“Geçmişle günümüz arasında bir tercümanım”
Ünlü misafirleriyle meşhur Macar Feyzullah Paşa Köşkü’nün sahibi Serdar Gülgün Oksijen’e konuştu…
80’li yılların ortalarında İşletme okuyor, üstüne Londra Üniversitesi’nde Osmanlı Sanatı master’ı yapıyor. Osmanlı sanatı sergileri, döşemelik kumaşları derken kendini Osmanlı’dan ilham alan bir tasarım dünyasının içinde buluyor. 18 yıl önce virane durumdaki Macar Feyzullah Köşkü’nü satın alıyor ve hiç metruk düşmemişcesine günümüze uyarlayarak renove ediyor. Bu hafta İstanbul’dayız. Konuğumuz dünya jet sosyetesinin buluşma mekanlarından biri olan Macar Feyzullah Paşa Köşkü’nün sahibi, Osmanlı sanatı uzmanı Serdar Gülgün. Gülgün ile tasarım anlayışını ve köşkün hikayesini konuştuk.
Osmanlı sanatına ne zaman merak saldınız? Bu tür şeylere sonradan ilgi duyulabileceğini düşünmüyorum, bu ilgiyle doğduğumu söyleyebilirim. Küçükken Bizans su kemerlerinin hikayesini merak eder, Topkapı Sarayı’nda büyülenirdim. İstanbul zaten açık hava müzesi gibi bir yer. Eğitiminiz? 80’li yılların ortalarında başarılı öğrenciler genellikle İşletme ya da İktisat bölümlerini tercih ederdi. Ben de İşletme okudum. Fakat okula girdiğim an bu eğitimin bana uygun olmadığını anladım. Bir özel hocadan eski Türkçe dersleri almaya, akademide bazı sanat derslerine katılmaya başladım. Kendime İşletme ve Sanat Tarihi’nin karışımı alternatif bir eğitim yarattım. Üstüne Londra Üniversitesi’nde Doğu ve Afrika Sanatları Bölümü’nde Osmanlı sanatı master’ı yaptım. Sonra? Mezun olduktan sonra, 90’ların başında, Londra Sotheby’s de Osmanlı sanatı eksperi olarak çalışmaya ve hocalık yapmaya başladım. Akademisyenlik yapmaktı amacım. Ancak bir İstanbul aşığı olduğum için, 92’de İstanbul’a dönmeye karar verdim. Hayatımı değiştiren iki insan çıktı karşıma; Çiğdem Simavi ve Vitali Hakko. Anlatır mısınız? O dönem, Kültür ve Sanat Varlıklarını Koruma Vakfı Başkanı Çiğdem Simavi’ye Osmanlı sanatı sergileri yapmak istediğimi belirttim. Osmanlı nakışları, hat sanatı, sofraları gibi temalar bulup, bunların etrafındaki eşyaları toplamak ve sergilemekti amacım. Çok beğendi projeyi. Topkapı Sarayı Alay Köşkü’nde toplam yedi sergi yaptım. Birinde de Vitali Hakko ile tanıştım. Bay Vitali bana iş teklif etmeye gelmişti. “Osmanlı kumaşlarını döşemelik kumaş olarak canlandırmak istiyorum. Akademisyenlerin tasarladıkları günümüze uymuyor, demode kalıyor, yeni jenerasyon tasarımcılar ne demek istediğimi anlamıyor. Siz bu iki dünyanın ortasındasınız. Bu işi ancak siz yaparsınız” dedi.
