Liszt Enstitüsü İstanbul | Macar Kültür Merkezi Müdürü Sayın Gábor Fodor ile Macar Kültür Günü vesilesiyle bir röportaj gerçekleştirdik.
– Sayın Fodor, öncelikle röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Macaristan Milli Marşı’nın yazılışının 200. yıl dönümünü kutluyoruz. Duygularınızı alabilir miyim?
Bu teklifi getirdiğiniz için ben teşekkür ederim.
Macar şair, eleştirmen, politikacı ve düşünür Ferenc Kölcsey, daha sonra Macaristan Milli Marşı’nın sözlerini oluşturan şiiri “Hymnus”u 22 Ocak 1823’te tamamladı. “Hymnus, a magyar nép zivataros századaiból” (“Macar halkının fırtınalı yüzyıllarına ait ilahi” şeklinde çevrilebilir) başlıklı el yazması bugün Macaristan Ulusal Müzesi’nde sergileniyor. Tarihi bir perspektiften bakarsak, eserin yazıldığı dönem ve bunu takiben 1848-49 yıllarındaki Macar İhtilali ve Özgürlük Savaşı, Macar kimliğini savunmak, korumak ve sürdürmek adına önemli bir süreçtir. Habsburg İmparatorluğu’nun baskısına ve boyunduruğuna büyük bir başkaldırı gerçekleştiren siyasi liderler, şairler, düşünürler ve tabii ki halk, günümüze kadar uzanan Macar kimliğinin oluşmasında baş rolü oynadılar. Bu anlamda bu eser ve bu tarihi süreç bizi biz yapan temel unsurlardandır.
– Macaristan Kültürü ve Türk Kültürü arasında benzerlikler var mı? Varsa nelerdir?
Macarların kökeni Orta Asya’ya kadar uzanmaktadır ve burada Türk boylarıyla komşu olmuştur. Macarlar Türklere birçok açıdan yakın durmuş, dost olmuştur. Her ne kadar iki farklı kültür olsa da Macaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altında bulunduğu yıllar içerisinde dil, yemek, mimari anlamında birçok iz kalmıştır. Günümüzde Macarca’ya Türkçe’den geçmiş birçok kelime; Macaristan’da Osmanlı döneminde inşa edilmiş birçok cami ve hamam; Macar mutfağına tamamen Osmanlı döneminde giren kırmızı biber en güzel örnekler.
Diğer taraftan, Niyazi Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabında savunduğu üzere, Osmanlı döneminde çağdalaşma hareketinin tetikleyicilerinden birisinin Macar asıllı İbrahim Müteferrika’nın yazdığı risale olmuştur. Berkes, Müteferrika’nın kişisel çabalarının ve eserlerinin çok önemli olduğunu, Osmanlı’da bilim ve teknik anlamında ilerlemenin onun fikirlerine dayandığını savunur.