arasında yaşamıştır.
KIPÇAKLAR’IN TORUNLARI KARAÇAYLAR VE MALKARLAR
Araştırmalar bugün Kafkasya’da yaşayan Karaçay ve Malkar halklarının Kıpçaklar’ın torunları olduğunu göstermiştir. Nerede yaşadıklarına gelince…
Karaçay-Malkarlar, Kafkas Dağları’nın yüksek bölgelerinde ve derin vadilerde yer alan köylerde yaşayan topluluklardır. Elbruz dağının bir ucunda Karaçaylılar, diğer yamacında Malkarlar yaşar. Bu coğrafi konumun dışında aralarında hiçbir farklılık yoktur.
Dilleri Batı Türk Dilleri Grubu’ndandır. Kıpçak ve Kıpçak alt grubunda sınıflandırılabilir. Kuzey Kafkasya’da bulunan Kumukça ve Nogay diline de benzerlik gösterir. Tarihî, antropolojik, arkeolojik ve linguistik araştırmalar Karaçay-Malkarların bu bölgede uzun yüzyıllar hākimiyet kuran Türk kavimlerinin torunları olduklarını ortaya koymaktadır. Karaçay-Malkar halkının etnik yapısının oluşmasında Hunlar-Kara Bulgarlar, Alanlar, Hazarlar ve Kıpçaklar gibi Türk kavimlerinin payı vardır.[5]
KIPÇAKLAR MEZARLARIN ÜZERİNE İNSAN HEYKELLERİ YAPARDI
A.Yu. Yakubovski 11-13. yüzyıllarda Kumanlar’ın ölü gömme törenleri hakkında bilgi verirken G.Rubruquis’e başvurur.
Kıpçaklar, ölünün üzerine büyük bir tümsek yapar ve bunun üzerine yüzü doğuya dönük, elinde göbeğinin hizasında bir bardak bulunan bir heykel dikerler.
“Kumanlar, zenginler için ehramlar, yani sivri binalar yaparlar. Bazı yerlerde tuğladan büyük kuleler, bazı yerlerde de taştan evler yapıldığını gördüm. Hâlbuki bu ülkede taş yoktur. Yeni ölen birinin mezarına, her yöne dörder tane olmak üzere, uzun sırıklara on altı at derisi astıklarını ve önüne içmek için kımız, yemek için de et koyduklarını gördüm. Bu ölünün tanassur ettiğini söylüyorlardı.” [6]
Tanassur etmenin Hristiyanlaşmak anlamına geldiğini, piramit biçimindeki mezar evlere ise Keşene dendiğini ekleyelim.
İSLAMİYETİ KABUL ETTİLERSE DE ÖLÜ GÖMME ADETLERİ DEĞİŞMEDİ
Karaçay Malkarlar İslamiyet ile çok geç tanıştı. Ama görünüşe bakılırsa 18.yüzyılda Müslümanlığı kabul eden Karaçay Malkarlar’ın adetlerini pek değiştirmediği görülür. Örneğin ölülerini yine eski inançlarına uygun biçimde gömüyorlardı.
“Karaçay Malkar halkı 18. yüzyıl sonlarında İslamiyet’le tanışıncaya kadar birtakım doğa güçlerine dayanan ve bir tür Şamanizm diyebileceğimiz bir inanç sistemine sahip bulunuyordu.
Karaçay Malkar Bölgesi’nde ortaya çıkarılan eski Kıpçak kurgan ve mezarları Kıpçaklar’ın ölü gömme adetlerine ışık tutması açısından önemlidir. Bu Kıpçak mezarları ayrıca, 14-18. yüzyıllar arasına ait İslamiyet öncesi Karaçay Malkar mezarlarına benzerlik göstermesi açısından da ilginçtir.” [7]
KARA KİYGEN NEDİR?
Halkbilimci Ufuk Tavkul Karaçay Malkar’da yas tutma süresinin uzun olduğunu, yakın akrabası ölenlerin yalnızca siyah renklerden oluşan elbise giyerek yas tuttuklarını böyle belli ettiklerini yazar. “Buna kara kiygen denir. Yas tutma süresi kırk gündür. Bazıları ise bir yıl ya da daha uzun bir süre siyah elbiseler giyerek yas tutar. Ömür boyu yas tutan kadınlar da olur. Ölenin karısı, kocasının öldüğü gün giydiği elbiseyi bir yıl çıkarmaz.” [8]
CODEX CUMANİCUS (KODEKS KUMANİKUS)
Kıpçaklar’dan Avrupalılar’ın derlediği sözcüklerden oluşan ünlü bir kitap da vardır. Alman ve İtalyanlar’ın derlediği iki parça halindeki bu kitap, Kıpçak yani Kumanların Hıristiyanlığı kabul etmesi için misyonerler tarafından kaleme alınmıştır. Codex, genelde kitap anlamına gelse de birtakım kuralların ve ‘dikte’lerin yer aldığı yapıt demektir. Yani Türkçe’ye çevirmeyi denersem ‘Kumanlar için Kurallar ve Dikteler’ anlamına gelir. Biliyorum çok amatörce bir çeviri oldu ama sanırım derdimi anlatabildim.
