İşte o şiirin kahramanı kadın, M. Radnoti’nin sevgili karısı Fanni hala hayatta; 100 yaşında ve Budapeşte’de yaşıyor.”
Budapeşte’de yaşayan Macar dostum Bayan Ágota Jancsecz’ten geçenlerde bir mektup aldım. Mektuptan söz etmeden önce, dostum Ágota Jancsecz’le tanışma öykümüze kısaca değinmeliyim.
Ágota Jancsecz, yöneticisi olduğu büyük bir firmanın iş görüşmeleri için geldiği Frankfurt Havalimanı’nda yılllar önce iki bayan arkadaşıyla taksime müşteri olarak binmişti. Macar olduklarını ve Budapeşte’den geldiklerini söyleyince, ünlü Macar şairi Attila Jozsef ve şiirleri üstüne keyifli bir sohbete dalmıştık. Ágota’nın da yüreğinde sımsıcak yeri olan Attila Jozsef şiirlerinin tatlandırdığı bir saatlik taksi yolculuğunun ardından onunla dost olduk.
Bu dostluğumuz bugüne değin sürdü. (Yolculuğun sonunda Ágota, taksimetredeki tutarı ödemiş, ben de ödediği paranın bir kısmını ona ‘Attila Jozsef İndirimi’ diye geri vermiştim. Almanya’da bir Türk taksi şoförünün, şairleri Attila Jozsef’i içten bir sevgiyle anıyor, onun şiirlerini belleğinden okuyor olması onu epey şaşırtmış ve duygulandırmış, vedalaşırken boynuma sarılmıştı…)
O günden sonra Almanya’ya yaptığı her iş gezisinde hem taksi müşterim hem de yakın bir dostum olarak beni hep aradı. Her buluşmamızda, görmemizi çok istediği güzel kenti Budapeşte’ye bizi defalarca davet etti. Sevgili şairimiz Attila’nın Tuna kıyılarındaki ayak izlerinde yürümek, dostumuz Ágota’nın, Attila Jozsef Bulvarı’ndaki bürosunda bir kahvesini içmek için 2006 yazında karım ve oğlumla Macaristan’a gittik. Bizi Budapeşte’de bir hafta konuk etti. Yalnız Budapeşte’yi değil, 1848 Mart Devrimi’nin ateşleyicisi, ulusalcı şairleri Petöfi Şandor’un doğduğu köy Kişköröş’ten, Debrecen’e ve Budapeşte’ye yaya gittiği toprak yolları, Pusta Ovası’nın gizemli güzelliklerini de onun rehberliğinde gezdik, gördük. Halkının özgürlüğü için çarpışırken 26 yaşında can veren Petöfi’nin defalarca konakladığı, küçük bir odasında geceleri mum ışığında şiirler yazdığı 300 yılllık Hortobagy Çarda’nın bahçesinde, onun bronz portresi önünde Petöfi’den şiirler okuduk…
Yanoş Agota ve Selçuk Ülger-Frankfurt
Yine, Attila’nın en sevdiğim şiirini, (Henüz çocukken yitirdiği annesine, gençliğinde yazdığı ‘Anne’ şiiri) yazıldığı kentte, Budapeşte’de, Tuna kıyılarındaki eski bir restoranda, bir şişe Egri Bikaver şarabı eşliğinde şiirin hem Macarcasını hem Türkçesini okuyarak şiirin tadına bir kez daha vardık:
/…/
” Nem nyafognék, de most már késö,
Most látom, milyen órias ö-
szürke hája lebben az égen,
kékítöt old az ég vizeben. ”
…
”Ağlamak için çok geç şimdi
Annemi uçuşan kır saçlarıyla
Görüyorum gökyüzü sonsuzluğunda
Göğün suyuna katerken çivitini” *
Yine aynı akşam, yaşamımda aldığım en seçkin armağanlardan birine sahip oldum: Agota bana 1930’lu yılların sonunda Budapeşte’de basılmış, kapağı ve sayfaları sararmış ‘Attila Jozsef’in Bütün Şiirleri’ kitabını sundu.
