1930 yılında Alkazar Sineması’nda Macar Rapsodisi filmi oynuyordu. Sinemanın “sureti mahsusada Budapeşte’den özel olarak getirttiği” Macar Çigan Orkestrası filme refakat ediyordu. Aynı günlerde ne hikmetse Kadıköy Süreyya Sineması’nda da Macar Sevdası adlı sesli bir film gösteriliyordu. Şehzadebaşı’ndaki Hilal Sineması’nda ise film aralarında Macar trup akrobasi ve trapez numaraları sergileniyordu. Bugün yerinde Fitaş Sinemaları olan dönemin gözde müzikholü Mulenruj’da ise bir Macar Revüsü sahne alıyordu. Türkocağı binasında Macar piyanist Andre Ungvari bir klasik müzik konseri veriyor, ünlü Macar kemancı M. Szigeti ise aynı günlerde Fransız Tiyatrosu’nda sahne alıyordu. Cumhuriyet gazetesi Maurice Dekobra’nın konusu Macaristan’da geçen Kadife Alev (Flammes de Velours) romanını tefrika etmeye başlamıştı. Kurban Bayramı’nda kente gelen Macar Peşte B.E.A.C. amatör futbol takımı Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş ile karşılaşıyordu. Ardından Macar Milli Takımı da gelip maçlar yapacaktı. Macar izcileri, Macar muallimleri, Macar turistleri onları takip edecekti. Bu liste uzar gider…
Aynı dönemde politika alanında da aynı biçimde, güçlü bir Türk-Macar dostluğu dile getiriliyordu. Karşılıklı olarak bakanlar, meclis heyetleri ziyaretler yapıyorlardı. Sonunda 1930 yılında Macar başbakanı Kont Bethlen de Türkiye’yi ziyaret etti. Milli Sinema’da 12 kısımlık ana filme ilaveten “Macar Başvekiline Ankara’da yapılan büyük tezahürat ve Cumhuriyet Bayramı töreni” haber filmi gösterildi. Ertesi yıl bu kez Türk heyeti başvekil İsmet İnönü başkanlığında Peşte’ye gitti. Doğal olarak aynı günlerde İstanbul Radyosu programında sık sık “Macar şarkıları” yer almaya başladı. Türk Tarih Tezi’ne göre zaten Macarlar Türk’tü.
Evet, yoksa gizli bir Macar istilasına mı maruz kalmıştık? Şaka bir yana bu Macar akınının nedenleri, 1933 yılında Cumhuriyet gazetesinde Abidin Daver’in “Hem Nalına Hem Mıhına” sütununda şöyle açıklanıyordu: “Galip devletler, Macaristan’ı parçalayıp paylaştılar, adeta mahsur bir vaziyete soktular, ona denizden bir mahreç vermediler. Macaristan’da hayat güçleşti, darlaştı. Macar kızları ile delikanlıları, para kazanmak için mecburen bar artistliği gibi pek de hoş olmayan bir mesleğe atıldılar, dünyanın her tarafına yayıldılar.”[1]
İstanbul sahneleri cıvıl cıvıl
Bu aşırı Macar durum, ilk kez Fikret Adil’in 1930’lu yılları anlatan romanlarında dikkatimi çekmişti. Okuyanlar hatırlayacaktır, Fikret Adil Asmalımescit’de bir Macar madamın evinde oturur; Piri adında bir Macar kızıyla kırıştırır. Daha sonra Gardenbar Geceleri’nde bol bol Macar kızlarıyla tanıştırır bizleri. 1930’lu yılların gece yaşamını araştırdıkça, yukarıda anlattığım Macar özgül ağırlığı gitgide dikkatimi çekmeye başlamıştı.
Elbette sadece Macarlar değildi gelenler. O yıllarda İstanbul’un bütün gece yaşamı mekanlarında yabancı artistler cirit atıyordu. Sinemalarda da durum farklı değildi. Asri Sinema’da filmden önce hepsi yabancı olan trapez sanatçıları, hokkabaz ve sihirbaz Rolf Hansen ve Arymandis ve Turey Balet Heyetleri sahne alıyordu. Turkuaz Lokanta ve Varyete Salonu’nda “Avrupanın en tanınmış 14 kişilik Arbo Murayi Baleti” sahneye çıkıyordu. Londra Barı’nda Çin Akrobatları gösterisinin öncesinde “29 kişiden mürekkep Luçiya Balet”ini seyretmek mümkündü. Panorama Bahçesi’nde “Romanya Orkestra Nasyonal” çalıyordu. İstanbul’a gelen dans topluluklarının en meşhuru ise büyük ihtimalle Romen Tanasa Revüsü’ydü. Bu topluluk ilk olarak 1938 yazında yapılan İstanbul Festivali dolayısıyla gelmişti. Gazetelerde bu revünün “Foli Berjer ve Kazino de Paris gibi meşhur revüler ayarında” olduğu ve 40 balet ve 40 artistten oluştuğu söyleniyordu.[2] Tanasa Revüsü Muhsin Ertuğrul’un yönettiği Tosun Paşa filminde de görev almıştı.
