Macaristan: Bir zamanlar altın takımdı

arancsapat1950’li yıllarda tüm dünyanın en çok hayranlık duyduğu takım olan Macaristan’dan geriye bugün sadece adı kalmış durumda. Yıldızlar karması olduğu günlerden vasatı aşamayan oyunculardan kurulu alelâde bir takım olduğu bugünlere gelen Macaristan’da, futbolun geleceğine de pek ümitle bakılamıyor.

Yazan: Onur Erdem / TamSaha

Futbolun, Kıta Avrupa’sında ilk filizlendiği ve serpildiği noktalardan biri olan Macaristan, hiç kuşkusuz bu özelliğinin de etkisiyle uzun yıllar boyunca futbol dünyasının en önde gelen ülkelerinin arasında yer almıştı. Ancak 1980’lerin ortalarından itibaren kendisini büyük bir buhranın içinde bulan Macar futbolunun yüzü, neredeyse 30 yıldır bir gün olsun doğru dürüst gülebilmiş değil. Vakti zamanında bünyesinden tüm dünyanın gıpta ettiği harikulade yıldızlar çıkaran ve o yıldızları müthiş bir ahenk içinde kullanarak adeta önüne geleni devirebilen Macar Millî Takımı, artık Avrupa’da San Marino ve benzeri takımlarla oynamadığı müddetçe zorlanan bir görüntü çiziyor.

Macarların futbolla tanışması, henüz Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde olmuştu. 19. yüzyıl sonlarında özellikle Budapeşte’de kurulan Ujpest, Ferençvaroş ve MTK gibi spor kulüplerinin çok geçmeden bünyelerinde futbol şubeleri de açmalarıyla birlikte, Macaristan futbolla resmen tanışmış oluyordu. 1901 yılında Macar Futbol Federasyonu’nun kurulması ve ilk ulusal şampiyonanın düzenlenmesinin ardından 1902’de de Macaristan Millî Takımı ilk maçına, imparatorluğun diğer yarısını oluşturan Avusturya karşısında çıkmış, maç 5-0 Avusturya üstünlüğüyle tamamlanmıştı.

Macaristan, 1930’ların ikinci yarısından itibaren Avrupa’nın en önemli futbol güçlerinden biri haline gelecekti. 1934 Dünya Kupası’nda ilk turda Mısır’ı 4-2 geçip çeyrek finale kalan fakat bu turda ezeli rakibi Avusturya’ya 2-1 yenilen Macarlar, 1938 Dünya Kupası’ndaysa ilk büyük başarısını elde ediyor ve sırasıyla Doğu Hollanda Antilleri (bugünkü Endonezya), İsviçre ve İsveç’i eleyerek finale kalıyordu. Finalde İtalya’ya 4-2 yenilen Macarlar, böylelikle ilk dünya ikinciliklerini elde ediyorlardı.

“Altın Takım”ın doğuşu

Macaristan Millî Takımı’nın efsane mertebesine ulaştığı dönemse 1950’lerdi. Bu dönemdeki Macaristan takımı için II. Dünya Savaşı sonrasında çıkan ilk süper takım benzetmesi de yapılır. Macaristan’ın o meşhur kadrosunda Zoltan Czibor, Nandor Hidegkuti, Sandor Kocsis, Jozef Bozsik ve tabii ki Ferenç Puşkaş gibi “süper star”ların bulunması, takımın elde ettiği başarıların elbette öncelikle bireysel yeteneklerle açıklanabileceğini akla getirse de işin püf noktası, bu bireysel yeteneklerden azami şekilde faydalanabilen bir sistemin yaratılmasındaydı. Öyle ki Marton Bukovi ve Gusztav Sebes gibi teknik adamların çalışmaları neticesinde 1920’lerden beri dünyada en çok kabul gören sistem olan WM dizilişinde M harfini oluşturan kısmı tersine çevirip, (3-2-2-3 şeklindeki rakamsal ifade 3-2-3-2’ye dönmüştür) WW olarak anılmaya başlayan yeni bir sistemin denenmesi, Macar Millî Takımına, klasik WM oynayan rakipleri karşısında büyük bir avantaj sağlamıştır.

