“Avrupa Parlamentosu feshedilsin!”
Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın bugün düzenlediği basın toplantısında söylediği bu cümleler uluslararası ajansların da manşetindeydi.
Viktor Orban gerçekten de “Avrupa Parlamentosu feshedilsin” dedi. Ancak bunu söylerken neyi kastettiği daha sonraki cümlelerinden anlaşılıyor.
Orban “Katargate” olarak anılan ve görevden alınan Avrupa Parlamentosu (AP) Başkan Yardımcısı Eva Kaili’nin de adının karıştığı rüşvet skandalının ardından, Avrupa Birliği (AB) ile Macaristan arasında yıllardır süren tartışmalarda haklı çıktığını iddia ediyor.
Macaristan Başbakanı, AB’nin üye ülkelerin ulusal politikalarına müdahale ettiğini, bunu yaparken de üye ülkelerdeki hukuk devleti kriterlerinin ihlal edildiğini öne sürdüğünü, ama dönüp bir türlü kendisine bakmadığını iddia ediyor.
Viktor Orban’a göre AB bugünkü kurumsal işleyişiyle “geri planda ne olduğu asla anlaşılamayan bir karmaşa ve kaos zinciri”.
Orban, AP’nin de asla kimse tarafından denetlenmeyen bir kuruma dönüştüğünü, bu nedenle de var olan yapısının değişmesi gerektiğini söylüyor.
Budapeşte-Brüksel tartışması
Viktor Orban’a göre AP, üyelerinin bağımsız seçimlerle belirlenip gönderildiği bir kurum değil, her üye ülkenin ulusal parlamentoları tarafından yetkilendirilen parlamenterlerin katılımıyla oluşan bir kurum olmalı.
Yani, bu anlayışa göre AP, parlamenterlerin “seçimlerle” belirlendiği bağımsız bir egemenlik kurumu yerine, üye ülkelerin ulusal parlamentolarından “atanan” delegasyonların faaliyet gösterdiği bir kurum işlevi görmeli.
Bu modelde doğal olarak AP’nin ağırlığı ulusal parlamentolar karşısında ikincil plana düşüyor. Kararlar AP tarafından değil, ulusal parlamentolar tarafından alınıyor.
AP içinde görev yapan ulusal delegeler de AP’ye karşı değil, öncelikle kendi parlamentolarına ve dolayısıyla kendi hükümetlerine karşı sorumlu oluyorlar.
Öncülüğü Macaristan ve Polonya tarafından yapılan bu görüş, sadece AP’de değil, AB’nin tüm kurumsal işleyişinde köklü reformların gerçekleştirilmesini savunuyor.
AB tartışması: Egemenlik kimde olacak?
Tartışmalarda elbette bütün sorun egemenliğin sonuçta kimin elinde olacağı üzerinde düğümleniyor. Macaristan ve Polonya’nın öncülüğünü yaptığı bir grup ülke egemenliğin mutlaka ulusal kurumların elinde olmasından yana.
Bugün Brüksel’e hâkim olan görüşe göre ekonomi hayatında uluslararası tekellerin tek tip vergilendirilmesinden, Avrupa düzeyinde tam yetkiyle soruşturma yapabilecek merkezi bir AB savcılığına kadar pek çok alanda daha sıkı bir merkezileşme gerçekleşmeli.
Bu ise AP’ye verilen önemi arttırıyor.
Almanya-Fransa ekseninin yanı sıra İtalya dışındaki Güney Avrupa ülkeleri de ağırlıklı olarak merkezileşmeden, yani AB’nin entegrasyonunun derinleşmesinden yana. Ancak bu da elbette ülkelerdeki politik duruma göre değişiklik gösteriyor.
Radikal milliyetçi sağın ve derin dini kökenlere sahip partilerin iktidarda olduğu ülkelerde ulusal yerel çizgiler güçlenirken, sol ve liberal eğilimlere sahip hükümetlerin işbaşında olduğu ülkelerde merkezi egemenlik destekçileri artıyor.
Hangi eğilim uzun vadede daha şanslı olabilir?
AB içinde merkezi otoritenin güçlenmesini isteyen taraf şu an itibarıyla çoğunluğa sahip görünüyor. Ancak hem Ukrayna savaşı ve hem de AP içinde ortaya çıkan yolsuzluklar zinciri kamuoyunda güç dengelerinde değişikliklere neden olabilir.
Ukrayna’nın ve eski Yugoslavya topraklarında doğan ülkelerin AB’ye katılması da yine güçler dengesini etkileyebilecek olan bir faktör.
Ancak merkezileşme karşıtı olan Orban ve destekçilerinin tezleri doğrultusunda AB’de ciddi yapısal bir reforma girebilmesinin en önemli koşulu, AB’nin çekirdek ülkelerinden, Almanya ya da Fransa gibi güçlü bir ülkede radikal milliyetçi sağın iktidara gelmesi olabilir.
Tarık Demirkan – BBc