Ama Macarların yeri farklıydı. Onların ağırlığı izleyen yıllarda da devam etti. 1932 yılında Galatasaray Lisesi’nde “Macar Ressamlar Sergisi” açıldı. “Diplomalı bir Macar Madamı” verdiği ilanla kadınlara, erkeklere ve çocuklara “asri, klasik ve ritmik dans ve jimnastik dersleri” verdiğini duyuruyordu. Taksim Stadyumu’nda Türk ve Macar takımlarının güreş müsabakaları yapılıyor, Artistik Sineması’nda Macar Dansı filmi gösteriliyordu. Halk Opereti’nde oyuna “Macaristan’dan sureti mahsusada celbedilen” on kişilik Macar Bale Heyeti (Susi Ballet) eşlik ediyordu, Bir süre sonra onların yerini yine Macar kızlardan kurulu Foks Baleti aldı.Taksim Belediye Bahçesi’nde Safiye Ayla’nın programının öncesinde “Gardenbar’ın büyük artistleri ve Tokatlıyan’ın bayanlarından müteşekkil” Macar Orkestrası sahneye çıkıyordu. Bir kaç yıl sonra ise Tepebaşı Garden’a 25 çocuktan oluşan Macar Çingene Orkestrası Aranyossy Rajko gelecekti. 1937 yılında Şirketi Hayriye vapurlarının “Orkestra ve Cazli Tenezzüh Seferleri”ne Lilly Szekely idaresindeki Pogany Macar Orkestra Takımı “en latif ve klasik parçaları” çalarak eşlik edecekti (bu orkestra Sarıyer’deki Canlı Balık Lokantası’nda da sürekli program yapıyordu).[3] Florya Birahanesinde Dobo Macar Balet Heyeti sahne alıyor, Tepebaşı Bahçesi’nin Halk Konserleri’nde ise Georges Janossy’nin Macar artistlerinden mürekkep fevkalade orkestrası Macar kadın sanatkarlarının iştirakile gösteri sunuyorlardı.[4]
Saray Sineması’nda Lili Gyenes Kadınlar Orkestrası’nı seyreden Peyami Safa sütununda şöyle yazıyordu: “Evet şüphesiz Macar havalarını Macarlardan dinlemeli. (…) Ben evvelki akşamki konserde yalnız musiki değil, Macar kalbini de dinledim; hele tatlı melankolilerle, yarı karanlıklar, hafif bulutlar ve hepsini bir anda dağıtan Macar güneşi ve neşesi ile dolu genç kız kalplerini… Ve bütün felaketlere rağmen kardeş Macaristan’ın ne dinç, ne taze kaldığını, milli emellerine mutlaka nasıl kavuşacağını, pürneşe ve pürhayat Lili Gyenes’le arkadaşlarının gözlerinde okudum.”[5]
Macar kızları devlet ziyafetlerine bile sızmıştı. Safiye Ayla, 1936 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda “Türk hariciyesinin büyükelçilerine verilen bir ziyafet”I anlatırken buna değinir. Atatürk’ün de bulunduğu ziyafete dönemin bütün ünlü ses sanatçıları, müzisyenleri yanısıra o tarihte İstanbul’da bulunan yabancı kabare artistleri getirilmiş. Toplantıyı “hepsi birbirinden güzel Macar kızları süslemişlerdi. İçlerinde insanın nefesini kesecek kadar güzel olanları vardı.”[6]
Macar kadınları istilası!