1949 yılında Millî Takım Teknik Direktörlüğüne başlayan Gusztav Sebes’in ilk maçında Çekoslovakya deplasmanında alınan 5-2’lik mağlubiyet biraz kafaları karıştırdıysa da kısa süre içerisinde sistemin meyveleri toplanmaya başlamıştır. Takım bu mağlubiyet sonrası oynadığı sekiz maçın altısını kazanırken rakip filelere tam 36 gol göndermiş, kalesindeyse 9 gol görmüştür. Bu sekiz maçlık şovun ardından 14 Mayıs 1950 tarihinde Avusturya’yla Viyana’da yapılan ve 5-3 kaybedilen maçın da Macaristan Millî Takımı’nın tarihinde çok önemli bir yeri olduğunu söyleyelim. Zira Macarlar bu maçtan sonra yaklaşık 50 ay boyunca yenilgi yüzü görmeyecek ve bu süre içinde yapacakları 32 maçta 28 galibiyet, 4 de beraberlik elde edecekti.

Mevzubahis seri içerisinde ilk büyük başarı, 1952 Helsinki Olimpiyatı’nda geldi. Sırasıyla Romanya, İtalya, Türkiye, İsveç ve Yugoslavya’yı deviren Macarlar, altın madalyanın sahibi olurlarken oynadıkları beş maçta rakip filelere tam 20 gol göndermişti.

Wembley’de yazılan tarih

Macaristan Millî Takımı’nın o yıllarda oynadığı en unutulmaz oyunlardan biriyse, daha sonraları tüm zamanların en büyük futbol klasiklerinden biri olarak kabul edilecek bir özel maçta, ünlü Wembley Stadı’nda İngiltere’ye karşı sergilenecekti. 25 Kasım 1953’te oynanan maçta futbolun mucidi olmakla övünen İngilizlerin, kendileri için kapalı kutu konumundaki rakipleri karşısında yaşadıkları 6-3’lük hezimet, futbol dünyasındaki taktiksel gelişimin de nasıl bir “boynuzun kulağı geçmesi” örneği haline geldiğinin göstergesiydi. 30 yıldır kendisine herhangi bir alternatif üretilmeyen WM sistemi, üzerinde ufak değişiklikler yapılmış versiyonu karşısında adeta çuvallamıştı. Maç boyunca Macarların çektiği 35 şuta karşılık İngilizlerin sadece 5 şutta kalmalarıysa, tabelada yazan neticeden kesinlikle daha dehşet verici bir farkı gözler önüne seriyordu.

İngilizlerin ünlü futbol adamı Sir Bobby Robson ileriki yıllarda kendisine o maçla ilgili görüşleri sorulduğunda şunları söylemiştir: “O güne kadar hiç görmediğimiz bir oyun tarzı ve sistem vardı karşımızda. Rakibimizden kimseyi tanımıyorduk. Puşkaş’ı bile bilmiyorduk ve tüm bu muhteşem oyuncular bizim için sanki Mars’tan gelmiş uzaylılardı. Wembley’e geliyorlardı ki İngiltere Wembley’de Kıta Avrupa’sından herhangi bir takıma henüz maç kaybetmemişti. Bu maç da muhtemelen, Avrupa futbolunda kendini yeni yeni göstermeye başlayan ufak bir ülkenin 3-0, 4-0 hatta belki 5-0 mağlup edilmesiyle sonuçlanacaktı. Macarlar Puşkaş’a aynı zamanda bir ordu mensubu olmasından dolayı “Koşan Binbaşı” diyorlardı. Macar ordusunda yer alan bir adam nasıl olur da gelip bizim Wembley’de mağlup olmamızı sağlayan bir oyun ortaya koyabilirdi ki? Ancak öyle bir oynadılar ki, teknik dehaları ve uyguladıkları sistem üzerindeki uzmanlıkları 90 dakika sonrasında bizim WM sistemimizin çöpe gitmesine neden oldu. Maçın yarattığı etki çok büyüktü. Sadece benim değil bütün İngilizlerin üzerinde… Tek bir maç bütün zihniyetimizin değişmesini sağladı. Bu takımı Wembley’de dağıtacağımızı düşünmüştük çünkü bizler bu oyunun ustalarıydık, onlarsa en fazla çırak… Meğer tam tersiymiş!”

