Nur Bostancıoğlu: Atatürk, Türkoloji ve Rasonyi

Prof. Dr. Laszlo Rasonyi tarafından kaleme alınan “Tarihte Türklük” adlı kitap, Atatürk’ün hatırasına ithaf edilmiş kapsamlı bir çalışmadır. Çünkü bu eserin ortaya konmasında Atatürk’ün büyük emeği vardır. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde bir Hungaroloji Kürsüsü kurulması fikrini ortaya atan ve Rasonyi’yi bu kürsüde çalışmaya davet eden bizzat Atatürk’tür. Peki, Rasonyi kimdir ve Atatürk neden Rasonyi’yi Türkiye’ye çağırmıştır?

Rasonyi Türk kavimlerinin tarihi ve Türk-Macar ilişkileri konusundaki çalışmalarıyla tanınan Macar asıllı bir Türkoloji uzmanıdır. Anadolu’yu Batılı istilacılardan kurtaran Atatürk, kurtuluştan sonra yeni bir cephe açmıştır. Amacı tarih alanında Batı’nın hegemonyasını yıkmaktır! Bunun için etrafına tarihçileri ve dilbilimcileri toplamış, yeni bir ordu kurmuştur. Rasonyi ise bu bilim ordusunun üyelerinden biridir ve 1933 yılında açılan Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Hungoroloji kürsüsü profesörlüğüne getirilmiştir. Burada Hunlar, Avarlar, Macarlar, Kumanlar ve Finler üzerine çalışmalar yapmıştır. İşte Rasonyi’nin “Tarihte Türklük” adlı eseri hem Türk tarihinin kapsamlı bir araştırması olması nedeniyle, hem de tarihten Türk’ün adını bilinçli bir şekilde silmeye çalışan çevrelere bilimsel bir yanıt olması nedeniyle önem kazanmaktadır.

Rasonyi’nin bakış açısı şöyledir: “Türk tarihi öyle engin ve öyle onurludur ki, Türklüğün bazı uluslar gibi kendisine atalar yaratmasına gereksinimi yoktur. Şunu söyleyebiliriz: Yazılı tarihlerden önce de, binlerce yıl önce de Çin’de, Hindistan’da, Mezopotamya’da, Anadolu’da ve Orta Avrupa’da öyle kültür öğelerine rastlanır ki, bunların hareket noktasını bozkır kültüründe, Türklerin ataları arasında aramak gerekir”.

İşte, 1930’ların Atatürk Türkiye’sinin Türklüğe bakış açısı da budur. Bu bakış açısı, bugün Anadolu’da ve de Türkistan’da yaşayan herhangi bir Türk’ün bilincinin çok çok ilerisindedir. Maalesef Türk, Batılının Türkler aleyhindeki yargılarını büyük oranda kabul etmiştir. Bugünün Türk’ü tarihinden gelen gücün farkında değildir. Rasonyi’nin kitabı bu anlamda üç kıtada Türklüğün izini sürerken, atalarımızın binlerce yıllık serüvenini bizlere hatırlatmaktadır.

Türk milleti zekidir, çalışkandır

Rasonyi, Türk tarihinin üstünlüğünü açıkça savunan bir bilim adamıdır. Bunu yaparken kendi öznel değerlendirmeleriyle yetinmemiş, yabancı kaynaklardaki değerlendirmeleri de kitabına alarak nesnel bir değerlendirme yapmaya özen göstermiştir: Örneğin, Çin kronikaları Göktürkler konusunda şunları yazmaktadır: “Savaşta ölmeyi onur sayarlar, hastalanarak ölmekten utanırlar”. Yine, Türklerin dayanaklığı ve savaş araçlarını kullanmaktaki becerileri batılı komşuları arasında ün salmıştır. Bizanslı Prokopios beşinci yüzyılda şunu söylemektedir. “Yerin sırtında insanlar yaşamaya başladığından beri ne Yunanlıların, ne de İranlıların kafasından Sabirlerin kullandığı silahlar çıkmadı”. Basralı Câhiz, dokuzuncu yüzyılda kaleme aldığı risalesinde Türklerden şöyle bahsetmektedir:

“Bütün yeteneklerini bir araya getirseler bir Türk ile boy ölçüşemezler. Ahlaksal nitelikleri ise maddi değerlerini de aşar. Enerjik, canlı, çalışkan ve zekidirler. Kanaati miskinlik, savaştan kaçınmayı yozlaşma sayarlar”.