Gazete ilan ve haberlerini izleyerek örneklemize devam edelim. 1938 yılında Zozo Dalmas’ın Taksim Belediye Bahçesi’ndeki gösterilerinde Macar Trio Voks “Kemiksiz Üç Kardeşler” akrobasi grubu da yer aldı. Aynı yıl Kızılay’ın her yıl yaptığı kermese katılmak için Macaristan’ın meşhur Yıldız Bale Heyeti Peşte’den geldi. Yalova Kaplıcaları ise mevsim açılışında verdiği ilanda yemeklerde Macar Orkestrası’nın çalacağını duyuruyordu. 1939 yılında Bebek Bahçesi’nde “Macar artisti bayan Teri’nin idaresinde meşhur Kazaski Cazı ve gene Macar yüksek artistlerinden bay Mezei idaresinde sekiz ecnebi bayan artist tarafından gece yarısına kadar çok zengin programla muhtelif varyete numaraları, eğlenceler ve dans” yer aldığı ilanlardan öğreniliyordu. Küçük Çitlik Parkı’nda ise “Budapeşte’nin meşhur” Çigan Orkestrası konserleri sürmekteydi. Londra Barı’nda 7 kişilik Macar İloşvay Ballet heyeti gösteri yapıyor (bir süre sonra Kemani Sadi Salonu’na geçtiler), Novotni Birahanesi’nde Budapeşte Operası sopranosu bayan E. Rudolffy, Halasz Macar Kadın Orkestrası refakatinde seanslarına başlıyordu. 1939 yılbaşı gecesi Kristal Gazinosu’nda Safiye Ayla’nın baş muganniye olduğu programda “meşhur Ladanyi Macar Kadın Orkestrası ve Macar Varyete ve Baleti” yer alıyordu.
Bu Macar kadınlarıyla dolu gecelerin, pek de başarılı olmayan birini ziyaret edelim. 1938 yazında Beyazıt’daki yazlık Azak Sineması’nda ünlü komik Naşid’in yaptığı gösteriye konuk olacağız. Gösteriyi izlemeye giden Fikret Adil’in notlarından aktarıyoruz: Perde açılınca, “elinde def, kostümü kordelalı, allar giymiş bir dilber koşa koşa sahneye geldi. Macar mı, Rus mu, Polenez mi olduğu belirsiz bir dansa başladı. Secde etti, gitti. Bir İspanyol kostümü giyindi, parmaklarınıa çalpareler takarak döndü, aynı dansı yaptı. Bundan sonra bir düetto oldu. Baritonumsu sesli erkeğin ‘Yarabbim, Allahım’larından Ermeni olduğu, bıllık bıllık, kırmızılar giyinmiş kadının da dilbazlığından eski bir aktrist olduğu anlaşılıyordu. Bunlar yerlerini bir Macar ‘duo monden’e terkettiler. Yanımda gözleri çukura kaçmış, eleleri titreyen bir genç: ‘Bunlar Garden Bar’dan geldiler,’ dedi ve bizi daha hürmetle seyretmeye davet etti.“ Gösteri hâlâ Naşid ortada olmamasına karşın sürmektedir: “Şimdi, karşımızda dört kadın zeybek vardı. Bunlardan dördüncüsü, Garden Bar’lı ‘duo monden’in Macar kadınıydı. Sahneyi doldursun diye ilave edilmiş olacak ki, zeybek başlar başlamaz, bu oyunu bilmediği derhal anlaşıldı. Macar kızı, bütün hareketlerini ötekilere uydurmaya çalışıyor, fakat daima geç kaldığı için tuhaf oluyordu. (…) Mamafih bu acemilik halkın hoşuna gitti, alkışlandı ve perde kapandı.” Fikret Adil ve arkadaşları bu uzun prelüdten sonra Naşid’i izlemeyi başarırlar, ama konumuz dışına çıktığı için izlenimlerini burada bırakıyoruz.[7]
İlk kez Atlas Tarih dergisinde Gazanfer İbar’ın tanıttığı Reflector dergisi de söz konusu dönemin önemli bir tanığıdır. İstanbul’da 1937-39 yılları arasında üç dilde yayınlanan (İngilizce, Fransızca ve Almanca) bu dergi Tepebaşı Garden, Taksim Maksim ve Boğaziçi Canlı Balık’ın işletmecisi olan Konstantin Petridis tarafından çıkarılmaktaydı. İstanbul’un en eski emprezaryolarından Jean Lehman’ın yeğeni olan Petridis’in çıkardığı bu dergi, o yılların İstanbul gece yaşamını haber ve ilanlarla gözler önüne koyuyordu. Dergide yer alan ilanları taradığımızda, Budapeşte kaynaklı bir çok gösteri sanatçısının ya o dönemin kulüplerinde görev aldığını, ya da İstanbul ve Ankara’da iş bulmaya çalıştığını anlıyoruz. Bunların İstanbul’da çalışanları arasında Rya Maar (modern dansçı), Eugene Lantos Jenö ve Macar Orkestrası, Mezey Revü Topluluğu, Willy’s Yeni Balet Revüsü vb. ilk göze çarpanlar…