Maçın ardından İngilizler, “yenilen pehlivanın güreşe doymaması” deyimini haklı çıkarırcasına, bir rövanş karşılaşması oynanması talebinde bulunmuşlardı. Lâkin talebin kabul görmesi üzerine altı ay sonra Budapeşte’nin Nep Stadı’nda oynanan maç, İngilizler adına skor açısından öncekine göre çok daha feci olacak ve Macarlar 7-1’lik göz kamaştırıcı bir galibiyete imza atacaktı. Bu skor aynı zamanda İngiltere Millî Takımı’nın tarihinde aldığı en farklı mağlubiyetti ve günümüzde de bu özelliğini korumakta…

Rüyaların kâbusa dönüşmesi

Özellikle İngiltere karşısında aldıkları olağanüstü galibiyetlerin de futbol kamuoyunda yarattığı hayranlık neticesinde 1954’teki Dünya Kupası’na mutlak favori olarak giden Macarlar, İsviçre’deki turnuvaya da bu görüşleri destekler nitelikte çarpıcı skorlar elde ederek başlamışlardı. İlk maçında Güney Kore karşısında kupanın o ana kadarki gol rekorunu kırarak 9-0 galip gelen Altın Takım, bir sonraki maçındaysa Batı Almanya’yı 8-3’le bozguna uğratıyor ve İngilizlerden sonra Almanların da tarihlerinde gördükleri en ağır yenilginin müsebbibi oluyordu.

Çeyrek finalde futbol dünyasının bir başka devi Brezilya’yı, üstelik de sakat olan en önemli oyuncusu Puşkaş’ın yokluğuna karşın dört golle geçen Macarlar, final öncesindeki son virajı da, son dünya şampiyonu Uruguay’ı dört golle devirerek dönmüşlerdi. Finale gelene kadar oynanan dört maçta tam 25 gol atmaları, üstelik bu gol sağanağının Batı Almanya, Brezilya ve Uruguay gibi önemli takımlara karşı da herhangi bir dinme emaresi göstermemesi, hemen herkesin final maçının bir formaliteye dönüşeceğini düşünmesine yol açmıştı. Üstelik Macarların finalde karşılaşacakları takım da henüz üç hafta öncesinde filelerine sekiz gol bıraktıkları Almanlardı.

Bern’deki finalin ilk dakikaları, bu görüşü haklı çıkarır cinstendi. Hatta Wankdorf Stadı’nın tribünlerinde yer alan on binler, daha sekizinci dakika dolmak üzereyken tabelada 2-0’lık Macaristan üstünlüğünün yazdığı gördüklerinde yeni bir tarihi fark beklemeye başlamışlardı. Fakat sonrasında futbol tarihinin belki de en büyük mucizelerinden biri gerçekleşti ve Batı Almanya, kalesini gole kapadığı gibi üç kez de Macaristan kalecisi Grosics’i avlayarak 3-2’lik galibiyete, dolayısıyla da dünya şampiyonluğuna uzandı. Macaristan ise 1938’den sonra bir kez daha dünya ikinciliğiyle yetinmek zorunda kalmıştı. Üstelik bu kez, belki de tarihin görüp görebileceği en görkemli dünya ikincisi de olmuşlardı, ama tüm bunlar elbette ki kaçan balığın büyüklüğünü gizlemeye yetmeyen tesellilerdi.

Sonun başlangıcı

Yine de Macaristan, yaşadığı bu büyük hayal kırıklığının ardından toparlanmakta gecikmedi. 32 maçlık yenilmezlik serisinin bittiği 1954 Dünya Kupası finali sonrasında oynadıkları ilk 18 maçın sadece üçünde berabere kalırken 15 galibiyet aldılar, 74 gol atıp 22 gol yediler. Macaristan’ın bu ikinci önemli serisiyse özel bir maçta, beklenmedik bir rakip, Türkiye karşısında son bulacaktı. 19 Şubat 1956 tarihinde Dolmabahçe Stadı’nda oynanan maçta ikisi Lefter’den, biri de Metin Oktay’dan gelen gollere sadece Puşkaş’tan tek bir cevap gelince ay-yıldızlılar 3-1’lik galibiyete uzanmayı başarmıştı.