On birinci yüzyılda Arap yazarı İbn Hassul Türkler konusunda şöyle bir risale yazmıştır:

“Bütün kavimler arasında yiğitlik ve cesaret bakımından Türklerden üstün, büyük amaçlara ulaşmak için onlardan daha yetenekli hiçbiri yoktur. Cenabı Hak onları aslan sıfatında yarattı. Göbeği kesildiği andan sonra Türk, askerin başbuğu, bölgenin emiri olmaktan ve kendini sıkıntılı duruma sokmaktan başka bir şey düşünmez”.

Devlet kurma yeteneği neden Turani kavimlere özgüdür?

Ebetteki tüm bu özelliklerin Türkler dışındaki yabancı kaynaklarda belirtilmesinin bilimsel bir temeli olmalıdır. Rasonyi’ye göre Batılı ulusların ortaya çıkışından önce Türkler, dünyanın en büyük sahnesini oluşturan Avrasya’nın her çağında ve her köşesinde büyük rol oynamıştır. Çin’in, Roma’nın, Bizans’ın ve hatta Rusya’nın devlet yapılarının oluşumunda Türklerin büyük etkileri vardır. Hatta O’na göre tarih Türklerle başlamaktadır ve belli başlı milletler devlet kurmayı Türklerden öğrenmiştir. Peki devlet kurma yeteneği neden Ural Altaylı kavimlere özgüdür?

İşte Rasonyi’ye göre, Ural- Altay kavimleri iki alanda diğer tüm kavimlerden üstündür. Bunlardan birincisi hayvan yetiştirme, ikincisi de göçebe kültürüdür. Bunlara bağlı olarak devlet kurma yeteneği gelişmiştir. Rasonyi bu tezini, etnologların Viyana Okulu’na bağlı tarihçi Menghin’in tespitleriyle şöyle doğrulamaktadır:

“Ural Altaylı kavimlerin iki başarısının arasında bir bağlantı vardır. Büyük sürülerin yönetimi, geniş alanlarda sürekli dolaşma, otlak ve mülk hukuku bakımından kaçınılması olanaksız çatışmalar, oymak örgütleri, hayvan yetiştirici göçebelikle ilgili her şey birbiri ile sıkı sıkıya bağlıdır. Bunun sonucu olarak görüş ufku genişler, cesaret, oymağa bağlılık bilinci, örgütçülük yeteneği, hükmetme gururu gibi devlet kurmak için gereken özellikler gelişir”.

Göçebenin yaşamı hiç kuşkusuz insan becerisinin bir zaferidir

Göçebe kültürü, iddia edildiği gibi geriliği ve barbarlığı temsil etmemektedir; aksine medeniyetin taşınmasında ve aktarılmasında ilerici bir rolü olmuştur. Rasonyi, İngiliz tarihçisi Toynbee’nin görüşlerini kitabına alarak bu tezlerini güçlendirmiştir:

“Göçebelik birçok bakımdan çiftçilikten üstün bir özelliktir. Hayvanların evcilleştirilmesi, yabanıl bitkilerin evcilleştirilmesinden elbette ki üstündür. Çiftçi yetiştirdiği ham ürünü doğrudan doğruya tükettiği halde, göçebe yenmesine olanak olmayan bitkileri hayvanlara yedirerek onları süte ve ete dönüştürmektedir. Bunun için güç fiziksel koşullara uymak gerekmekte, bu etkenler çobanlık becerisinin yanında askerlik becerisini de geliştirmektedir”.

Kitapta, bu tezlere dayanak olarak atın ilk evcilleştirilmesi ve atlı çoban kültürünün yaşatılmasını kesin olarak Orta Asya’da yaşayan eski Türklere dayandırılmaktadır. Rasonyi, süvariliğin diğer kavimlere Türklerden geçtiğini, bugüne kadar yapılan kazılarda en eski at iskeletlerinin Kuban Irmağı çevresinde bulunmasıyla ispat etmektedir. Örneğin, atlı süvarileri Çinliler ilk defa M.Ö. 328 yıllarında Hunlardan görmüşlerdir.

Rus birliği Türk boyunduruğunun mirası mı?