1938 yılında bu olağanüstü durum, Akşam gazetesi yazarı Necmi Erkmen’in de ilgisini çeker. “Eğlence yerlerinde bir tetkik: Bar artistleri en çok Macaristan’dan geliyor,”[8] başlığını taşıyan yazı durumu analiz etmeye soyunur. Yazının kaleme alındığı 1938 yılında İstanbul’da 380 Macar artisti vardır, bunların yüzde doksan beşi de kadındır. “Macar artistleri gecede 2 liradan 5 liraya kadar para kazanırlar. Macaristan’dan yeni gelen güzel kadınlar Beyoğlu barları tarafından derhal angaje edilir. Fakat bunların yıldızı pek çabuk söner ve evvelce epeyce para kazanırken ikinci, üçüncü sınıf barlara düşerek 3 veya 2 liraya nazla çalıştırırlar. Nihayet işsiz kaldığı zaman çalışırken biriktirebildiği beş on lirayı idare ile harcayarak başka memleketlere göç etmeye imkân arayanları da az değildir.”
Macar artistlerinin az yiyip çok biriktirdiğini ve çoğunun memleketlerindeki ailelere para gönderdiklerini söyleyen yazarımız ilginç bazı bilgiler aktarır: “Macar artistleri Beyoğlu’nda ayni semtte oturur, ayni yerde yemek yerler. Onların dört lokantası vardır. 380 Macar kadını bir erkek tarafından davet edilmedikçe hiç bir zaman Macar lokantasından başka bir yerde karınlarını doyurmazlar. Kendi lokantalarında yedikleri yemekler de hususidir. Mesela, Gulaş dedikleri, biberi bol etli patates, ‘Palaçinta’ isimli bir nevi hamur tatlısı, biber manasına gelen Paprika adını verdikleri biber dolmasına benzer yemekler, onların başlıca gıdalarını teşkil eder. İzmit’de bile Macarların bir lokantası vardır.”
Macar artistlerinin dansı sevdiklerini ve tangodan çok hoşlandıklarını söyleyen yazarımız, onların bazı özelliklerini de şöyle özetliyor: “Macar artistleri paradan çok elbiseye kıymet verirler. Fırsat buldukça elbise yaptırırlar. Nihayet çantaları şık tuvaletlerle dolduğu zaman rahat nefes alırlar. Artık düşünceleri azalmıştır. Az da kazansalar korkuları yoktur. Elbiselerini bir çocuk gibi muhafaza ederler. Çünkü çalışabilmeleri için elbiseye ihtiyaçları vardır. “
Macar artistlere İstanbul’da pek bol rastlanmasına karşın, her zaman aynı yüzleri göremeyeceğimizi söyleyen Erkmen, içlerinde İstanbul’da birkaç yıldan fazla kalanın pek az olduğunu belirtir. “Bazıları iki ay kalır, başka memleketlere giderler. Sonra tekrar geldikleri yer gene İstanbul’dur. Onların sık sık ziyaret ettikleri yerlerden biri de Beyrut’dur.” Ardından başlayan mevsimle ilgili haber mahiyetinde bilgiler de ekler yazısına: “İstanbul barlarında kış hazırlıkları göze çarpıyor. Macaristan’dan artist akını yakındır. İstanbul’daki 380 Macar artisti arasında hususi mahiyette bir güzellik yarışması yapılacağı anlaşılıyor. Yeni gelenler şüphesiz tercih edilecektir. Eskilerin çoğu esasen işsizdir. Eğlence mevsimi başlarken bunlardan birçoğu kendilerine iş; bulabilmek için başka memleketlere gitmek mecburiyetinde kalacaklardır.”