Macaristan, aldığı bu mağlubiyetle bir daha eskisi gibi uzun bir yenilmezlik serisi yakalayamayacaktı. O maça kadar oynadığı 51 maçta 43 galibiyet, 7 beraberlik ve tek bir mağlubiyet alan Macaristan, bu maçın ardından oynadığı dört maçınsa ikisini kaybederken ikisindeyse berabere kalacaktı.

Efsane takım dağılıyor

“Altın Takım”ın rüya gibi geçen altı yılın ardından dağılmaya başlamasıysa, 1956 yılının ikinci yarısına denk gelmektedir. Macar ordusunun himayesi altında bulunan ve millî takımın da iskeletini oluşturan Honved ekibi, 1956-57 sezonunun Şampiyon Kulüpler Kupası’nda İspanya’dan Athletic Bilbao ile eşleşmiştir. Tam da bu maçların oynanacağı dönemde Macaristan siyasi açıdan büyük çalkantılar yaşamaktadır. Önce Sovyetler Birliği karşıtı cephe, Imre Nagy önderliğinde iktidara gelmiş, bundan sadece 11 gün sonra da Sovyet tankları Budapeşte’yi işgal ederek Nagy hükümetini devirmiş ve Sovyet yanlısı sosyalist düzeni yeniden kurmuştur. Nagy yanlısı halk ayaklanmaları ve bunun neticesinde yaşanan ordu-halk çatışmaları da ülkede her gün büyük kargaşalar yaşanmasına yol açmıştır. Athletic Bilbao ile yapacağı maç için İspanya’da bulunan Honved takımının oyuncuları da bu kargaşayı bahane ederek Macaristan’a dönmeme kararı alır. Hatta bunun üzerine UEFA da Bilbao maçının rövanşının Brüksel’de oynanmasına karar verir. Bu maçın ardındansa takım İtalya, İspanya, Portekiz hatta Brezilya’yı kapsayan bir tura çıkar.

Uzun turun bitmesiyle birlikte de takımın önemli yıldızları Batı Avrupa kulüplerine doğru yelken açar. Bunların en önde gelenlerinden Puşkaş Real Madrid’e, Czibor ve Kocsis de Barcelona’ya transfer olmuştur. Futbolcuların İspanya’ya gidişleri normal bir transfer vasıtasıyla değil de iltica usulüyle gerçekleştiğinden, birtakım problemler de çabucak baş gösterir. Örneğin ilk önce Espanyol’a transfer olması beklenen Puşkaş, söz konusu problemler neticesinde FIFA’dan iki yıl men cezası alır, iki yıllık beklemenin sona ermesiyle birlikte de hızlı davranan Real Madrid yıldız oyuncuyu kadrosuna katan taraf olur.

1956 yılında “Altın Takım”ın yaratıcısı olan teknik direktör Gusztav Sebes’in görevi bırakması da dağılmanın bir diğer göstergesidir. Her ne kadar Sebes’ten görevi devralan isim onun dünyaya tanıttığı WW sisteminin asıl fikir babası olan Marton Bukovi olsa da, Bukovi de bir yıl geçmeden yerini Lajos Baroti adlı bir diğer meslektaşına bırakacak ve Macaristan Millî Takımı en büyükler arasındaki yerini yavaş yavaş kaybetmeye başlayacaktır.

Zirvenin eteklerine tutunma çabaları

Yine de Macaristan’ın yaşadığı düşüş çok ani ve sert olmamıştı. 1957-58 sezonunda Vasas’ın Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finaline kadar gelip, daha sonrasında kupayı da kazanacak olan Real Madrid’e takılması, Macaristan futbolunun yitirdiği yıldızlara rağmen kolay kolay yıkılmayacağının mesajını veriyordu. Lâkin aynı sezonun sonunda İsveç’te oynanan dünya kupasına ilk turda veda edilmesi de artık bardağın en az yarısının boş olduğuna delaletti.