Sonra? “Ben ne anlarım tasarımdan Bay Vitali” cevabımın sonrasında, Vakko ile 25 yıl çalıştık. Şu anda piyasada birçok örneği olan Osmanlı döşemelik kumaşlarının ilk serisini birlikte çıkarttık. Sonra dünyanın en iyi porselen markası, aristokratların kullandığı Macar Herend Porselen’e Osmanlı tasarımları yaptım. Louis Vuitton Avrupa Şehirleri rehberinde İstanbul’u yazdım. Assoluine ile iki kitap çıkarttım; Kapalıçarşı’yı ve Osmanlı sanatını konu alan The Grand Bazaar Istanbul ve Ottoman Chic. Böyle birçok firma ile yıllar içinde iş birliklerim oldu. Zamanla etrafımdaki Osmanlı sanatına ilgi duyan koleksiyonerler, “Bir eşyanın yerini değiştiriyorsun, evin havası değişiyor” diyerek, bana evlerini dekore ettirmeye başladılar. Kendimi Osmanlı’dan ilham alan bir dekorasyon dünyasının içinde bulmuş oldum. Macar Feyzullah Paşa Köşkü ne zaman karşınıza çıktı? Yaklaşık 18 yıl önce. İçini dekore edebileceğim ve sonra da oturacağım eski bir köşk arıyordum. Bir arkadaşım bu evden haberdar olmuş. Gittik gezdik. Çatısından sular akıyor, merdivenler çöküyor, bacağınız alt kata iniyor. Köşkün farklı mirasçıları evde bir arada oturabilmek için ahşap evin içine beton duvarlar örmüşler. Tavan resimlerini tamir etmek yerine, sıvayla kapatmışlar. Virane. Fiyatta anlaşamadık, evi alamadım. Sonra tesadüfen bir antikacıda bu evin eski fotoğrafları karşıma çıktı. Tavan resimlerinin orijinali bana kendilerini gösterdi. Bir gün yeni sahibine veririm diye alıp sakladım. Bir süre sonra köşkün mal sahibi beni arayıp önerdiğim fiyatı kabul ettiğini söyledi. Sanırım evin çökme tehlikesi olduğu ve çevre için tehlike oluşturduğu için satmaya karar verdi. Gözünüzün önünde evin bitmiş hali canlanmış mıydı? Tavandan kafama sular akarken, ben hayalimde bu evin odalarında dolaşıyordum. Hatta hayalimde dolaştığım odaları tasarladım. O kadar netti gözümün önünde.
Restorasyonu çok zor olmalı! Tabii. Etrafımdaki herkes çılgınca bir işe kalkıştığımı düşündü. Aslına uygun, Bağdadi sıva ile restorasyon 5 yıl sürdü. Eski katmanları bulduk, tavanların kalem işlerini yaptık. Hiçbir zaman metruk duruma düşmeden, ev nesilden nesile korunarak geçseydi, bugün nasıl olurdu diye düşünerek renove ettim bu evi. Hala da devam eden işler var. Restorasyon öngördüğümden çok daha pahalı tuttu. Bir gün de pişman olmadım. Herkes tutkusunun peşinden gitmeli. Sizin tasarım anlayışınızın sırrı bu galiba? Ben geçmişteki kültürel değerlerimizi alıp, üzerine bir şeyler katarak günümüze uyarlıyorum. Aynı döşemelik kumaşlarda yaptığım gibi. O kumaşların en güzel örnekleri saraylarda, müzelerde… Benzerlerini yapmak kopyalamak olur. Ben o tekniği alıp, 21’inci yüzyıl insanı evinde nasıl kullanırdı diye düşünüyorum. Bir nevi geçmişle günümüz arasında bir tercümanım. Köşkün hikayesinden biraz bize bahseder misiniz? Macar ordusunun askerlerinden Joseph Kohlmann, 1840’larda Macaristan’ı Avusturya işgalinden kurtarmak için bir ihtilal yapıyor, fakat başarısız oluyor. Kohlmann, Osmanlı topraklarına kaçıyor. Sultan Abdülmecid kendisine sığınma hakkı veriyor. Avusturya, Kohlmann’ın iadesini isteyince, Kohlmann müslüman oluyor ve Feyzullah adını alıyor. Osmanlı Ordusu ile Kırım Savaşı’na katılıyor. Bu savaştaki başarılarından ötürü Sultan Abdülmecid kendisine Paşa unvanı veriyor. 1860’larda, Feyzullah Paşa Osmanlı’daki kıdemli mevkisine uygun bir ev aradığında, yalı yerine kendisine Macaristan topraklarını hatırlatan, uçsuz bucaksız yeşillikler içinde Çengelköy’deki bu arsayı alıyor ve üstüne Osmanlı mimarisine uygun bir şekilde bir av köşkü inşa ediyor.