Bar Kızları
Ele aldığımız dönemin magazin dergilerinde, özellikle barlarda çalışan kadınlarla ilgili birçok röportaj da yer alıyor. Bu yazılar çok önemli bilgiler aktarmasa da dönemin atmosferini yansıtması açısından ilginçler…
İlk röportajcımız Hikmet Münir [Ebcioğlu]. Hikmet bey, 1936 yılında Holivut İstanbul Magazin dergisinde “Bar kadınlarının gizli arzusu” başlıklı yazısında “Marlene Dietrich’e benzeyen bir Macar kızı”nı beğendiğini söylüyor. Başka bir “bar kızı”ndan onun hakkında bilgi alıyor: “Siz onu bilmezsiniz. Bara geldiği günden beri kendisiyle aynı apartmanda oturuyoruz. Aman ne maskara şeydir. Fakat kazandığını daradar idare ediyor. Budapeşte’de annesi, bir de sakat kız kardeşi var. Onlara para gönderiyor. Buradaki oda kirasını, yiyecek masrafını da verince, elinde seyahat için sakladığı yedek paradan başka bir şey kalmıyor.”[9]
Hikmet Münir aynı derginin bir başka sayısında yer alan bir diğer yazısında, çoğunun Macar olduğunu belirttiği “dünyayı dolaşan bar kızları”nı bize tanıtmaya çalışır: “Bu kızların niçin dolaştığını, memleketten memlekete, uçar gibi, bazen türlü zahmetlerle, tezyiflere [aşağılamalara], sarkıntılıklara da dayanarak neden koştuğunu düşünecek olursanız, hatırınıza ilk gelecek cevap şudur: ‘Hayatlarını kazanmak için! Fakat bütün bu koşuşmanın, bu uzun dünya yolculuğunun altında bir sevda bulunabileceğini hiç düşündünüz mü?” Pek uzaklarda onları bekleyen bu sevdayı anlatmaya koyulur Hikmet Münir: “Dünyayı dolaşan bar kızları arasında öyleleri vardır ki, bütün o külfetleri yalnız bir delikanlı için için yükleniyorlar. Yaşadığı memleketin merkezinde birini sevmiştir. Onula derhal evlenemez. Eğer delikanlı biraz da sergüzeştçi ise, ecnebilerin çoğunda zaten adet olan para almayı biraz daha ileri vardırarak, kızdan birkaç bin lira birden ister. Ornların çoğunda, kız erkeğe para verir ve kız, bu parayı tedarik etmek için böyle bir dünya seyahatine çıkıyor.” Bu parayı tedarik edip geri dönenlerin çoğunu da hayal kırıklığının beklediğini söylemeden edemiyor.[10]
Foto Magazin dergisinin muhabiri Salâhaddin Güngör ise1938 yılında bir barda çalışan Türk kadınıyla konuşurken, onun Paris’e gideceğini öğrenir ve nedenini sorar. Aldığı cevap ilginçtir: “Macar artistleri, pek çoğaldılar. Nereye gitmiş olsak, karşımıza bir Macar artisti çıkıyor.” “Bundan size ne?” diye soran röportajcımıza gülerek, ”Bundan bize ne olur mu? Barlarda, Türk delikanlıları, Macar artistlerinden başka kimse ile dans etmiyorlar. Bir Macar kızı gördüler mi, artık bizim yüzümüze bakan olmuyor. Bu belki Macarların daha sıcak kanlı olmalarından ileri geliyor.”[11]
Yasak geliyor
Aslında yabancı artistlerin İstanbul gece yaşamında baskın unsur haline gelmesi başından itibaren tepki de uyandırmıştır. 1932 yılında yeni bir kanunla bütün barların kapanacağı ve “Türkiye’de ecnebi çalgıcılar ve bar artistlerinin icrayı sanat edemeyecekleri” haberi yayılır. Doğru çıkmasa da, bu haber sayesinde var olan durumun gözler önüne serildiğini görürüz. Cumhuriyet gazetesi önce bar müdavimlerinin endişeyle “Eyvah, barlar kapanacak- Macar dilberlerinden mahrum kalacağız,” diye hayıflanacaklarını şakayla karışık yazdıktan sonra daha istatistiki bilgiler de verir: “Türkiye’deki bütün bar artistleri ecnebi” imiş! “İstanbul’da 40, Ankara’da 40 tane ecnebi bar artisti olduğu halde, yerliler yalnız 10 tanecikmiş! Tek gelen ecnebi artistleri yol parasından maada 5-8 lira, çifter çifter gelen dansör ve dansözler 15-18 lira, yüksek şantözler 20 lira, cambazlar 4-5 lira, balet heyetleri 50-60 lira alırlarmış, memlekette 15 gün ilâ 3 ay kalırlarmış.” Haberi kaleme alan imzasız yazar şu bilgiyi de ekliyor: “Sadece Macarlardan bahsedişim, bu memleketin şimdi pek çok artist ihraç etmesinden ileri gelmektedir.”[12]
