Bir zamanlar huysuz mu huysuz bir kirpi varmış. En
azından orman halkı onun huysuz olduğunu düşünürmüş. Çünkü sürekli surat asar,
kiminle karşılaşsa hep yakınır, yanına kim gelirse gelsin hemen tostoparlak
olur, kabarır, dikenlerini sivriltirmiş.
Başkalarına duyduğu bu güvensizliğin nedeni,
kendini bildi bileli orman halkından kimsenin ona iyi davranmamış olmasıymış.
Aslında orman halkına sorsak, onlar bu durumu açıklayabilirlermiş.
“Kimse onun yanına yaklaşamaz,” dermiş sincap.
“Sivri dikenlerini batırmaya hazırdır hep,” diye
yakınırmış tavşan.
O zamanlar ormanlardaki hayvanlar da insan
toplulukları gibiymiş. Biri bir şey söyledi mi, öteki duyduklarına kendi de bir
şeyler katar ve başkalarına, sanki kendi tanık olmuş gibi anlatırmış. Kulaktan
kulağa yayılan söylentilere de sonunda herkes inanırmış. Kimse acaba bu
söylenenler doğru mu yanlış mı diye düşünmezmiş. Kimse gidip işin doğrusunu
araştırmaya gerek görmezmiş.
İşte kirpiyi ormanda kimsenin sevmeyişinin nedeni
de buymuş.
Herkes kendisinden uzaklaştıkça kirpicik de iyice
güvensizleşmiş. İçine kapanmış. Orman sakinlerinden korkar olmuş. Yanına
yanlışlıkla biri yaklaşsa hemen dikenlerini çıkarıp kendini savunmaya
hazırlanırmış. Bu yüzden kirpi, uçsuz bucaksız ormanda tek başına yaşamaya
başlamış.
Bahar ve yaz ayları hızlı geçermiş. Çiçeklerin,
meyvelerin bol olduğu sıcak günlerde ormandaki hızlı yaşam kirpiye yalnızlığını
unuttururmuş. Bu aylarda orman hayvanlarının tümü yuva yapar, yavrularını
büyütür ya da kış için hazırlanırlarmış. Bu arada kirpicik de kendisiyle
konuşan olmasa bile, ormanın öteki hayvanlarını izleyerek avunurmuş.
Ama yaz bitip mevsim güze döndüğünde kirpinin de
kederli günleri başlarmış.
Yaz aylarında ormanın neşesi olan kuşlar, güz
gelince sıcak bölgelere göç ederlermiş. Ormanın öteki hayvanları da inlerine
çekilir, aileleriyle birlikte yaşamaya hazırlanırlarmış.
Sincaplar ağaçların gövdesindeki kovuklarında kış
için son hazırlıklarını yaparlarmış.
Tavşanlar yeraltındaki yuvalarına iner, kuru
yapraklarla, otlarla döşedikleri sıcak yuvalarında türlü kış oyunları
oynarlarmış.
Bu mevsimde orman soğumaya başlarmış.
Yalnızca vücudu değil, yüreği de üşürmüş zavallı
kirpinin.
Birileriyle konuşmak, dost olmak istermiş. Arada
bir şakalaşmayı, birilerine takılmayı çok özlermiş.
Ama en çok da birinin kendisini okşamasını
istermiş.
“Biri bir kerecik beni okşasa, bütün bir kışı
üşümeden çıkarırım,” diye düşünürmüş. Sonra da içini çekermiş.
Ama bunun bir düş olduğunu o da bilirmiş. Bir
kirpiyi kim okşar, öyle değil mi? Oysa en olanaksız sanılan, bir düş gibi
görünen şeyler bile, gün gelir gerçek olabilirmiş.
Güzün soğuk günlerinden birinde kirpi yerdeki kuru
yaprakların arasında yiyecek bir şeyler ararken, küçük bir kızın şarkı
söyleyerek ormandaki patika yoldan geldiğini görmüş. Yabancılarla
karşılaştığında her zaman yaptığı gibi, bir top haline gelmiş, dikenlerinin
arasından da kızı izlemeye başlamış.
Küçük kız, yaprakların üzerindeki kirpiyi görünce,
yanına yaklaşmış. Kirpiyi görmekten duyduğu mutluluk her halinden belliymiş.
Kirpinin yanına, çömelip yaşamı boyunca ilk kez gördüğü bu ilginç hayvanı
izlemeye başlamış.
“Minik kirpi,” demiş kız sonunda, “seni okşamak
istiyorum, lütfen benden korkma, dikenlerini indir ki seni okşayabileyim.”
Kirpinin yüreği hızla çarpmaya başlamış. Birinin
kendini okşamak isteyebileceğine inanamıyormuş.
“Kirpicik,” demiş küçük kız, “lütfen burnunu
çıkar, o minik burnunu okşamak istiyorum.”
Kirpinin mutluktan gözleri dolmuş. Yine de,
korkularını aşıp burnunu dikenlerinin arasından çıkaramamış. Kıza güzel bir
şeyler söylemek istemiş ama bunu da becerememiş. Duyulması zor bir şekilde
mırıldanmış:
“Hayır. Burnumu çıkaramam. Beni okşayamazsın. Ben
okşanmaya alışık değilim.”
Küçük kız kirpinin söylediklerini duyunca birden
onu rahatsız ettiğini sanmış. “Bağışla beni minik kirpi. Kötü bir niyetim
yoktu. Ben yalnızca seni biraz sevmek istemiştim,” demiş.
