Nereden Başlamalı: Béla Tarr

Durmaksızın yağan yağmurun etkisiyle sokakları çamura bulanmış küçük Macaristan kasabalarından ibaret siyah-beyaz bir dünya. Sinema tarihinde çok az yönetmen, Béla Tarr’ın yaptığı gibi kendine özgü, bütünlüklü bir evren yaratabilmiş ve bu evrenin özelliklerini filmografisinin büyük bir kısmına doğru genişletebilmiştir. Görsel anlamda böylesi puslu bir dünya yaratan Tarr, bu dünyayı çok belirgin, neredeyse imzasına dönüşen teknik tercihlerle filme alır. Bunların başında gelen de elbette uzun planlar. Yönetmen bu tercihini, plan uzunluğunun şiddeti, gerilimi, titreşimi, derinliği üzerinden açıklar. Genele bakacak olursak da Tarr’ın sineması tam olarak şiddet, gerilim ve derinlik üzerine kuruludur. Bu duygular da kökenini, yönetmenin kariyer seyrini göz önünde bulundurup söylersek, önce sosyal ve toplumsal sorunlardan, devamında ise bu sorunların ontolojik kavramlarla harmanlanmasından alır.

Béla Tarr’ın en ayrıksı temsilcilerinden biri olduğu Macar sinemasının, o döneme kadar da bu ülkeden usta yönetmenler çıkmış olsa da, güçlü bir gelenek yaratmasının önü 1961’de kurulan ve adını önemli sinema kuramcısı Béla Balázs’dan alan, Béla Balázs Stüdyosu’nun kurulmasıyla açılmıştır. Sinema eğitimini bu kurumda alan Tarr, kariyerinin ilk döneminde belgesel-kurmaca hareketinin etkisindeki Budapeşte Okuluyla da temas hâlindedir. Ve bu ekolün etkisinin sonucu olarak olarak ortaya çıkan erken dönem filmleri, yönetmenin kariyerinin üslup açısından bariz bir şekilde ikiye ayrılmasına neden olur. Zira Béla Tarr’ın ilk üç sinema filmi, belgeselvari bir üsluba dayanan sosyal gerçekçi anlatılardır. Bu filmlerin ilki olan, 1977 yapımı Aile Yuvası – Családi tüzfészek, mevcut iktidarın konut politikalarını, tek bir ailenin yaşadıkları üzerinden eleştirirken, biçimsel olarak belgesele yakın bir yerde konumlanır. İkinci film Dışarıdaki – Szabadgyalog, yetenekli ama hayatında bir düzen tutturmakta zorlanan bir müzisyenin yaşadığı geçim sıkıntısı ve bunun doğurduğu sonuçlara benzer bir üslupla odaklanır. 1982 tarihli, üçüncü filmi Prefabrik İnsanları – Panelkapcsolat ise Tarr’ın üslubundaki değişim ilk emarelerini taşıması sebebiyle önemlidir. Tematik olarak önceki filmlerine benzerlikler taşısa da, özellikle uzun diyaloglar içeren plan sekanslar, Prefabrik İnsanları ile birlikte yönetmenin sinemasına giriş yapar. Bu film yönetmene Locarno Film Festivali’nde Özel Mansiyon Ödülü kazandırarak, uluslararası sinema camiasında da karşılığını bulur. Béla Tarr’ın sonraki eseri Sonbahar Almanağı – Öszi almanach ile sinemasındaki tematik dönüşümün de sinyallerini verir. Toplumsal ve ahlaki çöküşe vurgu yapan bir Puşkin alıntısıyla açılan film, tabiri caizse yıkık dökük, klostrofobik bir apartman dairesinde geçen bir “oda draması”dır. Bu evde yaşayan, sürekli çatışma hâlindeki beş kişiye odaklanırken, başta ekonomik sorunlar olmak üzere yaşanan koşulların tetiklediği varoluşsal kaygıları, adeta bir mikroskop altına alır ve uzun planlar, uzun diyaloglar vasıtasıyla inceler. Yönetmenin renkli çektiği son film olması itibarıyla da önem taşıyan Sonbahar Almanağı, girişte özelliklerini saydığımız “gerçek” Béla Tarr sinemasının ilk eseri olan Lanet – Kárhozat öncesi gelen sağlam bir atlama tahtasıdır.

Devamını oku

Haber kaynağı: www.filmloverss.com