Kitaptaki en önemli meselelerden biri de Türkistan coğrafyasındaki Türkler ve Ruslar arasındaki mücadeledir. Rasonyi’ye göre, Rus tarihinin temelini Avrasya orman ve bozkırını elde etmek için atlı göçebelerle yaptıkları mücadele oluşturmaktadır. Yani Rus tarihini şekillendiren Türklerdir. Ayrıca Rosanyi’ye göre Ruslar devlet kurmayı Türklerden öğrenmişlerdir ve bugünkü birliklerini de Türklere borçludurlar.

Öyle ki Türkler tüm bozkıra egemenken, Ruslar orman içlerinde yaşamaktadırlar ve bozkıra her adım atışları Türkler tarafından engellenmektedir. Rusların ormanlardan sızışları 972’de Peçenekler, 1238’de Kumanlar tarafından püskürtülmüştür. Bir sonraki aşamada ise orman da Türklerin denetimine girmiştir. Bu dönem Altın Ordu dönemidir ve artık Rus Prensleri Hanlara bağlıdır. Prenslik unvanlarının verilmesi ve alınması Altın Ordu Devleti’nin hanlarının yetkisi dâhilindedir.

Ancak Altın Ordu’nun hoşgörüsü Rusların dağılmasını ve parçalanmasını engellemiştir. Rus tarihçisi Polevoy’un “Rus gücü Altınorda zamanında gelişmiştir” sözü gerçeği yansıtmaktadır. Hilelere, entrikalara dayanan Rus prensliklerin kendi aralarındaki mücadeleleri Türklerin gücü karşısında artmaktayken, Türk hoşgörüsü onları dağılmaktan kurtarmıştır. Türkler Rusların her türlü kültürel ve ticari haklarına saygı göstermiş, adeta birbirine düşen Rus prensliklerinin yaşamasını sağlamıştır.

Altın Ordu Devleti zayıfladığında hükümdarlık bir dönem Altın Ordu’nun yönetimine bağlı olan Moskova Büyük Prensliği’ne geçmiş ve eski parçalanma tehlikesinden kurtulan Ruslar için Birleşik Rusya yaratılması için ilk yol açılmıştır. Ruslar bu zaman zarfında kişi hukuku, vergi sistemi, askeri örgütlenme gibi devlet kurmanın tüm gerekleri Türk örneğinden almışlardır. Bir Rus tarihi kitabı “Rus Birliği Tatar boyunduruğunun mirasıdır” derken abartmamaktadır. Gerçekten de Ruslar devlet kurmayı Türklerden öğrenmiştir.

Altın Ordu varisleri 2. Çarlığın egemenliği altında

Rasonyi’ye göre Ruslar Türklerin tarihsel düşmanıdır. Yıkılan Altın Ordu devletinin ardından ortaya çıkan Türk oluşumları teker teker Rusların egemenliği altına girmiştir. Sırasıyla Sibirya Tatar Hanlığının, Altaylıların, Tölişlerin, Teleütlerin, Abakanların ve Yakutların ülkelerini ellerinden almışlardır. 18.yy başında Türkistan’a girmişlerdir. 1865’de Taşkent’i ele geçirmişlerdir.

Bir zamanlar burunlarını sığındıkları ormandan dışarıya çıkaramayan Ruslar, Türklerin onlara gösterdiği anlayışın binde birini bile göstermemişlerdir. Varlığını Altınorda’nın hoşgörüsüne borçlu olan Ortodoks kilisesi 1742 yılında sadece Kazan’da 418 mescidi yıktırmıştır. Oysa Altın Ordu Devleti Ortodoks kilisesinin koruyucusuydu. Kilise mülküne saldırının cezası ölümdü, Hıristiyanlıkla alay edilmesinin cezası ağırdı. Papalar vergiden muaftı.

Rasonyi kitabında Rusların uyguladığı asimilasyon politikasını ayrıntılarıyla ele almıştır. Türklerin ticarethanelerinin nasıl kapatıldığını, Rus tüccarlarının Türkistan’a girerek Tatar ekonomisini nasıl yıktıklarını anlatmıştır.