Biz de, Ágota ve yaşam yoldaşı Bay Yanoş’u, bir kaç kez Frankfurt’ta ağırladık. Goethe’nin doğduğu müze evi, Heinrich Heine’nin Loreley şiirini yazdığı Ren boylarını, Main ile Ren nehrinin buluştuğu vadiye sıralanmış üzüm bağlarını, şarapevlerini, şatoları gezdirdik. Tuna kıyılarındaki gibi Ren ve Main boylarında da güzel anılar biriktirdik…
Selçuk Ülger Attila Jozef’le
Yıllar önce Attila şiirleriyle başlayan ve süren bu güzel dostluğumuzun öyküsünü, Sevgi Can Yağcı ve Orhan Tüleylioğlu’nun 2005 yılında, A. Jozsef’in 100. doğum günü anısına hazırladıkları ‘Yalan Söylemez Çünkü Şairler’ adlı anı kitapta uzunca anlatmıştım. Kitabın 2011’in sonlarında andığım adla 2. basımı yapıldı.
Macaristan’ın sosyalist yıllarını yaşamış bilge dostum Ágota Jancsecz, şimdi yetmişine merdiven dayamış bir emekli olsa da, şiirlerle diri tuttuğu ve yaşam sevinci dolu yüreği hala gencecik…
AGOTA’NIN MEKTUBU
Ágota Jancsecz’ten aldığım son mektuplar eski mektupları gibi coşkulu değil ne yazık ki! Belli ki, küreselleşmenin dayattığı aşırı tüketime yönelik kapitalist yaşam biçimi, sosyalizmin insancıl değerlerinin yerini sözüm ona yeni değerlerin alışı, insanlığın binlerce yılda oluşturduğu yüce değerlerin ışığının karartılışı, Ágota’nın duyarlı yüreğiyle yazdığı mektuplara da yansıyor…
Ágota’nın güzel yurdu Macaristan, son yıllarda tüketim kültürünün kıskacında ekonomik krizle boğuşan bir ülke oldu. Ülkede durum böyleyken, iktidardaki politikacılar ise başka işleri yokmuş gibi, geçen yıldan beri, Macaristan Parlamentosu bahçesinden Attila Jozsef’in Tuna’yı seyreden anıtının yerinin değiştirilmesiyle uğraşıyormuş. A. Jozsef Anıtı’nın bulunduğu Koşut Alanı’nı (Kossuth tér), yeni bir mimari tasarımla anıtın bulunmadığı eski yıllardaki haline getirmek istiyorlarmış…
Bu haber, henüz 32 yaşındayken küçük bir kasaba istasyonunda (Balatonszárszó) kendini bir trenin altına atarak yaşamına son vermiş, şiirleriyle ben ve benim gibi milyonların yüreğinde yaşayan Attila’yı seven ve onun anıtının sonsuza dek yerinde kalmasını isteyen dostum Agota gibi yüzbinlerce Macarı ayağa kaldırmış…
Şunun altını çizmeliyim: Attila Jozsef’in, Tuna’nın akıp giden sularını seyrederken betimlenen yontusu ‘ucube’ sayılıp, parçalanıp hurdalığa atılmayacak. Yapılmak istenen yalnızca bir mekan değişikliği…
Bu haberi duyduğumda, anıtın basamağında oturmuş, Attila’dan ve 1950’li yıllarda Budapeşte’ye defalarca konuk olmuş, bu kentte güzel anılar yaşamış şairimiz Nazım Hikmet’Den şiirler okumuş biri olarak ben de üzüldüm… Budapeşte anılarımı süsleyen o anıtın yeri değiştirilirse, o güzel anılarım da anıtla beraber Tuna kıyısından silinip gideceklermiş gibi karamsar bir duyguya kapıldım…
Geçen yıl anıtın yerinin değiştirilmesi kararına karşı, Koşut Alanı’nda bir çok protesto gösterisi yapıldı. Agota’nın da katıldığı bu anlamlı protestoların coşkusunu, onun sıcağı sıcağına yolladığı e- iletilerden oradaymışım gibi yaşadım…
Mikos Radnoti
(Ondan gelen bazı iletileri Türkçe’ye çevirip, bu konuya ilgi duyacağını bildiğim bütün dostlarımla, başta 1970’lerde ‘Attila Jozsef’le Tanışma’ şiirinde, Attila’yı sevgiyle anan şair ağabeyim Metin Demirtaş ile paylaştım. Yalan Söylemez Çünkü Şairler anı kitabının hazırlayıcılarından, Hungarolog dostumuz Sevgi Can Yağcı ise olaydan zaten ta başından beri haberdardı. Bu haber, olağanüstü güzellikte çevirileriyle Attila’yı Türkçe’de ölümsüzleştiren şair Ataol Behramoğlu ağabeyimin 2011 kasımında Cumhuriyet Pazar Eki’ndeki bir yazısına konu oldu…)
*