Yüzündeki gülümseme kaybolmuş. Kirpiye doğru
uzattığı eli havada kalmış. Biraz geri çekilmiş ve sonra da doğrulup geldiği
patika yolda yürümeyi sürdürmüş.
Artık gülümsemiyormuş.
Kirpi, hiç istemediği halde bu sevimli kıza kötü
davrandığının bilincindeymiş kuşkusuz. Arkasından seslenmek, onu çağırmak, özür
dilemek istemiş. Ama yapamamış. Yıllardır öteki canlılardan uzak durup tek
başına yaşayan kirpicik, birilerinin kendisine böyle iyi davranmasına alışkın
değilmiş.
Küçük kızın kederi uzun sürmemiş. Orman kısa sürede
neşesini yerine getirmiş. Bir süre sonra şarkı söyleyerek yürümeyi sürdürmüş.
Kirpi ise, küçük kız gittiği için çok üzgünmüş.
Aradan birkaç gün geçmiş.
Bir gün kirpi yine yaprakların arasında yiyecek
ararken küçük kızın geldiğini görmüş. Bu sefer kız şarkı söylemiyormuş. Kirpiyi
ürkütmek istemediği için usul usul yaklaşıyormuş. Bir elinde de kirpilerin çok
sevdiğini düşündüğü kocaman bir mantar varmış.
Kirpi kızın yaklaştığını görmüş. İçgüdüleri, bu
dünyada kimseye güvenmemesi gerektiğini söylüyor, hemen dikenlerini çıkarması
için uyarıyormuş onu. Kirpi buna rağmen uzunca bir süre kapanmamış. Kızın
yaklaşmasını izlemiş.
Kız elindeki mantarı kirpinin yanına bırakırken de,
artık dayanamamış, bir top gibi yusyuvarlak olmuş.
Bu sefer kızın yanından uzaklaşmasını istemiyor,
ama bir yandan da çok korkuyormuş.
Küçük kız, parmağıyla kirpinin dikenlerine
dokunmuş.
“Küçük kirpicik, lütfen indir dikenlerini, seni
okşamak istiyorum.”
“Yapamam,” diye kekelemiş kirpi, “sana zarar
vermekten korkuyorum. Ok gibi sivri dikenlerim seni yaralayabilir.”
“Olsun, ben razıyım.”
Kirpi yavaşça dikenlerini indirip açılmaya
başlamış. Sivri burnu, kara gözleri keskin dikenlerinin arasından ortaya
çıkmış. Ama küçük kız çok sabırsızmış. Kirpinin tümüyle açılmasını beklemeden
onu sevmek için ansızın elini uzatınca, kirpi de elinde olmadan tekrar top gibi
oluvermiş. Bu sırada da sivri dikenlerinden biri küçük kızın eline batmış,
kanatmış.
Küçük kız korkuyla ayağa fırlamış, koşarak ve
ağlayarak oradan uzaklaşırken, ardından gözyaşları içinde kendine seslenen
kirpinin sesini duymuyormuş bile.
“Gitme. Lütfen, küçük kız, beni bırakıp gitme.
Şimdiye kadar beni kimse sevmedi. Ben sevilmenin nasıl bir şey olduğunu
bilmiyorum. Gitme.”
Kız kirpiye aldırmamış. Parmağındaki acı ona her
şeyi unutturmuş.
Biraz ötedeki pınarın serin sularına elini sokmuş.
Parmağının acısı biraz dinince, kirpinin ardından seslenirken söylediklerini
düşünmüş. Ne diyormuş kirpi? “Şimdiye kadar beni kimse sevmedi. Ben sevilmenin
nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum.”
“Kirpi haklı,” diye düşünmüş küçük kız. “Sevmeyi
ve sevilmeyi de öğrenmek gerekir.”
Geri dönmüş. Küçük kirpiyi usulca eline almış.
Dikenleri batacak diye de korkmadan onu usulca okşamış.
Ne olmuş dersiniz?
Kirpi tostoparlak olan vücudunu yavaş yavaş açmış.
Yukarıya kalkık dikenlerini indirmiş.
Duyduğu mutluluktan, bir ok gibi sert ve keskin
olan dikenleri de kırlardaki yeşil otlar kadar yumuşacık olmuş.
Çünkü, bütün orman halkının bildiği gibi, sevmek ve
sevilmek canlıları yumuşatırmış. Kirpicik ise bunu yeni öğreniyormuş.
Küçük kız kirpiyi uzun uzun okşamış.
O günden sonra da küçük kızla kirpicik
birbirlerinin en iyi arkadaşı olmuşlar.
Çeviren: Tarık Demirkan
Hazırlayan: Tarık Demirkan
Resimleyen: Feridun Oral
Yapı Kredi Yayınları
Sayfa: 168
Güz Masalları, “Mevsim Masalları” dizisinin dördüncü
ve son kitabı. Yine Tarık Demirkan’ın derleyip çevirdiği, Feridun Oral’ın
resimlediği bu kitap, dizinin önceki kitaplarındaki gibi dünyanın dört bir
yanından özenle seçilmiş masallarla dolu…
Güz Masalları, çocuklara güz mevsiminin
özelliklerini ve bu mevsimde doğanın geçirdiği değişimleri anlatırken tatilin
sona erdiği, tatlı bir koşturmacanın başladığı bu günlerde, her yaştan çocuğun
zevkle okuyacağı bir kitap.