Bunlardan en akılda kalanı ise ekonomik ve kültürel asimilasyonla Türkleri yok edemeyeceklerini anlayan Rusların, 1864’ten sonra Kazan İlahiyat Profesörü İlminski’nin öncülüğünde dil alanında ciddi bir Ruslaştırma projesini hayata geçirmeleridir. İlminski’ye göre; “kavmin dünya görüşü ana dile bağlı olduğundan Hıristiyanlaştırmak için İncil bu kavimlerin kendi lehçelerinde dağıtılmalıdır. Ancak bu yayın Rus harfleriyle yapılmalıdır. Rus alfabesi fonetik alfabeye yakın olduğundan en küçük ayrılıkları kesin bir biçimde göstermektedir. Böylece Türkçeyi küçük lehçelere ayırabilecek ve Türklüğü Rus potasında eritebileceklerdir”. İşte Rus siyaseti Tatar kökenli olan Lenin dönemi (Çarlığı ‘kavimler hapishanesi’ olarak değerlendirdi) dışında hep bu kurnaz ve sinsi planı benimsemiş ve Türklüğün zararına büyümüştür.

Macarlar Türk mü?

Kendisi de Macar asıllı olan Rasonyi’ye göre Macarlar ve Türkler akrabadır. Rasonyi Macarların Türklüğü tezini şöyle savunmaktadır:

“Tuna Bulgarlarını, tarihlerinin başlangıcında ve İslavlaşmadan önce ne hakla Türk kavimleri arasında sayıyorsak, Macarları da aynı hakla Türklerle akraba olarak görüyoruz. Hatta daha büyük hakla, çünkü Macarların asıl özünü Türklerle birlikte yabancı İslav değil, belki Türklerle en eski çağlardan beri akraba olan Fin-Ugorlar oluşturur. Daha yalın bir gerekçeyle Türkler Macarların babasını, Fin-Ugorlar anasını oluşturur”.

Rasonyi; dinsel, kültürel, dilsel alanlarda tüm argümanlarını bu kitabında tek tek ortaya koyarak Macarlarla Türklerin akrabalığını ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır. Bunlardan bizim aklımızda kalanlarının bazıları şunlardır: Örneğin, Macarların da diğer Türk halkları gibi eşyayı mezara ters koymaları gibi. Bu halkların inancına göre ahiret dünyanın tam tersidir ve bunun Şaman inancı ile ilişkisi kuşkusuzdur. Yine şaşırtıcı bir benzerlik müzik alanındadır. Macar halk müziği, Türk halk musikisi tabakasındandır. Bu müziğin eşine Güney Anadolu Yörüklerinde ve Volga çevresinde rastlanabilmekte oluşu bu ilişkiyi güçlendirmektedir. Bugünkü Türk musiki aletleri arasında olan kobuz, Macaristan’da “koboz”dur. Yine en eski Türk musiki aletlerinden olan çifte kaval Macaristan’da bir Avar mezarından çıkarılmıştır.

Ancak Rasonyi’ye göre Türklerin kimi zaman varlıklarını güçlendiren, kimi zaman da kendi varlıklarına zarar veren bir özelliği de vardır. Oda Türklerin kabul ettikleri dinin, dolayısıyla kültürün en etkin savunucusu ve yayıcısı olmalarıdır. Bu konuyu Budizm ile ilgili olarak Çin’de, Mani ve İslam tarihinde belirleme olasıdır. Türklük İslamiyet’in kılıcı olduğu gibi, Macarlar da kendi deyişiyle Hıristiyanlığın kalkanı olmuşlar ve Türk soyundan gelen Macarlar Hıristiyanlık uğruna nice evlatlarını vermişlerdir.

Üç kıtada birden Türklüğün izini süren Rasonyi’nin kitabı insanlığın başlangıcından bugüne kadar tarihsel bir sıralama ile Türklüğün gelişimini inceleyen kapsamlı bir kitaptır. Sadece Macarların değil, Romenlerin, Korelilerin ve diğer birçok kavmin Türklükle olan bağlantılarını bilimsel olarak ortaya koymaktadır.

Kitap bir Özbek kadınının fotoğrafıyla bitmektedir. Rasonyi, ta o yıllardan Kuzey Avrasya olarak adlandırdığı Türkistan coğrafyasının parçalanmışlığına dikkat çekmekte ve ödev olarak yeni nesillere milli duyguların kuvvetlendirilmesi, milli tarih araştırmalarına önem verilmesi, bununla ilgili akademilerin güçlendirilmesini önermektedir. Bu yönüyle sadece tarihsel bir inceleme olarak değil, geleceğe yön vermek amacıyla yazılmış değerli bir kitaptır.

2012-08-28
http://www.turksolu.org