Abidin Daver ise “Ecnebi Artist Salgını” başlıklı yazısında “bu artistlerden bir kısmının casus olduklarına zerre kadar şüphe etmemek lazımdır” diyor ve şöyle devam ediyor: “Zabıtamızın azami derecede uyanık olduğunu biliyoruz; fakat bunları idare edenlerin ne hinoğlu hin olduklarını da biliyoruz. Çoğu, hayatlarını kazanmak için bu yola dökülmüş olan zavallı, bedbaht kızlar arasına gizlenen casusları bulup çıkarmak çok güçtür. Çünkü profesyonel kadın casuslar, itina ile seçilmişler, meslek ve ihtisas mekteplerinde, mükemmel surette yetiştirilmişler, staj görmüşler, sıkı bir tecrübeye tabi tutulmuşlardır. Onun için kolayca ele geçmezler, hatta kendilerinden şüphe bile ettirmezler.”[13] İşin bu yanında doğruluk payı bile olsa, bambaşka bir yazıya doğru bizi sürüklememesi için bu teşhisi bir kenara koyuyorum…
Sonunda 1940 yılında “barlarda ve içkili eğlence yerlerinde ecnebi artistlerin” çalışması yasaklandı. Artistler son olarak 30 Nisan gecesi sahneye çıktılar, ardından sınır dışı edildiler. Bu karardan yalnızca Konservatuar’dan diploma almış müzisyenler ve tiyatrolarda oyuncu olarak görev yapan artistler ayrı tutuldu. Gazetelerde bu yurtdışı edilme işleminin nasıl yapılacağı şöyle anlatılıyordu: “Çalışmaktan menedilen ecnebi artistlere, mensup oldukları konsolosluklar memleketlerine dönebilmeleri için yardımda bulunacaklardır. Esasen son zamanlarda şehrimize gelen Macar artistlerinin konsoloshanede kırkar lira yol parası depozitoları bulunmaktadır. Ecnebi memleketlerinde konsolosluklarımıza Türkiye’ye gelmek isteyen bu vaziyetteki artistlere vize verilmemesi hususunda tebligat yapılmıştır.”[14]
Yapılan sayıma göre bu kararın tatbik edildiği artist sayısı 162 idi. Bunların 107’si Macar, 16’sı Alman, 11’i Finlandiyalı, 10’u Rumen, 5’I İsviçreli, 4’ü Fransız, 4’ü Mısırlı, 3’ü Kudüslü, 3’ü Lübnanlı, 3’ü Yunan 2’si İngiliz, ve 2’si İtalyandı. Artistlerin ancak 2:-30 kadarı doğruca memleketlerine dönmekte, kalanlar ise iş bulmak için Mısır, İran, Suriye gibi doğu memleketlerine gideceklerdi.
Tan gazetesinin yazdığına göre, haberi öğrenen ilgili bar artistleri önce büyük bir telaşa düşmüşler ve ne yapacaklarını bilmez bir halde sağa sola başvurmaya başlamışlardır. Artistlerin büyük çoğunluğu kendi ülkelerine dönemeyeceklerini, çünkü eğer orada iş bulsalardı, buralara kadar gelmeleri için bir neden olmadığını söylemektedirler. Bu artistleri çalıştıran bar sahipleri de “ecnebi artistler olmadıktan sonra, barlara hiç kimsenin artık rağbet etmeyeceğini ve bu suretle barları kapatmaktan başka çare kalmayacağını” düşünüyorlardı.[15]
İstanbul’dan çıkarılacak olan “ecnebi artistler”in son gecelerine tanık olan Cumhuriyet gazetesi muhabiri Salâhaddin Güngör, izlenimlerini şöyle aktarıyordu: “Arka sıradaki bar kızlarına gözlerimi çeviriyorum. Estonyalı, Letonyalı, Macar, Rumen… Daha ne bileyim, hangi milletten bir sürü artist!.. Hepsinde bu gece anlatılamaz bir sönüklük, bir sümsüklük, bir zavallılık vardı.