Dört sene sonra bu kez Kupa Galipleri Kupası’nda Ujpest, Fuar Şehirleri Kupası’nda da MTK yarı final oynadı. Dünya Kupası macerası da daha pozitif bir noktadaydı ve Macarlar ilk tur gruplarını Arjantin ve İngiltere gibi iki ülkeyi bırakarak lider tamamlamışlar, çeyrek finaldeyse Çekoslovakya’ya tek golle boyun eğmişlerdi. Dünya Kupası’ndan iki sene sonraki Avrupa şampiyonasında da boy gösteren Macarlar, yarı finalde ev sahibi İspanya’ya 2-1 mağlup oldularsa da üçüncülük maçında Danimarka’yı 3-1 yenerek önemli bir unvanın sahibi oldular. Aynı yıl olimpik takımları da Tokyo Olimpiyatı’nda altın madalya kazanan Macarlar, bu başarıyı 1968 Mexico City Olimpiyatı’nda da tekrarlayacaklardı.

Macarlar, kulüpler düzeyindeki en büyük başarısınıysa 1965 yılında Ferençvaroş ile yaşadı. Budapeşte ekibi, Fuar Şehirleri Kupası’nda Roma, Athletic Bilbao ve Manchester United gibi takımları eleyerek finale geldikten sonra, finalde de Juventus’u devirerek mutlu sona ulaştı. Aynı yıl Gyor takımı da Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final görmüştü.

1966 Dünya Kupası’na gelindiğinde son iki turnuvanın şampiyonu, Peleli Brezilya’yı 3-1 mağlup ederek saf dışı bırakan ve Portekiz’in ardından ilk tur grubundan çıkan ikinci takım olan Macarlar hâlâ dünyanın en iddialı takımlarından biri olduğunu göstermişlerdi. Ancak çeyrek finalde Sovyetler Birliği’ne 2-1 mağlup olmaktan kurtulamadılar. Macarların elde ettiği son önemli başarıysa, 1972 Avrupa Şampiyonası’na katılmaktı. Ne var ki dört takımın katıldığı turnuvanın yarı finalinde SSCB’ye, üçüncülük maçında da Belçika’ya yenilen Macaristan, dördüncülükle yetinmek zorunda kaldı.

Serbest düşüş

Macaristan bundan sonra herhangi bir Avrupa Şampiyonası’nda boy gösteremezken, Dünya Kupalarınaysa 1978, 1982 ve 1986 yıllarında katıldı. Fakat bu turnuvaların hepsinde ilk turda elendi. Tek teselli, 1982 Dünya Kupası’nda El Salvador karşısında elde edilen 10-1’lik galibiyetti. Öyle ki bu skor, bugün bile Dünya Kupalarının en farklı galibiyeti olarak kayıtlarda duruyor.

Macaristan futbolunun elde ettiği son uluslararası başarıya 1984-85 sezonunda Videoton ekibinin UEFA Kupası’nda final oynamasıydı. Üstelik Videoton bu yolda Dukla Prag, Paris Saint-Germain, Partizan ve Manchester United gibi takımları elemişti. Fakat Videoton’un şansı finalde Real Madrid karşısında yaver gitmemişti.

1980’lerin ikinci yarısından itibaren büyük bir krizin içinde olan Macaristan futbolu, bir zamanlar en iyileri arasında olduğu Avrupa futbolunda adeta aksi istikamete doğru son sürat gitmekte. Millî takım herhangi bir büyük turnuvaya katılamazken, kulüpler düzeyinde de elle tutulur herhangi bir başarı bulunmuyor. İşin kötüsü, Macar futbolseverlere, bu karanlık dönemden çıkılabileceğine dair umut aşılayacak öyle aman aman Macar futbolcuların da bulunmaması. Bir zamanlar dünyanın en iyi oyuncularını bünyesinde barındıran millî takımın günümüzdeki en önemli oyuncusu, Premier Lig’de vasatı zaman zaman aşan, West Bromwich’in 33’lük oyuncusu Zoltan Gera ve PSV’de oynadığı dönemde “geleceğin yıldızı” olarak görülen Balazs Dzsudzsak da Rusya’ya gittikten sonra beklentileri bir türlü karşılayamamışsa, Macarların kötümser olmaması gerçekten çok ama çok zor.

2012-10-02
http://www.tff.org