Ágota’nın son mektubu beni çok duygulandırdı. Mektubunda, aynı dönemde yaşamış Budapeşteli iki çileli şairin yolları yeniden kesişiyordu. İlki, henüz 35 yaşındayken, 1944’te Macaristan – Sırbistan sınırındaki Bor Toplama Kampı’ndan, Györ yakınlarındaki başka bir toplama kampına götürülürken yolda 21 tutsakla birlikte kurşuna dizilen ünlü şair Mikloş Radnoti, diğeri ise, yine aynı dönemin faşist baskılarından ve yoksulluktan bunalmış, psikolojik sağaltımı sürerken kendini bir trenin altına atarak hayatına son veren Attila Jozsef…
Bugün ikisi de bütün dünyada hala sevgiyle okunan şairler…
Mektubu okurken, bu talihsiz şairlerin Budapeşte’de yattığı ünlü Kerepeşi Gömütlüğü geldi gözlerimin önüne. Yüreğim, gömütlüğün kapısında duyduğum hüzünle doldu yeniden…
*
“Sevgili Dostum Selçuk Ülger Merhaba,
Sana daha önceleri bahsetmiştim, her yıl 11 Nisan, Macaristan’da ‘Şiir Günü’ olarak kutlanır. Dün Şiir Günü’nü kutladık. 11 Nisan’ın seçilmesi raslantı değildir. Şiir Günü, aynı zamanda şairimiz Attila Jozsef’in de doğum günüdür…
2012 Şiir Günü ve A. Jozsef’i anma kutlamaları her yıl olduğundan daha farklı geçti. Geçen yıl seni de haberdar ettiğim gibi, Attila’nın, Parlamento bahçesinden derin ve hüzünlü bakışlarıyla Tuna’yı seyreden anıtını, bugünkü siyasi yönetimin başka bir yere taşıma tasarımı, bu yılki Şiir Günü etkinliklerine damgasını vurdu. 2011 kasım ayındaki protesto etkinliklerinde başarıyla gerçekleştirilen, ‘A. Jozsef’i Anma Maratonu’ , Şiir Günü ve onun doğum günü nedeniyle tekrar edildi. Anma Maratonu’nun süresi şöyle belirlendi: Attila’nın yaşadığı 32 yıl 40 gün, saate ve dakikaya çevrildi; yani 32 saat 40 dakika… Senin de Budapeşte anılarında anlamlı bir yeri olduğunu bildiğim bu anıtın yakınında büyük bir sahne kuruldu. Organize görevlilerine önceden adını yazdıran şairler, yazarlar, sanatçılar, müzisyenler, çocuklar, gençler, üniversite öğrencileri… 32 saat 40 dakika durmaksızın sahneye çıktılar. Kimi Attila şiirleri okudu, kimi onun şiirlerinden bestelenmiş şarkıları seslendirdi, tiyatro oyunu sahneledi… Sahne hiç boş kalmadı. Tuna kıyısında, serin bir Budapeşte baharında çoşkuyla geçen bu güzel etkinlikte aramızda olmanı çok isterdim…
Bu şiir maratonundaki bazı ufak aksaklıkların yarattığı boşluk, ünlü tiyatrocularımızın kasete alınmış seslerinden Attila şiirleri dinletilerek dolduruldu. Şimdi yaşamda olmayan Zoltan Latinoviç de bunlardan biriydi. Attila’nın ‘Anne’ şiirini en iyi okuyan bence odur. Onun etkili sesinden bu şiiri dinlerken seni andım. O şiiri, Main kıyılarında, Frankfurt’un soğuk güz rüzgarlarında, genç yaşında yiten anneni özlemle anarak okuyuşun geldi aklıma…
Attila’yı yüreğinde yaşatan uzaktaki dostları gibi, aklı başında hiçbir Macar da Attila anıtının yerinin değiştirilmesini istemiyor. Çoğunluk oldukça tepkili bu duruma…
Şiirsever birisi için Tuna kıyıları Attila’nın anıtıyla daha anlamlıdır…
Bu ince duyguları, bazı katı yürekli siyasetçilerin anlaması çok güç…
Şimdi, beni çok şaşırttığı gibi seni de şaşırtacak başka önemli bir habere geçiyorum:
Attila ile aynı dönemde yaşamış bir diğer yiğit şairimiz de Radnóti Miklós’dur. (Mikloş Radnoti) Onu tanıdığını biliyorum. Türkçe’ye çevrilmiş şiirlerini mutlaka okumuşundur…
M. Radnoti, Bor Toplama Kampında tutulurken bir şair sezgisiyle naziler tarafından er geç öldürüleceğini hisseder. Faşist kurşunlarıyla katledilmeden önce, şiirlerini topladığı not defterini (Bor Notları), çok sevdiği karısı Fanni’ye ulaştırmayı başarmıştır. Öldürülmeden bir süre önce karısına yazdığı bir şiir vardır: ‘Karıma Mektup’. O duygulu şiiri okudun mu? Eğer okumadınsa, şiiri hemen bul ve mutlaka oku!
