“Freedom House” 2018 raporuna göre, dünyanın demokratik sistemle yönetilen 195 ülkesi içinde 71 tanesinde demokrasi geçtiğimiz yıllarda “demokratik gerileme” diye bilinen şekilde kan kaybetti.
Bu kan kaybının işaretleri olarak seçimle başa gelen liderlerin, ülkelerinde yargı ve yasamanın gücünü zayıflatarak kendi icra güçlerini artırmaları yanı sıra, seçimlerin giderek daha az rekabetçi hale gelmesi ve basın özgürlüğünde aşınma yaratmaları sıralıyor. Devlete ait kurumların gücü erirken bu durum sadece demokrasiye zarar vermekle kalmıyor; yapılan araştırmaya göre söz konusu ülkelerin ekonomilerini de olumsuz etkiliyor.
Demokrasi bugün dünyanın hemen her yerinde tehdit altında. Ve belki ekonomi de öyle.
“Freedom House” 2018 raporuna göre, dünyanın demokratik sistemle yönetilen 195 ülkesi içinde 71 tanesinde demokrasi geçtiğimiz yıllarda “demokratik gerileme” diye bilinen şekilde kan kaybetti. Bu kan kaybının işaretleri olarak seçimle başa gelen liderlerin, ülkelerinde yargı ve yasamanın gücünü zayıflatarak kendi icra güçlerini artırmaları yanı sıra, seçimlerin giderek daha az rekabetçi hale gelmesi ve basın özgürlüğünde aşınma yaratmaları sıralıyor.
Devlete ait kurumların gücü erirken bu durum sadece demokrasiye zarar vermekle kalmıyor; yapılan araştırmaya göre söz konusu ülkelerin ekonomilerini de olumsuz etkiliyor.
Bunun nedenlerini anlamak için son yıllarda değişen ölçeklerde “demokratik gerileme” yaşayan gelişmekte olan ülke kategorisindeki Venezuela, Macaristan ve Türkiye araştırma konusu olarak alınmış.
Otoriter ekonomi problemi
Bahsi geçen her üç ülkenin lideri de son beş senelik zaman diliminde açık açık otoriterleşmeye doğru kayarken, ekonomilerinde zorluklar baş gösterdi.
Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan istikrarlı bir şekilde basın ve akademik özgürlüğü kısıtlarken yasama ve yargının yetkilerini elinde toplayacak şekilde gücü elinde toplamayı başardı.
Liderler de hata yapabilir
Otoriter rejimler her zaman ekonomiler adına kötü sonuçlar doğurmuyorlar. Ekonomik başarı hikayelerini uzun yıllardır çift haneli büyümeyle ispatlayan Çin ve Singapur bunun en net örnekleri.
Fakat bu ülkelerin farkı hiç bir zaman demokrasi amacıyla kurulmamış olmaları.
Bir zamanlar “demokratik” sayılan bir ülke otoriterleştikçe oluşan ekonomik etki genellikle olumsuz oluyor. Bunun en temel nedeni de, demokrasilerde ekonomi politikalarının seçimle gelen yöneticiler arasında ortak akıl yürütme yoluyla belirlenmesi. Ekonomi politikalarını belirlemede ABD merkez bankası Fed gibi kurumlar ise bağımsız yapıları üzerinden ekonomi politikası kararlarına destek vermekteler.
Yapılan araştırmanın sonuçlarına göre kanun yapıcılar başkanların ani kararlarında resmi ya da resmi olmayan yollardan kontrol mekanizması görevini görmekteler. İki taraf arasında yapılan pazarlıklar devlet destekleri, vergi politikaları, harcamalar ve diğer önemli konularda belirleyici oluyor.
Venezuela ve Türkiye’de olduğu gibi yasama kenara itilerek ya da Macaristan’da olduğu gibi iktidar partisi yasamaya domine edince ve yasama görevini yerine getiremeyince de, otoriter liderleri ekonomiye zarar verecek kararlar almaktan alıkoyabilecek kimse kalmıyor. Açıdan çok
Türkiye bu açılardan çok güzel bir örnek.
Temmuz 2018’de yapılan seçimle icra yetkisini elinde toplayarak cumhurbaşkanı olan Erdoğan, merkez bankası başkanını atama yetkisine de sahip olduğu gibi, ilk iş olarak damadını Türkiye’de ekonomiden sorumlu bakan ilan etti. Merkez bankasının yükselen enflasyonu kontrol altına almakta araç olacak faiz artışlarına engel olmaya çalışan Erdoğan, ekonomistlerden gelen uyarıları dikkate almayarak kur krizinin tetikleyicisi olmuştu.
Sosyal patlamalar ekonomiler için kötüdür!