Bu gece bizim barlarda son gecelerini yaşıyorlar. (…) Barda sönük ve hareketsiz bir hava var. Hiçbir şakrak nağme, bu durgun havayı canlandıramıyor. Koyu renk ışıkların umumî tecessüse kapalı tuttuğu köşelerde acıklı veda sahneleri geçiyor olmalı. Kulağıma yarıda kesilmiş hıçkırık sesleri geliyor.”[16]
Ama bu yasak ne denli uygulamaya geçmiş derseniz, “ben de pek anlayamadım” diye cevap veririm. Yasağın hemen ardından, 1940 yazında İstanbul’”un gece mekanlarını dolaştığımızda, hemen her yerde yine yabancı artistlerin boy gösterdiğini görüyoruz. Sanırım “kadın orkestra” modası da iyice öne çıkmış durumda! Küçük Çiftlik Parkı’nda Ladani Kadın Çigan Orkestrası, Kristal’in Yazlık Salonunda Maestro Szekely Lili idaresindeki Pogany Kadın Orkestrası, Büyükdere Beyaz Park Gazinosu’nda Rosell Kadın Orkestrası, Bebek Bahçesi’nde Lantos Caz Orkestrası sahne alıyorlar. Ayrıca Caddebostan Gazinosu’nda Mac Allen Orkestrası, George Darvach (daha Darvaş olmamış) ve modern dansçı Duo Valdys program yapıyorlar. Zaten o yaz Taksim’de Belediye Gazinosu da açılacak, yabancı artistlere daha çok ihtiyaç duyulacaktır. Bakın bu gazinonun ilk ilan edilen programında kimler var: Quatro Ütasy (revü komik), Trio Mexicanos, Düo Hawkins, Alexandru ve daha neler neler… Sanırım yasak bu tür büyük mekanları değil, daha çok bar ve pavyon gibi yerleri etkilemiş, oralarda uygulamaya konmuş durumda.
Savaş sonu
İkinci Dünya Savaşı sonuçlandıktan sonra, Avrupa yeniden altüst olur. Bu durumdan rahatsız olan birçok artist yine Türkiye’ye gelmeye başlar. Gece mekânlarında Macar varyete gruplarını, atraksiyon truplarını, Popof Orkestrası’nı yeniden görmeye başlarız. Ama bu durum da pek uzun sürmez. Hükümetin aldığı kararla “ecnebi artistler” bir kez daha yurtdışına çıkarılırlar. 1947 yılında Yedigün dergisi muhabiri Rüştü Sezginoğlu “onların Türkiye’den ayrılmak üzere bulundukları son günlerde” “Beyoğlu’nda ecnebi artistlerin kulübünde” kendileriyle görüşüp izlenimlerini aktarır. Karşısında 24 kişilik bir Çekoslovak grup bulunmaktadır. Orkestra ve dansçı kızlar… Orkestranın şefi M. Osten, İstanbul’a niçin geldiklerini şöyle anlatır: “Orkestramla birlikte İsviçre’de idik. O sırada bildiğiniz gibi Çekoslovakya istilaya uğradı. Şimdi hepimiz o memleketten bu memlekete hayatımızı kazanabilmek için dolaşıp duruyoruz.(…) Avrupa’da henüz harp halinde olmayan memleketler eğlenceyi hemen tamamen unutmuşlardır. Halk en küçük harp havadislerinden müthiş heyecan duyuyor. Her tarafta. Herkeste hemen bugün yarın ölüvermek ihtimalinin korkusu ve heyecanı var. Biz burada bunun tamamen aksini görerek hayret ettik ve sevindik. İstanbul’da halk çok neşeli. Mümkün olduğu kadar eğlenmek istiyor. Hem herkeste, yeni bir sanat eseri görmek, yeni bir şey öğrenmek ihtiyacı var.”
Bu tür yasaklar her zaman olduğu gibi uzun süreli olmayacaktır. 1950’li yıllar, özellikle İstanbul’da gece yaşamının yeni bir ivme kazanması sonucu yeniden yabancı artistlere ihtiyaç duyacak, geceler (artık Macar ağırlıklı olmasa da) başka dünyaların insanlarıyla tanışacaktır. Ne de olsa eğlenceyi pek seven bir millettik… Bu aralar niye bunu iyice unuttuk galiba… Neden acaba?
Gökhan Akçura
Kaynak: Gökhan Akçura, İstanbul Şarkıları, Oğlak Yayınları, İstanbul 2019
Sayın Gökhan Bey,
Yapmakta olduğum, daha doğrusunu söylemek gerekirse, yeni yeni başladığım bir araştırmamda bana yardımcı olabileceğinizi umuyorum.