İşte o şiirin kahramanı kadın, M. Radnoti’nin sevgili karısı Fanni hala hayatta; 100 yaşında ve Budapeşte’de yaşıyor. Fanni’nin Budapeşte’de oturduğu ev, şair kocasının komünist parti üyeliğinden ve yahudi geçmişinden dolayı naziler tarafından tutuklanıp değişik toplama kamplarına götürüldüğü günlerde oturdukları bir apartman dairesi. Fanni, kocası Mikloş’la en güzel anılarını saklayan bu küçük daireyi o günden beri terketmemiştir… Hatta kapı ziline birlikte yazdıkları isim bile değişmemiştir: Dr. Mikloş Radnoti & Bayan Radnoti …
İşte şair Radnoti’nin 1926 yılında tanıştığı, 1935 yılında büyük bir aşkla sevdiği ve evlendiği bu efsane kadın, Attila Jozsef’i anma etkinlikleri başlamadan önce, A. Jozsef Anıtı üzerinde yürütülen tartışmalarla ilgili görüşlerini bildiren bir mektubu, 7 Nisan günü Nepszava Gazetesi’nde yayımlattı. 100 yaşındaki Fanni’nin, bir gazeteci tarafından kaleme alınan mektubunun altına attığı o titrek imzası, yüreği olan herkesi sarstı…
Bayan Radnoti’yle konuşan gazeteci, Fanni’nin yaşlı belleğinin yaptığı küçük anlatım yanlışlarına hiç dokunmamış, onun yazdırdıklarını olduğu gibi yayımlamayı uygun görmüş. Bence de böylesi daha doğal ve daha etkileyiciydi…
Mektup çok ses getirir mi bilemem; ama o ünlü ‘ Karıma Mektup’ şiirinin kahramanı, Mikloş Radnoti’nin yüreği sancılı karısı Fanni, bu mektubuyla, çamaşırcı yoksul bir annenin oğlu Attila Jozsef’i, onun ‘ Anne’ şiirindeki sevgiyle kucakladı ve herkese iyi bir insanlık dersi verdi…
Bayan Radnoti’nin mektubu şöyleydi:
‘ Değerli Kararvericiler!
Size sesleniyoruz!
Bütün sorumlulardan, Attila Jozsef’in doğum günü olan 11 Nisan’ın ve onu anma etkinliklerinin yaklaştığı şu günlerde, onun anıtıyla ilgili aylardır sürdürülen gereksiz ve aptalca tartışmaları hemen bitirmelerini önemle rica ediyoruz. Böyle bir tartışma, Attila Jozsef ‘in şiir sanatına ve yüce anısına hiç yakışmayan, büyük bir saygısızlıktır. Onun eşsiz güzellikteki eserleri ulusumuza bırakılan büyük bir armağan, aynı zamanda değerli bir mirastır. Yüreğinde insanlık onuru taşıyan herkes, sahip olduğumuz bu ulusal mirasımızı gelecek kuşaklara aktarmakla yükümlüdür. Hiçbir söylem ve gerekçe bu yükümlülüğümüzü ortadan kaldıracak güçte değildir…
Kim, niçin ve hangi hakla, Attila Jozsef gibi ulusal değerimiz olan bir şairin Tuna kıyısındaki anıtının yerini değiştirmeye yelteniyor? Ve bu hakkı nasıl kendinde görebiliyor?
Attila Jozsef Anıtı’nın Tuna kıyısındaki şimdiki yeri, en doğru ve en güzel yeridir…
Bu konuda sorumluluk taşıyan, Attila Jozsef’i ve şiirlerini kalbinde birazcık olsun duyumsayabilen politikacılardan yeniden rica ediyoruz: Bu anlamsız tartışmanın hemen bitmesini lütfen sağlayınız!