Codex Cumanicus’tan söz edeyim biraz da. Altınordu Devleti’nin başkenti, yani bir Kıpçak kenti olan Saray, büyük bir medeniyet ve kültür şehri olması nedeniyle, Cenevizli ve Venedikli tüccarların ticaret yaptığı zengin bir coğrafya hâline gelmiştir. Bu zengin coğrafyada yazılan Codex Cumanicus iki ayrı defterden oluşmaktadır. Birincisi, Kıpçaklar ve Farsça konuşan İlhanlılarla ticareti kolaylaştırmak için İtalyan tüccarlar tarafından yazılmış bir gramer ve sözlük kitabıdır. Özellikle Venedik ve Cenevizlilerin kullandığı Latince kelimelerin Farsça ve Kıpçakça karşılıklarının verildiği bu bölüm 55 yapraktan oluşmaktadır. Burada hem gramer bilgileri, özellikle fiil çekimleri hem de ticareti yapılan malların adları üç dilli olarak listelenmiştir. Sadece ticareti yapılan malların adı değil aynı zamanda dinî terimler, yiyecek içecek adları, hayvan adları gibi daha birçok malzeme, kelime listeleri şeklinde verilmiştir. Bu defter İtalyan Codexi olarak da anılmaktadır. İkinci defter, misyonerler tarafından yazılmış Hıristiyanlığa ait dinî hikâyeler, İncil’den parçalar, ilahiler, vaazlar ile 47 bilmece, aŋla- fiilinin çekimleri, iki sayfalık Latince yazılmış Kıpçak gramerinin bazı özellikleri ile kelime ve cümlecik listelerinden oluşmaktadır. Alman Codexi denilen bu bölümde kelime listelerinin karşılıkları çoklukla orta Almanca olarak verilmiştir. Bu defter birbiriyle ilgisiz sayfaların bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Bu yüzden eserde çok farklı kalemler ve imlalar denenmiştir. Codex Cumanicus, hem çağdaş Kıpçak grubu hem de bütün Türk lehçeleri açısından gerek sözvarlığı gerek eserde kullanılmış olan alfabenin dönemin dilini Arap alfabesinden daha iyi yansıtması sebebiyle oldukça kıymetli bir eserdir. Eserden ilk kez 1656 yılında Tomasini bahsederken eserin ilk bilimsel neşrini de 1880 yılında Comes Geza Kuun gerçekleştirmiştir.[9]
KIPÇAKÇA ATASÖZLERİ
Son olarak Kıpçakça ile tanışın. Bazı sözcükleri zaten anlayacaksınız, bazıları ise bugün kullandığımız anlamdan farklı anlam taşıyor. (Soufilia Semenova’nın Nart Boyu Türkleri Hun-Karaçaylıların Atasözleri adlı yapıtından alıntıladım.)
KONUK YAZAR
Acaşsan da cıyın bla acaş : Kaybolsan da toplulukla kaybol.
Acir bla cağalaşhan alaşanı sırtı cavur : Aygırla dalaşan beygirin sırtı yağır olur.
Acuvnu darmanı zaman : Acının dermanı zamandır.
Aç karınnı tok bilmez : Tok açın derdini bilmez.
Açı kızıl terk onnar : Parlak kırmızı çabuk solar.
Açı sınağan başhanı açıtmaz : Acı yaşayan başkasına acı yaşatmaz.
NOTLAR:
[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C4%B1p%C3%A7aklar
[2] L.N.Gumilev, Hazar Çevresinde Bin Yıl, S.290.
[3] aynı yapıt S.289.
[4] A.Yu.Yakubovskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, S.70.
[5] https://tr.wikipedia.org/wiki/Kara%C3%A7aylar
[6] A.Yu.Yakubovskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, S.14.
[7] Ufuk Tavkul, Türk Dünyası dergisi, Kültür Bakanlığı yayını, Haziran 1994.
[8] aynı yazı.
[9] Melike Uçar, Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kayseri. Dil Araştırmaları, Güz 2015/17: 290-295. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1531946