Babaannem Jozefa Macar idi. 1932’de evlenerek Türkiye’ye yerleşmişler. Annesi ve kızkardeşi ise savaş sonrası Kanada’ya göçmüşler. Babaannem, 30’ların sonunda annesinden gelen bir mektup ile, müzisyen teyzesinin İstanbul’da olduğunu ve orkestrası ile birlikte “Canlı Balık” isimli bir yerde çaldığını öğreniyor. Birkaç haftanın sonunda teyzesini Sarıyer Canlı Balık Gazinosu’nda bulmayı başarıyor. Büyük teyzenin adı Jozefa (Stark) Pogány. Kendisi gibi müzisyen kocası Dezső Perl Pogány ile Taksim’de yaşarlarmış.
Söz konusu orkestra yaklaşık 38-42 yılları arasında Ankara ve ağırlıkla İstanbul’da aktif, tamamı Macar kadınlardan kurulu, 8 kişilik, Pogány orkestrası. Tokatlıyan Oteli, Suadiye Gazinosu, Camlı Köşk, Kristal Salon gibi mekanlarda konserler verdikleri bilgisine, Cumhuriyet gazetesi arşivindeki ilanlardan ulaşabiliyorum.
Orkestranın öne çıkan iki üyesi var:
Iren Szalai, daha sonra Adnan Saygun ile evlenerek, Nilüfer Saygun adını alıyor. Evlilik sonrası orkestradan ayrılıyor diye anlıyorum.
Diğeri ise orkestranın liderliğini de yapan Lili Szekely. Tüm ilanlarda kendisinin adı geçiyor. Lili Szekely de, Ferdi Ştatzer (Friedrich von Statzer) ile evlenerek Belediye Konservatuarının ünlü hocalarından biri oluyor. Lili, hakkında, Kürk Mantolu Madonna’nın ilham kaynağı olduğuna dair söylentiler de var.
Tüm bu araştırma, büyük teyze’den babaanneme, ondan da bana kalan bir fotoğraf ve bir hatıradan yola çıkarak başladı. Yakın zamanda Macarca öğrenmeye başladım ve vatandaşlık da aldım. Niyetim, Jozefa ve orkestra hakkında mümkün olduğunca çok bilgiye ulaşmak. Mümkün olduğu takdirde bir kitap projesine başlamayı arzu ediyorum.
Bu işi başlatan fotoğraf ve hatıra nesnesini ekte size gönderiyorum. Fotoğraf Budapeşte’de çekilmiş. Orkestranın İstanbul’a gelmeden önceki hali. En arkadaki Jozefa. Yanılıyor olabilirim ama sağ altta Lili Szekely ve sol altta Iren Szalai var sanıyorum. Hatıra nesnesi ise, Jozefa’ya grup arkadaşlarından bir doğum günü hediyesi. Altın notaların üzerinde Jozefa hariç tüm üyelerin isimleri yazıyor: Muki, Pista, Muci, Kati, Lili, Klari, Dora. Iren’in ismi yok çünkü bu notalar 41 tarihli ve sanırım Adnan Saygun evliliğinden sonraya tekabül ediyor.
Araştırmalarıma yön verebilecek her türlü bilgiye açığım. Şimdiden teşekkürlerimi sunarım. Saygılarımla
Güray Oskay
[1] Cumhuriyet, 15 Nisan 1933
[2] Cumhuriyet, 2 Ağustos 1938
[3] Cumhuriyet, 6 Ağustos 1937
[4] Cumhuriyet, 17 temmuz 1937
[5] Cumhuriyet, 24 Kasım 1933
[6] Akşam, 28 Nisan 1969
[7] Cumhuriyet, 4 Ağustos 1938
[8] Akşam, 9 Ekim 1938
[9] Hikmet Münir, “Bar kadınlarının gizli arzusu,” Holivut İstanbul Magazin, S.24 (19 Teşrinisani [Kasım] 1936)
[10] Hikmet Münir, ”Dünyayı dolaşın bar kızları,” Holivut İstanbul Magazin, S. 40 (11 Mart 1937)
[11] Salahaddin Güngör, “Bar ve Kızları,” Foto Magazin, Yıl 1, S.1 (1 Mayıs 1938)
[12] Cumhuriyet, 10 Ocak 1932
[13] Cumhuriyet, 7 Mart 1940
[14] Cumhuriyet, 1Mayıs 1940
[15] Tan, 1 Mayıs 1940
[16] Cumhuriyet, 2 Mayıs 1940