Onu anma gününde ellerinde çiçeklerle, yüreklerinde şairin dizeleriyle o anıtın önünde toplanan insanların kafalarında bir tek düşünce olmalıdır: Eşsiz güzellikte bir şaire sahip olmanın verdiği gurur ve onu gelecek kuşaklara taşımadaki kararlılık… İmza. Bayan Radnoti. ‘
İşte, Bayan Radnóti’nin hepimize örnek olan mektubu Almanca’ya çevirebildiğim kadarıyla aşağı yukarı böyleydi. Mektubu okuyunca duygulandım ve içim iyimserlikle doldu.
Umutlu olmak için hala çok neden var, ne dersin?
En kısa zamanda Budapeşte’de yeniden görüşmek üzere. Seni ve aileni sevgiyle selamlıyoruz.
Dostunuz Ágota Jancsecz / Budapeşte. ‘
Miklos Radnoti karısı Fanni ile
MEKTUBU YANITLAMADAN ÖNCE ARADIĞIM ŞİİR: KARIMA MEKTUP
Mektuptaki haberlerin yarattığı şiirsel coşkular kaybolmadan, mektubu hemen yanıtlamak istedim. Ama Radnóti’nin, ‘Karıma Mektup’ şiirini okumadan Ágota’ya vereceğim yanıt, sıradan bir yanıt olurdu…
Radnoti’nin o şiirini bulmak için antolojilere ve yaşamı üzerine yazılanlara yeniden göz atarken, onun yoldaşı Attila Jozsef gibi sadece ölümünün değil, doğumunun da trajedilerle dolu olduğunu öğrendim. Radnóti’nin yaşamına ilişkin az bilinen konuların ayrıntılarını okudukça, Radnoti’ye ve şiirlerine duyduğum sevgi, tıpkı A. jozsef’e duyduğum kardeşçe sevgi gibi derinleşti…
Radnoti’nin Dünya Şiir Antolojisindeki “Dün ve Bugün” isimli çok sevdiğim şiirini seslice okudum…
…
Kumral çocukluk! Çoktandır yoksun artık!
Yaşlılıksa ulaşılamayacak kadar uzak!
Dizlerine kadar kan içinde duruyor şair
Söylediği her türküyü son türkü sayarak.’ **
*
Radnóti, daha yaşama merhaba dediği anda, annesini ve ikiz kardeşini kaybeder. Bu acı olay ondan bir süre gizlenir. Gerçeği öğrendikten sonra annesinin ve ikiz kardeşinin ölümünden kendisini sorumlu tutar. Ve bu acının derin izlerini taşıyan ruh hali bir çok şiirine yansır. 1940 yılında yayımladığı ve içinde şiirlerinin yanısıra kısa öykülerinin de bulunduğu kitabının adını ‘Ikrek Hava’ koyar. Kitap, adını içindeki kısa bir öyküden almıştır. Türkçe’ye ‘İkizler Burcu’ ya da İkizler Ay’ı diye çevirebileceğimiz Ikrek Hava adlı şiirsel öyküsünde, öksüz bir çocuğun, bir kadın yakınıyla olan diyaloğu ele alınır. Çocuk, yakını kadına ısrarla, ‘Annem neden öldü, nasıl öldü?..’ diye sormaktadır. Kadın, çocuğun ısrarlı sorularına artık suskun kalamaz ve ondan gizlenen gerçeği ona olduğu gibi anlatır: ‘Zavallı annenin zayıf kalbi ancak seni doğurana dek dayanabildi; sıra ikiz kardeşine geldiğinde ikisi de öldüler’ der… Kadının gözyaşlarıyla anlattıkları, çocuğun o küçük dünyasını altüst etmiştir. Çocuğun şaşkınlığı ve üzüntüsü birden kime, neye duyduğunu bilmediği bir hınca dönüşür. Ağlar, haykırır… Annesini ve ikiz kardeşini kurtaramayan doktora lanetler okur: ‘Kahrolası aciz doktor! Neden kurtaramadı annemi ve kardeşimi!..’ Ardından odadaki koltukları tekmeler… Kadın üzgün ve pişmandır anlattıklarına. Ama artık çok geçtir. Çocuk gerçekleri öğrenmiştir…
Çocuk, kadının onu sinemaya götürme teklifini reddeder ve akşam karanlığında gözyaşlarıyla dışarı fırlar. Acısını Budapeşte’nin sessiz sokaklarında dolaşarak dindirir…
Öyküdeki o çocuk yıllar sonra, naziler tarafından kapatıldığı toplama kamplarında, Budapeşte’de hasretle yolunu gözleyen karısına kavuşamamanın derin acısı ve yurtsama duygusu içinde en hüzünlü şiirlerini yazacaktır…
Şair Radnoti, 1944’ün kasım soğuğunda, Bor Toplama Kampı’ndan Macaristan’ın diğer ucundaki başka bir toplama kampına yollanır. Yanındaki tutsaklarla birlikte, aç, susuz ve umutsuzluk içinde günlerce süren yaya yolculukları, Avusturya sınırı yakınlarındaki Abda köyünde nazi kurşunlarıyla son bulur…
İki yıl sonra çürümüş cesetler toplu gömütten çıkarıldığında, bir cesedin ceket cebinden mektuplar, fotoğraflar ve bir not defteri çıkar. Defterin, yer yer kana bulanmış nemli sarı sayfalarına el yazısıyla yazılmış şiirler, şairi Mikloş Radnoti’nin kanına bulanmış son şiirlerdir. Ve bu son şiirleri, Köpüklenen Gök (Tajtékos ég) adıyla 1948 yılında kitaplaşır…
(Radnoti’nin, Türkolog Prof. Dr. Edit Taşnadi ve şair Kemal Özer tarafından Türkçe’ye çevrilen şiirleri de aynı adla 1997’de kitaplaşmıştır.)