Kanun yapıcıların ekonomi politikalarını belirlemede önemli bir başka rolü de, değişik partilerin temsilcilerinin değişik sosyal grupların isteklerini bir araya getirerek yansıtan politikalar yapılmasını sağlamak. Sağlıklı demokrasilerde yapılan tartışmalar muhalefet partilerinin de ekonomi politikalarını oluşturmaya katkı sağlamalarını sağlar. Diğer yandan temsil ettikleri grupların çıkarlarına zarar verecek kanunların da çıkmasına engel olurlar.
Otoriter liderler muhalefet partilerini kenara itip de yasamayı kendi yandaşlarıyla doldurunca, ortaya çıkan politikalardan mutsuz olan grupların seslerini duyurmalarının tek yolu olarak da sokak eylemleri kalır.
Venezuela’ya dönersek, 2017’de Başkan Maduro muhalefet ağırlıklı parlamentoyu yetkilerinden arındırınca, sokaklar aylarca protesto gösterilerine sahne olmuştu. Şimdi aynı gruplar Maduro’nun gitmesi için yine sokaklardalar.
Sosyal patlamalar ise özellikle protestolar şiddet içerdiğinde ekonomik endişeleri artırıcı rol oynar. İsyanlar sonucunda petrol boru hatları, otobanlar gibi ülkenin altyapısına verilen zarar ekonominin normal akışını engeller doğal olarak. Ya da ülke halkı güvenlik için bulundukları şehirden kaçıp, işlerini terk ettiklerinde; kritik pozisyonlar boş kaldığında ekonomi zarar görür.
Demokraside geriye gidiş yabancı yatırımı azaltır
Uluslararası piyasalar da sosyal patlamalardan hoşlanmazlar. Protestolar uzadıkça, ya da hükümet protestolara sert bir şekilde müdahale ettikçe yatırımcılar genellikle söz konusu ülkeden kaçmaya çalışırlar.
Yapılan çalışmanın önemli sonuçlarından bir tanesi de, parlamentoda çok az ya da zayıf muhalefetin olduğu ülkelerde icra makamının denetiminden endişe duyan uluslararası yatırımcılar yine o ülkeden kaçmaya bakarlar.
Özellikle demokrasi yoluyla seçilen liderlerin otokratikleşmesi yatırımcı güvenini zedeleyerek fonların azaltılmasına yatırımları geri çekilmesine neden olur.
2013’ten bu yana Macaristan, Venezuela ve Türkiye, Dünya Bankası’nın küresel güven ölçeği olarak baktığı yabancı yatırım miktarında ele tutulur düşüşler yaşadı. Demokrasi aşındıkça yatırımların düşmesinin bir nedeni, yatırımcılar hükümetin iş hayatına da müdahale ederek kar oranlarını azaltacağı korkusu.
Çünkü bu yaklaşım, ister sağ ister sol partilerden olsun, otoriter liderlerin ortak stratejisi oluyor zaten.
2018 yılında Macaristan parlamentonsun tamamına hakim olan Orban’ın sağ tandanslı partisi Fidesz devletin büyük enerji firmaları üzerindeki kontrolünü artırırken, yabancı firmaların ülkedeki operasyonlarına da kontrolleri artırdı. Venezuela’da sol merkezli Maduro 2015’te Nestle ve Pepsi’den fabrikalarını terk etmelerini emretmesinin ardından ülkenin gıda üretimini devletin kontrolüne aldı.
Her şey yasamada bitiyor!
Yapılan çalışmanın diğer önemli sonuçlarından bir tanesi de, eğer parlamentoda fonksiyon gösterebilen bağımsız yasa yapıcılar varsa demokrasideki gerilemelere rağmen ekonominin olumsuz etkilenmediği.
Buna örnek de Filipinler. Aşırı sağ başkan Duterte, “uyuşturucuya açtığı savaş” üzerinden binlerce Filipinliyi hapse tıkmakla kalmadı öldürdü de. Politikalarını eleştiren güçlü isimleri hapse attı. Fakat buna rağmen Filipin parlamentosunun halen aktif çalışabilmekte oluşu, muhalefet partilerinin serbestçe çalışabilmeleri Filipin ekonomisini Duterte’nin otoriter eğilimlerinden koruyabilmiş durumda. 2012’den bu yana ortalama %7 büyüyen Filipin ekonomisi yabancı yatırımcı çekmekte de başarılı.
Son söz olarak belirtmek gerek. Otokratikleşen liderlerin pozisyonlarını korumak için mutlaka bir aşamada ellerindeki gücü paylaşmaları gerekir; yoksa ekonomik zorluklar onları koltuklarından edecektir.
www.paraanaliz.com