Radnoti’yi yeniden okurken, benzer bir kaderi yaşayan büyük Bulgar şairini, Metin Demirtaş’ın bir şiirinde ‘Büyük oğlu Bulgar toprağının’ diye andığı Nikola Vaptsarov’u ve onun kurşuna dizilmeye götürülmeden yazıp, arkadaşlarıyla gizlice karısına yolladığı ‘Veda’ şiirini de anımsamamak olası mı?..
Radnoti’nin , katledilişinden kısa bir süre önce, 1944 Ağustos’unda yazdığı, Karıma Mektup (Levél a hitveshez) şiirinin Türkçe çevirisine kitaplığımdaki dünya şiir antolojilerinde rastlayamadım. Ama 1960’lı yıllarda yayımlanmış Almanca bir kaynakta, Doğu Alman yazar Franz Fühmann tarafından yapılan çevirisini buldum. Almanca, duygu yüklü, lirik şiirlerin havasını yansıtmaya pek elverişli değilse de, Radnoti’nin kanıyla ıslanmış bu acı çığlığını, karım Senar’la Türkçe’ye çevirirken elimizden geldiğince duyumsatmaya çalıştık.
“Karıma Mektup”un yazıldığı cep defterinin sayfaları
Karıma Mektup
Dilsiz derinliklerin suskunluğunda ortalık,
Ağlar sessizlik, haykırırım ben olanca gücümle
Kim, ne yanıt verir ki bana,
Ölümün kol gezdiği şu
Kanlı, dumanlı Sırp vadilerinde…
Ve sen şimdi çok uzaklardasın.
Geceleri yalnız rüyalarımda çınlayan sesini
Saklarım kalbimin en kuytu köşesinde,
Eğrelti otlarının serin hışırtıları gibi
Gündüzleri de azıcık işitebileyim diye…
Ne zaman göreceğim seni, bilemiyorum,
Sen, sıcak yuvam, öfkelerimi dindiren kutsal duam,
Işık ve gölge kadar güzelsin,
Ah, bulurdum sana götüren yolu kör bile olsam…
Uzak ufuklar saklıyor şimdi seni,
Bazen süzülüp iniyorsun gözlerime birden
Gerçektin, ulaşılmaz rüyası oldun yine
Ergenlik çeşmemin şırıltılarında yeniden…
Radnoti’nin, bugün 100 yaşında, hala bizlere esin veren sevgili karısı Fanni’ye seslendiği bu şiirinin bir bölümünü çevirme cesaretini, Ágota’nın mektubunun estirdiği şiirsel coşkuya borçluyum…
(*): A. Jozsef, ‘ Anne’ Şiiri. Çev. Şair Ataol Behramoğlu
(**) : ‘Dün ve Bugün’ şiiri. M. Radnoti. Çev. Şair Ataol Behramoğlu, Dünya Şiir Antolojisi- 2008. A. Behramoğlu- Ö. İnce
NOT: Bu yazı Evrensel Dergisi Haziran 2012 tarihli sayısında yayımlandı.
Selçuk Ülger
(Frankfurt/Main, Nisan – Mayıs 2012)
Detaylar: >>>
2013-03-10